|
Oğuz Çetinoğlu
( 28.11.1938)
araştırmacı, yazar
28 Kasım 1938 târihinde Bafra’da doğdu. İlk ve Orta Okulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nde okudu.
İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mâlî müşâvir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu.
SSCB’nin dağılmasından Türk Cumhuriyetleri’nde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas âzâsı olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da; tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti.
İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı.
Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu, dergisinde yazdı. İslam, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet dergilerinde, Dünya ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu.
10 yıl boyunca (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan ve İstanbul gazetelerinde, Dil ve Edebiyat ile Yesevi ve Adana’da yayınlanan Töre dergilerinde yazmaktadır.
Üstlendiği sosyal görevler:
*Ankara Ticaret Lisesi Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığı *Ankara Meslek Okulları Öğrenci Kültür Birliği Kültür Kolu Başkanlığı
*Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Talebe Cemiyeti Başkanlığı
*Millî Türk Talebe Birliği’nde; Mayıs 1961’den Şubat 1963’e kadar Yönetim Kurulu üyeliği
*Millî Türk Talebe Birliği Ankara Şubesi Kültürel Hizmetler Grup Başkanlığı *Türk Ocakları Ankara Şubesi İkinci Başkanlığı *Karabük İşadamları Derneği Kurucu Başkanlığı *Karabük Serbest Meslek Mensupları Yapı Kooperatifi Kurucu Başkanlığı
*Türk Ocakları İstanbul Şubesi Kurucu Üyeliği *Anavatan Partisi Sarıyer İlçe Başkanlığı
*Türkiye Millî Kültür Vakfı Kurucular Kurulu Üyeliği
*Aydınlar Ocağı Genel Merkezi ve İlim İstişare Kurulu Üyeliği
*Türk 2000’ler Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği
*AVRASYA-BİR / Avrupa Asya Birliği Türk Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği
Oğuz Çetinoğlu; ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği, İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Aydınlar Ocağı İstanbul Merkezi ve Türk Ocakları İstanbul Şubesi Üyesidir.
ESERLERİ:
1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) Bilgeoğuz Yayınları
2- Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 4 Cilt 4.000 sayfa
3- Tarih Sözlüğü: (2009), Bilgeoğuz Yayınları
4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). Bilgeoğuz Yayınları
5- Altaylardan Hira’ya Türk İslam Dostluğu: (2012 ve 2013), Bilgeoğuz Yayınları
6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), Bilgeoğuz Yayınları
7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), Bilgeoğuz Yayınları
8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). Bilgeoğuz Yayınları
9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) Bilgeoğuz Yayınları
10- 115 Soruda Türk İslam Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) Yesevî Yayıncılık
11- Cihad – Gazi – Şehid: 2015, Bilgeoğuz Yayınları
12- Mutasavvıf ve Halk Filozofu Nasrettin Hoca
HAKKINDA YAZILANLAR:
TÜRKLERİN MUHTEŞEM TARİHİ
MEHMET ŞADİ POLAT
Değerli araştırmacı yazar, azîz ve muhterem dostum, gönül adamı Oğuz Çetinoğlu’nun, 9. kitabı olan Türklerin Muhteşem Tarihi isimli eserinin ilk baskısı, Nisan 2014’de okuyucuya sunulmuştu. İkinci baskısı ise Nisan 2015’te yapıldı.
Yazar, ‘Türklerin tarihinin Cumhuriyet ile başlatılmasının, ihanetle eşdeğersizlikte bir talihsizlik’ olduğunu belirtiyor. ‘Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet üçlemesi de aynı ihanetin hafifletilmiş kopyasıdır.’ Diyor ve ekliyor: Türklerin muhteşem tarihi, tarih öncesi devirlerden başlar.
Bilindiği gibi ‘tarih, yazının icadı ile başlar.’ Yazının icadından önceki zamanlar ise ‘tarih öncesi’ olarak adlandırılır. Tarih öncesine ait buluntulara ait bilgilerin büyük bir bölümü henüz kesinleşmiş değildir.
