|
Sencer Divitçioğlu
akademisyen, yazar
14 Şubat 1927 tarihinde İstanbul’da doğdu. 1950 yılında İ.Ü. İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Doktorasını Paris Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi’nde yaptı.
“Marx’ta İktisadi Büyüme” (1959) adlı teziyle doçent oldu. 1976 yılında profesörlüğe yükseldi. 1983 yılında Paris Üniversitesi’nde konuk profesör olarak dersler verdi.
Çeşitli iktisat kuramlarını matematiksel bir dille ele alan teorik çalışmalar yaptı.
8 Eylül 2014 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
ESERLERİ:
Kök Türkler (1987), Geçivermiş Gelecek (1991), Nasıl Bir Tarih? (1992), Oğuz’dan Selçuklu’ya (1994), Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu (1996), Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında (2001), Orta - Asya Türk İmparatorluğu VI. - VIII. Yüzyıllar (2005), Orta-Asya Türk Tarihi Üzerine Altı Çalışma (2006), Meta Tarih - Ege Beylikleri: Meta History - Egean Beyliks (2008), Mikroiktisat (1962), Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az-Gelişmiş Ülkeler (1966), Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu/Marksist Üretim Tarzı Kavramı (1967; 2003), Das Kapital Üstüne Çeşitlemeler (1969), Değer, Üretim ve Bölüşüm (1982).
HABER
Prof. Sencer Divitçioğlu hayatını kaybetti
Cumhuriyet 9 Eylül 2014
İktisat ve tarih alanında yaptığı çalışmalar ile tanınan ve bu konuda önemli eserler kazandıran Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu hayatını kaybetti.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nin değerli hocalarından Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu yaşamını yitirdi.
“Sencer Divitçioğlu Anlatıyor”
Divitçioğlu hakkında; Hakan Güldağ ve İbrahim Ekinci tarafından “Sencer Divitçioğlu Anlatıyor” isimli bir kitap hazırlanmıştı. “Sencer Divitçioğlu Anlatıyor”, sıra dışı bir bilim adamının, Sencer Divitçioğlu’nun bir iktisatçı- tarihçi olarak bilimsel yolculuğunun yanı sıra aile çevresi, çocukluğu, ilk gençliği, bilim ve sanat dünyasından tanıdıkları, bilim dışı ilgileriyle özgün bir tanıklığı yansıtmaktadır. Bu kitapta Sencer Divitçioğlu’nun bir dönem çok tartışılan Asya Tipi Üretim Tarzı’nın, Toplum ve Bilim Dergisinin, üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra kendi deyimi ile “İktisadiya’dan tarihistan”a göçünün hikayesini okuyoruz. “Benim derdim bilinmeyen şeyleri çözmek. Hep öyle oldu. İktisatta da daha sonra yoğunlaştığım tarihde de… Tarihe üniversiteden atılmamızın arkasındaki nedenleri araştırmak için ara verdim. Tarih, acaba bizlerin üniversiteden niçin atıldığını açıklayabilecek miydi? Bunu bize yapan devlet acaba nasıl bir devletti? Bunun kökeni neydi?”
HAKKINDA YAZILANLAR
Asyatik toplumlar ve devlet
Abdullah Muradoğlu
Yeni Şafak 30 Mayıs 2012
Prof. Sencer Divitçioğlu'nu, düşünce hayatımızda iz bırakan "Asya tipi üretim tarzı (ATÜT)" denemesiyle tanıyoruz.
Sencer hoca bir zamanlar Türkiye'de "marksist iktisadın temsilcisi" olarak kabul ediliyordu.
"Yapı Kredi Yayınları"ndan çıkan "Sencer Divitçioğlu anlatıyor" başlıklı kitapta hocanın hayat hikayesi ve düşünce serüvenine ilişkin ilginç anekdotlar yer alıyor.
Hocanın ATÜT'e dikkatini çeken Kemal Tahir olmuş.
Karl Marx'ın şöyle bir değinip geçtiği (belki de burun kıvırdığı) "Asya Üretim Tarzı" üzerinde ne Batı'da, ne Doğu'da hiçbir Marksist durmamış.
Zira Marx'ın "tarihsel maddecilik" bağlamında geliştirdiği şema bütün toplumlar açısından tek gerçeklik olarak kabul edilmişti.
Divitçioğlu hoca yaptığı çalışmalar sonucunda Asya'nın Batı'dan farklı bir gelişme çizgisi izlediğini görmüş..
İşin püf noktası, Asya toplumlarında "feodalite"nin, derebeyliğin olmaması.
Marx'ın çalışmalarında küçücük bir kıvrım olarak görülen bu farklılığa mercek tutulduğunda aslında bu kıvrım Doğu toplumlarının neden kapitalist bir aşamaya geçemediklerinin de açıklaması oluyor.
* * *
Sencer hocanın bu kıvrılmadan yola çıkarak başlattığı 'tarihsel soruşturma' ilginç sonuçlar doğurmuş.
Mısırlı marksist iktisatçılardan Samir Amin de aynı dönemlerde aynı yoldan gitmişti..
Samir Amin "Hep kapitalizmin neden yüzyıllar-hatta binyıllar-boyu daha gelişmiş olan bir Doğu bölgesinde değil de Avrupa'da geliştiğini merak etmişimdir. Bu soruya verilecek cevabın Üçüncü Dünya'nın bugünkü durumunu ve onu değiştirme yollarını da aydınlatacağını düşünüyordum."
Her iki iktisatçının vardığı sonuçlar aynıydı..
Asyatik (İslam dünyası dahil) toplumların tarihsel gelişme çizgileri Batı'dan farklıydı.
Hocanın ATÜT çalışması yabancı dillere de çevrilerek uluslararası entelektüel alana dahil olmuş.
Sencer bey sadece bilgiyi aktaran değil, bizzat bilgi üreterek ihraç edebilen nadir hocalarımız arasında yer alıyor.
* * *
Sencer hocanın bilimsel çalışmaları sonucunda Marksist İktisada da, Tarihsel Maddeciliğe de veda etmiş.
Bakın ne diyor:
"İnsan çok önemli. Marksizm, insandan bahsederken insanı unuttu. İnsan sadece iktisadi çıkarları peşinde koşan varlıklar değil. Marksizmi bırakmakta zorlanma konusuna gelince... Zorlandığımı söyleyemem, bilim."
"12 Eylül" döneminde üniversiteden çıkarılmıştı hoca.
Bu mağduriyetler sayesinde tarihe kaydığını şu sözlerle anlatıyor:
"Tarihe üniversiteden atılmamızın arkasındaki nedenleri araştırmak için ağırlık verdim. Tarih, acaba, bizlerin üniversiteden neden atıldığını açıklayabilecek miydi? Bunu bize yapan devlet acaba nasıl bir devletti? Bunun kökeni neydi?"
Hoca'nın Köktürkler'den Osmanlılar'a kadar yaptığı tarih çalışmalarında elde ettiği bulgular, Türkiye'deki devlet ve toplum yapısının yanı sıra siyasi gelenekleri açıklamak konusunda da ilginç açıklamalar getiriyor.
Bilhassa Batı demokrasilerinden farklı olarak bizdeki "İktidarda teklik" eğilimi hakkında söyledikleri ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Hocanın keyifle okuduğum kitabında dile getirilmesi gereken çok şey var ama yerim dar.
HAKKINDA YAZILANLAR
Divitçioğlu & Küçükömer & Aren (II)
YALÇIN KÜÇÜK/
Aydinlik Gazete 4 Ekim 2013
Bir kitap çıktı, "Divitçioğlu Anlatıyor"; burada anlatılanların kısm-ı azamisi yanlıştır. Yedek subay'a ne zaman gittiğini, Ankara'da ve yoksa İstanbul'da mı, bilemiyoruz. Herhalde iki yerdedir ve Harp Akademileri'nde ders veriyor; ne hoş, subaylar maden bulmuşlar, hep Marx'ı soruyorlar. Ve "içlerinde binbaşılar var", ve "mesela" Sami Küçük, Muzaffer Özdağ, Suphi Gürsoytrak, böyle devam ediyor. Hepsi uydurmadır, Özdağ yüzbaşı ve diğer ikisi kurmay albay'dılar. Eğer 27 Mayıs günleri ise, öyle anlatıyor, iktidarda ve Milli Birlik Komitesi üyeleri olarak Ankara'dadırlar. Hepsini karıştırdığını anlıyoruz.
Devam ile "bir de Şinasi Bey var"; Şinasi Oral demekle ve "o vakit Turizm Bakanlığı Müsteşarı" eklemektedir. Yazık, Kurmay Albay Orel, Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı ve Madanoğlu Ankara Komutanı, Şinasi Albay kurmay başkanı olarak sıkı yönetimi idare ediyorlardı; Yeni Meclis'te alt kat-üst kat, Şinasi Albay, Sıkıyönetim Komutanlığı'nda merdivenleri çıkıp, müsteşar odasına geliyordu ve ben o sırada Planlama Müsteşarlığı'ndayım. Her gün görüyor ve biliyorum, müsteşarlığa yakın oturuyorum.
Nazım hikayeleri
Eşleri Sevgi Hanım, hep Terzi Nedret'in kızı olarak biliyoruz, pek çok zaman açıklamalar yapıyor ve Nazım hapisten çıktığında, Sencer ile sık sık ziyaretine gittiklerini haber veriyor. "İlginç" bir anlatım var mı, bu sorulduğunda, Donanma Davası'nda, Nazım Hikmet'i bir denizaltıda, b.k havuzuna attıklarını, Nazım Hikmet'in ağzından, bize hikaye ediyor, aydınlanıyoruz. Sanmam, on beş yıllık hapisten çıkmıştır, ürkek ve tedbirlidir; anlatmamıştır. İlave ediyorum, bu epizod, Nazım Hikmet'in "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" adlı otobiyografik romanın yer almaktadır. Okuyanlarımız ve okumayanlarımız, hep biliyoruz.
Korku renginde mürekkep
Her satırında korku var. Çok üzüldüm. Bir kahvede, Parti için ders veriyormuş, bir adam hep not ediyormuş, Sencer Hocamız, parti ajanını yakalamış ve İsmail Hakkı Selek'i bir güzel terslemiş, üzüldüm ve utandım. Bu İsmail Hakkı Bey, benim tanıdığım en saygı-değer insanlardan birisidir, 1921 tarihinde komünisttir, Aydınlık'tadır ve Alp Selek'in babası, Pınar'ın dedesidir; çok mütevazidir. Dinlemeye gelmiş, çok kibardır, vah vah, Sencer için utandığını tahmin edebiliyorum.
Korku'dur ve aklı durduruyor. Bir, her iki Türkiye İşçi Partisi'ni biliyorum, konferanslar ve derslere ajan gönderme usulü yoktu. İki, saygın hocalara ve parti üyelerine güvenirdik. Üç, İsmail Hakkı Bey mi, örnek alırdık ve miras bilirdik, kimsenin ajanlık önerebileceğini düşünmüyorum. Korku'dur ve akıl dinlemiyor.
Beğendiğini söyle, kim olduğunu söyleyeyim
Biraz detay mı, Sevgi Hanım'ın, pek seferad bir yüzü vardı; Ünlü Terzi Nedret'in annesi ile Mısır Apartmanı'nda oturuyorlardı. Dayısı, heykeltraş Nusret Suman, onomastique açıdan ileride tahlil ederim. Sencer Hocamız'a gelince, Esin Afşar'ı sevmiyor ve Ruhi Su'yu hiç beğenmiyor ve Dede Efendi'yi en çok beğenmektedir. Bunlara ilaveten Tuncer Bulutay'ı soran olursa, çok seviyor, "çok akıllı", Halil İnalcık, "çok çalışkan" ve çok seviyor, Sadun Aren, bulunmazdır, H. Hatemi, eşi yoktur ve İdris Küçükömer, şekerdir. Çalışkan ama "sistemi yoktur", İdris Hoca'nın ünlü eserinden "Düzenin Yabancılaşması" hiç söz etmemektedir. İşte buraya gelmiş oluyoruz.
