|
|
|
Orhan Dündar
yazar, çizer
1 Ocak 1953 tarihinde Bayburt'ta doğdu. İlk ve ortaokulu Ankara’da okudu. Lise öğrenimini yarıda bıraktı. 1968 yılında Tasvir gazetesinde yayınlanan ilk çizgi romanıyla birlikte resim sanatıyla uğraşmaya başladı.
Kardeşi Erhan Dündar ile 1982 yılında Çiz Yay çizgi roman ajansını kurdu. 1990’da Erhan Dündar’la Kültür Bakanlığına sundukları proje kabul edildi. Türk tarihini anlatan çizgi romanlar hazırladılar.
Çizgi romanları 1968 yılından itibaren Tasvir, Güneş, Sabah, Orta Doğu, Hergün, Türkiye, Yeni Asır, Ulus, Zaman, Adalet gazeteleri ile çeşitli dergilerde yer aldı.
Çocuk dergilerinden Güneş Çocuk, Zaman Çocuk, Şeker Çocuk, Karınca Kardeş ve Diyanet Çocuk’ta çizgi romanları yayınlandı.
Yüzden fazla çizgi roman albümü yayımlandı. İki yüzden fazla çocuk kitabını resimledi. Çizgi roman dalında çeşitli kuruluşlardan ödül ve takdir kazandı.
ESERLERİ:
ÇİZGİ-ROMAN:
Atatürk Serisi, Atatürk (belgesel), Dede Korkut Serisi, Ömer Seyfettin Serisi, Nasrettin Hoca, Yüzbaşı Cemil, Keloğlan, Barbaroslar, Yıldırım Kemal, Kıssalar, Dünya Klasikleri (4 kitap), Masallar Serisi, Evliya Çelebi (2 kitap), Baybars, Togan, Toygar, İbn-i Sina, Alaaddin’in Sihirli Lambası.
DERLEME:
Hayvan Masalları (1997)
ARAŞTIRMA:
Medeniyetlerin Aşil Topuğu (2003)
Avrupa Türkleşirken/Kıyametin Türkleri (2006)
Atatürk (Bozkır) Aklı (2006)
Avrupa’nın Dünyevilik Oyunu (2007)
ESER-AYRINTI
TÜRKLER UYANIN
Yazan: Orhan Dündar
Ebat: 13 X 19,5
Sayfa: 168
Kağıt: Enso
ISBN : 978-975-8204-22-9
BİYOGRAFİ NET YAYINCILIK
[email protected]
genel dağıtım
KITA DAĞITIM-Ankara
Günümüzde, bütün Türk ve Müslüman ülkelerde “BİLİM VE TEKNOLOJİ”nin adı yoktur.
Bilim ve teknolojinin sahibi olan Batı ülkeleri elde ettikleri teknolojik güçle bütün Dünyaya hükmetmektedirler. Teknolojilerini sattıkları, geri kalmış ülkelere egemen olurlarken, birbirlerini yok etmeleri için ellerinden geleni de yapmaktadırlar.
Özellikle Müslüman ülkeler, Batılılardan aldıkları silahlarla birbirlerini yok etmek için var güçleriyle savaşıyorlar. Batılıların yapmak istediklerini kendileri inançlı ve gönüllü bir şekilde yerine getiriyorlar.
Yüzyıllardır yattıkları “gaflet uykusu”ndan, uyanmak bir yana, bunu “DİN” sarmalı içinde daha da karmaşık hale getiriyorlar. İslam ülkelerini idare edenler “gaflet uykusunda”ki Müslümanların
uykudan uyanmaması için yoksulluğun, cehaletin, bilgisizliğin sürmesine göz yumuyorlar.
Gerçekte, Allah’ın huzuruna çıktıklarında, bunun hesabını vereceklerini düşünmüyorlar.
Aklın ve bilimin temel dayanağı olan Kur’an’ı görmezden geliyorlar. Batının bilim ve teknolojisini, gelişmesini ve de dünya gücü olmasını sağlayan akılcı ve bilimci İslam anlayışını silmek için yüzyıllardır ellerinden geleni yapıyorlar.