M.Ö. 220 yılı, Türk asıllı oldukları ispatlanmış olan Hun İmparatorluğu’nun kuruluş yılıdır. Hun ordusunun teşkilatlanması ise M.Ö. 209 yılında tamamlanmıştır. Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın armasında da bu tarih vardır. İnsan topluluklarının millet olabilmesi, İmparatorluk kurması, ordu teşkil etmesi kısa zaman dilimlerinde meydana gelebilecek hâdiseler değildir. Tarih öncesi çağların imkânları içerisinde bu işler, binlerce yıl gerektirir.
Kaya üzerindeki resimlerle ilgili çalışmalar yapan genç yaşta Rahmet-i Rahman’a uğurladığımız değerli araştırmacı Servet Somuncuoğlu, Ankara’nın Güdül ilçesinde 6.500 yıl önce kaya üzerine çizilmiş resimlerin aynısının Türklerin Merkezî Asya’da yaşadıkları bölgelerde bulunduğunu ispat etti. Altaylarda, Aral ve Baykal gölleri çevresindeki taşlarda çizili resimlerin kesin tarihi ise belirlenemiyor. Böylece ortaya, en azından 10.000 yıllık bir tarih çıkıyor.
Türklerin Muhteşem Tarihi isimli eserde, böylesine uzun ve mühim hadiselerle dolu bir tarih, özetin özeti verilerek 16 X 24 santim ölçülerinde, 448 sayfalık kitaba sığdırılmıştır. Yapılmak istenen, Türk tarihine bir kapı aralamaktır. Kitap bu haliyle bile, okuyucuya muhteşem bir yapı sunmakta, yapının bütün kapılarını açmak, o ihtişamı yaşamak, daha yakından görüp tanımak isteyenlere mükemmel bir rehber olmaktadır.
Kitabın bir başka özelliği daha var: ‘Tarih’ denildiğinde savaşlar ve siyasî olaylar akla gelir. Tarih kitaplarının çoğunda, milletlerin kültür, sanat, ilim ve edebiyatına ait bilgileri bulmak zordur. Bu alanın, kültür ve sanat tarihçilerine ait olduğu kanaati hâkimdir. Oysaki tarih bir bütündür. Milleti meydana getiren insanların ortak karakteri, devletlerin idarî yapısı, iktisadî hayatı, milletlerin sosyal dokusu bilinmeden, savaşların ve siyasî olayların sebepleri bilinemez. Kitapta bütün bu bilgiler, efradını câmi, ağyarını mâni ölçüsünde, akıcı bir üslup ve kolay anlaşılır bir anlatımla yer alıyor.
Kavimler göçü, İslamiyet öncesi Türk devletleri, İslamiyet’ten önce Türklerde inanç kültürü, Türklerin Müslüman oluşu, İslamiyet sonrası Türk devletleri, Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başta olmak üzere diğer Türk Cumhuriyetleri, devlet kuramamış Türk toplulukları, Türk dili, mûsikîsi, Türklerin edebî eserleri ve yazarları, Türk tarihinin âbide şahsiyetleri, ayaklanmalar, önemli savaşlar, suikastler, isyanlar ve ihtilaller, diğer mühim hâdiseler, kavramlar, İttihat ve Terakki Partisinden Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kadar Türkiye’nin yönetiminde söz sâhibi olmuş siyasî partiler… ele alınan başlıca konulardır. Sayfalar arasına serpiştirilmiş okuma parçaları, ‘Tarihte 16 Türk Devleti’ meselesi, Etrüsklerin, İskitlerin, Tatarların Türk olup olmadıkları gibi tartışılan meseleler, kitabı merakla okunur hâle getiriyor.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: [email protected] www.bilgeoguz.com.tr
(YESEVÎ DERGİSİ: Kasım 2015, Sayı: 263, Sayfa: 33)
HAKKINDA YAZILANLAR:
İMAM MÂTÜRİDÎ
Dr. AKKAN SUVER
Oğuz Çetinoğlu, çağdaş bir Türk aydınıdır. Yıllardır sâde, temiz ve âhenkli Türkçesiyle yazar. Fikrini kırmadan, dökmeden ama inancından sapmadan ortaya koyar. Sohbetine doyum olmayan bu arkadaşım geçen hafta bana bir kitap gönderdi.
Özenle, dikkatle okuyanların daha iyi kavrayabilmesi için Oğuz Çetinoğlu; Ahmet Vehbi Ecer isimli bir ilim adamına, İslamiyet'le ilgili sorduğu 115 sorunun cevabını bir röportaj ustalığıyla kitabında bir araya getirmiş.