Bir İngiliz centilmeni
Küçükömer, özentileri olan bir adamdır ve İngiltere'den tam bir centilmen olarak dönmüş, o sıralar pek moda İngiliz ceketlerinden birisi sırtında, elinde bir İngiliz Lordu bastonu, Karadenizli, bıyıkları pek uygundur. Bunları biliyor ve anlıyoruz, ama korktu mu, peki neden korktu; bu bir bilimsel meseledir.
Bir cinayet
Yükselmek isteyen hali vardı, Sencer Divitçioğlu ile birlikte profesör yapmadılar, Danıştay'a gittiler, İşçi Partisi'ne girmişti, 1969 yılına geldiğimizde karışmıştı, Yön'de yazardı. Avcıoğlu Yön'ü kapatmış Devrim'i çıkarıyordu, "iktidara yürüyordu" ve Erbakan ise siyasi islam alanını genişletiyordu. Başbakan Demirel şiddete yönelmiş, ekonomik kriz kapıdan girmiş, şiddete dayalı öğrenci eylemleri yaklaşıyordu. İşte bu sırada Küçükömer ünlü kitabını çıkarmış ve imzasıyla bana, İngiltere'ye yollamıştı. Dost idik, büyüğümdü, severdim. Ama cinayete mecburdum. Küçükömer kendine ihanet ediyor ve bütün ilerici hareketler tarihimize küfrediyordu. Beklemedim, ilgi çekmişti, durdurmam gerekiyordu, İdris'i severdim ama sevgi dinlemeyen bir yanım var; "Ant" yayını idi, "Ant" Dergisi'ne gönderdim, orta sayfadadır.
Erken Zekeriya Öz
Artık bir Zekeriya Öz'dür, Haberci'ye bakılabilir, şöyle özetleyebiliyorum. Bir, Danıştay Saldırısı'nı Türk ilericileri yapmıştır. İki, Türk Genelkurmay Başkanı "darbe" etmiştir. Aynen böyledir, Küçükömer, erken gelmiş bir Öz'dür. Ergenekon Davaları, temel çizgisini bizim İdris Hoca'dan almaktadır. Ve İdris Küçükömer, şimdi Türk gericiliğinin bediüzzamanı'dır. Demek ki, aldık verdik, işte bu İdris için Sencer'in söyledikleri şudur: "İdris çok çalışkan, çok muhalif, solculuğa inanmış, saf, hırslı". Bunları 2012 yılında söylemektedir ve pek çok güldürmektedir.
Sevgi ağası
Korkunun bir ruleti var. 1980 başındayız, Demirel Başbakan, 24 Ocak Kararları'nı artık 12 Eylül Darbesi'nin hazırlığı olarak görüyoruz. Rejim değişiyor ve diktatoryaya davetiye çıkarılmıştır. Divitçioğlu Anlatıyor'da gizli bir soru okuyoruz. "Mehmet Barlas ile 1980 yılında bir söyleşi yapmışsınız, Milliyet Gazetesi'nde Bay Ecevit ve Bay Demirel", soru budur ve bundan önce Hocamız, Mehmet Barlas için, "ne kadar severdim, biliyor musunuz" demektedir ve bir sevgi ağasıdır. Dağıtıyor. Emperyalizme bütün kapıları açan 24 Ocak'ı savunuyor; Demirel'i pek gerçekçi buluyor ve Ecevit'i çöp sepetine atıp, Demirel'i sosyalist yapıyor. Demek, korku kadir-i mutlaktır.
Sencer'in insan içine son çıkışı budur. Ve duramadım, dostluğum vardı, bir kenara attım; ölümü işte bu yoldandır, "moda sever" yazdığımı hatırlıyorum. Terzi Nedret Hanım'ın biraz züppe damadına uygundur. Ve çok hoş, iktisatçı olarak bütün yaptığı moda izlemektir. Divitçioğlu, olmayan bir iktisadın takipçisidir. Güzel, bitirmiş oluyoruz.
Sühreverdi
Temel darağacında, son sözünü sormuşlar, herhalde "kalanlara ders olsun" demiştir, bilineni yanlıştır ve ben düzeltiyorum. Sencer Hocamız'a da son sözü soruluyor, "genç bilim adamlarına ne tavsiye edersiniz" ve cevabı, Sühreverdi'dir. Demek ki Hocamız, güldürmeyi çok aşmış ve alaya başlamıştır. Ve herhalde sağlıklar diliyorum. "Horde horde" diyorum.
Yazık, insanlarımızı ne hale getirdiler, korkunun esiri yaptılar. Yıllardır sürdürüyorlar, elitleri korkutuyorlar; dengesiz, "kelle-yi horde" elitler ülkesi haline geldik. Sencer Divitçioğlu, kimseye zararı yok, İngilizce, çok "charming" bulurdum, bu yanını pek kıskanırdım; şimdi bilimadamı adaylarına Sühreverdi tavsiye ediyor, Sühreverdi'de bi-şi yok, zararsız ama bu tavsiye, bozmaktır. Herhalde Sencer de bilmiyor, bilse bunu yapmazdı, biliyorum.
Türkiye'de kimse bilmezmiş, bir H. Corbin çevirisi varmış, Hukuk Profesörü Hatemi çevirmiş, bu bir kahvede allame sohbetidir. Corbin, Fransızca, bende var, Profesör Corbin, İran felsefesini Sühreverdi'ye dayandırmak istiyor, umutsuz bir iştir. Hatemi mi, eşi Kezban, bütün gayrimüslim aristokrasinin avukatı olup, Profesör Hatemi Humeynici ve İrancı idi. Şimdi yumuşattı, bu nedenle çevirmiş olabilir, buradayız. Hatemi bir İran-severdir.
Işık peşinde
Mahalle sohbeti yapıyorlar, Sühreverdi, Neoplatonist'tir, "Yeni-Eflatuncu" diyebiliriz, Antik Yunan Felsefesi'ni İslam dünyasına nakledenlerden birisidir ve mistiktir. Akla inanmazlar, gerçeğin aşkla, Tanrı aşkıyla, "Işık" ile bulunacağına inanırlar. "Illimunation" sözü ile biliniyorlar ve "Lumiére", aydınlanma ile aynı kökten geliyorlar ve bu tesadüf değil, bizim sözcüğümüzün de dinsel bir çıkışı var, sonra laisize edilmiştir.
Bizdeki "Işık" Üniversitesi, Işık Tarikatı, arkaşımız Rüçhan Işık'ın babası kurmuştu, Evren Ören ve Türkiye Gazetesi'ne kaldı, aynı değiller, ancak çok da uzak olduklarını söyleyemeyiz. Sühreverdi'yi "Şeyh-ül İşrak" olarak biliyoruz.
Orgazma çıkan tarik
Bin sayfadan hacimli, "History of Islamic Philosophy", bu koğuşta mevcuttur, Sühreverdi üzerine pek uzman, Hüseyin Ziyai'nin, Hussein Ziai, iki incelemesini ihtica etmektedir. Ayinlerinde, istenirse "hakikat yolunda" diyebiliriz, temel kaide, to "abandon the world" in readiness to accept "experience", bu dünyadan kopmak ve böylece deneyi kabul etmek olarak belirtiliyor. Ne demek, Yakup Kadri'nin Nur Babası ile belleğim beni yanıltmıyorsa, Refik Halit Karay'ın Kenan Rufai Dergahı üzerine yazılı "Kadınlar Tekkesi" romanlarına bakılabilir. Çok meraklandırmak istemiyorum, bu "tarik", hem hakikate ve hem orgazma çıkmaktadır. Bu arada ilave ediyorum, orgazm yılları için, benim "Epilepsi ile Orgazm" kitabıma bakılabilir, ancak bulunmaz olduğunu duyuyorum. Yalnız, arayan derviş bulur; bir tarik vardır.
***
Duramıyorlar. Bozulma yolunda fren bulamıyoruz.
İdris Küçükömer Hocamız da duramadı, Mustafa Kemal'in İngiliz Ajanı olduğunu da duyurdu. Buna, benim bilgime göre iki kişi karşı çıktılar, Şevket Süreyya ile Yalçın Küçük adlarındadırlar. Bunu, mühim Atatürkçüler'e boy ölçüsü olarak kaydediyorum. Hediyemdir.
ABA: Aybar & Boran & Aren
Bu söz, "ABA", Doktor Hikmet Kıvılcımlı'ya aittir, mücadeleyi, sosyalizmi, komünizmi ellerinden aldıkları ve hatta kaçırdıklarını düşünüyorlardı ve bu düşünce yaygındır. Diğer yandan, Mehmet Ali Aybar Cumhuriyet'in kurucu ailesinden geliyordu ve Mehmet Ali Bey de sanki İnönü'ye öyle bakıyordu. Behice Boran, Bursa'ya yerleşmiş varlıklı bir Tatar Aile'nin kızıdır; Amerika'da doktora yapmıştı, üçlü arasında bilime en yakın olanıdır ve düşüncelerinde en katı Boran'dır. Sadun Aren, orta sınıftan bir ailedendir; güçlü bir mantığı vardı, esnek bir kafa yapısına sahipti; zaman zaman sosyalist olduğundan kuşku uyandırdığı oluyordu. Türkiye İşçi Partisi'ni ve "Şahane Altmışlı Yılları" yarattılar. Borçluyuz.
Doğu Mitingleri
Aybar, Doğu Mitingleri'ni düzenledi, 1967 yılları diyebiliriz, Kürtleri ayağa kaldırdı, ekleyebiliriz. Boran 1970 yılında "Türkiye'de Kürt Halkı Vardır" kararını açıkladı, Sadun Aren arkasındadır. Ayrıca, Madanoğlu-Avcıoğlu askeri müdahaleyi hazırlarken, gelmekte olanın yenilenmiş ve eksikleri tamamlanmış bir Kemalizm ya da "sol Kemalizm" değil, faşizm olduğunu ileri sürdü. Haklı çıktı ama Türkiye İşçi Partisi kapatıldı, 15 yıla kadar hapis aldılar.
Emek Grubu
Üçlü beraberliğin sona ermesi sadece ideolojiktir; Aybar, Kürt İlleri'nde elde ettiği başarı ve yükselişe fazla güvendi, yoksul köylülere dayalı bir söylem tutturdu. Bu, işçi sınıfına yönelişin zayıflayacağı kaygılarına yol açtı.
Sadun Aren'in etrafında toplanan ve sonradan "Emek Grubu" denilen aydınlar, görüşlerini abarttılar. Dogmatiktiler ve eylemsizlik eğilimliydiler; hızlandılar ve Boran bunlara katıldı. Aybar bölünmesi gerçekleşmiş oluyordu. Mehmet Ali Bey, Avrupa Komünizmi'ne yakın bir yol seçti, hep biliyoruz.
Hapiste ayrılık
Boran-Aren ayrılığı hapistedir. Sadun Aren Emek Grubu ile birlikte, "Sosyalist değiliz-Plancıyız" çizgisinde bir savunma yapmak istiyordu. Taslaklar bana geliyordu, kabul edilemez görüyordum ve daha bilimsel hazırlıklar gönderiyordum. Behice Boran bunları öne çıkardı ve ayrılık netleşiyordu. Bitmiştir.
Kadınlar ve erkekler hapishanelerinde kalıyorlardı. Mahkeme önünde karşılaştılar; Behice Hanım, "bu nedir" anlamında konuştu ve Sadun Bey, "on beş yıl mı yatacağız Behice Hanım" diyordu. Boran "evet, on beş yıl yatarız" demişti, o beş yıl verdiler. Sadun Aren'inki iki buçuk yıl azdır.
Bir daha birbirini görmediler. TİP yeniden kurulurken, benim ricam üzerine Boran, Aren'i evinde ziyaret etti. Sadece hoş-beş konuştular. Aren, bir daha bir sosyalist harekette yer almadı; ayrılış tarihini 1972 olarak koyabiliriz.
