|
Yahya Kemal Beyatlı
( 1884)- (1958)
şair, yazar, düşünür
milletvekili, büyükelçi
1884 yılında Üsküp'te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh'tır. İlköğrenimini Üsküp'te gördü. İstanbul Vefa Lisesi mezunu. Başlangıçta Sultan II.Abdülhamit yönetimine karşı muhaliflerin safında yer alarak Paris'e kaçtı.
Fransa'da 9 yıl kaldı. Siyasal Bilgiler okurken hocası Albert Sorrel'in uyarıları etkili oldu. Düşüncelerinde değişmeler oldu. Fransız edebiyatını yakından tanıma imkânı buldu. Doğu Dilleri Okulu'na devam ederek Arapça ve Farsça'sını geliştirdi. 1913 yılında İstanbul'a döndü.
Darüşşafaka, Medresetü'l-Vâizin ve Darülfünûn'da Tarih ve Edebiyat dersleri okuttu. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Lozan Konferansı'na katıldı.
1923 yılında Urfa milletvekili seçildi. Çeşitli ülkelerde diplomatik görevler alarak Türkiye'yi temsil etti. Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekilliği yaptı. Pakistan büyükelçiliği görevinden emekli oldu.
1 Kasım 1958 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Şiirinin Özellikleri
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir. Aruzla yazdı. Klasik şiirimizin temel özelliklerine bağlı kalarak, kendine özgü bir şair oldu. Sanatta ve edebiyatta millî ve manevî değerlere bağlı kaldı.
ESERLERİ:
Şiirleri:
Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş, Bitmemiş Şiirler.
Fikir ve Hatıra Kitapları:
Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi Hikayeler, Siyasi ve Edebi Portreler, Edebiyata Dair, Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım, Tarih Muhasebeleri, Mektuplar-Makaleler
HAKKINDA YAZILANLAR
Yahya Kemal'in Dünyası Süheyl Ünver ŞEHİR YAYINLARI
Yahya Kemal (Eve Dönen Adam) Beşir Ayvazoğlu ÖTÜKEN NEŞRİYAT
Yahya Kemal Beyatlı Heyet TOKER YAYINLARI
Yahya Kemal Ahmet Hamdi Tanpınar DERGAH YAYINLARI
Yahya Kemal Beyatlı Yaşamı ve Yapıtlarını Okuma Kılavuzu Kemal Bek ÖZNE YAYINLARI
ENGLİSH BİOGRAPHY
YAHYA KEMAL BEYATLI
Yahya Kemal, who is one of the most powerful poets of today, was born in 1884 in Uskup. He died in Istanbul in1958. He never forgot the glorious periods of Ottoman empire and his longing for Balkans. He went to Paris in his youth and entered Political Sciences school. He turned back to Istanbul nine years later and worked as Warsaw, Madrid, Karasi ambassador. He was elected as deputy from Tekirdağ and Istanbul. He could not publish his poems when he was alive. His books were published after his death. His real name is Agah. Since he was from the grandsons of Sehsuvar Pasha, he took the surname Beyatlı. Yahya Kemal, who went to Paris in 1903, thus saved himself from being influenced by Abdulhak Hamit and Tevfik Fikret, who greatly influenced Turkish poetry before him.
However, that Albert Sorel who taught European History in the Political Sciences Faculty he attended, nearly did not talk about Ottomans at all, harmed his national pride. So, Yahya Kemal, studying Rising Period of his history, became an Istanbul poet at last. Yahya Kemal's first poems were published under the name Bulunmuş Sayfalar after 1912, but he did it very rare. The date of publication of his Açık Deniz poem he wrote in Paris in 1912 is 1925. The reason why he did so is his fastidiousness and his habits he obtained from French poets he saw.
Since he weighed vocal structure of words and prosody harmony in poetry, he constantly changed his lines. However, he started to publish poems frequently in the last fifteen years of his life. Yahya Kemal, who was brought up with a good cultural education, worked for a University between 1915 and 1923 in Istanbul and taught "Western Literature History" and "Civilization History" lessons.