Bu kitapta, İmam Mâtüridî'nin ortaya koyduğu İslamiyet inancıyla ilgili değer ölçülerini bulabilirsiniz. Gene bu kitapta Mâtüridî, dinimizin öğrenilmesinin ve uygulanmasının akıl kullanmaksızın mümkün olamayacağını çok sade ve kolay anlaşılır bir dille anlatmaktadır.
Allah'ın varlığının bilinmesinin metodunu anlatırken şeriat, tarikat ve tasavvuf kavramlarını hep akılcı bir metotla değerlendiren İmam Mâtüridî'nin aynen şöyle dediğine tanık olmaktayız;
‘Allah, aklı olanları dini yönden mükellef kılmış, aklı olmayanlar ilahî emrin sorumluluğu dışında tutulmuştur.’
Kitaptan aldığım özet küçük bir iki tespiti okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Dinin muhatabı insandır. İnsanlar ise bu dini akıl mertebelerine göre, öğrenim durumlarına, kültür düzeylerine göre kavrayacaklardır. Başka bir ifadeyle kişilerin yaşadıkları coğrafya, ekonomik şartlar, kültür düzeyleri oranında din değer kazanır.
Din değişmez, şeriat değişir. Zira din kalbin ve inancın fiilidir, şeriat ise organların eylemidir. Dinin yargı kalıpları mümin - kâfir şeklindedir. Halbuki kişinin eylemlerindeki (şeriattaki) hatâlar ve eksiklikler dinden çıkmayı gerektirmez. Dinin kaynağı akıldır. İnsanlar Peygamber olmadan da akıllarıyla Allah'ın varlığını, birliğini bulurlar ama ibâdetler ve eylemler (şeriat) bir peygamber tarafından bildirildiği biçimde yapılır.
Türk milleti İslam dinini benimsemekle, İslam dinini bir Arap kabile dini olmaktan kurtararak dünya dini haline getirmiştir.
Akıl, Mâtüridî'ye göre insana verilmiş ilahî bir emanettir.
Diyebiliriz ki, böylesine muhteşem bir Türk din âliminden bizler neden haberdar değiliz? Onu da yazarın dilinden alarak yazımızı sonlandıralım: ‘Maturiye mezhebinin kurucusu İmam Maturidi, Semerkantlı bir Türk'tür. Amel imamı olan ve kendi gibi Türk kökenli İmam-ı Âzam Ebu Hanife'nin görüşü olan Hanefilik ise yine mensuplarının çoğunun aslen Türk kökenli olması ile bilinir. Dolayısıyla onların vazettiği prensipler, Türklerin kültürlerine, sosyal yapılarına uyumludur. Osmanlı Devleti, tabasının çoğunluğu Türk ve Hanefi mezhebinden olduğu halde yine kendileri gibi Türk kökenli olan ve Türkistan'daki soydaşlarının mensubu olduğu itikat mezhebi Mâtüridî'yi arka plana iterek Eş'ariliğe daha fazla önem vermeye başladıktan sonradır ki, Türklerin ilmî çalışmalarında gerilemeler olmuştur. Bu kırılmanın etkileri günümüzde de devam etmektedir.’
İnanıyorum ki; Mâtüridî'nin bilinip tanınması, yarınlarımızın teminatı olacaktır.