Kemalizmden sosyalizme Türkiye İşçi Partililer, Kemalist başladılar, sosyalist oldular. Ama hep Atatürkçü kaldılar.
HABER
Sencer Divitçioğlu Sarıyer’de son yolculuğuna uğurlandı
İstanbul‘da önceki gün yaşamını yitiren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi eski hocalarından 87 yaşındaki Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu, Sarıyer Demirciköy’de son yolculuğuna uğurlandı.
İktisat ve tarih alanında yaptığı çalışmalarla tanınan ve her iki alanda da önemli eserleri bulunan Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu, mide kanaması nedeniyle tedavi gördüğü bağışçısı olduğu Darüşşafaka’nın Maltepe‘deki tesislerinde önceki gün yaşamını yitirdi. Divitçioğlu için bugün ikamet ettiğiSarıyer‘de, Demirciköy Camii’nde cenaze töreni düzenlendi. Törende taziyeleri Divitçioğlu’nun eşi Sevgi Divitçioğlu kabul ederken, törene aralarında Prof. Dr. İlber Ortaylı‘nın da bulunduğu akademi camiasından çok sayıda kişi, gazeteci-yazar Hasan Cemal, sanatçı Emel Sayın, Divitçioğlu’nun yakınları ile öğrencileri katıldı. Divitçioğlu, burada öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Demirciköy Mezarlığı’nda toprağa verildi.
HAKKINDA YAZILANLAR
Soldaki Gordion düğümü
Hasan Bülent Kahraman
Sabah 23 Mayıs 2012
Sencer Divitçioğlu'nun öğrencisi olmadım ama ekonomi alanındaki yüksek lisans tezimi onun öğrencisi (ve galiba asistanı) Prof. Taner Berksoy'a yazdım. Zaten 1970'li yıllar boyunca, bırakın sosyal bilimcileri, tarihçileri ve iktisatçıları, edebiyatçıların bile harıl harıl tartıştığı ve Divitçioğlu'nun ilk kez derli toplu kaleme aldığı Asya Tipi Üretim Tarzı meselesi gündemimde olduğundan Taner Hoca ile Sencer Hoca'yı epey konuştuğumuzu anımsıyorum. O yıllarda Divitçioğlu'nun asistanı Prof. Asaf Savaş Akat'ın İktisadi Analiz kitabı henüz yayınlanmıştı. O da bu anımsamalara ve irdelemelere başka bir vesile teşkil ediyordu.
Aradan zaman geçti, o mahut ve meşum 1402 üniversite hocalarını tırpanladı. Sencer Hoca üniversite dışına düştü. Sonra tarihe yöneldi. Kök Türkler'le başlayan bir dizi tarih kitabı yazdı. Ben kendi payıma çok yararlandım. Ama o kitaplar yeteri kadar tartışıldı mı, emin değilim.
Sencer Divitçioğlu Anlatıyor (Yapı Kredi Yayınları) başlığı altında geçen gün yayınlanan bir kitabı görünce hemen aldım. Bir solukta okudum diyeceğim ama ne yalan söyleyeyim bazı bölümleri başlı başına teorik bir kitap gibi olduğundan biraz oyalandım.
Asıl dikkatimi Sencer Hoca'nın Marksizmden kopup tarihe yönelişini anlattığı bölümler çekti. Tedrici olarak ve çok uzun bir akademik- entelektüel çaba sonunda o noktaya geliyor. Divitçioğlu o sırada Das Kapital'i çalışıyor. Bu konuda yazıyor. Fakat Kapital'in 1. cildiyle 3. cildi arasında teorik kopukluk ve çelişkiler görüyor. Açıklamak için uğraşıyor, olmuyor. O arada vakti zamanında benim de çok ilgimi çeken ve metin olarak da çok etkileyici bulduğum İtalyan asıllı Cambridge profesörü Sraffa'yı yakalıyor. Onun bazı çözümler getireceğini umuyor/lar ama bir süre sonra Sraffa da yetersiz kalıp kenara itiliyor.
1980 dolaylarında, kendisinin "bilim" diyerek açıkladığı bir süreç sonunda Marx'tan büsbütün uzaklaşıyor. Tarihe yönelmesinde bir büyük etken de bu. Andığım şu son "nehir söyleşi" kitabında hoca tüm bu serüveni özetliyor ve Marx'ın öncelikle ekonomik alandaki "imkânsızlıklarını" dile getiriyor. Marx bitti diyor.
Divitçioğlu bunu sadece katı iktisat formülleri bağlamında değil (ne kadar severdim onları...) Marx'ın sosyolojisi çerçevesinde de öne sürüyor. Asya toplumlarının farklı yapılar kurmasına karşılık Batı toplumlarının bütünüyle değişik özelliklere sahip olması Marx'ın dünyayı açıklamakta kullandığı tekli-doğrusal yöntemi çürütüyor ona göre. Üçüncü eleştirisi ise Divitçioğlu'nun Marksizmin insanla ilişkisine yönelik. Marksizmin insan demesine rağmen insanı unuttuğunu vurguluyor.
Peki ne yapalım o zaman, meşhur soruyla söylersek, Marx'ı yakalım mı?
Hayır! Benzeri bir soru sorulduğu zaman, kitapta, bu kritik eşik tek cümleyle aşılıyor. Divitçioğlu, "solun yeniden tanımlanması" kavramını benimsiyor ve "soldan yeniden bir şey çıkacağına inanıyorum" diyor.
Son zamanlarda tekrar ettiğim bir nokta bu: hani eskilerin deyişiyle, "cümlenin maksudu bir rivayet muhtelif" kabilinden, herkes "solda/n yeni/den bir şey çıkacağına" inanıyor ama o bir türlü bulunmuyor, bilinmiyor. Oysa bütün iş orada; "yeniden üretim nasıl olacak?" sorusu bu beklenen tanımın Gordion düğümü. Marx'ın yaptığı türden bir iktisat cebri, matematiği içinde olacağı kanısında değilim muhtemel formülasyonun. Ancak insani planda oluşturulacak çözümlerle ve bir de yaşadığımız dünyayı algılayan, anlayan ve tanımlayan, onun aynı kategorik özelliklere sahip seçeneğini üreten modeller etrafında gelişeceği kanısındayım.
Bu da tarihsellik demek. Bir şey daha demek ama onu cuma günü anlatayım...
ESER-AYRINTI
Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında
yky Cogito
Yazar: Sencer Divitçioğlu
Sayfa: 204
Ölçü: 13.5 x 21 cm
ISBN: 975-363-912-0
"Sosyal bilimler alanında iktisat en katı, tarih ise en yumuşak olanıdır. Kökeni iktisatçı olan kişi, birkaç kitap karıştırdıktan sonra bu yumuşaklığın biraz sertleşmesi gerektiğine inanır" diyor Prof. Sencer Divitçioğlu. Kırk yıl boyunca iktisat teorisiyle uğraştıktan sonra rotasını tarih bilimine doğru çeviren bir bilim adamının deneyimiyle konuşuyor kuşkusuz. Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında adlı kitapta yer alan dokuz makale, Divitçioğlu'nun, tarihi "katılaştırma" ve onu "boşluk doldurma yöntemiyle yapılan" bir bilim olmaktan çıkarma çabalarının ürünleri. Yazarın, Kök Türkler'den (552-744) Osmanlı'nın İstanbul'u fethetmesine (1453) kadar uzanan dokuz yüz yıllık dönemi açıklamak/ anlamak için geliştirdiği araştırma programının yeni bir halkası. Nasıl Bir Tarih?, Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu, Oğuz'dan Selçuklu'ya ve Kök Türkler adlı kitaplara eklemlenen bir "deneme"... Divitçioğlu, bu kitapta ortaçağ Türk toplumlarının iktisadî yapılarını, yönetsel ve siyasal erklerini, akrabalık ve soy ilişkilerini, dinsel alanda geçirdikleri evrimleri alışılmadık bir retorikle anlatarak, Türk tarihini "alaturka anlatı" ve "hikâye etme" sanatlarından kurtarıyor. Önce "yüzen" bilgileri topluyor yazar, sonra da bir tarih metodolojisi oluşturuyor ve yaptığı tüm tahlilleri, yorumları formelleştiriyor. Kullandığı dili de, modern sosyal bilimlerin yararlandığı kavram dağarını aratmayacak bir biçimde, çeşitli Türkçe sözlüklerden devşirdiği kelimelerle zenginleştiriyor. Tarihi tersinden ya da düzünden değil, düpedüz "yeniden" ama bu kez "başka türlü" okumayı öneriyor Sencer Divitçioğlu.
GÖRÜŞ
Kağanlar ve Armağanlar
Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu
Bu makale VIVIII. yüzyılları arasında Orta Asya'da yaşamış olan Türklerin sosyal ve ekonomik yapıları hakkındadır.1 Çalışmada, bu yapıları devinmeye sokan kurum, kuruluş, aygıt, yönetim, örgüt, düzen, yöntem ve şebekelerin hangi özgül mekanizmaları kullanarak Türk toplumunun işlerliğini ve kalımını sağladığı incelenecektir; akrabalık bağlamında soy iniş sistemleri nedir ve iktisadi kaynak dağılımı nasıl olur gibi?
Baykal Gölü'nden Tanrı Dağlarına kadar uzanan bölgede yaşayan Türk topluluklarının sosyal ve ekonomik yapıları arasındaki benzeşme, Çin yıllıklarında onlara başeğen Batı Türklerine karşı ilginin azalması ve hele Orhon ve Yenisey Yazıtlarıyla zenginleşen belgeler bizi, sosyal ve ekonomik yapı çalışmalarında II. Türk Kağanlığı'nı kuran Doğu Türk (~ Göktürk) toplumu üzerinde yoğunlaşmaya ve onu "ideal tip" olarak almaya teşvik ediyor. Maamafih, makalede bu ideal tipin çok kez VIII. yüzyıl öncesi belgelerle süslendiğini de gözlemleyeceksiniz.
Batı Türklerinin yaşadıkları bölge, saat yönünde, kuzeyde Baykal Gölü, güneye doğru sırasıyla Tatabi, Kitan, Tabgaç (Kuzey Çin), güneyde Gobi Çölü, Cungarya ve batıda Altaylar ile Sayanlar'ın doğu yamaçlarıyla sınırlıdır (Sinor 1990, Harita s. 286; Cristian 1998, Harita 101). Bu saptamayı yaparken Doğu Türklerinin bölgedeki asıl ilinin Orhon ve Selenga ırmaklarıyla Ötüken Dağı göbelleri içinde kaldığını hatırlatayım.
Günümüzde atlıgöçebehayvancı toplumların tarihleri üzerinde yapılan çalışmalar (Lattimore 1988: 1940; sinolog; CavalliSforza 2000, genetikçi; Harris 1996, tarım tarihçisi; Renfrew 1987; arkeolog; Ruhlen 1994: dilbilimci) atın M.Ö. 3000 yıllarında HintAvrupalı tarımcı toplumlar tarafından evcilleştirilmiş olduğu, fakat önceleri sadece taşımada (yüklet, araba, savaş arabası) ve beslenmede (et, süt, giyecek, yakıt) kullanıldığını göstermektedir. Attan binek hayvanı olarak yararlanmak çok sonradır. M.Ö. 1500 yıllarında Avrasya kıtasında, ilk kez Kimmerler ve onların (Avrasya) arkasından İskitler atı binek hayvanı olarak kullanmışlardır. Atlı HintAvrupalı Massagetlerin (Massaget) M.Ö. VIIIVII. yüzyıllarda Güney Sibirya sınırlarına dayandıkları biliniyor (Golden 1992, s. 45).