Yüzyıllardan sonra Cumhuriyetin kuruluşu ile devletin temellerine konan, akılcı ve bilimci İslam anlayışını ortadan kaldırmakta birbirleriyle yarışanlar, hala yıktıklarının farkında olmadan bu yıkımı sürdürmeye devam ediyorlar.
Bu gerçekleri görüp önlerine 17 ciltlik bir İslam bilim tarihi literatürünü koyan bilim adamını bile
anlamıyorlar. Ne bilim adamına sahip çıkanlar ne de onların karşısındakiler onun şu uyarısına kulak
vermiyorlar:
“Türkler Uyanın, uygarlığınıza sahip çıkın!”
Bu uyarının sahibi olan bilim tarihçimiz Fuat Sezgin, Batı’nın bugünkü bilim ve teknoloji seviyesine Türk ve Müslüman bilim adamlarından aldığı bilim ve bilim zihniyeti sayesinde ulaştığını ortaya koyuyor.
Türkler’in XVII. yüzyıldan beri kaybettikleri bu zihniyete yeniden sahip çıkmalarını istiyor ve Türklerden “Bilimsel Uyanış” bekliyor.
Sezgin, bu uyanışın en şuurlu reaksiyonunu Atatürk ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılındaki
kuruluşundan sonra gösterdiğini belirtiyor. Fakat bu yoldan sapıldığını ve bu yaratıcılık konumunu
tekrar yakalamamız gerektiğini söylüyor.
Türkler Uyanın, kitabında, Atatürk’ün, Fuat Sezgin’in öncülü olan Aydın Sayılı ile uyanışı nasıl gerçekleştirdiğini, 2015 yılında Nobel Ödülü alan Türk bilim adamı Aziz Sancar’a kadar nasıl uzandığını okuyacaksınız.
Bizi uyutanların da, aslında nasıl uyuduğunu göreceksiniz.
GÖRÜŞ
ÇALINAN TÜRK UYGARLIĞI ve UYUYAN TÜRKLER
Orhan Dündar
4.01.2021
KUR’AN’IN EMRİ: DİN/AKIL/BİLİM BİRLİĞİ
“Kur’an putperest inancı ile savaşmak için bilimi getirdi ve akla dayandı. Çünkü inanç sözcüğü bellekte ve öznel olduğu için onda yalan olur*. Bilim ise nesneldir, herkes onu bilir, onda yalan olmaz**. Kur’an’ın bilim kitabı olmasının nedeni, inancı da dinide bilime dayandırmış olmasıdır. İlk üç asır bilim insanları, öz akıllarını kullananlar, Kur’an’daki bilimle ilgili, bilimin inançtan ve dinden önemli olduğuna vurgu yapan ayetleri iyi anladılar. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu sözle deyimlemiş olmasalar da eylem olarak öyle davrandılar. Yoksa İslam medeniyeti doğmazdı.” *Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, İsra 17/88. **İsra 17/36.
Hüseyin Atay, Ben, Destek Yayın. s.106. 2019.
“İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi bilimdir... Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey sadece bilim değildi. İslam medeniyetinden gelen başka tesirlerde Avrupa hayatına ilk ışıltıları vermiştir... Avrupa’nın ilerlemesinde İslam kültürünün tesirini görmeyeceğimiz hiçbir alan yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılmasına sebep olduğu alan, tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti olmuştur.” “Avrupa’ya barutu ve topu veren, en iyi çelik üretimini öğreten, pusulayı, pamuktan ucuz kağıt yapımını ve matbaacılığı öğreten Müslümanlardır. Asya böylece Avrupa’yı kendisine karşı silahlandırdı, yazgının kendisine karşı dönüşünü kendi elleriyle hazırladı; ama bunun sonuçlarını duyumsayabilmesi için aradan yüzyıllar geçmesi gerekti”.
Robert Briffault (1876-1948) The Making of Hummanitye, s.190, 202, London, 1919.
"Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin İslam ülkelerinde en zayıf olduğu konusunda günümüzde herhangi bir kuşku yoktur. İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolojideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır."