PS: 115 SORUDA TÜRK ÂLİMİ İMAM MÂTÜRİDÎ: Oğuz Çetinoğlu'nun Ahmet Vehbi Ecer'le Röportajı, Yesevi Yayıncılık, Küçük Ayasofya Mahallesi. Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13 Sultanahmet, Fatih-İstanbul
HAKKINDA YAZILANLAR
EMPERYALİZME VE İSLAM KİSVELİ TEDHÎŞÇİLİĞE BİR CEVAP: CİHAD, GAZİ, ŞEHÎD
YESEVÎZADE ALPARSLAN YASA
DİL VE EDEBİYAT Aylık Dil edebiyat ve Kültür Dergisi: İstanbul, Nisan 2016, Sayı: 88, Sayfa: 66
❄ Kendileriyle mukaatele edilenlere [kendilerine savaş açılan Mü’minlere], uğradıkları o zulümden dolayı, [bilmukaabele harbe] izin verildi. Muhakkak ki Allâh onlara yardım etmiye kaadirdir. (Hac -22-: 39)
❄ Îmân edip de fîsebîlillâh hicret ve cihâd edenler, barındıranlar, yardım edenler: İşte hakkıyle mü'min olanlar bunlardır! Mağfiret ve bol rızk onlar içindir. (Enfâl -8-: 74)
Ömrünü araştırmacı olarak Milletine hizmete vakfetmiş fâzıl dost, velûd muharrir Oğuz Çetinoğlu’nun 2015 Kasımında piyasaya çıkan kitabı İslâmın – günümüzde tekrâr husûsî bir ehemmiyet kazanan- üç anahtar mefhûmunu ele alıyor: Cihâd, gazî, şehîd… Kitap, bir taraftan emperyalizmle ve her çeşit zulümle, İnsan Hakları ihlâliyle mücâdele husûsunda cihâd rûhunun canlı tutulmasının ehemmiyetine dikkat çekerken, dîğer taraftan bu kudsî mefhûmları istismâr ederek İlâhî Dîni ahlâksızca bir tedhîş, bir vahşet âleti gibi kullananlara hakîkat silâhıyle karşı koyuyor:
Cihâd, mahzâ Allâh Rızâsını gözeterek bütün yeryüzünde Müslim veyâ Gayr-i Müsimlere yönelik her çeşit zulmü, tecâvüzü def’etmek, en mühimmi Vicdân Hürriyeti olmak üzere Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerini tesîs etmek uğrunda ilimle, irfânla, güzel hâl ile, mal ile, can ile ve bir takım ahlâkî kaidelerle kayıdlı olarak sarfedilen muhlisâne cehddir. Binâeanleyh nefsânî sâiklerle lekelenmiş hiçbir cehd bu kudsî kelimeyle tavsîf edilemez. Kezâ gayr-i ahlâkî vâsıtalara mürâcaat eden bir mücâdele de… Ayrıca, böyle bir anlayışın muktezâsı odur ki mezkûr hedefe ulaşmak için evvelâ bütün barışçı vâsıtalar denenip tüketilmeden şiddete ve silâhlı mücâdeleye mürâcaat edilmesin, zarâr daha büyük veyâ aynı mikdârda bir zarârla def’edilmeye kalkışılmasın ve nihâyet silâhlı mücâdele de mahdûd ve ahlâkî esâslara riâyetkâr yürütülsün…
Bu târif, bu ulvî anlayış çerçevesinde fîsebîlillâh hâlisâne mücâdele yürüten herkes mücâhiddir. Barışçı vâsıtalar tüketilip zulmü def’etmek için silâhlı mücâdeleden başka çâre kalmayınca silâha sarılıp kahramanca ortaya atılan, canıyle cehd sarfeden, gazîdir. Aynı kudsî emel uğrunda cehd sarfederken can veren de şehîddir.
Bu tesbîtlerden de anlaşılacağı vechiyle, bu rûhla cehd sarfetmiyen, mücâdele etmiyen veyâ savaşmıyan hiç kimse mücâhid, gazî veyâ şehîd pâyesine lâyık değildir. Onun için meselâ “Devrim şehîdi” gibi bir tâbir, pek abestir ve ahlâksızca İslâmın mukaddes mefhûmlarını istismâr etmektir. (Bkz. ss. 149, 113, v.s.)
Kezâ, Türkiye’de “gazî” mefhûmu da sık sık şuûrsuz veyâ sû-i niyet mahsûlü bir kullanışın mevzûudur. Bu çeşit saygısızca bir kullanış, bilhassa muhtelif televizyon kanallarında neşredilen yabancı filmlerin tercümesinde dikkati çekiyor. Bu film tercümelerinde, Müslümanlıkla hiç alâkası olmıyan ve herhangi bir savaştan sağ dönmüş askerler için “gazî” tâbiri kullanılıyor. Hâlbuki Avrupa kültüründe kudsî “şehâdet” mefhûmu bulunmadığı gibi, “gazîlik” mefhûmu da mevcûd değildir. Meselâ Fransızcada bu gibi kimselere “ancien combattant” denir ki bunun Türkçe mukabili “eski muhârib”dir. Bu “eski muhârib” harbden sakat dönmüşse, ona da “invalide de guerre” denir ve bu tâbir de Türkçede “harb mâlûlü” şeklinde karşılanır. Nitekim Çetinoğlu’nun kitabının 92. sayfasında, benzeri şekilde “muhârib gazî” ve “mâlûl gazî” tâbirlerinin târifi veriliyor. Yâni kendi muhâriblerimiz bahis mevzûu olduğunda, biz onları pek şerefli bir ünvân olan “gazî” tâbiriyle zikrediyoruz.