Denildiği gibi (bir çalışma hipotezi düzeyinde) eğer atlıgöçebehayvancılar yerleşik tarımsal yaşayıştan kopup (koparılıp) ayrılmışlarsa, onların marjinal verimliliği daha düşük topraklara, yani, bozkıra yerleşmiş olmaları şaşırtıcı olmaz. Ne var ki, yeni yurtları artık sabit değil devingendir (yer değiştirilir).2
Bunun iki mahzuru vardır; i) sürüler otlarken yürür, yürürken aldıkları kalori tükendiğinden daha fazla kaloriye ihtiyaçları olur; ii) sürüyü besleyen otlaklar yaz ve kış mevsimlerinde botanik farklılık gösterdiğinden, göçerler yazın yaylalara, kışın kışlağa çevrisel göçlerini değiştirmek zorunda kalırlar. Devingen durum göçebehayvancıların tarım ekonomisine geçmelerini önler. Devingen bir toprak üzerinde, iktisadidurağan bir halde kalırlar. Üstelik, hayvancılar daima kıtlığa, salgına, dona ve hele düşman yağmalarına maruz kalır. Bu bakımdan göçebe hayvancı ekonomi emekyoğun bir uğraştır. Ayrıca, göç yollarının güvenliği hem öteki göçebelerin, hem de yerleşiklerin dostça ya da düşmanca politikalarına bağlıdır. Ortaya çıkacak ihtilafları önleme ya da yatıştırmak için göçebe hayvancıların, aynı zamanda, savaşçı olmaları lazımdır.
Böylece, ister istemez, atlıgöçebehayvancı topluluklar, atlıgöçebehayvancısavaşçı topluluklar haline dönüşür.
Evet, I. ve II. Türk Kağanlıkların (552630; 682744) kuran Türk boyları da atlıgöçebehayvancısavaşçı idiler... Çin yıllıkları böyle diyor:
"Türklerin yazgısı sadece koyun ve ata bağlanmıştır" (Luimai tsai 1958, I: s. 333).
Tunyukuk da şöyle demiş:
"(Çinlilere) karşı direnmemizin nedeni yerleşik olmayıp, su ve otlak peşinde göçmemiz ve avcılık yapmamızdır" (ibid, s. 173).
Maamafih, belli ki Türkler mevsimlik çapa tarımı da yapıyorlardı.
"Her ne kadar Türkler yer değiştirirlerse de herkesin kendi toprağı vardır" (ibid, s. 10).
Böylece, Çin yıllıklarından kalan kayıtlar, bize Türklerin aslen göçebehayvancı bir halk olduğunu belirlemiş oldu. Doğallıkla, bu faaliyetlerin yanında onlar avcılık ve çapa tarımıyla da uğraşıyorlardı. Çin kayıtları ayrıca onların şu niteliklerini vurguluyor:
"Türklerin üstünlüğünü yapan binicileri ve okçularıdır. Kendilerine uygun gelirse şiddetle saldırırlar, tehlikede olduklarını sezerlerse şimşek gibi kaybolurlar" (Julien 1877, s. 100).
Öyle ise, onların göçebe hayvancı savaşçılar olduklarını söyleyebiliriz.
1. Sosyal Yapı
1.A. Beşük ve Oğuş
Türk göçebehayvancı toplumunda soy ilişkilerinin en küçük birimi ailedir (beşük ya da kün). Ailenin soy ilişkilerini (sıhriyet ilişkilerini bir yana bırakıyorum) Orhon ve Yenisey Yazıtlarından derlenen şu nomancloture ile yeniden kurmaya çalışalım (Divitcioğlu, 2000: 1986)
Türklerde soyun inişi eçuapa (ata) ile başlar ego'dan geçerek inilerle (küçük erkek kardeş) iner. Bu sistemde iki önemli sınıflandırıcı terim vardır. Birincisi eçi'dir; babanın erkek kardeşi olup, aynı zamanda, egonun büyük erkek kardeşidir. Her ikisi birden eçüapa (apa onursal bir payedir), yani babanın babasıyla özdeş olur. Bu bakımdan Türk soy inişi atauruktur. İkinci sınıflandırıcı terim atı'dır. Hem erkek kardeşin oğlu hem babanın kardeşinin oğlu, hem de egonun torunudur.3 Dikkat edilmişse, eçiler soyun geçmişi ve hali, atılar ise geleceğidir. Soyu sürdürme dışevlilik ilişkileriyle gerçekleşir. Ancak, evlenen bütün ağabeyler baba ocağını terkedip, kendilerine yeni bir yurt kurarlarken, ini evde kalıp babanın inişini aynı mekânda devam ettirir (Gr0nbeck 1958, s. 53; Khazanov 1983, s. 126; Golden 1992 s. 4).4
Soy inişlerinde amca ve ağabeyden başlayan bu dallanma kesili urukları ya da oğuşları yaratır (Sahlins 1968; Divitçioğlu 2000; 1986; Bastuğ 1999).
Şekil 2
Şekil 2'de soy inişlerindeki kesilenme olgusu belirtilmiştir. Doğallıkla, dallanmanın atadan itibaren kaç kuşak sonra başlayacağına gelenek karar verir.
Bu gibi topluluklarda "siyasi" dengenin kurulması ve durnukluğa kavuşulması için ne güçlü bir başkana, ne de yargı organına ihtiyaç vardır. Yani, onlarda cebir kullanacak bir otorite çıkmaz. Çünkü, her oğuşun ya da tirenin üyesi öbürleriyle eşittir, onlarda babaoğul ve ağabeyikardeş arasında doğuştan gelen bir dizeklilik yoktur. (örneğin, konik oğuşta bu dizeklilik vardır)5 Bu yüzden kesili toplumlarda siyasal erk boşluğu ortaya çıkar.
Bazen, kesilenmiş oğuşlar gene soy ilişkilerine göre kurulmuş başka oğuşlara katılırlar. Bunlara tire diyelim (Türkmence, Azeri). Kaşgari (DLT) böyle bir tire oluşumunu anlatıyor: "Oğuz ya da Türkmen boylarının sayısı yirmi iki ya da yirmi dörttür. Bunlar asıl bölüklerdir, onlardan tireler (oymaklar: Kaşgarî) türemiştir" diyor.
1.B. Boy ve Ok
Aileden başlayarak oğuşa ve tireye dek uzanan örgütlenmelerin hepsi kültürel soy yapısının doğal bir sonucuydu. Oysa, toplumların boy ve ok (fedarasyon) düzeylerindeki örgütlenmeleri aralarındaki siyasal birleşmelerden doğar.6
Kapağan Kağan'ın varisleri ile Kül Tiğin (Költigin) arasında cereyan eden kanlı olaylar esnasında kağanın kızı olduğundan asla kuşku duyulmayan, Çin'e sığınıp orada ölen prenses Hsienli Bilge'nin (Bombacı 1971) mezartaşına yazılan şu ibare Doğu Türklerinin boy ve ok örgütlenmelerini anlamak bakımından önemlidir.
"(Kapağan Kağan'ın). soylu kızı A (sh) ihna doğduğu vakit. on iki boy onun güzel yüzünü sevinçle karşıladı". (Chavannes 1975)
İbareyi tamamlıyorum.
"Otuz boyun soylu kızı hatun A(sh)'ikna." (Ibid).
Her iki kayıt birlikte okununca, Kapağan Kağan Dönemi'nde Türk çekirdek boylarının sayısının on iki, kurmuş oldukları okunsa otuz boylu olduğu anlaşılır.7 Bu boyların hepsinin adı Türk ve Uygur yazıtlarında vardır. Sanırım on iki boy ile otuz boylu ok şu boylardan oluşuyordu.8
12 Boy = 1 Türk+6 Sir+2 Ediz+1. Töles+1 Tarduş +1 Kıpçak
30 Boy = 12 Türk+9 Oğuz+9 Tatar
745 yılında kağanlık Uygurlar tarafından yıkıldığında Bakır Belig denilen bir mahalde toplaşan Türklerin başlarında kağanları olmadığı halde halâ on iki boy idiler (Bacot 1957). Kaşgari ve Reşüdüdin (Reşidüddin), Oğuz'un onikişer iki okdan (Boz Ok, Üç Ok) bir birlik kurmuş olduğunu söyler. Peçenek ve Kumanların da dörderden sekiz boyları vardı.
1.C. AShihnalar
Türk türeyiş efsanelerinin her iki çeşitlemesinde ve Türklerin yazılı tarihlerinin ilk dönemlerinde (439: Liumai tsai 1958, I s. 40) Ashihnalar hep varolagelmişlerdir: "Türklerin aile adı Ashihna'dır." Onların bir uruk mu, bir oğuş mu, yoksa bir boy mu olduklarını kestiremiyoruz. Bilinen tek şey Türklere kağanveren bir etni olduklarıdır. Zorla mı başa geçmişlerdir, yoksa Türkler tarafından davet mi edilmişlerdir? Adları Türkçe değildir. Her ne kadar Çince teleffuzuyla Ashihna olarak yazılmışsa da sineloglar bu adın HintAvrupa asıllı bir ad olduğundan emindirler. Ama hangi dilde? Kanımca, akla en yakın gelen yorum Kljaştornyj'inkidir (2000: 1977). Ona göre Ashihnalar, bir zamanlar, Batı Türkistan'da Türklere komşu olarak yaşayan bir halka sanlıktır. HotancaSakaca'da Ashihna yeşil ile mavi arası çalan bir renktir ve bu renk Türkçeye "kök" olarak çevrilir. Öyle ise, Kök Türk (Göktürk), Mavi Türkü, o da Ashihna Türk'ü çağrıştırır. Aslında, Sir ve Türk gibi iki ilişkili bir adı imler: "Ashihna ve Türk" belki?
1.d. Kağan
Tarihlerinin başlangıcında Türkleşen Ashihnaların önceleri şad unvanı taşıdıkları anlaşılıyor (NatuluŞad). 1. Türk Kağanlığı'nı kuran Bumin ve İstemi kardeşlerle beraber hükümdarların hepsi kağan unvanını kullanmışlardır. Yani, Türk toplumu boylu bir toplumdan, budunlu (zümre, halk, boyun çoğulu) bir toplum olma sürecine adım atmıştır. Bundan böyle, kağanlığın merkezi (Ütüken Yış) ve çevresinde görevli bütün askerîmülki bürokrasi Ashihnalardan devşirilecektir. Üstelik, unutmayalım, kağanlara kızveren Ashihte boyu da soylu olduğundan bütün Türk bürokrasisi katmerli soylu olarak ünleneceklerdir. Bu soylu ve buyurgan sınıfın adı Ak Budundur. Şu görevlerle yükümlüdürler. (Ulu) kağan, küçük kağan,9 hatun, tekin, şad, yabgu, inançu, tarkan, ayguci, çabuş, ilteber, tutuk, alumçi, irkin, çor, şengün, öge ve içerki (saydığım son unvan ya da rütbeler halk içinden çıkan "alp ve erdemli" kişilere verilebilir). Bu unvanların büyük bir kısmı verasetle geçerdi.
Türk kağanları soylu oldukları kadar kutsaldı. Kül Tigin yazıtının girişini okuyalım:
"tengri teg tengride bolmuş türk bilge qağan" (KT, G.1).
Tanrı gibi, Tanrı'dan olmuş Türk Bilge Kağan.
Kağanlar Tanrı gibiydiler, çünkü, bizzat Tanrı kağanlara kut (kutsallık tözü) bahşetmişti. Bundan dolayı da kutsaldılar. Ancak bu kutsallık yalıtılmış bir dinî kişilikle sınırlı değildi. Onlar, aynı zamanda, Tanrı'nın verdiği güç (fiziksel kuvvet) ve ülüg'le de (nasip: bolluk ve verimlilik) donatılmışlardı. Bütün bu hasletlerinden ötürü Türk Kağanları biricik ve kadiri mutlak idiler.
