|
Rıza Nur
( 1879)- (1942)
yazar, milletvekili
Sağlık Eski Bakanı
1879 yılında Sinop'ta doğdu. İlköğrenimini Sinop'ta yaptıktan sonra İstanbul'a gelerek Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi'ne girdi. Sonra Tıbbiye İdadisi'ni (Tıp Lisesi) ve Mekteb-i Tıbbiyei Şahane'yi (Askeri Tıp Okulu) tabip yüzbaşı olarak bitirdi. 1901 yılında Gülhane Hastanesi'nde (Askeri Tıp Akademisi) staj yaparken çalışkanlığı ile Alman hocaların ilgisini çekti ve orada asistan oldu. Önce Prof. Dr. Deike Paşa'nın yanında çalıştı, sonra cerrahi kısmına geçti. Prof. Dr. Wietin Paşa'nın yanında çalışarak operatör oldu. Bu arada fenni sünnet usul ve aletlerini anlatan özgün bir kitap yazdı. Önce padişaha sunulan kitap sonra yayımlandı ve Prof. Wieting tarafından bir kısmı Almanca'ya çevrildi. 1903'te Rumeli Zibefçe gümrük kapısına bakteriyolog olarak atandı. 1905 yılında Gülhane'ye yardımcı öğretmen, 1907'de Askeri Tıbbiye'ye cerrahi hocası oldu. Meşrutiyet'in ilanından sonra yapılan seçimlerde Sinop'tan milletvekili seçilerek Meclis'e girdi. 1908 yılında Birinci İcra Vekilleri Heyeti'nde Maarif Vekili'ydi.
1920 yılında Sovyetler Birliği'yle dostluk ve yardım antlaşması yapmak üzere Moskova'ya gönderilen heyete delege olarak katıldı. Cumhuriyet'in ilanına kadar bütün hükümetlerde Sıhhiye Vekili olarak görev aldı. Lozan Konferansı'na ikinci delege olarak katıldı. İkinci dönemde yeniden Sinop milletvekili olarak Meclis'te yer aldı. 14 cilt tutan Türk Tarihi'ni bu sıralarda yazdı. 1926 yılında Sinop'ta bir kütüphane kurarak, gelir kaynaklarıyla birlikte eğitime vakfetti. 1942 yılında İstanbul'da vefat etti.
ESERLERİ:
1.Yeni Usulü Hitan (sünnet) ve Yeni Kıskaç(1909)
2.Fenni Cerrahi Ortopedi (1910)
3.Gurbet Dağarcığı (1919)
4.Hürriyet ve İtilaf nasıl doğdu nasıl öldü? (1919)
5.Türk Tarihi (1924-1926, 14 cilt, 12 cildi basıldı)
6.Oğuzname (1928)
7.Namık Kemal(1936)
8.Hayat ve Hatıratım(1968)
ESER-AYRINTI
Dr. Rıza Nur'un Lozan Hatıraları
Rıza Nur
Boğaziçi Yayınları / Hatıra Serisi
İsmet'e beş on defa söyledim: "Bu muahedeyi yaptık. Bunda türlü gayeler vardır... Muahedenin tatbikatının bu gayelere doğru fiilen yürütülebilmesi için "muahedenin tatbikatı komisyonu" diye bir komisyon yap. Bir de bu gayeleri gizli olarak yazalım, bu komisyona ver. Başvekil idi, yapardı, yapmadı. Halbuki bir yıl sonra Yunanistan buna benzer bir heyet yaptı.
ESER-AYRINTI
Dr. Rıza Nur'un Moskova - Sakarya Hatıraları
Rıza Nur
Boğaziçi Yayınları / Hatıra Serisi
Enver Paşa karşımızda.
Kayseriler bizi kazıklıyor.
Sivasta muhteşem karşılama.
Vali deli Hamid.
Kazım Kaarabekir'in büyük hizmetleri.
Ahali Mustafa Suphi'ye tükürmüş.
Gümrüde hala Türk askeri var.
Tiflis Aşık Garibin diyarı.
Azerileri esarete Halil Paşa'mı düşürdü.
Ermeni istasyon şefinin oyunu.
Karahanın karısı Enver'e aşık.