Bu gibi husûslar, kitabın bilhassa şu pasajında pek güzel hülâsa edilmiştir:
Gazilik ve şehîdlik, mutlaka Kur’ân’da ve Hadîslerde belirtilen maksatlarla girişilen mücâdeleler sonunda erişilecek makamlardır. Dünyâ nîmetleri, emperyalist emeller veya herhangi bir sebeple sevilmeyen kişi veya kişileri yok etmek için savaşa izin verilmemiştir. Savaşın gayesi mutlaka mazlum ve zayıfları zâlimin zulmünden kurtarmak, güven ve âsâyişi sağlamak olmalıdır. Belli şartlar oluşmadan girişilen savaşlarda ölenler şehîd değildir. Bu maksatlarla girişilen savaşlarda, savaş şartlarına uygun hareket etmeyenler, herhangi bir sebeple yaralanır veya ölürlerse gazi veya şehîd olmazlar. Şehîdlik mertebesi, Hakk yolunda, zulmü bertaraf etmek ve insana yakışır değerlerle yaşama hakkını kullanmasına imkân sağlamak maksadıyla giriştiği cihâdda, canını, onu verene teslîm edenin hakkıdır. Şehîd, savaştan kendisine fayda sağlayan değil, savaşa son verendir. Allah’ın rızâsının, hak ve adâlette olduğunu bilendir. Sulh ağacını kanı ile sulayıp geliştirendir. Yaşarken temsîl ettiği insânî ve islâmî değerlere ölümüyle şâhitlik edendir. (s. 170)
Çetinoğlu’nun kitabı, târihimizi dolduran hakîkî “şehîd” ve “gazîlere” ithâf edilmiştir ve bu ithâfı îzâh eden inanç dolu kısa bir mukaddimeyle başlamaktadır:
Dünya durdukça, milletimizin bayrağının dalgalanması, ezân seslerinin susmaması için daha nice kahramanlarımız vazîfeye hazır beklemektedir… Bugün de zorlu bir süreçten, ağır bir imtihândan geçiyoruz… Daha az güçlü, daha çok ümitsiz olduğumuz günleri zaferlerle geride bıraktık. Bu zor günleri de geride bırakacağız… (ss. 9-10)
Mukaddimeyi şehîdlerimiz ve Milletimiz için kalbinin derinliklerinden Arş’a yükselen dokunaklı bir duâ tâkîb ediyor…
Kitap, başlığına uygun olarak, başlıca üç bölüm hâlinde tertîb edilmiş: Cihâd, Gazî ve Şehîd… Bunların arkasından, bilhassa şehîd ve gazî âilelerinin faydalanması için alâkalı “Mevzûat” îzâh edilmiş. Beşinci Bölümde, mevzûyle alâkalı olarak ilâhiyatçılara yöneltilen sorular ve onlardan alınan cevaplar var. Son Bölüm, “Hülâsa, Netîce ve Hüküm”dür. Duâyla başlıyan kitap son satırlarında yine duâyla sona eriyor.