Türk toplumunda kağanın nasıl seçileceğine değin kesin bir kural yoktur. Babadan amcaya, babadan oğula, oğuldan iniye, amcadan yeğene geçişler her vakit olabilir (Divitçioğlu, op.cit). Öyle gözükmektedir ki, hele küçük kağan ile şad ve yabgu seçilişleri tamamen keyfidir. Ayrıca, Çin yıllıklarının ad dizinlerine bir göz atarsak, Ashihnaların sayısının ne kadar şişmiş olduğuna şaşarız. Bu saptamalar Drommp'u (1987) haklı kılar. Türk kağanlık sistemi ve bürokrasi, bir yandan, kuralsızlık karmaşasından, öte yandan, siyasi erk bolluğundan ciddi olarak rahatsızdır. Bu durumun en iyi örneği, II. Türk Kağanlığı (II. Göktürk Kağanlığı) sırasında (716717) yaşanan olaylardır.
"Kapagan Kağan küçük kardeşi Tousi fou'yu sol kanada, oğlu Mekiu'yu sağ kanada şad atadı... Büyük oğlu Foukiu'yu da küçük kağan yaptı. Bu unvan şadtan büyüktür" (Chavannes 1903, s. 282, not. 5).
"Kapağan Bayurkular tarafından öldürüldükten sonra (716717) Kutluğ Kağan'ın oğlu Kül Tigin, yeğeni küçük Kağan Foukin'yu bütün akraba (Ashihte) ve maiyetiyle birlikte öldürdü. Tahta, ağabeyi Bilge Kağanı getirdi" (Liumai tsai, op.cit, s. 171)
Son olarak şunu ekleyeyim: ak budun içinde aslen kuvvetli olan zümre askerlerdir. Nitekim, Bilge Kağan, Türk halkına hitap ederken ilk elde askerleri öne çıkarıyordu:
"kisre tarduş beyler kül çor başlayu şadpit beyler öngre töles beyler apa tarkan başlayu ulayu şadpit beyler" (BK. G. 1314).
Sonra Tarduş beyleri, Kül Çor'la başlayan, sırayla, şadpit beyler. Doğuda Töles beyleri, Apa Tarkan'la başlayan, sırayla, şadpit beyler.
Tengri'nin savaşçı beylere arka çıksın diye kağanlara "güç" bahşettiğini söylemiştim.
Kağan ile askerimülki bürokrasinin oluşturduğu ak budunun karşısında kara budun vardır. Düpedüz halk demektir (Türgiş kara budun, Igil kara budun gibi). Bunlar buyurulan sınıfı oluşturur. Sürüleri güden, ılgarlara ve savaşa katılan, kağana işig küçüg (işgüç) veren onlardır (ilerde): Ancak, göçebe hayvancı bir ekonomide iktisadi artık üretilmediğinden, hiç olmazsa, kağanlık topraklarında yaşayan Türk çekirdek boyları için sömürülme olgusu ortaya çıkamaz (dış sömürü ayrı bir sorundur: Divitçioğlu op.cit).
2. Ekonomik Yapı
Göçebehayvancı bir ekonomi, her ekonomi gibi insanların ihtiyaçlarını tatmin edecek ve refahını sağlayacak mekanizmalar geliştirir. Mekanizmalar ya verilmiş kaynakları dağıtır ya da artan yeni kaynakları üleştirir. Armağan değişi (ıdışma), sessiz tranpa ve potlaç birinci kategoriye, yenidenbölüşüm ve ticaret ikinci kategoriye dahildir.10
2. A. Armağan Değişi (Idışma)
Kaşgari'de (DLT) armağan ya da yarmağan kelimesiyle çağrışan birçok kelime var: amuç, ertüt, bağış, bıçış, tuzgu gibi. Idışmak ise armağan verişmek demek. Kökü ıd; VIII. yüzyılda kutsal karşılığında kullanılıyordu (Iduk yer ve su, Idük Ötüken gibi). Armağan konusunda dildeki bu zenginlik, igerme yoluyla, kavramın mihveri dolayında bir sistem kuracak kadar yeterlidir.
Idışmak fiili kendi içinde kutsallığı ve tabii bereketi taşır. Böyle olunca, kutsallığın sürdürülebilmesi için; verilen armağan ille de eşdeğeri olan bir armağanla ödüllendirilmelidir. Armağan ödüllendirilmezse ne olur? Singüt olur. "Kan parası" demektir; ölümü çağrıştırır. Kutsallık ve bereket kaçar yerine kötülük gelir.11 Öyle ise, armağan değişi, sürgit ve aynıkarar devam ettirilmelidir. Mallar mallarla değişmeli, dolaşım süreci sonunda armağan veren de alan da her türlü maldan yararlanıp, ihtiyaçlarını gidermelidir. Dikkat edilirse, bu tür bir mal değişi nesneler arasında değil, kişiler arasında aparılır (Mauss 1950; Firth 1959; Sahlins 1972, Gregory 1982).
2. B. Sessiz Tranpa
XIII. yüzyılda yaşamış olan Avfî'den mealen alıyorum (Şeşen 1985).
"Tüccarlar Karluk ülkesine mal getirdiklerinde onlarla oturup sözlü pazarlık etmezler.
Alışverişlerini edimleriyle yaparlar. Önce, her iki taraf getirdikleri malları bir yere yığıp giderler. Diyelim, ilkin Karluk gelir. Tüccarın malını beğenip ondan bir miktar alır ve yanına kendisininkinden kor. Sonra tüccar gelir bakar ki Karluk malından az koymuş, o da malının bir miktarını indirir.
Arkasından gene Karluk gelir vs. En sonunda x miktar Karluk malı y miktar tüccar malıyla değiştokuş
edilir."
Tacir değil ama, Karluklar neden böyle bir alışverişi seçmiş olsunlar? "Malın değerindeki Id'ın bozulmaması için."
Bazı toplumlarda kaynakları dağıtma mekanizmaları yanında (ya da yerine) onları imha etme geleneği vardır. Beyler biriktirmiş oldukları servetin tümünü, dönemsel olarak, soydaş beyler tarafından tahrip ve imha edilmesi için törenler düzenler. Beylerin hepsi davetlidir, katılmayanlar düşman sayılır. Gelenler bütün malları üleşirler, tüketirler, kırarlar, yakarlar, ta ki her şey yok edilsin. Bu hercümerç arasında potlaç ediminin çatışmaya dönüşmesi pek olasıdır (Malinowski 1933; Mauss 1950; Sahlins 1972). Bu adetin beyler arasındaki rekabetin bir sonucu olduğu anlaşılıyor. Potlaçı hazırlayan bey, kendisinin en zengin ve dolayısıyla en güçlü olduğunu, ihtiyacı olan malların hepsinden kolayca vazgeçebileceğini göstererek, kanıtlamış olur.
Oğuzlar arasında potlaçın bir gelenek olarak sürdürüldüğünü biliyoruz. Dedem Korkut bu çılgın töreni şöyle anlatıyor:
"Kazan üç yılda bir İçOğuz, TaşOğuz beylerin cem ederidi. Üç ok, Boz ok yığınak olsa Kağan evin yağmaladurdı. Kazan beyün adeti bu idi ki kaçan evin yağmalatsa helalünün eline alur evinden taşra çıkarıdı. Andan evinde olan esbabını ve malını yağma ederler idi. Gerü Han Kazan evin yağmaladur oldu ama Taş Oğuz beğleri hazır olmayup bile bulunmadı, hemen İçOğuz yağmaladı.
TaşOğuz beylerinden Uruz, Emen ve kalan beğler bunu işiltiler, ayıdtılar ki, 'Bak bak, şimdiye değin Kazanın evi yağmaladukta hep birle olurduk, şimdi suçumuz nedir ki yağmada bile bulunmadık' dediler" (Gökyay, s. 145147).
Oğuz potlacının sadece onlara özgü bir kurum olmadığı, öteki Türk boylarında da uygulandığı şu iki alıntıdan bellidir: "Peçenekler vahşiler gibi birbirlerini yağmalar" (Şeşen 1975: Kazvinî s. 148) ve "Karluklar birbirlerini yağmalar" (Şeşen, ibid, s. 90). Konuyu derinleştirelim.
Moldovya ve Bulgaristan'da yapılan kazılarda içinde insan iskeleti bulunmayan, fakat demir eşyalarla dolu (tarım, demircilik, tahta oyma aletleri, silahlar, at koşumları, süs eşyaları) mezarlar bulunmuştur. Bunlar IXX. yüzyıllarda buralarda yaşamış Bulgar, Avar, Macar, Peçenek boylarının tarkan ve çopanlarına ait idi (Curta 19981999). Demirden aletler bu çukurlarda neden gömmüşlerdi. Herhalde paslanması için değil. Öyle ise neden? Sadece, çok değerli bir maden olan demirin, tarkanların böbürlenme tutkusunu tatmin eden, potlaç törenlerinin nesnesi olduğundan.
2.d. Yeniden Bölüşüm
Türk kağanları yabancı ve tâbi boylardan ya da devletlerden savaşla, anlaşmayla aldıkları vergi, haraç, yağma, talan, çapul adları altındaki dış iktisadi artığı kara buduna üleştirirlerdi (yenidenbölüşüm). Böylece, Tengrinin Türk kağanına bahşettiği ülüğ (nasip) yeryüzüne inmiş olurdu.
Anlaşılacağı gibi yenidenbölüşüm sürecinin iki vechesi vardır; i) yabancılardan ulca, kul ve küng gaspetmek ve; ii) bunları halka üleştirmek. Önce, ulca hakkındaki belge:
"sarıg altunın örüng kümişin gırgağlık gutayın gara kişin kök teyengin türküne budununa gazganu birtim iti birtim" (BK G. 1112).
Sarı altını, ak gümüşü, ipeği, işlemeleri, kara samuru, mavi sincabı (kürklerini) Türküme halkıma kazanıverdim, sağladım.
Şimdi de yenidenbölüşüm hakkındaki belge;
"Türgiş Sulu Kağan... her çarpışmadan sonra elde edilen ulcayı üleştirirdi" (Chavannes op.cit, s. 82).
Bu tür örnekleri Hazar ve Uygurlar için de verebiliriz. Türk toplumunda ulcayı halka üleştirmek tetrilmez bir edim miydi? Yoksa, kara budunun da kağana karşı bazı görevleri var mıydı? Evet, Türk halkı da kağana işig küçüg ("iş güç"~hizmet) vermekle yükümlüydü.
"(Türk kara budun). qaganlığ budun ertim qağanım kanı ne qağanga işig küçüg birür men tir ermiş" (İKT. D. 9).
Türk kara budun kağanlı halk idim kağanım nerede, Ben hangi kağana hizmet vereceğim, dermiş.
Türk kağanıyla kara budun arasında anıtlara yansıyan eşkarşılık kuralı bize buyuranbuyurulan sınıfların her ikisinin de ödünleme/karşıödünleme sorumluluğuyla bütünleştiklerini imliyor: yenidenbölüşüm/işgüç vermek. Bu açıdan bakınca, Türk ve Kırgız Beylerinin mezartaşlarında bulunan şu ibareler anlam kazanıyor. Kırgız beyi mezarından geride kalanlara şöyle sesleniyordu:
"qadaşıma karıma ıdug atıma ayta kara budunuma ayta adrıldım ben" (Vasilyev, Corpus).
Akrabalarıma, karıma, ıduk atıma, söyleyin, kara budunuma söyleyin, ayrıldım ben.
Ne demektir bu yenidenbölüşüm/işgüç verme ilişkisi, nedir bu ölü/diri bütünleşmesi? Bence, kağan ile kara budun arasındaki bu sinbiyoz ancak her iki "sınıfın" birbirlerini sarmalamasıyla kabildir. Peki ama, o vakit "sınıflararası zıtlık" nerede? Kanımca, Orta Çağ Türk toplumunda zıtlaşmayı sınıflararası düzeyde değil, boy ve devlet ilişkileri çerçevesinde aramak gerekir (ilerde).
2.E. Ticaret ve Savaş
Türkler sürgit Çin'e elçiler gönderiyor, onlara at armağan edeceklerini söylüyor, Çin'de bunları sözde Türkler tarafından verilmiş "haraç" olarak kabul edip, atları parayla satın alıyorlardı. Her iki taraf arasında yapılan bu tür bir "gözdağı altında ticaret" Hunlardan beri olağandı.