Korkmazof Karahandan ermeni çıkmaz mı?
Beş milyon mermi alıyoruz
Stalin'den para istiyoruz
Komünistler sarayda şampanya içiyor
Yunan taaruzu meclisi karıştırdı
Cephe çöküyor
Müslümanlar ayağımıza kapanıp "bizi kurtarın " diyorlar
İnönü birtürlü durumu anlamıyor
Bir zabit düşmanın kaçtığını haber veriyor ancak o zaman uyanıyor
Mustafa Kemal başkumandan
vs. vs.
- Dr. Rıza Nur-
HAKKINDA YAZILANLAR
DR.RIZA NUR’UN YÜREĞİ HALA KANIYOR MU..?
Recep Küçükizsiz
Türk milliyetçiliği fikrinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Dr.Rıza Nur, 8 Eylül 1942 günü İstanbul’da, 63 yaşındayken hayata veda etmiş, kıymetli bir bilim ve siyaset adamıdır.
30 Ağustos1879’da Sinop’ta doğan Dr.Rıza Nur’un hayatı kuşağının bütün çocukları gibi hep çetin mücadelelerle doludur. İnandığını her yerde açıkça söyleyecek kadar mert biri olan Dr.Rıza Nur, 2. Meşrutiyet döneminde Sinop milletvekili olarak girdiği Meclis’te İttihatçılara yönelik ağır muhalefeti sebebiyle profesörlük yaptığı Askeri Tıbbiye’deki görevinden alınır. Daha sonra, rütbeleri de sökülerek yurtdışına sürülür ve 8 yıllık sürgünden sonra ancak mütareke zamanı İstanbul’a dönebilir.
Dr.Rıza Nur vatana dönünce hiç duraksamadan Milli Mücadele’ye katılır. Birinci ve İkinci Meclis’e Sinop milletvekili olarak girer ve Ankara hükumetlerinde bakanlık da dahil olmak üzere bir çok görevler üstlenir. Sakarya meydan savaşında doktor olarak katılır. Temsil heyetleriyle gittiği Lozan da dahil olmak üzere bir çok ülkede Türkiye’yi temsil eder.
Atatürk’le arası açılan Dr.Rıza Nur, milletvekili olduğu halde 1926 yılında Fransa’ya gider ve Paris’e yerleşir. Daha sonra oradan Mısır’a geçer. 12 yıl süren bir gurbet dönemi yaşar. Bu arada “TÜRKBİLİK REVÜSÜ” adlı yıllık bir türkoloji dergisi yayınlar.
“Dünyada en büyük iftiharım Türk yaratıldığımdır. Türk kadar kahraman, mert, iyi yürekli, zeki ve akl-ı selim sahibi insan, Türk kadar büyük ve yüksek bir tarihe malik bir millet görmedim. Bugünkü medeniyet aleminde en yüksek mevkiye çıkmak için gereken kabiliyetleri bugünkü kadar kendinde ve yurdunda toplamış olanını görmedim.” diye haykıran
Dr.Rıza Nur’un, bugün bile okuyanların Türklük sevgisi ve şuurunu şahlandıran, yayınlandığı dönemlerde ise Türkiye’de Milliyetçilik ve Türkçülük fikrinin canlanmasına vesile olan, TÜRK TARİHİ adlı önemli bir eseri vardır.
1938 yılında, Atatürk öldükten sonra vatana dönen Dr.Rıza Nur, vefat edene kadar İstanbul, Taksim’de kiraladığı 3 odalı bir apartman dairesinde yaşamıştır. Burası aynı zamanda Tanrıdağ Dergisi’nin de idarehanesidir.
“Manevi evladım” dediği Hüseyin Nihal Atsız, cenaze merasiminden sonra kaleme aldığı bir makalesinde, Dr. Rıza Nur’un son yolculuğunu bütün içtenliği ile anlatır:
“...Merhum Refik Saydam’ın yardımıyla tedahülde kalmış olan üç yıllık tekaüt maaşını aldıktan sonra Tanrıdağ Dergisi’ni çıkararak memlekete son bir hizmet daha yapmak istedi. Bu iş onu fazla yordu ve çok üzdü. Diğer bir takim hadiseler de buna eklenince ölüm kendisine daha çabuk geldi. 7 Eylül’ü 8 Eylül’e bağlayan gece, gece yarısından beş dakika sonra kendisinde bir fenalık duyarak uyandı. Aynı apartmanda oturan ahbabı doktor Semih Sümerman hemen gelerek bir iğne yaptıysa da iş işten geçmişti. Ağzından kan geliyordu. Gece yarısını yirmi dakika geçerken artık Rıza Nur yaşamıyordu.