Prof. Dr. Muhammed Abdüsselam (1979 yılı Nobel Fizik ödüllü Pakistanlı Fizikçi
ÇALINAN TÜRK UYGARLIĞI VE İSLAM DÜNYASI
Hiçbir din, hiçbir beşeri ideoloji Kur’an kadar aklı, bilimi övmemiş, lüzumuna işaret etmemiş, bu dünyayı meşru göstermemiştir. Tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetinin gerçek sahipleri; Kur’an’ın bu mesajını anlayan bilim adamlarıdır. Ancak onların din/bilim birliğine dayanan bu rasyonel/gerçekçi dünya görüşü binlerce yıllık Türk Uygarlığının devamından başka bir şey değildir. Ne var ki Türk uygarlığı, Avrupalıların bir uydurması olan “İslam medeniyeti” kavramının içine kilitlenerek hem Doğu’daki Hem de Batı’daki binlerce yıllık köklerinden kopartılmıştır. Böylece çalınan Türk uygarlığı Batılılar ile Araplar vd. tarafından paylaşılmıştır. Türkler ise tarihe “medeniyet düşmanı/barbarlar” olarak kaydedilmiştir. Türk uygarlığının (tabiat bilimlerinin ve bilimsel zihniyetin) ortadan kaldırılması ile meydanı boş bulan Arap/Fars siyasi aklı bütün İslam dünyasına hâkim olmuştur. Fizikçi bilim adamı Abdüsselam’ın sözünü ettiği işte bu anlayıştır. Bu anlayış bütün Müslümanları; bu dünyaya akla ve bilime düşman olan cahillere dönüştürerek, Batı’nın sömürgesi haline getirmiştir.
AVRASYA TARİHİ VE MURAD ADJİ
Ne var ki Güneyde “İslam medeniyeti” kavramı ile kilit altına alınan Türk uygarlığı” Kuzeyde binlerce yıllık kökleri ile ortaya çıkartılmayı bekliyordu. Ancak bunu yapmak için AVRASYA TARİHİNİ (Doğu/Batı etkileşimini) iyi bilmek gerekiyordu. Tarih boyunca varlığını Türk yurdu olarak sürdürmüş olan bu coğrafya kadim Türk medeniyetinin belgelerini de içinde saklıyordu. Devamlı Altaylardan beslenen bu medeniyet sonunda modern Avrupa uygarlığının doğmasına sebep olmuştur. Avrupalılar, bilim ve teknolojide elde ettikleri gelişmelerden sonra Avrasya’yı Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmışlardır. Asıl olarak Avrasya’nın bütününe hâkim olan Türk tarihinin Avrupalı köklerini saklamaya çalışmışlardır. Kendi medeniyetlerini yalnız Batı’nın icadı olarak göstermişlerdir. Doğu’daki Türkleri ise “medeniyet düşmanı barbarlar” olarak tarihin dışına atmışlardır. Bunu da bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir. Daha acısı bu anlayış Türkler/Müslümanlar tarafından da kabul edilmiştir.
Fakat Avrasya tarihini bir bütün olarak ele alan ve bu coğrafyada yalnız Türk uygarlığının hüküm sürdüğünü (Katolik ve Ortodoks kiliselerinin yıkıcılığına rağmen) ortaya koyan Murad Adji, Avrupa Merkezli Tarih yazımını (Türk düşmanlığını) yerle bir etmiştir. Avrupa tarihinin/medeniyetinin kaynağı olan Türk köklerini de ortaya çıkartmıştır. Türklere “dünya tarihini yeniden yazma/çizme” olanağını sağlamıştır. Gerçekte Türkler akla ve bilime dayanan bir Tanrı inancına ve medeniyete sahip olan ilk ve tek milleti. Doğu’dan Batı’ya ulaşan bilimin de gerçek sahibiydi. Bu Doğu’da da böyleydi Batı’da da. Diğer milletlerin tarih yazılımları bu gerçeğin üzerini kapatmak (Türk düşmanlığı) için yazılmıştır.