The great poet who attended Losan Peace Delegation in 1922 as consultant was elected as Urfa deputy for Second Turkish Parliament in 1923, and became our Warsaw ambassador in 1926, and Madrit in 1929. Then he attended Turkish Parliament again as a deputy and remained as a deputy until seventh election period. Beyatli taught Western Literature fo a period of time in the University. But since he was not prepared for that kind of education, he could not continue. Rather, he transferred his knowledge and emotions to others. His famous Emirgan conversations lasted for years.
Although he has prose writings, articles and conversations except for his poems, his real personality is determined by poetry. His books comprise three groups: Lyric poems and similar poems he wrote under influence of old poetry, real Istanbul poems, and simple poems in which metaphysic or philosophical issues such as death and post-death were the topic. His historical taste revealed itself especially in Istanbul poems and his historical knowledge was deepened on Istanbul's conquest.
Yahya Kemal Beyatlı was an artist confident in himself. He did not like other artists easily. He was happy for having fans of him around him. He liked reading poems with a certain melody, whether or not it was appropriate for that individual poem. He was cheerful and was full of imaginary fears. He ceased his relations with his family completely. One sentence he uttered in Ataturk's presence during dinner is reputed:
Atatür asked:
- Yahya Kemal Bey, What did you like in Ankara most?
The new deputy replied:
- Turning back to Istanbul, my Pasha...
Melek Celal Sofu (painter) remembers that he could not marry Celile Hanim, with whom he fell in love in his youth, deprived him of being able to set up a home for all of his lifetime and no woman could make him forget that love. Many poems such as Erenköyü'nde Bahar and Geçmiş Yaz are consequences of this love.
On the other hand, we see that he wrote a advertisement poem consisting of two lines for Kavaklıdere Wine Factory in years he underwent financial troubles much:
Biz veda etmek üzereyiz kedere
Getir ahbap bir Kavaklıdere
Yahya Kemal had more of a power of turning a simple sentence into a poem. He turned Suleyman Nazif's sentence about İbnü'l Emin Mahmud Kemal into a poem with addition of one more line as follows:
Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine,
Being the the original sentence, he added
Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
and turned it into a poem.
The product of his literary life more than forty years is less than forty pieces of works. But they are all distinguished and unique.
ŞİİRLERİ
Süleymaniye'de Bayram Sabahı
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
*
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
*
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
*
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr'i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
*
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd'den, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
*
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
*
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
*
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Şiir ve şahsiyet
Mehmed Niyazi
19 Kasım 2012
On dokuz yaşında şiiri bırakıp başıboş bir hayat sürmeye başlayan Rimbaud gibi kuyruklu yıldızlar sanat dünyasında çok ender görülür. Onların şiirleri daha ziyade duyguyla örülmüştür, düşünce ve felsefeyi harç olarak kullanmadıkları için birkaç istisnası hariç, köpükte kalmışlardır; zevkle okunsalar bile fazla etkileyici değillerdir.Yeteneği inkar etmemek kaydıyla sanat şahsiyet ve idrakin ürünüdür. Bunlar gökten zembille inmez; bir ortamda dokunur, eğitim ve öğretimle seviye kazanırlar. Sanatkarı kültür, düşünce, acılar besler; çalışmak ise en önemli özelliğidir. Bunları Yahya Kemal’in şahsında ve şiirinde yakından müşahede etmekteyiz. Gözlerini dünyaya geleneksel Müslüman bir Türk ailesinde açtı. İlk dini terbiyesini ona sık sık, “Oğlum dünyada iki insanı sev; Peygamber Efendimiz’i, bir de Murad efendimizi” diyen annesinden aldı. Her Müslüman’ın gönlünün zirve noktası şüphesiz ki Peygamber Efendimiz’e aittir. Birinci ve İkinci Murad’ların Balkanlar’daki Türklerin hayatında çok ayrıcalıklı yerleri olduğu için onlara da farklı bakmaktadırlar. Oraların vatan iklimine bürünmesinde bu iki Hakan’ın kanı ve kılıcı çok etkili olmuştur. Yunus’un ilahilerinin, Ahmediye ve Muhammediye gibi kitapların okunduğu bir evde Yahya Kemal şahsiyetini bulmaya başladı. Sekiz-dokuz yaşlarındayken Leskofça muhacirlerinden Hüseyin adında yanık bir Müslüman ona Battal Gazi Destanı’ndan parçalar okuması, Budin, Belgrad türküleri söylemesi şahsiyetinde etkili olmuş, yıllar sonra ona şu mısraları yazdırmıştır: “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik/ Ak Tolgalı Beylerbeyi haykırdı ilerle/ Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle”.