Onun hakiki dostları ölümünü pek geç haber aldılar. Biz, 8 Eylül’de kendisine Beyoğlu Hastanesi’nin bir kıyısında tabuta konmuş olarak bulduğumuz zaman şaşırdık. Yanında kimse yoktu. Onu bir kalabaığığn ortasında mı bulacağımızı umuyorduk, bilmem.Çok hazin ve çok manalı bir yalnızlığın içinde Rıza Nur, ertesi günü ikindiye kadar orada yattı. Belki bu, onun toprak üzerindeki ilk rahat yatışıydı. Ömrünün yirmi yılı, yani üçte biri gurbette geçen Rıza Nur, hapislere atılan Rıza Nur belki artık dinlenecekti.
9 Eylül günü öğleden sonra Beyoğlu Hastanesi’ne tek tük vefalı kalp sahipleri gelmeğe başladı. Rıza Nur’un yaşıt akranları arasında birkaç üniverersite ve lise talebesi de bulunuyordu. Çoğu birbirini tanımayan bu insanlar burada hangi duygu ile birleşmişlerdi? Şu iki Azerbaycanlı ve şu tek Türkistanlı ne arıyordu? Burada resmiyet ve gösteriş bağları yoktu. Burada bir tek bağ vardı. O da Türk ırkının ve kanının bağı idi. Manzaranın en hazin tarafı bir takım yaşlı insanların gelip hissiz ve mütevekkil beklemeleri idi. Türk milletinin tevazuuna pek yakışan asker kumaşından elbise giymiş olan yarbay rütbesindeki şu ak saçlı askeri doktor kimdi? Niçin bu kadar sessiz ve durgundu? Rıza Nur’un eski bir dostu olduğunu bildiğim şu yaşlı eczacı ne zaman gelmişti ve neden onun sükütu en belagatli bir hitabet kadar tesirliydi? Burada her şey hazindi. Doktor Mazhar Osman’ın büyük bir değerbilirlikle gönderdiği çelenk, dışarı Türklerinin çelengi, Ülkü ve Arkadaş basımevlerinin sahiplerinin sessizce gelişleri, liseli, üniversiteli, Güzel Sanatlı, eski elçi, eski başkonsolos, eski paşa, profesör bana hep hazin ve manalı geliyordu. Daha tanımadığım birçok dostları bu hazin manzaraya daha çok hüzün katıyordu. Gençler Rıza Nur’un tabutunu Türk bayrağına sardılar. Teşvikiye Camisi’nden Harbiye’ye kadar eller üstünde gelen Rıza Nur’un bütün hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da yüreği mi kanıyordu? Değilse tabuttan aşağı sızan kan damlaları neydi? Tulgalı on polis tabutun iki yanında yürüyor, Riyaseti Cumhur yaveri ve İstanbul Valisi de arkasından geliyordu. Bu hazin alay Harbiye’ye kadar yavaş yavaş geldi. Sonra mezara doğru hızlı bir gidiş başladı. Cenaze arabasının arkasından giden iki otobüs ve birkaç otomobil, Peyami Safa’nın bahsettiği iki üç mangayı götürürken, yanlış bir tesadüfle Bayezit'te toplanmış olan diğer bir iki manga da orada boşuna beklediler. O “makberin yolunu gösteren tabut, yürüyen bir heykel olan tabut, o dilsiz ve sağır hatip” arkasında bir avuç insanla mezara doğru koşuyordu.