Türklerin zamanında da Çin ve Türk elçileri buluşur, akınlar düzenlenir ya da düzenlenmez, fakat sonuçta Türkler Çin'e at satar, Çin'de bu atları kendine verilmiş bir haraç olarak kabul edip sineye çekerdi (Escedy 1968; Moses 1976; Izgi 1978; Jagchit & Symon 1989).
"İşbara Kağan döneminde Türkler 582'de üç kez, 583'de bir kez Çin topraklarına saldırdılar (Liumai tsai s. 433). İki yıl sonra Tardu ve Apa Kağanlarla savaşmak üzere Çin'den yardım istediler ve Çin'e haraç (at) verdiler" (Julien 1877).
Türkler sattıkları mal karşılığında (Türkler bazen onbinlerce at getiriyorlardı) genellikle ipek alıyorlardı. İpek ise para demekti. Bu para ile ya Çin'den ya da İpek Yolu tacirlerinden "seçkin malları" alıyorlardı. Örnek vermek üzere bunları zikrediyorum.
"İpek, keten, pamuk, altın, gümüş ya da taşı, yatak takımı, araba, vazo, elbise, sandal ağacı, şarap, içki, yiyecek, lüks eşya, cenaze malzemesi, eğer, sancak ve çalgılarıyla birlikte sazende ve hanendeler" (Liumai tsai op.cit, I. 396).
Böylece, Türklerin Çinliler ile yaptıkları atipek alışverişi, ipekseçkin malları çevrisiyle tükenip gidiyordu (Şekil 3). Şekil 3
Ticari çevride soğdak tacirlerinin baş rolü oynadıkları biliniyor.
3. Devlet
VVII. yüzyıllar arasında Orta Asya Türk toplumunun sosyal ve ekonomik yapılarının incelenmesi bizi, ister istemez, bu makaleyi "devlet" analiziyle bağlamaya zorluyor. Bu amaçla aşağıdaki kısa metni makaleye iliştiriyorum.
Kuşkusuz, daha V. yüzyılın ortalarında Türkler yazılı tarih sahnesine çıkarken devlet kavramını biliyorlardı.13 Aslen, bir zamanlar Hunlarla beraber yaşamış olan Türklerin soy (Luanti oğuşu) ve az sayıda bürokrat (yirmi dört memur) temeli üzerine kurulmuş Hun devlet aygıtını mutlaka tanımışlardı. Ayrıca, Doğu Türkleri Çin Devleti'yle, Batı Türkleri Sasani Devleti'yle sınırdaştı. Üstelik, Koço, Karaşahr, Turfan gibi kökenleri HintAvrupalı olan Tokhar vaha krallıklarıyla da yakın temas halindeydiler. Böyle olunca, Türklerin VIVIII. yüzyıllarda kurmuş oldukları I. ve II. Göktürk Kağanlıklarının "dermeçatma devlet" (inchoate state) olduğunu kimse iddia edemeyeceği gibi, gene hiç kimse bu devletin kendi iç yapısından kaynaklanarak (diyelim, boydan ya da başkanlıktan devlete geçiş: Carneiro 1981; Crone 1986) kurulmuş olduğunu ileri süremez. Bu devlet, olsa olsa, ikincil devletdir (secondary state), şu anlamda ki aygıt kurucuları tarafından dışardan öğrenilerek aparılmıştır (Claessen & Skalnik 1981, 1987).
Peki ama devletin ilk kuruluşu nasıl kotarılmıştır? Bu konuda cürretli bir önerme yapmama müsaade edilsin.
Önerme: Türk kesili oğuş yapısı kendi içlerinde/aralarında siyasal erk boşluğu yarattığından bu boşluk şu ya da bu vesileyle Ashihnalar tarafından doldurulmuştur.
II. Göktürk Kağanlığı (682) pek olasıdır ki altısı Türk, altısı Sir (bunlardan biri Ashihna öbürü Ashihte) on iki boydan kurulmuştu. Bunlara sonradan Dokuz Oğuz, Dokuz Tatar katılmıştır. Ama, unutmayalım ki kağanlığın merkezinin (Ötüken Dağı) dışında koskoca bir bölgede çoğu Türk olmak üzere, HintAvrupalı, Mogol, Urallı gibi daha birçok boy yaşamaktadır: Karluk, Türgiş, Kırgız, Çik, Izgil, Uygur, Yır Bayurku, Kurigan, Basmıl vs. Doğrudur, II. Kağanlığın merkezi ve dolayısıyla devlet aygıtı Ötüken'de yerleşmiştir ama çevredekilerin çoğuna ister devletin uyruğu ya da tâbisi denilsin, herbir boy kendi içinde geleneksel oğuş ve boy örgütlenmesi uyarınca yaşıyordu. Varsayalım ki, bu boyların büyük bir kısmı kağanlığa candan bağlı boylardır. Böyle olsa bile, bu durum devlet ile boylar arasında ortaya çıkan şu ikilenmeleri önleyemez: kamu/özel; toplum/devlet; ak budun/kara budun.
Çizelge 1
Boy Devlet Toplum
İlişkilerin Temeli Akrabalık,
Oğuş Buyuran Buyurulan Tabakalaşma Kesili Uruk Ashıhna, Ak Kara Budunlar Kölelik Kulküng (az) Kulküng (az) EtnilerDiller Türkçe Türkçe Sog utça Ekonomi Üretim Biçimi Göçebe YaylakKışlak Çevrisi İşbölümü Cinsiyet, Yaş
Besin Üretimi Hayvancılık (aslen) Hayvancılık (aslen)
Değiş Eşkarşılık (armağan) YenidenBölüşüm
Seçkin Malları Ticaret
Mülkiyet Özel ve Kamu Mül. Özel ve Kamu Mül.
Hükümet
Karar Verme Eşitçi Kağan (Kengeç?)
Bürokrasi Veraset (Kalabalık)
Güçte ve İletişimde Monopol Asker
İhtilafların Çözümü Töre Töre
Kültür
Yazı Alfabe
Sanat Balbal Bengü Taşlar, Saray
Çizelge 1'in sıralarında VIVIII yüzyıllar için Türk tarihinden seçilen genel işlevler, belli kategoriler halinde toparlanmış (sosyal, ekonomik, hükümet, kültür), sütunlarda işlevlerin boy ve devlet düzeylerinde ne gibi bir şekil aldıkları belirlenmiştir.14 Diyelim, ekonomi kategorisinde değiş işlevi boy halinde armağan değişi olarak gözükürken, devlet halinde yenidenbölüşüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece, boy ve devlet sistemleri arasında aynı işlevin, farklı bir biçimde uygulandığı gözlemleniyor. Ne var ki, ancak beş işlevde aynı mekanizmaların kullanıldığına tanık oluyoruz.
Makaleyi Khoury & Kostiner (1990)'dan yaptığım şu alıntıyla bitiriyorum: "Boy ve devlet diyalektik bir simbiozdur; katışıp birbirlerine destek olurlar. Ancak, bazen de, birbirlerini yok etmeye bahane ararlar."
Değiş Exchange (Kaşgarî: tegiş, mübadele)
Dizeklik = Hierarchy (neoloji)
Çevri = Cycle (çev: neoloji)
Durnukluk= Stability (TürkmenceTürkçe Söz.)
İğermek = Adduction (Ali Şir Nevai: İzlemek)
Kesi = Segment (Afganistan Salorlarından bir uruk; Kesze: MacarTürk boylarından biri) Tetrili= Revoking (Kaşgarî: Tetrü ~ tersine dönüş). Uruk = Lineage
1 "Türkler ve din" konusu bu çalışmanın dışındadır. Makalenin sonuna sözlükçe eklenmiştir.
2 Koyun, keçi, sığır, domuz, deve ve at gibi evcil hayvanların yerleşiktarımcı ekonomilerde çıkmış olması rastlantı değildir; çünkü, tarımcı toplumların bu işlemi yapacak vakitleri vardır. Hayvanları ehlileştirme süreci avcıtoplayıcı toplulukların tâkadını aşar.
3 Kadınlara özgü sınıflandırıcı iki terim vardır, çıkan ve yeğen. Kız çocukların soyun inişinde bir rolleri olmadığından, onlar kalın karşılığında yabancı soylara gelin giderler.
4 Bu konuda Türk belgelerinde bir kayıt yok.
5 Barfield'in (1999) OrtaAsya Türk oğuşlarını "konik oğuş" yapısına bağlama eğilimi, sanırım Krader'den (1963 s. 169170) esinlenmiştir.
6 Osmanlı Türkçesinden beri hâlâ kullanılan, asla tanımı bilinmeyen, kabile, aşiret, kavim, cemaat, taife, oymak gibi sosyal örgütlenme şekillerinin hangi kıstas ve tanımlara göre kullanıldıklarını bilmiyorum. Oysa, Türkçede sosyal örgütlenme, irilik sıralamasına göre şöyledir: beşük < oğuş < tire < boy < ok.
7 Barfield (1987 op. cit) Türk boylarının on iki ve otuz olarak birleştiklerine değinmiş, fakat bu sayıların içlerini doldurmamıştır.
8 Bilge Kağan anıtında, Kağanlığın doğu kanadını koruyan Töles ile batı kanadını koruyan Tarduş boylarına ayrı bir değer verildiği anlaşılıyor. Ayrıca, Şine Usu yazıtı Kıpçakların ta başından beri Türklerle beraber olduklarına işaret eder. Gene, Uygur yazıtlarında Dokuz Oğuz ile Dokuz Tatar hep birlikte anılır. Hemen ilave edeyim ki bu boyların hemen hepsi eski Tinglig (Tiehle, T'ele, Tegrek vs.) konfederasyonunun üyesi idiler. Türkologların büyük bir kısmı onların Asya Hunlarından ve Türkçe konuşan boylar olduklarından emindir (Torday 1997; Pulleyblank 2000).
9 Örneğin, Taspar Kağan iken, oğullarından Böri batıda, yeğeni Nibar doğuda küçük kağandı.
10 Alalade değiştokuş işlemini bir yana bırakıyorum. Bu yalın halde malı veren de, malı alan da onlara atfettikleri toplumsalbireysel değerlendirme dışında başka bir miheng taşına (para, mal, numeraire) başvurmaz (Gell 1992; Strathern 1992).
11 Türkünün bir mısrasını hatırlayalım: "Armağanlar dolu gider boş gelir"
12 Potlatch'ın Türkçe tam karşılığı "yağma"dır. Dedem Korkut Masallarından bildiğimiz "Oğuz Yağması". Ancak, zamanla kelime anlam kaymasına uğramış, talan yerine kullanılmaya başlamıştır. Bunun için, yağma yerine Tlingit ve Haida kızılderili dillerinde bulunan potlatch kelimesini Türkçeye potlaç olarak uyarladım.
13 Türkler sanırım, Orhon Yazıtlarında geçen "kağanlı budun" deyimini devlet kavramı yerine kullanmışlardı (T. Tekin 1963; Divitçioğlu op. cit. ).
14 Çizelge, Diamond (1997)'den esinlenmiş, fakat tadil edilerek VI.VIII. yüzyıllar Türk toplumuna uyarlanmıştır.
Bacot, J. (1957), Reconnaissance en HauteAsie septentrional par cinq envoyes Ougours au VIII. Siecle, Societe Asiatique.
Barfield, T. J. (1999: 1989), The Perilous Frontier, Blackwell.
Bastug, S. (1999), "Tribe, Confederation and State Among Altaic Nomads", (ed) K. A. Erturk (1999) Rethinking Central Asia, İthaca.
Bombacı, A. (1971), "The Husbands of Princess Hsienli Bilge", (ed. ) L. Ligeti (1971) Studia Turcica. Akademiai Kiado, Budapest.
Carneiro, R. L. (1981) "The Chiefdom: Precursor of State", (eds) E. D. Jones & R. R. Kautz (1981), The Transition to Statehood in the New World Cambridge University Press.