TÜRK UYGARLIĞININ DÖNÜŞÜ
Ancak yüzyıllardır akıl ve bilimden yoksun bırakılarak uyutulan Türkler bunu fark etmemişlerdir. Bu yazı Doğu’nun ve Batı’nın tek rasyonel/gerçek/dünyevi uygarlığının sahibi olan Türklerin uyanmaları ve “ÇALINAN TÜRK UYGARLIĞI”nı geri almaları/kavuşmaları için yazılmıştır. Ancak o zaman iç ve dış sorunlarını çözecek ve dünyadaki saygın yerini alacaktır. Bu uyanışı sağlayacak olan en önemli silahı Bilim Tarihçimiz Fuat Sezgin, 17 ciltlik literatürle önümüze koymuştur. Bu coğrafyaya hiç gelmemiş olan Türk bilim adamlarının bilim zihniyetini özümseyerek uyanmamızı ve uygarlığımıza sahip çıkmamızı istemektedir*.
*Avrupa semalarını aydınlatan modern bilimin sahibi olan Türk bilim adamları Türk kültürüne/düşüncesine yıldızlar kadar uzak kalmıştır. Onların yerini akıl, bilim, Türk ve en önemlisi Kur’an düşmanı olan zihniyetin sahipleri almıştır. Bu nedenle Türk bilim adamlarının kendi kültürümüzdeki yerini ve önemini göstermek için bugüne kadar 17 Türk bilim adamının hayatını anlatan çizgi romanlar yaptım (Erhan Dündar ile) ve yapmaya devam ediyorum.
ARAP/FARS SİYASAL İSLAM ANLAYIŞININ AKIL VE BİLİM (KUR’AN/MEDENİYET) DÜŞMANLIĞI
Tanrı, Kur’an’daki gibi başlangıçtan beri insanlığa din/bilim birliğini ortaya koyan kitaplar/mesajlar göndermiştir. Putperest Araplara gelen de bu mesajın son parçasıdır* (yani İslam bir Arap/kabile dini değil, evrenseldir). Kur’an, Araplara ve bütün insanlığa putperestlikten kurtulmaları için aklı ve bilimi önermiştir. Araplar da akıl ve bilime dayanarak putperestlikten kurtulacak ve insanlığa örnek olacaklardı. Ne var ki, Hz. Muhammed’den sonra iktidarı ele geçiren Emeviler, aklın ve bilimin (Kur’an’ın) düşmanı olarak “ganimet” ortaklığı üzerine kurdukları yönetim sistemiyle putperest anlayışlarını İslam cilası altında sürdürdüler. Emeviler’in akıl ve bilim düşmanlığına dayanan siyasi yönetim anlayışı İslam cilası altında yüzyıllarca sürdürülerek günümüze kadar geldi. Abdüsselam’ın vurguladığı gibi İslam ülkelerinde akıl, bilim yoksunluğuna bu anlayış sebep oldu ve olmaya da devam ediyor.
*Kur’an, Arapları Hz. İbrahim dinine döndürmek onları tashih etmek için gönderilmiştir.
ÖN TÜRKLER DE DİN/BİLİM BİRLİĞİ
Türkler ise İslam/Kur’an dahil bütün dinlerden önce din/bilim* birliğini yeryüzünde kavrayan ilk millet olmuştur. Dünyada maddi ve manevi bütünlüklü tek medeniyeti ve dünyevi (laik/seküler)**devlet sistemini kurmuşlardır. Tanrı inancını ve medeniyetini dünyaya yaymışlardır. Tarihte kurulan bütün Türk devletleri din/bilim birliğine dayanan dünyevi devlet sistemi üzerine kurulmuştur. Osmanlı Devleti’ de aynı temeller üzerine kuruldu. XVI. yüzyıla gelindiğinde erken modern dünyanın süper gücü olarak ortaya çıktı. “Barut İmparatorluğu” olarak çeşitli askeri teknolojik buluşların merkezi oldu. (Avrupalılar da Türklerin devlet sistemini ve teknolojisini taklit ederek modern çağlarını başlattılar.)