Hiç bir gömme töreni bu kadar sade ve samimi olmamıştır. O gün hafızların seslerinde yanık bir eda mı vardı, göğün bulutlu ve serin havası mı elemliydi? Her halde bir başkalık gönüllere kadar işliyordu. Mezar kapanırken oradakilerin hepsinin gözleri yaşlıydı. Etrafta çevre çevre kardeşi, Ebuziyade Velid, Avukat Mehmet Ali, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Hilmi Ziya, Peyami Safa, eski Sivas mebusu Rasim, Avukat İffet, İsmet Rasin, Azerbaycanlı Sadık ve Ali Ekber,
Türkistanlı İlhan, Ülkü Basımevi sahibi Muharrem, Arkadaş Basımevi sahibi Şemseddin, Dr. Mustafa Hakkı Akansel, Dr. İzzettin Şadan, eski elçi Tevfik Kamil, Şeyhülislamzade Muhtar, eczacı Vedat, eski başkonsolos Fahrettin Hayri Beğler; edebiyat, tıp, mimari ve lise talebeleri, tanımadığım vefakar arkadaşlar ve gençler, nihayet ordaki tek kadın Tolunay Atsız, sessiz duruyorlardı. Mezar kapandıktan sonra o yaşlı dost, o candan insan irticalen "Büyük Türk Rıza Nur, bütün hayatında dimdik kalan, kanaatlerini her yerde açıkça söyliyerek nikbetlere katlanan büyük Türk Rıza Nur, Türk milletinin nuru Rıza Nur” için ne güzel sözler söyledi. Bugünkü tenhalıktan, yarın bu kabri bir ziyaretgah haline getirecek kalabalıklar doğacağını anlattı. Sonra gökten bir kaç damla yağmur düştü ve biz, ölen değil, vatan topraklarına karışan Rıza Nur’u orada yalnız bıraktık.”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini oluşturan Türk Milliyetçiliği fikri, diktatörlük arzuları gerçekleştirilmek, muhalifleri susturmak veya yok etmek gibi ve biraz da pratiğe uygun olması sebebiyle, çok kısa bir süre sonra pragmatist zihniyetteki kurucuların elinde despotluğun ve istismarın aracı haline gelmiş ve asıl hedefinden sapmıştır. Başka bir ifadeyle, Anadolu İhtilali korkunç bir iştahla kendi evlatlarına yönelmiş ve onların bir kısmını yemiş büyük bir kısmını da vatandan uzaklaştırmıştır.
“Türklük, bende sönmez, tükenmez bir aşktır. Her sevginin fevkinde bir sevgi halinde gönlümde, göğsümde yaşar. Bütün varlığımı kavrayan bu ilahi ateşin beni yakması pek tatlıdır; yaktıkça bana zevk, sevinç verir. Sadece odur ki, beni yaşatır.” diyecek kadar Ülkü sevdalısı olan Dr.Rıza Nur da işte bu dönemde gadre uğrayanlardan biridir.
Daha Atatürk devrindeyken, yani cumhuriyetin ilanından kısa bir müddet sonra başlayan fikri esaslardan kopmalar, Tek Parti-Milli Şef döneminde, Türk Milliyetçiliğini doğrudan red ve inkar eden bir çok uygulamayla bugünki Türkiye’nin her yönüyle çarpık tablosunu daha o günlerden belirlemiştir. Türk milliyetçileri, hedeflerini şaşırıp yollarını sapıtanlara karşı, ilk defa 3 Mayıs 1944 olayları sırasında kitle olarak tepki göstermiş ve devlete hakim olan bu çarpık zihniyetle açıkça çatışmaya girmişlerdir.
Aziz Rıza Nur’umuza Bir Sesleniş
-Mezarının başında-
Ey büyük öncümüz! Kaldır başını,
Bak, yine izinde, etrafındayız!..
Yıksa da karayel mezar taşını,
Yine Rıza’mızdan uzak kalmayız!..
Sendeydi hazakat, sendeydi şifa,
Sendeydi sadakat, sendeydi vefa,
Saymakla tükenmez çektiğin cefa,
Biz nasıl arayıp seni bulmayız?..
Yıllardır uğrunda tutuştuk, yandık,
Aylarca zindanda hep seni andık,
İşte baş ucunda yine toplandık,
Sensiz bir an bile nefes almayız...
Burdadır her zora göğüs gerenler,
Burdadır hasmını yere serenler,
Burdadır Ülküne gönül verenler,
Bizden olmayana haber salmayız!..