CavalliSforza (2000), Genes, People and Languages, University of California, Berkeley.
Chavannes, Ed. (1975) "T'anglar Devri'nde İki Türk Prensesinin Mezartaşı Kitabesi", TDED.
Chavannes, Ed. (1903) Documents sur les Toukue (Turks), Libraire L'Amerique et d'Orient.
Christian, D. (1998), A History of Russia, Central Asia and Mongolia, Blackwell.
Claessen, H. J. & Skalnic, P. (eds) (1978), The Early State, Mouton Publisher.
Claessen, H. J. & Skalnic, P. (eds) (1981), The Study of the State, Mouton Publishers.
Crone, P. (1986), "The Tribe and the State", (ed) J. A. Hall (1986) States in History, Basil Blackwell.
Curla, F. (19981999), "Iron and Potlatch: Early Medieval Hoards of Implements", Archivum Eurasae Medii Aevi. C. 10.
Diamond, J. (1997), Guns, Germes and Steel, W. W. Norton & Company, New York.
Divitçioğlu, S. (2000: 1986), Kök Türkler: Kut, Küç, Ülüg, YapıKrediYayıncılık.
Drommp, M. R. (1989) "Supernumerary Sovereigns: Super Fludity and Mutability in the Elite Power Structure of the Early Turks", (eds) (1989) G. Seaman & D. Marks (1989), Rulers From the Steppe, Ethnographics Press.
Ecsedy, H. (1968) "Trade and War Relations Between the Turks and China in the Second Half of the 6th Century", AOSH, Tomus XXV.
Firth, R. (1959), Economics of the New Zeland Maori, Wellington Government Printer.
Gell, A. (1992) "Intertribal Commodity Barter and Reproductive Giftexchange in Old Malanesia", (eds) C. Humprey & S. HughJones (1992) Barter, Exchange and Value, Cambridge University Press.
Gregory, C. A. (1982), Gifts and Commodities, London, Academic Press.
Gr0nbeck, K. (1953), "The Turkish System of Kinship", Studia Orientalia Johanni Peterson, Copenhaque.
Golden, P. B. (1992), An Inlroduction to the History of the Turkic People, Otto Harrossowitz, Wiesbaden.
Gökyay, D. Ş. (1973), Dedem Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi.
Harris, D. (1996) "Introduction: Themes and Concepts in the Study of Early Agriculture", (ed): D Harris (1996) The Origins and Spread of Agriculture and Pastoralism in Eurasia, Smithsonian Institute Press, Washington, D. C.
İzgi. Ö. (1978) "XI. Yüzyıla Kadar Orta Asya Türk Devletlerinin Çin'le Yaptığı Ticari
Münasebetler", TED, Cilt IX.
Jagchid, S. & Symons, van J. (1989), Peace, War and Trade Along the Great Wall, Indiana University Press.
Julien, St (1877), Documents sur les Toukiu (Turks), Imprimierie National, Paris.
Kasgarî (Mahmud) (19391943), Divanü Lûgatit Turk (Çev. B. Atalay "DLT"). TDK, Ankara.
Khazanov, A. M. (1984), Nomads and the Outside World, Cambridge University Press.
Khoury, P. S. & Kostinev, J. (1990), "Introduction: Tribes and the Complexities of State Formation in the Middle East", (eds) Khoury, P. S. & Kostiner, J. (1990), Tribes and the State Formation in the Middle East, University of California Press.
Kljaştornyj, S. G. (2000), "Les points litieux dans l'histoire des Turcs anciens", (ed) H. R. Roemer (2000), History of the Turkic Peoples in the Prelslamic Period, Klaus Schwarz Verlag, Berlin.
Krader, L. (1963), Social Organization of the MongolTurkic Pastoral Nomads, Indiana University Publication.
Lattimore, O. (1988: 1940), Inner Asian Frontieres of China. Oxford University Press.
Liumai tsai (1958), Die Chinesischen Nachrichten der OstTurken (T'Kue), Harrossowits, Viesbaden C. I, II.
Malinowsky, M. (1933), Moeurs et coutumes in Malanesia, Payot.
Mauss, M. (1950), Sociologie et anthropologie, Press Universitaires de la France.
Moses, L. W. (1976), "Tang Tribute Relation with the Inner Asian Barbarian", (eds) c. J. Perry & B. L. Smith (1976), Essays on the Tang Society. Brill.
376
Pulleyblank, E. G. (2000) "The Nomads in China and Central Asia in the PostHan Period", (ed) Roemer, H. R. (2000), History of the Turkic people in the PreIslamic Period. Klaus Schwarz Verlag, Berlin.
Rashidudin Fazlullah (1998), Jami ut Tawarikh, (Trans: W. M. Thackston), Harvard University).
Renfrew, C. (1987), Archaeology & Language: The Puzzle of IndoEuropean Origin. Cambridge University Press.
Ruhlen, M. (1994), The Origin of Language, John Wiley & Sons. New York.
Sahlins, M. (1972), Age de pieere, age d'abondance, Gallimard. Sahlins, M. (1968), Tribesmen, University of Michigan. Sinor, D. (ed. ) (1990), Early İnner Asia, Cambridge University Press.
Strathern, M. (1992), "Qualified value: the perspective of gift exchange", (eds) C. Humprey & S. Hugh Jones (1992), Barter, Exchange and Value, Cambridge University Press.
Şeşen, R. (1985), İslam Coğrafyacılarına göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara.
Tekin, T. (1963), A Grammar of Orhon Türkic, Bloomington Indiana.
Torday, L. (1997), Mounted Archers: The Beginnings of Central Asian History, The Durham Academic Press, Cambridge.
Vasilyev, D. D. (1983), Korpus Turskih Pamitnikov Baseyna Yenisey, Navka, Leningrad.
HAKKINDA YAZILANLAR
Efsane hocalardan Sencer Divitçioğlu’nu kaybettik
Osman AROLAT
Dünya 10 Eylül 2014
1960-70’li yıllarda İktisat Fakültesi’nde öğrencilerin kendilerine yakın buldukları öğretim üyelerinden ikisi İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’ydu. Öğrenciler, bu iki hocayı “Marksist ikizler” olarak görüp çok severlerdi. Buna karşılık fakültenin bazı tutucu hocaları öğrenciler üzerinde büyük etkisi olan bu ikilinin profesörlüklerini uzun süre engelledi. Adeta öğrencilerin sevgisini ve bilim adamı olarak başarılarını cezalandırmak istediler.
Bu ikiliden İdris Küçükömer, 1987 yılında 61 yaşında kansere yakalanarak aramızdan ayrıldı. Sencer Divitçioğlu’nu ise önceki gün 87 yaşında kaybettik.
Sencer Hoca, doktorasını Paris’te tamamladıktan sonra 1959 yılında “Marx’ta İktisadi Büyüme” çalışmasıyla İktisat Fakültesi’nde doçent oldu. “Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler” kiabıyla da o dönem gençlerinin tartışma gündeminde yer alan “feodalizm” konusuna getirdiği açılımla büyük ilgi uyandırdı. Bu çalışması sanatçı ve özellikle sinemacılar arasında da önemli yankıya neden oldu. Derslerinde o güne kadar tabu olan Marksizme yer vermesi de Sencer Hoca’nın çevresinde hayran bir öğrenci grubunun oluşmasına yol açtı. Hoca son yıllarda iktisattan çok tarih üzerine çalışmalar yaptı. Göktürkler, Oğuzlardan Selçukluya, Orta Asya Türk İmparatorluğu ve Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu gibi kitaplarını yazdı.
1977 baharında Sencer Hoca , asistanı Asaf Savaş Akat ile Toplum ve Bilim adıyla bir bilimsel dergi çıkarmaya başladılar. Derginin ilk sayılarında teknik çalışmalarını yürütürken ben, Sencer Hoca’nın titizliğine ve mükemmeli arayışına tanık oldum.
Son yıllarda da İbrahim Ekinci ve Hakan Güldağ’ın hazırladıkları “Sencer Divitçioğlu anlatıyor” kitabının hazırlanışı sırasındaki söyleşilerin bir bölümünde Asaf Savaş’la birlikte yer alıp Sencer Hoca’nın değerlendirmelerini izledik.
Şimdi burada aradan çekilip sözü Sencer Hoca’ya bırakayım: “Benim derdim bilinmeyen şeyleri çözmek. Hep öyle oldu. İktisatta da daha sonra iyice yoğunlaştığım tarihte de... Tarihe üniversiteden atılmamızın arkasındaki nedenleri çözmek için ağırlık verdim. Tarih, acaba bizlerin üniversiteden niçin atıldığını açıklanabilecek miydi? Bunu bize yapan devlet acaba nasıl bir devletti? Bunun kökeni neydi?”
Sencer Hoca eserleriyle uzun yıllar dünyamızda yaşayacak, bilim dünyamıza ışık katmaya devam edecektir. Kendisine tanrıdan rahmet, sevgili eşi Sevgi Hanım'a, öğrencileri ve dostlarına baş sağlığı dilerim. Mekanı cennet olsun...
HAKKINDA YAZILANLAR
Ne diyordu Sencer Divitçioğlu?
Mahmut Çetin
1.Köktürkler, Nuşirevan ve Peygamber Efendimiz
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed kendisinden önce yaşayan İran-Sasani hükümdarı Nuşirevan’ı adil bir yönetim kurduğu için övmüştür. Nuşirevan vefat ettiğinde Peygamber Efendimiz 30-35 yaşlarındadır.
Nuşirevan bir Göktürk prensesiyle evlenmiştir. Bu evlilikten üç prenses doğmuştur.
Hazreti Ömer zamanında Sasani Devleti ile İslam Devleti savaşır. Savaş sonunda Sasani ordusu yenilir. Alınan esirler arasında bu üç prenses de vardır. Prenseslerden Şehr Banu Ğazele ile Hazreti Hüseyin evlenir. Bu evlilikten Zeynel Abidin dünyaya gelir. Diğer iki prensesle Hazreti Ebubbekir’in oğlu Muhammed ve Hazreti Ömer’in oğlu Salim evlenir.
Bugün ‘seyyid’ olarak nitelediğimiz insanların soyu bir yönüyle Hazreti Hüseyin vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’e ulaşırken, diğer yönüyle Göktürk kökenli Sasani prensesi Şehr Banu Ğazele’ye dayanır.
Ahmet Sarbay’ın ‘Asr-ı Saadet’te Türkler’ kitabında kaynaklara dayanılarak anlatılan bu evlilik, İslam coğrafyasının önemli bir kısmını kapsayan fizikötesi yorumları gerektiren hikmetli bir evliliktir.
Sencer Divitçioğlu’nun yazdığı ‘Kök Türkler’ kitabı, Yapı Kredi Yayınları’nın neşrettiği 4 bini aşkın kitap arasında sınırlı saygın kitaptan biridir.
Göktürk Kağanlığı, 552-744 yılları arasında Orta Asya ve Çin’de hükümdarlık sürdürmüş bir Türk devletidir. Devletin kurucusu Bumin Kağan’dır. Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi Kağan ülkenin Batı kanadını yönetir. Göktürkler komşuları olan Çin, Sasani (İran) ve Bizans İmparatorluğu ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmuştur.
Divitçioğlu’nun ‘Kök Türkler’ kitabının alt başlıkları ‘Kut, Küç, Ülüg’dür... Kut=kutsallık, küç=güç, savaşçılık, ülüg=üretkenlik demektir.
Ahmet Güner Sayar, ‘Kök Türkler’ kitabının “nice lafta Türk Milliyetçisine parmak ısırtacak” bir eser olduğunu söyler.
2.Ana hatlarıyla Divitçioğlu’nun hayatı
Anne tarafından Osmanlı Maliye ve Maarif nazırlarından Ahmet Zühtü Paşa’nın torunlarındandır. Babası Necmettin Divitçioğlu’dur. 14 Şubat 1927 tarihinde İstanbul’da doğar. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirir. Doktorasını Paris Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi’nde yaptı. ‘Marx’ta İktisadi Büyüme’ (1959) adlı teziyle doçent olur.