Yüzyıllarca Müslümanlar Balkanlar’da “millet-i hakime” idiler; gün geldi pozisyonlarını kaybetmekle kalmadılar; feci muamelelere muhatap olmaya başladılar. Böyle muameleler lügatlerinde yoktu. Çünkü Hıristiyan, Musevi, hatta ateist olsa bile insan eşref-i mahlukattı; onlar din kardeşleri değilse de “Yaradılışta eşleri”ydiler. Fakat muhataplarının insan anlayışları inançla sınırlıydı; bu da onları derinden yaralıyordu. Gerçi Yahya Kemal’in çocukluğunun geçtiği bölgeye Osmanlı hakimdi; fakat Devlet-i Aliyye eski günlerinde değildi; bu da onları tedirgin ediyordu. Böyle bir ortamda yüzyıllarca her bahar kuzeye doğru dörtnal atlarını süren atalarının özlemini duyup dile getirmesi tabii idi: “Aldım Rokofça kırlarının hür havasını / Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını”.
O da modaya uyup hürriyet uğruna (!) Fransa’ya kaçtı. Fakülte hayatından ziyade sanat dünyasını tercih etti. Oralarda bohem atmosferi hakimdi. Çocukluğunda dimağı, şahsiyeti sağlam örüldüğünden bu bohem ikliminden sanatı için gerekli olanı aldı. Fakat Batı’nın kültüründen etkilendiği kadar ilminden nasiplenmediğinden vatana dönmesine rağmen idraki yine orada kaldı; aklı oranın ilminde değil, irfanındaydı. Onun da temeli eski Yunan’a dayanıyordu. Onlar gibi olmak için biz de Batı’nın kaynaklarından beslenmeliydik. Onun bakımından kültürümüzün hamle yapmasının biricik yolu “Nev Yunanilik” idi. Kendi dünyamıza sırt dönüp Greko-Romen kültür havzasında yerimizi almalıydık. “Bergama Heykeltıraşları”, “Sicilya Kızları” adlı şiirlerini yazdı; “Bir Kitab-ı Esatir” , “Tiyatro”, “Çamlar Altında Muhasebe” ve benzeri makaleler kaleme aldı. Yahya Kemal’in kumaşında tefekkür ve şiir vardı; yazdıklarında bir seviye bulunmakta idi; Bergama Heykeltıraşları şiirinde şöyle diyor: “İnsan vücudu, bazen açık, bazen örtülü / Her çizgisiyle sanatı canlandıran büyü...” Fakat bu sırada geçimini temin etmek için mutlu bir rastlantıyla tarih ve medeniyet tarihi hocalığı vesilesiyle mazimize eğilmek zorunda kaldı. İşte o zaman neye veda ettiğini, milli açıdan ne gereksiz şeylerin peşinden koştuğunu idrak etti. Bu hususta en büyük yardımcısı çocukluğunda şahsıyla ilgili aldıklarıydı; kendi tabiriyle “Mektepten eve dönmesini” onlar sağladı. İkliminden aldıklarını nasıl bize verdiğini, Yunanilik dönemindeki yazdıklarıyla mukayese edilemeyecek kadar lirik olan şu mısralarında da şahit oluyoruz: “Vur pençe-i Ali’deki şemşîr aşkına,/ Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına./ Düşsün çelengi Rûm’un, eğilsün ser-i Frenk,/ Vur! Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına.”