Çetinoğlu, kitabında, muhtelif, hattâ yer yer aralarında tezâd bulunan müellif ve ilâhiyatçıların tesbît ve yorumlarını bir araya getirmiş. Fakat bunlardan kendi kanâatince hep en doğru olduğunu düşündüğü görüşleri nakletmiş. Bu görüşler, makalemizin başında îzâh ettiğimiz “cihâd, gazîlik ve şehâdet” târiflerine uygun düşüyor. Bilhassa vurgulanan husûslar, Cihâdın bir “dîn savaşı olmadığı” (ss. 69, 70 v.d.), yâni insanları zorla Müslüman yapmak, ne pahasına olursa olsun Müslümanlığı yaymak için yapılan bir savaş mânâsına gelmediği, üstelik savaşın dahi Cihâdın sâdece istenmiyen nihâî merhalesini teşkîl ettiğidir:
İslâmda savaş, cihâdın onlarca karşılığının ancak ve ancak en son satırında yer alabilir. (s. 162)
İslâmda savaş veyâ silâhlı mücâdelenin illeti, münhasıran Müslümanlara ve sâir mazlumlara yönelen tecâvüzdür. Yâni Müslümanın mütecâvizlere karşı tedâfüî harb yapmanın hâricinde bir hakkı, selâhiyeti, vazîfesi yoktur. (Bkz. ss. 24, 40, 47) Bu tecâvüz, kısaca, başta Vicdân Hürriyeti olmak üzere Temel İnsan Hak ve Hürriyetlerinin ihlâl edilmesidir. Bu keyfiyet karşısında dahi hemen şiddete başvurmaya, silâha sarılmaya cevâz verilemez. Çünki evvelâ barışçı vâsıtalarla tecâvüzün def’edilmeye çalışılması zarûrîdir. (Bkz. s. 90) Müslüman şiddete ancak nihâî çâre olarak ve “leş eti yemedeki zarûret mikdârı” emsâlince mürâcaat eder. Mâmâfih harb bir zarûret hâline gelince de, düşmanı mağlûb edinceye kadar ya gazî, ya şehîd olma emeliyle kahramanca savaşır.
Çetinoğlu, naklettiği yetler, Hadîsler ve bunların tefsîrleriyle, İslâmın, insânî değerlerden mahrûm, ahlâksız bir ideoloji olan tedhîşçiliği mahkûm ve tel’în ettiğini, binâenaleyh söylemleri ne olursa olsun, El-Kaide yâhud IŞİD mümâsili teşkîlâtların can düşmanı olduğunu gözler önüne seriyor. (Bkz. hassaten ss. 20-23) En üst seviyede medeniyet bânîsi bir rûhun temsîlcisi olan Müslümanlığın bu barbar hareketlerle uyuşması elbette beklenemez. Dîğer taraftan, İslâm; haysiyetsizliği, zilleti, uyuşukluğu, korkaklığı da reddeder. Müslümanı veyâ sâir inanç mensûblarını insan haysiyetine yakışmıyan bir hayâta mahkûm eden bir zümreyle mücâdeleden çekinen Müslümanların îmânında zaaf vardır. Bu kesime de îmânlarının hakîkatini göstermek ve kendilerinde izzet-i nefs hissini ve Cihâd rûhunu alevlendirmek lâzımdır. Çetinoğlu, eseriyle, bunu yapmaya çalışıyor. Baştan sona ihlâsla, inançla kaleme alınmış kitap, Netîce Bölümünde bir kere daha inancını kuvvetle dile getirerek mesajını tamâmlıyor:
…İslâm Dîni, mesajını insanlara, tebliğ ve dâvet yoluyla, İslâm düşmanlarının yaptıklarına müsâmaha ve tahammül göstererek, sabrederek iletmiştir. İçerisinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da aynı metodlarla irşâd, teblîğ ve dâvet devâm etmektedir. İslâmın yayılmasından rahatsız olanlar ve [onu] önlemeye çalışanlar, bir taraftan iftirâlarla hedeflerine ulaşmak isterlerken, dîğer taraftan da taşeron olarak kullandıkları IŞİD, Tâlibân, Tekfîr V’el-Hicret, Nusrâ, El-Kaide, Boko Haram ve benzeri terör örgütleriyle İslâmiyeti terörle özdeşleştirip karalamaya, zayıflatmaya çabalıyorlar.
İslâmiyet cihânşümûl bir dîndir ve mesajı bütün insanlığadır. Belli bir zamâna, belli bir ırka ve belli bir coğrafya dilimine âit değildir. Varlığını kıyâmete kadar devâm ettirecektir. Onun gelişmesini önlemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. İslâmın huzûr, güven ve barış müjdecisi olan berrak, samîmî ve muhteşem muhtevâsı, bütün dünyâya ve insanlığa vâdettiklerini vermeye devâm edecektir. (s. 177)
ESER-AYRINTI
HER YÖNÜYLE KÂZIM KARABEKİR
Yazar : Oğuz ÇETİNOĞLU – Mehmet Şadi POLAT
Sayfa sayısı : 456
Kağıt : Şamua, 70 gr.