Geçerek Sakarya, Dumlupınar'dan,
Selamlar getirdik bizim diyardan,
Pervamız yok gayri tipiden, kardan,
Tanrı şahit, hiç bir şeyden yılmayız!...
Güç verir bize her bela, musibet,
Her türlü ızdırap, her türlü nikbet,
Beklenen mutlu gün gelecek elbet,
Göller gibi boşalmadan dolmayız!..
Yolumuz: Türkçülük, hakikat yolu;
Önümüz, ardımız engelle dolu,
Sen Türk'e aşıktın, biz onun kulu,
Ondan başkasına kurban olmayız!..
Kırılsın gerçeği yazmayan eller,
Tutulsun zatına uzanan diller,
Eserse üstünde uğursuz yeller,
Sanma ki, ateşe, suya dalmayız!..
ÖCAL der: Her sene, her 9 Eylül,
Konacak başına bir şeyda bülbül,
Mukaddes aşkıyla yanar da gönül,
Türklüğü sazını nasıl çalmalıyız?..
1957 yılında, ölümünün 15. yıldönümünde Dr.Rıza Nur’un mezarını ziyaret eden ve orada kaleme aldığı “Aziz Rıza Nur’umuza Bir Sesleniş” isimli yukarıdaki şiirini daha sonra yayınlayan Türkçü şair Cemal Oğuz Öcal, 1970 yılında ölümünün 28. yıldönümü münasebetiyle yazdığı “Dr.Rıza Nur Bey Kimdir ve Ona Niçin Saldırırlar ?..” başlıklı makalesinde ise rahmetli Dr. Rıza Nur ile ilgili bazı hatıralarına yer verir:
“...Büyük milliyetçi ve devlet adamı Dr.Rıza Nur Bey üstadımız öleli tam 28 yıl olmuş... Başınızı geriye çeviriyor, o, dev yapılı mavi gözlü,nur yüzlü insanın, karşısındakine ümit, güven,kuvvet ve cesaret telkin eden heybetli duruş ve siluetini görür gibi oluyoruz...
Hey Allahım !.. Ne güzel,ne mutlu ve ne tatlı günlerdi o günler... 28 yıl önce biz milliyetçi gençler, o “BAYRAK ADAM”ın etrafında toplanır başlı başına bir tarih olan ve özellikle Milli Mücadele yıllarının mühim tarihi hadiseleriyle bu hadiselerin kahramanlarını en hurda teferruatına kadar içine alan paha biçilmez hatıralarını; “tadına doyulmayan ilmi ve edebi sohbetlerini adeta nefes almadan sonsuz bir zevk ve istifadeyle dinler; vaktin nasıl geçtiğini bir türlü anlayamazdık...
Rahmetli mefkure büyüğümüz o zaman (yani,1942 senesi yaz mevsiminin son günlerinde) Cağaloğlu Yokuşu'nda kiraladığı mütevazi bir binanın çift odasında haftalık "TANRIDAĞ" mecmuasını çıkarıyor, ömrünün son yıllarını Türklük ve Türkçülüğe hizmet etmekle geçiriyordu. O engin kültürlü, Tanrı Dağı kadar eğilmez başlı, Oğuz Han bakışlı, Kartal ruhlu, açık özlü, tok sözlü, mert ve cesur adam bu dergide bir mukaddes ateşti, bizler ise birer pervane... O yakmasını biliyordu, bizler de yanmasını... Aynı zamanda bir ideoloji şairi olan aziz büyüğümüzün, Türklük ve Türkçülük aşkını samimiyet ve muvaffakiyetle terennüm eden şu mısralarını dilimize vird edinmiştik:
Biz vecd ile raks ederiz,
Bir yüce yolda gideriz
Hergün dedik yine deriz:
Heyyy..! Bize derler pervane,
Bize ateşten perva ne..?
Ne yazık ki, zalim ecel çabuk geldi ve bütün yurtta geniş ilgi ile karşılanan dergimiz, 18 sayı çıktıktan sonra kapandı. Hakikatte kapanan bir mecmua değil son asır Türkçülük tarihinin altın sayfalarıyla, bizim yüzümüze maalesef pek kısa bir zaman gülümser gibi olan bahtımızdı.