HABER
Yahya Kemal Beyatlı Oratoryosu sahneleniyor
Sevinç Özarslan
7 Temmuz 2014
Devlet Opera ve Balesi sanatçısı, müzik yönetmeni ve piyanist Dr. Aydın Karlıbel’in, Yahya Kemal’in 12 şiirini bestelediği oratoryosu yeni sezonun repertuarına alındı. Karlıbel, şairin 50. ölüm yıldönümü için yazdığı, fakat altı yıl gecikmeyle seslendirilecek olan bestesinin hikâyesini anlattı.
Yahya Kemal Oratoryosu’nu ne zaman bestelediniz?
2008 yılında, şairin 50. vefat yıldönümünde besteledim. Bu eser üzerinde 6 yıl çalıştım. Ama maalesef o yıl çaldıramadım.
Neden çaldıramadınız?
Çünkü zor bir eser. Muazzam bir kadro gerekiyor. Bakın kadroyu söyleyeyim. Büyük bir orkestra var, Türk sazları (ud, kemençe, yaylı tanbur) var... Böyle bir esere girişirken Yahya Kemal’in felsefesini hesaba katmam gerekiyordu. Eserin kurumda kabul görmesi zaman alıyor. Hazırlık aşaması uzun.
Niye başka bir edebiyatçı değil de Yahya Kemal? Hepsinin ölüm, doğum yıldönümü gelip geçiyor...
Çünkü Yahya Kemal’in şiir dünyasına çok aşinaydım. Çocukken, rahmetli babam, şiirlerini bize ezbere okurdu. Kabataş Lisesi mezunuydu kendisi. Ayrıca hocaların hocası olarak ünlenmiş bir efsanenin, Salim Rıza Kırkpınar beyefendinin yakın dostuydu. Bu arada Aşiyan’dan yansıyan ruhun; Yahya Kemal’i Sevenler Derneği’nin, merhum Eşref Denizhan’ın Saint Michel, Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki değerli edebiyat hocalarımın bana tuttukları ışık, verdikleri feyiz için şükran borçluyum.
Çocukluğunuz edebiyatçıların arasında mı geçti?
Evet ama devamı var. Babam Büyükada’daki Anadolu Kulübü’nün müdürlüğünü yaptığı sırada da edebiyatçılar hep çevremizdeydi. Orada Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Samet Ağaoğlu, Yusuf Ziya Ortaç’ı tanıdım. Yahya Kemal de daha önceleri Büyükada’da kalırmış. Ama beni ona yaklaştıran küçük bir ayrıntı daha vardır…
Nedir o ayrıntı?
Şairin son yıllarını geçirdiği Park Oteli vardı, Taksim Gümüşsuyu’ndan aşağı inerken. Cemal Reşit Rey hocam, senfoni orkestrasını yönetirken provaları bu otelde yapardı. Provalara beni de götürür, orkestraya katardı. Eserlerinde, çelestayı (konsol, piyanoya benzeyen vurmalı orkestra çalgısı) ben çalardım. Orkestranın ses dünyasına girmem için yapardı bunu. Onun sağ koluydum, asistanlığını yaptım. Bana çok şey öğretti. Orada çok güzel anılarımız oldu.
Hocanızla unutamadığınız anılar ve Yahya Kemal’in de orada yaşamış olması mı size ilham verdi?
Bütün bu güzel anıların birikimiyle mümkün olmuştur şüphesiz. Bir de yine hocam derste anlatmıştı. İki dev sanatçı bir gün Fransa Dinard’da karşı karşıya geliyor. Burası med-cezir olaylarıyla ünlü bir sahil beldesi. Nasıl olduysa orada bir gün buluşmuşlar. Yahya Kemal, Cemal hocama Shakespeare’den soneler okumaya başlamış. Fakat bir anda deniz yükseliyor, zor kaçıyorlar.