Ebat : 16,5x23,5cm
Boğaziçi Yayınları 2017
Baskı : Erkam Matbaası
Barkod : 9789754513684
Kâzım Karabekir Paşa, asker sıfatıyla ülkesinin kurtuluşu için cepheden cepheye koştuktan sonra, sivil hayatında da Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda mühim vazifeler üstlenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve kaleme aldığı her biri yekdiğerinden kıymetli 50’den fazla kitap, O’nun başarılarını taçlandıran çalışmalardır.
Paşamız; kurtuluştan kuruluşa, kuruluştan kalkınmaya, Kürt ve Ermeni meselesinden eğitime kadar her sâhada düşünmüş, ve çözümler üretmiştir.
Gerek askeri, gerekse sivil hayatta, yetim çocukların yetiştirilmesi, meslek sâhibi insanlar olarak cemiyete kazandırılması, kimsesiz kalan Ermeni çocuklarının yurtlara yerleştirilmesi, Karabekir Paşa’ya ayrı bir ihtişam kazandırmıştır.
HER YÖNÜYLE KÂZIM KARABEKİR isimli kitapta, Karabekir Paşa hakkında akla gelebilecek bütün sorular, hakkında yazılmış bütün kitaplar, tezler ve makaleler, kılı kırk yararak incelenmek suretiyle cevaplandırılmıştır.
Denilebilir ki Kâzım Karabekir Paşa ile alakalı hiçbir bilgi, bu kitabın dışında bırakılmamıştır.
Hacmi mütevâzı, muhtevâsı dolgun bu eser; Türkiye’nin kalkınmasına ve her yönüyle gelişmesine katkıda bulunmayı kendilerine ideal olarak seçen gençlere örnek teşkil edecek bir şahsiyeti tanıtan başucu kitabıdır.
SÖYLEŞİ
Bu Haftaki Köşem Oğuz Çetinoğlu'na ait
http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazilar/YaziDetay/11663
Günümüz yazarları arasında birçok dalda okuyucusuna eserler yazan pek nadirdir. Yani, bizim gibi az okuyan ama onun ahkâm kesen toplumlar, ancak yandaş ve popülist yapım esiri olmuş yazarlar türetir.
İşte bu haftaki yazım, hikaye boyunca çeşitli gazete ve dergilerde yazı yazarının yanında Tarih, araştırma ve edebiyat konulu yirmi iki eserin altında imzası olan yazarımız değerli Oğuz Çetinoğlu Beyefendiye ait.
Kendisinin lütfedip, imzaladığı dört eserden yazılı alıntılar yapıp, takdirlerinize sunuyorum.
“Ses Kaynağımız Türkçe” Kitabından:
“ Oturmakta olduğumuz semtin sokaklarına, belediye tarafından iri yapısına rağmen güzel görünümlü çöp üzerine konuldu. 'Tam da ne Hoş…' diyecekken, üstünde yazı gırtlağıma sarıldı ve onu boğdu: Kocaman harflerle: 'Evsel Atıklar' yazıyordu. 'Sel' - 'Sal' takılı bütün kelimeler, (kumsal, uysal gibi bir ikisi hariç), Türkçemizin böğrüne saplanmış hançerdir.
Neden ' ev atıkları' değil de 'evsel atıkla r'? Bilen var mı?
Birkaç 'Türkçe hassasiyetli' dostun katılımı ile bir ekip oluştursak, ellerimize boya ve fırça alsak, ' evsel atıklar ' yazılarını ' ev atıkları ' şeklinde düzeltsek… Kamu malına zarar verdiğimiz için bizi mahkemeye verirler mi?
Olabilir.