Dr. Rıza Nur Bey ile Tanışmamız:
Rahmetlinin TANRIDAĞ mecmuası çıkarken ben yedek subay olarak İslahiye ve İskenderun’da bulunuyor, şiirlerimi oradan gönderiyordum. Bu vesileyle hem gıyaben tanışmış hem de mektuplaşmaya başlamıştık. Kendisi vücut, dimağ ve ruh bakımlarından son derece yorgun ve o nisbette meşgul bulunduğu halde mektuplarımızı katiyyen cevapsız bırakmaz, aramızdaki muazzam seviye farkına rağmen asla büyüklük taslamazdı. Merhum hudutsuz tevazu, mahviyet ve feragat sahibi olduğu kadar da cömert ve genç Türkçülere mültefit idi. Meşhur 12 ciltlik TÜRK TARİHİ’nin kitaplığımızda eksik bulunan ve maalesef hiç bir yerden tedarik edemediğimiz bazı sayılarını bedeli mukabilinde kendisinden istediğimiz zaman derhal imzalayıp göndermiş fakat para lafının bir daha tekrarlanmamasını bilhassa yazmıştı. Bu cidden büyük adamın bizim gibi naçiz varlıklara karşı gösterdiği yakın alaka samimiyet ve fedakarlıktan dolayı ne kadar memnun, mütehassis aynı zamanda mahçup ve muzmahil olduğumuzu bilemezdiniz. Nasıl mahçup ve muzmahil olmayalım ki, o büyük mefkureci istediğimiz eksik tarih ciltlerinden ayrı olarak ve bir hayli posta ücreti ödeyerek TÜRK BİLİK REVÜSÜ adlı sekiz ciltten ibaret, bir birinden kıymetli ve orijinal eserlerini de yollamak lütfunda bulunmuştu. Biz bu derece ağır maddi ve manevi yükün altından, ancak tezkeremizi alıp İstanbul’a geldikten sonra, mübarek ellerini öpmek suretiyle kalkabilmiştik. Yakın tarihimizin bu eşsiz simasıyla şahsen tanışmamız da bu suretle mümkün olmuştu...
1942 yılının Temmuz ayında, bir gün kendisini ziyarete gitmiştik. TANRIDAĞ idarehanesinde yalnızdı ve vakit akşama yaklaşıyordu. Yarım saat kadar konuştuktan sonra birlikte çıktık. Koluna girmemizi, çok yorgun ve bitkin olduğunu söyledi. Böylece Cağaloğlu Yokuşu’ndan Şekerci Hacı Bekir’in dükkanı yanındaki Karahisar Maden Suyu Satış Mağazası’na kadar yürüdük. Adımlarını gayet yavaş ve temkinli atıyor, derin derin nefes alıyordu... Dükkanda ve ayak üzeri suyumuzu içerken (ki, bu benim ilk defa maden suyu içişimdir.) kendisine sezdirmeden üstadı kritik ettim: Yukarıda da kaydettiğim gibi ruh, beden ve dimağca dehşetli yorgun düştüğü, uzun ve mutlak bir istirahate muhtaç bulunduğu, her halinden belli oluyordu...
-Cemal Bey, bu mecmua beni bitirecek !...dedi, ayrılırken.
Fakat ben karşımdakinin kim olduğunu çok iyi bildiğim için kendisine teselliye cesaret edemiyordum. Nihayet bir birimizden ayrıldık. O, Sülün Palas’taki ikametgahına gitmek üzere Taksim’in yolunu tuttu, ben de otelimin...
Türkçülük vadisinde kendisine çok şey borçlu olduğum aziz ve muhterem büyüğümüzle bu son görüşmemizdir. Onu bir daha görmek ve mübarek ellerinden öpmek maaalesef nasip olmadı. Çünkü, ertesi gün İstanbul’dan ayrılmış ve Anadolu’daki vazifemin başına dönmüştüm...”