Oratoryo için Yahya Kemal’in kaç şiirini bestelediniz?
12 şiirini. Şarkı, Bebek Gazeli, Erzurum Gazeli, 1918, Bedri’ye Mısralar, Bir Tepeden, Bir Başka Tepeden (iki ayrı beste), İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar, Mahurdan Gazel, Baki’nin Gazeli ve Perestiş.
Baki’nin Gazeli niye var? Şiirleri bestelerken kendinize yakın bulduklarınız oldu mu?
Yahya Kemal, Baki’yi çok severdi, bu nedenle onu besteledim. Babamın adı Bedri olduğu için Bedri’ye Mısraları kendime yakın hissettim. Bir Başka Tepeden’i ise iki kez besteledim. Aynı şiire iki ayrı müzik yazarak başka tepeden/makamdan anlatmak istedim. Üsküdar şiirinin güzelliğini anlatamam, beni çok etkiledi. Eser, iki bölümden oluşuyor. Şiirleri koro okuyor, enstrümantal bölüm var arada. Sonrasında da Perestiş ile sona eriyor.
Perestiş ne demek?
Derin hayranlık demek. Yahya Kemal bu şiiri, muhtemelen Abdülmecit devrinde yaşamış bir güzele ithaf ediyor. Şiirde bir kadına duyulan büyük hayranlık, aşk var. Fakat Perestiş için öyle bir müzik yazdım ki, sevgilinin aşkından ilahi aşka yöneliyor. Yürük semai üslûbunda yazıldı.
Eseri biz ne zaman dinleyebileceğiz?
Yeni sezonun repertuarına alındı. Yahya Kemal’in vârisi Sinan Özbalkan beyefedinin ilgisi ve desteği için müteşekkirim. Bestem, şu anda çalınmaya hazır. Provaların tarihi henüz belli değil ama besteci olarak çok heyecanlıyım. Orkestralı, korolu bir eserim icra edilecek.
Cemal Reşit Rey'in Çelebi Operası yayımlanmayı bekliyor
Aydın Karlıbel, 1980’de vefat edene kadar Cemal Reşit Rey’in 19 yıl öğrencisi oldu. Önce Nişantaşı’nda, sonra Beşiktaş Serencebey’deki evine ders için çok gidip geldi. Rey’in 40 yılını verdiği Çelebi Operası’na ve daha birçok bestesinin yazılmasına o evde yakından tanıklık etti. Fakat ünlü besteci vefat ettikten sonra Çelebi Operası ortadan kaybolmuştu. Daha doğrusu Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin kütüphanesinin arşivinde unutulmuştu. Hocasının el yazısı ile yazdığı o eseri 2005’te tozlu raflarda bulup ortaya çıkaran Karlıbel, o günden beri eserin notalarının bilgisayara aktarımı için uğraşıyordu. Devamını kendisinden dinleyelim: “Sekiz yıl boyunca notalarını temize çektim. 430 sayfalık eser oldu. Ayrıca hocamın Fatih Senfonisi ve diğer piyano bestelerini bilgisayara aktardım. En büyük arzum bunların yayınlanması. Yayımlanırsa öncelikle hocamın eseri basılmış olacak. Bugüne kadar hiç yapılmadı bu. Ayrıca Türkiye’deki müziği merak edenlerin işine yarayabilir bu eser. Müzik ansiklopedisi niteliğindedir. Lale Devri’nde yaşayan Çelebi Mehmet Efendi ve Fatma’nın aşkını anlatan opera dört perdelik bir abide. Cemal Reşit Rey burada bütün hünerlerini gösteriyor. Sanatını en mükemmel haliyle temsil eden, bize öğreten, ondan kalan en büyük yadigarlardan. 40 yıldan fazla üzerinde uğraştığı bir eser. Kuyumcu titizliği ile işlemiş.”