Mahkemede dâvamıza bakan, ' hâkim ' ise berat ederiz. ' Yargıç ' ise mahkûm oluruz…
Vazgeçtim. (Ses Kaynağımız English: Sayfa: 111 Bilgeoğuz Yayınları)
"Her Yönüyle Kazım Karabekir" Kitabı:
İsmet İnönü ile Kâzım Karabekir Paşa arasında geçen bir konuşmadan:
“-Gördün mü Kâzım? Her şey mahvoldu. Vaktiyle ilgili sürüklediler ve bitirdiler. Derdim ki batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat benim hiçbir ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi Kâzım? Köylü olalım, askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var? Birleşelim, Kâzım ağa, İsmet ağa olalım. Çiftlikte hayatımıza devam edelim. "
“-İsmet ne söylüyorsun? Zannediyor musun ki bizi yaşatacaklar. Ermeniler, Rumlar şarktan, garptan Türk'ü boğacaklardır. Alacak param yok ki ki benim bir tarla alacak param yok, olsa da ayaklar altında zelilâne (alçakça) ölmektense, milletimizin bu kadar senelik yediğimiz ekmeğini namuskârane ölmekle ödemek daha çok yakışmaz mı? " (Her Yönüyle Kâzım Karabekir. Sayfa: 208 Boğaziçi Yayınları)
"Büyük Türk-İslâm Âlimi Mâturîdî Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri" Kitabı :
“İslâm âlemindeki huzursuzluğun, görünen en önemli sebeplerinin giderilmesi için Mâtürîdî, oldukları gibi çözümler çözümler üretmektedir. Ancak bu çözümler, tarihin derinliklerinde kalmıştır. Bilindiği gibi Mâtürîdî, dönemin islami ilimler çevresi olan Mekke, Medine, Bağdat, Basra, Küfe ve Şam bölgelerinden uzakta, Türk diyârı Mâverâü'n-Nehr bölgesinde yaşamıştır. Bu sebeple biraz da ırkî mensubiyeti ile ön plana çıkamayışı, oluşturduğu rekabette cihanşumul olmasını diğer diğer da yıpranını engellemiştir. İncelendiğinde görülecektir ki oluşturduğu sistem sağlamdır. Aynı çağda diğer İslam âlimlerinin geliştirdiği gibi felsefeyi, astronomiyi ve fen ilimlerini kırmızı veya ihmal etmemiştir. ”(Kitabın arka kap alıntı alıntı.
Büyük Türk-İslâm Âlimi Mâturîdî Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri: Bilgeoğuz Yayınları.)
"Mutasavvıf ve Halk Filozofu Nasrettin Hoca" Kitabı:
“Nasrettin Hoca'nın Şahsiyeti ve Şöhreti
Nasrettin Hoca'nın tarihin bir döneminde yaşamış bir şahsiyet mi yoksa halkın muhayyilesinde yaratılmış bir isim mi olduğu, nereli sayılması farklı konular gibi tartışılmıştır. Doğru neticeye ulaşılabilmesi için araştırmanın edebiyat tarihçisi tarafından mı, folklor araştırmacısı araştırmacısı ile mi ilgili sorusuna da cevap aranmıştır.
Türkiye'de Nasrettin Hoca hakkında ilk derin ve derin araştırmaları yapan Mehmet Fuad Köprülü'dür. (1890-1966) Sonraki günümüzde bu tartışmalar, farklı beyanlar hep olagelmiştir. En çok da Hoca'nın nereli olduğu konusu ele alınmıştır. Büyük hacimli bir ansiklopediyi dolduracak şekilde doldurulacak şekilde özetlenebilir: Nasrettin Hoca hakikatte yaşamış bir şahsiyettir. Ancak halkın muhayyilesinde, aslına sadık kalınmakla birlikte zenginleştirilmiş bir şahsiyet olarak günümüze intikal günü. Yaşayan Nasrettin Hoca, Yunus Emre gibi, Sarı Saltuk gibi, Danişmend Gazi gibi, Mete Han gibi bir efsane, bir destan ve belki de bir masal kahramanı hüviyetine büründürülerek günümüze intikal yerinde. Edebiyatımızda, kültürümüzde bu şekliyle yaşamaya devam etmektedir. Onun haliyle bizimdir, bizdendir. O'nun bilinen insânî,
(Mutasavvıf ve Halk Filozofu Nasrettin Hoca: Sayfa: 23 Bilgeoğuz Yayınları)
www.biyografi.net (Binlerce Biyografi) |
|
|
|