1960-70’li yıllarda İktisat Fakültesi’nde solcu öğrencilerin öne çıkardığı öğretim üyelerinden ikisi İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’dur. Bu iki hoca o zaman ‘Marksist ikizler’ olarak görülür. Ahmet Güner Sayar, Divitçioğlu’nun Marksizm’i gündeme getirmekle anti-komünistlerin, ATÜT ile de Marksistlerin tepkisini üzerine çektiğini işaret eder.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, tahtayı kullanış tarzı, düzgün çizgileri, tabloları ve renkli tebeşirleriyle ders anlatımı çok sevilir. Dersleri Küçükömer’in mitingi andıran dersleri kadar olmasa da hep kalabalık olur. Bu dönemde militan solcu öğrenciler “İdris Sen-cer, İdris Sen-cer” diye tempo tutarak onların derslerini takip eder. İşçisiziz solun Che Guevera tarzı devrim hayalleri bu atmosferde yeşerir.
1975’ten itibaren Boğaziçi Üniversitesi’nde teorik iktisat dersleri verir.
1976 yılında profesörlüğe yükselir. 1977 yılında asistanı Asaf Savaş Akat ile ‘Toplum ve Bilim’ dergisini çıkarmaya başlar.
1982 yılında ihtilalin operasyonuyla üniversiteden uzaklaştırılır. ‘1402’lik’ diye tabir edilen öğretim üyeleri arasında yer alır. 1982-1984 yılları arasında Paris Üniversitesi’nde davetli profesör olarak dersler verir.
‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’ kitabı
Divitçioğlu hakkında; Hakan Güldağ ve İbrahim Ekinci tarafından ‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’ isimli bir kitap hazırlanmıştır. ‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’, sıra dışı bir bilim adamının, Sencer Divitçioğlu’nun bir iktisatçı-tarihçi olarak bilimsel yolculuğunun yanı sıra aile çevresi, çocukluğu, ilk gençliği, bilim ve sanat dünyasından tanıdıkları, bilim dışı ilgileriyle özgün bir tanıklığı yansıtmaktadır.
Bu kitapta Sencer Divitçioğlu’nun çok tartışılan Asya Tipi Üretim Tarzı’nın, Toplum ve Bilim dergisinin, üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra kendi deyimi ile ‘İktisadiya’dan tarihistan’a göçünün hikayesini okuruz.
3.ATÜT yolunda bir akademisyen
Sencer Hoca, çeşitli iktisat kuramlarını matematiksel bir dille ele alan teorik çalışmalar yapar. Daha sonra tarihle uğraşmaya başlar.
Sencer Hoca, Karl Marks’ın adlandırdığı ancak fazla üzerinde durmadığı ‘Asya Tipi Üretim Tarzı’nı yeniden ele alır.
Sencer Hoca’nın ATÜT’e dikkatini çeken Kemal Tahir’dir. Sencer Hoca, ‘Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler’ kitabıyla o dönem gündemde yer alan feodalizm konusuna açıklık kazandırır.
‘Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler’ kitabı, Sahaflar’da kitapçılık yapan Arslan Kaynardağ’ın Elif Yayınları’ndan neşredilir. 30 sayfalık bu küçük kitap büyük yankı uyandırır. Kitap yabancı dillere çevrilir.
ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) Türk Solu’nun ana tartışma konularından biridir. Marks’ın ‘alt yapı üst yapıyı tayin eder’ temel bakışının toplumsal hayata yansımasıyla ilkel komünal toplumdan sosyalist topluma doğru bir evrimle tarihsel bir zorunluluktur. Marks’ın toplumsal evrim şeması Ortodoks sol akımlar ve yazarlar tarafından tartışılmaz bir şablon olarak kabul edilir.
Kemal Tahir ve Sencer Divitçioğlu gibi aydınlar, Osmanlı’nın Batı’dan farklı bir toplumsal evrim geçirdiğini öne sürer. Behice Boran ve benzeri Ortodoks Marksistler, Marks’ın şablonunu savunmak için toplumsal tarihe ve hususen Kemal Tahir ve Sencer Hoca’ya savaş açar.
Sencer Hoca’ya göre Asya toplumlarında ve özellikle Osmanlı’da Batılı anlamda bir feodalite’den söz edilemez. Reaya ve sipahi arasındaki ilişkiyi şöyle yorumlar: “Reayanın toprağı tasarruf etme hakkı, onu hür köylü statüsüne sokmaktadır. Nitekim devletin bir memuru mesabesinde olan sipahinin reaya üzerindeki hakları, onun kişiliği üzerinde bir hakka dayanmayıp, toprağı işletmesinin sonucunda, devlete karşı görevli bulunduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesi için kullanılan bir hak olmaktadır. Osmanlı köylüsünün ne iktisadi, ne de hukuki bakımdan (Batı’da) ortaçağ serfinin tabi olduğu şartlara uymaz...”
Divitçioğlu’na göre Osmanlı toplumu sınıflı bir toplum olmasına karşın, bu toplumda sömürü yoktur. Toprakların mülkiyeti devlete ait olduğu için köylerde yaratılan artık-ürün de devlete aittir. Devletin el koyduğu bu artık ürünün bir kısmı mutlaka kamu işlerine ve hizmetine harcanmıştır.
4.ATÜT ve Ulusal Sinema
ATÜT çalışması Metin Erksan, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Ayşe Şasa ve bir derece de Atıf Yılmaz gibi sinemacılar tarafından benimsenir. Kemal Tahir ekolü sinemada ‘Devrimci Sinema’dan farklı bir isimle ‘Ulusal Sinema’ adıyla kendini bir akım tanımlar. Halit Refiğ ‘Ulusal Sinema Kavgası’ adıyla bu görüşün sinemadaki yaklaşımlarını kitaplaştırır.
‘Ulusal Sinema Kavgası’nın yayıncısı da Kemal Tahir’in Sağ’daki müttefiki Nurettin Topçu çizgisindeki Hareket Yayınları’dır. Hareket Yayınları, bilahare Dergah Yayınları adıyla çizgisini sürdürecektir.
5.Divitçioğlu 1965’lerden bugünkü iktidarı gördü
Toplumun değişmesi doğal bir süreçtir. Ancak toplumların değişmesi bazen sorunlu bazen sağlıklı olur.
Sosyalbilimciler bu yüzden önemlidir. Sosyalbilimciler bizim içinde yaşadığımız için doğal gördüğümüz süreçleri yorumlayarak geleceğe ışık tutarlar.
Divitçioğlu’nun 1960’larda ATÜT’ten yola çıkarak yaptığı analizler bugünü anlamak için yararlıdır. Milli Görüş Hareketi’nin doğduğu günlerde daha Nizam Partisi bile kurulmadan yazılan şu satırlar Ak Parti’nin toplumsal dayanaklarını anlamak açısından oldukça faydalıdır:
“Adalet Partisi içinde gelişen hareket ise mukaddesatçılar tarafından temsil edilmektedir. Öyle gözükmektedir ki, bu hareketin yüklendiği tarihi ve toplumsal görev, aslında üstyapı çelişkilerinden kalkarak, kuşatımı pek iyi belirtilmeden, asli sınıf ilişkilerine değinmek; yani bir yandan Batı emperyalizminin bir uzantısı olan burjuva kültürüne karşı Türk-Müslüman kültürünü savunmak, öte yandan emperyalist ve tekelci mason ve komprador iş çevreleri ile savaşmaktır. Böylece istenilen, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin mutlak egemenliğini kırarak, Türk kültürüne dönük bir toplum kurmaktır. Bundan dolayı, Konya’da yeşermekte olan, önceleri ‘takunyalılar’ diye alaya alınan, şimdi de Türk kamuoyunu derinliğine ilgilendirmeye başlayan mukaddesatçılar hareketini yakından takip etmek gereklidir. Mukaddesatçıların, yukarda ana hatları verilmeye çalışılan asli ve tali sınıf ilişkilerinden hareket ederek, ideoloji ve eylemlerini sağlam bir toplumsal temele oturtmak üzere oldukları düşünülebilir. İşledikleri konu ve yerleştikleri ortam toplumun tali ve asli çelişkilerine dayanan bir potansiyeldir. Hareketin dayanağı, başlangıcı ve geliştiği ortam, Türk halk tabakasının iktisadi ve kültürel gerçeklerini yansıtmaktadır.
Fakat ne var ki, bu hareketin başındakilerin... verdikleri demeçler, niyetlerinin..., hakim sınıf içinde mutlak bir güce sahip olan büyük şehir komprador, mason burjuvazisinin egemenliği yerine Anadolu tüccar (yarın sanayici) burjuvazisinin egemenliğini ikame etmektir. Dünya görüşleri tam olarak belirlenmediğinden vakit henüz erkense de, bu hareketin de yakın Türk toplumsal tarihinin tanık olduğu gibi, levantenler ile Müslüman burjuvazi, ittihat ve terakkiciler ile itilafçılar arasındaki hakim sınıf çatışmalarına benzediği söylenebilir. O vakit, bu çelişme zincirine bir de mason-mukaddesatçı halkası eklenmiş olur.”
6.Sencer Hoca’nın Marks’tan kopuşu
Hasan Bülent Kahraman’ın yorumuyla ‘yeniden üretim nasıl olacak?’ sorusunun beklenen cevabı Sol’un Gordion düğümüdür.
Sencer Hoca’nın çok uzun bir akademik-entelektüel çaba sonunda Marksizm’den kopup tarihe yöneliyor.
Divitçioğlu Marksizm’den kopmadan önce Das Kapital’i çalışıyor. Fakat Kapital’in 1. cildiyle 3. cildi arasında teorik kopukluk ve çelişkiler görüyor. Açıklamak için uğraşıyor, olmuyor. O arada İtalyan asıllı Cambridge profesörü Sraffa’yı yakalıyor. Onun bazı çözümler getireceğini umuyor ama bir süre sonra Sraffa da yetersiz kalıp kenara çekiliyor.
1980 dolaylarında kendisinin ‘bilim’ diyerek açıkladığı bir süreç sonunda Marks’tan büsbütün uzaklaşıyor. Marks’ın öncelikle ekonomik alandaki ‘imkânsızlıklarını’ dile getiriyor. “Marks bitti” diyor.
Divitçioğlu bunu sadece katı iktisat formülleri bağlamında değil Marks’ın sosyolojisi çerçevesinde de öne sürüyor. Asya toplumlarının farklı yapılar kurmasına karşılık Batı toplumlarının bütünüyle değişik özelliklere sahip olması Marks’ın dünyayı açıklamakta kullandığı tekli-doğrusal yöntemi çürütüyor ona göre.
Diğer eleştirisi ise Marksizm’in insanla ilişkisine yönelik. Marksizm’in insan demesine rağmen insanı unuttuğunu vurgular.
Divitçioğlu, Marks eleştirilerine rağmen “soldan yeniden bir şey çıkacağına inanıyorum” der.
7.Hatime: Marksizmi bırakmak
Sencer Hoca’nın bilimsel çalışmaları sonucunda Marksist İktisada ve Tarihsel Maddeciliğe veda eder: “İnsan çok önemli. Marksizm, insandan bahsederken insanı unuttu. İnsan sadece iktisadi çıkarları peşinde koşan varlıklar değil. Marksizmi bırakmakta zorlanma konusuna gelince... Zorlandığımı söyleyemem, bilim.”
Sencer Divitçioğlu, geçtiğimiz hafta vefat eder. Yalıköy sakinlerindendir. Divitçioğlu’nun cenaze namazı Sarıyer’de kılınır. Demirciköy Mezarlığı’nda toprağa verilir.
Cenazesine yakınları ve öğrencileriyle birlikte İlber Ortaylı, Hasan Cemal ve Sarıyer’de oturan sanatçı Emel Sayın katılır. Hazirun “iyi bilirdik” diyerek şahadet eder.
Yüce Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|