Aydın Karlıbel’in Yahya Kemal Oratoryosu dışında Eyyubiler ve Piri Reis operaları, Atatürk Senfonisi ve marşları bulunuyor. Karlıbel’e bunlar ne zaman seslendirilecek diye soruyoruz: “Daha büyüklere yer veriliyor; Verdi, Puccini, Rossini gibi. Aslında aziz hocamın Çelebi Operası’nın sahnelenmesi en büyük arzumdur.” diyor.
HABER
Yahya Kemal Oratoryosu
26 Eylül 2014
Devlet Opera ve Balesi sanatçısı, müzik yönetmeni ve piyanist Dr. Aydın Karlıbel’in, Yahya Kemal’in 12 şiirini bestelediği oratoryosunun prömiyeri Samsun Devlet Opera ve Balesi tarafından 6 Nisan 2015’te yapılacak.
Karlıbel’in şairin 50. ölüm yıldönümü için yazdığı, fakat altı yıl gecikmeyle seslendirilecek olan oratoryoyu Kıvanç Tepe yönetecek. 2, 5 ve 6 Mayıs 2015’te ise İstanbul’da İstanbul Devlet Opera’sı tarafından seslendirilecek.
GÖRÜŞ
Yahya Kemal’e dair
Mehmed Niyazi
10 Kasım 2014
Yahya Kemal, böyle bir kasım günü sabah saatlerinde (1 Kasım 1958) Cerrahpaşa Hastanesi'nde vefat etti.
Rivayet edilir ki son söz olarak söylediği, Baki'nin “Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız" mısraı olmuştur. Ölümünden bir gün önce ise dostlarına söylediği son beyti şöyle idi: “Ölmek kaderde var yaşayıp köhnemek hazin / Bir çare yok mudur buna ya Rabbulalemin." Vasiyeti gereği çok sevdiği Boğaz'da Rumelihisarı Mezarlığı'na defnedildi. Mezar taşına da Şirazlı Hafız için yazdığı şu ölümsüz mısralar yazılıdır: “Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde / Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter / Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter
Yahya Kemal'in milli duyguları üzerinde annesinin derin etkisi bulunur. Çocuğuna Kur'an öğretir, Muhammediye okuturdu. Bir gün annesi ona şunu söylemişti: “Oğlum, dünyada iki insanı sev. Peygamber Efendimiz'i bir de Sultan Murad Efendimizi…” Balkan Türkleri arasında Birinci ve İkinci Kosova zaferleri karıştırılır; iki ayrı hakan olduğunu bilmezler; iki Sultan Murad'a da büyük hürmet vardır.