Atsız, ve 3 Mayıs 1944 Türkçülük-Turancılık Davası sanıklarından Cemal Oğuz Öcal, Dr.Rıza Nur’un Türkçü hareketin öncülerinden biri olduğunu bildirdikleri halde, günümüzde Türkçü olduklarını iddia eden gruplar nedense Dr. Rıza Nur’u yadsımaktadırlar. Bu tavrın, ölümünden seneler sonra da olsa yayınlanan hatıralarında kaynaklandığı belliyse de Dr. Rıza Nur’un yurda döndüğü 1938’den öldüğü 1942 yılına kadar bu hatıralarını bizzat anlattığı da bilinmektedir. Yani, bu hatıraları Türkçüler daha hatırat yayınlanmadan dinlemek bahtiyarlığına ermişlerdir.
Atsız’ın aktardığı, Dr.Rıza Nur’un mezarı başında yapılan konuşmada geçen “Bugünkü tenhalıktan, yarın bu kabri bir ziyaretgah haline getirecek kalabalıklar doğacak...” temennisi, aradan yıllar geçmesine rağmen nedense bir türlü gerçekleşmemiştir. Dr.Rıza Nur’un ismini, dini istismar ederek siyaset yapan bir kısım şarlatan ile rejim muhalifi bir avuç kışkırtıcıdan başka kimse anmamaktadır. O halde şimdi kendimize soralım bakalım, Dr.Rıza Nur’u senede bir defa da olsa niçin anmayız..?
HAKKINDA YAZILANLAR
Tanrıdağ - I (08.05-04.09.1942)
“Haftada bir Cuma günleri çıkar, ilmî, edebî Türkçü dergi”yi yurt dışındaki mecburî ikametinden dönen Türkçü Dr. Rıza Nur çıkarmıştı. 08 Mayıs-04 Eylül 1942 arasında, 18 sayı yayımlanabildi.
31x23 sm. boyutunda, 16 sayfa olarak çıkarılan Tanrıdasın kapağında, logosundan başka, “Bu, Türklerin dergisidir" açıklaması, sayı belirteci, 10 kuruş olan fiyatı yazılı idi.
Sahibi ve umumî neşriyat müdürü Rıza Nur idi. Dergide Türkçülük düşüncesi doğrultusunda yazılar yayımlandı.
Başlıca yazarları Rıza Nur, Mustafa Hakkı Akansel, Atsız, Hüseyin Nâmık Orkun, Hasan Ferit Cansever, Mehmet Halit Bayrı, Şerif Bilgehan, Nejdet Sançar,
İhsan Unaner, İzettin Şadan, M. N. Gencosman, Fethi Tevetoğlu, Nurettin Ardıçoğlu, Vahit Lütfi Salcı, M. Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu), Feridun Nafiz Uzluk, Enver Taşdemiroğlu, Nebil Buharalı, Edip Ayel, Halil Yaver, Hikmet Dizdaroğlu, Ali Genceli, Ali Rıza Yalgın, Sıtkı Tuncer, Ahmet Rasim Aras, Cemil Miroğlu, Mehmet Şakir Ülkütaşır, Ziya Uygur, Şekip Kadri Ez, Uluğ Turanlıoğlu, Cemal Oğuz Öcal, vb. idiler.
Tanrıdağın yayını, Rıza Nur’un âni uçmaya varması üzerine, 18 Eylül 1942 günlü 18. sayısı ile son buldu. Tevetoğlu, uçmaya varış olayını şu sözlerle açıklıyor:
“Büyük bir titizlikle derginin bütün yükünü taşımaya çalışan Dr. Rıza Nur, bu ağır işi güçlükle sürdürüyordu. Nitekim 21 Haziran 1942 tarihli mektubunda bana aynen şunları yazmıştı: 'ismet Rasin imtihanlarla meşguldü. Birkaç güne kadar bitirecek, yardıma gelecek. Buradaki gençlerden gördüklerim içinde en terbiyelisi ve dürüstü odur. Eğer ben teknik işleri üstümden atamazsam mecmuayı zarurî kapatacağım. Bu yaşta tahammül imkânı yok. Ben yalnız yazıya kalmalıyım. Yoksa bu herhalde beni öldürür.’ Umduğu başına gelmiş ve Dr. Rıza Nur, 8 Eylül 1942 Salı günü, yazı masası üzerindeki Tanrıdağ dergisinin 19 sayısına ait müsvedde ve tashih kâğıtları üzerine başını koymuş bir halde ölü bulunmuştu”.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|