Nesri de çok güzeldir, ama Yahya Kemal denince akla şiir gelir. Şiirinin en önemli unsuru tarihtir. Bu tarih şuuru bizi Batı'ya karşı aşağılık duygusundan kurtaracaktır. Tabir caizse, tarih milletimizin nereden geldiğinin, nereye gideceğinin pusulasıdır. Milli olmak, milleti lif lif yoğuran tarihi sevmekle mümkündür. Tarihe yaslanan milliyetçiliği; “kökü mazide olan ati” mısraıyla özetler. Kendisinin sadece Osmanlı tarihine hayran olduğunu söyleyenlere karşı çıkar. İddiasına göre yeni vatanın fethi Malazgirt'ten başlar. Zira bunu “Süleymaniye'de Bayram Sabahı” şiirinde vurgulamaktadır; “Ta Malazgirt ovasından yürüyen Türk oğlu / Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu / Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli / Çok büyük bir işi görmekle yoğrulmuş belli.” İdrak kemale erince tarih milletin aynasıdır. Fakat elbette Osmanlı yılları milletimizin yüzünü ağartmaktadır. Coşkuyla gelecek nesillere mal edilmelidir. “Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı / Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı / Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle / Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle / Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden / Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden”
Yahya Kemal, ırkı renk, kan ve kafa yapısı gibi maddi şeylerde aramaz. Ona göre ırk, bir coğrafya üzerinde yaşanmış tarihin verimidir. Aynı coğrafyada aynı kaderi paylaşmaktır. Bunu şu dörtlükle ne kadar güzel ifade etmiş; “Irkın seni iklimine benzer yaratırken / Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış / Tarihini aksettirebilsin diye çehren / Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış”
Vatan da onun şiirinde önemli bir konudur. Ona göre vatan ne filozofun fikri, ne de şairin duygusudur. O bir topraktır; cedlerin hatıralarının, mezarların bulunduğu mekandır. Camiler, kervansaraylar, sebillerdir. Vatan bu milletin ait olduğu yerdir. Tehlike baş gösterince ömründe hiç İstanbul'u görmemiş Muşlu, Trabzonlu, Üsküplü hayatını hiçe sayar. Büyük mütefekkirimiz ve şairimiz, ırkla vatanın birliğini konferanslarında şöyle anlatmıştır: “Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında tam bir ahenk varsa, orada gözlere bir vatan görünür.”
Yahya Kemal, İslamiyet'i en mükemmel din olarak kabul eder. Halkımızın hayat telakkisi Müslümanlıkla yoğrulmuştur. İslam mimarisinde kaydettiğimiz tekamül, inşa ettiğimiz mabetlerdeki heybet ve ruhanilik, minarelerimizde ezanı bir musiki gibi okuyuşumuz, tekbir, salavat gibi bestelenmiş ibadetler, milletimize ruh ve coşkunluk verir. Müslümanların dünyadaki durumu bugünkünden daha kötü iken bile İslam'ın gür sadasını bakın nasıl haykırıyor: “Emri Bulendsin ey ezan-ı Muhammedi /Kafi değil sadana Cihan-ı Muhammedi / Sultan Selim-i evveli ram etmeyip ecel / Fethetmeliydi alemi şan-ı Muhammedi.”
Musikimiz de onun vazgeçemediği bir konudur; zira milli varlığımız onunla inşa edilmiştir; “Musikimizden bir taraftan din / Bir taraftan bütün kainat akmış / Her taraftan Boğaz, o şehrayin / Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış / Nice seslerle gök, gök ve yerlerimiz / Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz / Bize benzer bir kainat akmış.”
‘Mısra benim namusumdur' dediği söylenmektedir. Otuz yaşına kadar bütün şiirlerini acımasızca yırtıp atmıştır. Zaten bir şair, yazar yazmasını bilir, yırtmasını da bilirse, artık o sanat merdivenlerine tırmanmaya başlamıştır. Nitekim Yahya Kemal'in de en sevilen şiirlerini elli altmış yaşlarından sonra vermiş olması, bizim edebiyatımızda bir yeniliktir. Bu durum onun şiirlerini his, ilham ve hevesle değil, kültür ve felsefenin derinlikleriyle yazdığını bizlere göstermektedir. Sanat bir sabırdır; bu da Yahya Kemal'de hakkıyla vardır. 1917'de başlayıp 1956'da sona eren Selimname bunlardan biridir.
HABER
Yahya Kemal Beyatlı anılıyor
24 Kasım 2014
Yahya Kemal Beyatlı, doğumunun 130. yılında bir panel ve konserle yâd edilecek.
Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde 24 Kasım 2014 15.30’da başlayacak olan “Doğumunun 130. yılında Yahyâ Kemal Beyatlı” başlıklı panele Prof. Dr. Abdullah Uçman, Prof. Dr. Yakup Çelik, Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar Arslan konuşmacı olarak katılacak. Panelden sonra saat 17.30’da ise şef ve solist Elif Ömürlü Uyar yönetiminde Kubbealtı Türk Mûsıkîsi Topluluğu bir konser verecek.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|