*Amerikalı bilim insanı Will Durant, dünyanın en eski uygarlık merkezlerinden birinin Türkmenistan da bulunan Anav kültürü (MÖ 6000) olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca uygarlığın çeşitli görünüşleri yönünden “tektanrıcılık” inancının da ilk kez Orta Asya’da ortaya çıktığını belirtmektedir. (Will Durant, Kulturgeschihchte der Menschheit. Köln, 1985, s. 109-116) *”Göklerde birçok değerli maden yataklarının sahibi Tanrı, insanlara cevheri eritip, demir elde etme yeteneği bağışladı. Altay halkı da ona ibadet etmeye başladı. Felsefe bu anlayış zemininde bina oldu, toplumla birlikte gelişip bir dünya görüşü doğurdu ve zamanla olgunlaşıp yeni yaşamın ahlaki temel değerlerini oluşturarak din haline geldi… İşte demir, tevhit inancıyla ayrılmaz bir bütün olarak Büyük Kavimler Göçü’ne eşlik etti; onun alameti, düşünce yapısı, sesi oldu. Altaylıların eritme tekniği yeni inançla eşzamanlı olarak ortaya çıktı, Kuzey Hindistan’da İran’da daha sonra Avrupa’da; Don, Dinyeper ve Ren havzasında da böyleydi. Bu bütünlük her yerde görülüyordu. Yeni uygarlık bu şekilde kendini gösteriyor, cazibe merkezi oluyordu. Ve inandırıcıydı. Onu zorla değil severek alıyorlardı. Budizm, Jainizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Yahudilik o dönmede kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bunlar, Türk inanç tarzının kolları, onun yeni uygarlık alanlarına açılmış uzantılardı. Bu dinler, Kavimler Göçü’nün başlarında topluma giren değişikliklerle şeklini buldu.” (Murad Adji, Kaynak Yayın. 2019, s. 31) **Türkleri, Batılılara karşı üstün kılan rasyonel dünya görüşü kendi tarihlerinin derinliklerinden geliyordu. Bu gerçeği tespit eden “Uluslararası Hukukun Kökenleri” adlı eserin yazarı Belçikalı Ernest Nys (1851-1920), laikliğin (dünyevilik) Turani bir düşünüş olduğunu kabul ediyor.
TABİAT BİLİMİ VE BİLİM ZİHNİYETİNİN GERÇEK SAHİPLERİ
Briffault’un yaptığı tespit birçok araştırmacı tarafından da ortaya konmuştur. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı yapan ise bilim tarihçimiz Fuat Sezgin’dir. Sezgin topladığı ve yazdığı 17 ciltlik bilim tarihi literatürü ile tarihin karanlığına (bizzat Müslümanlar tarafından) gömülen “bilim hazinesini” ortaya çıkartmıştır. Başta Türkler olmak üzere bütün Müslümanlara aklın, bilimin, teknolojinin ve bu dünyanın kapılarını ardına kadar açmıştır. Bu bilim mirasına sahip çıkarak Batı dünyasına ulaşacağımızı söylüyor. Fuat Sezgin bilimi yeniden ancak Türklerin canlandıracağını belirtiyor ve uyarıyor: “Türkler uyanın, uygarlığınıza sahip çıkın!” Yani bilimin Türk uygarlığının bir ürünü olduğunu açıkça vurguluyor. İstanbul’da kurduğu müzenin gerçekte “Türk Bilim ve Teknoloji Müzesi” olduğunu belirtmiş oluyor.
Zaten Araplar da ganimet/yağma/yıkma/katliam peşinde koşmaktan bilim yapamadıklarını kabul ediyorlar. Bu gerçeği çeşitli kaynaklar doğrularken, İbn Haldun, ulusların dini anlama ve yorumlamalarında ve buna dayalı medeniyet tasavvurlarında, coğrafyanın ciddi bir role sahip olduğunu söyler ve İslam’ın bir medeniyet olarak gelişmesinde Araplardan daha çok Acemlerin (Türk ve İranlılar) rol oynadığını dile getirir. Haldun, Arapların genellikte “uygarlıktan yoksunluğu” temsil ettiklerini, bütün milletler içinde “sanata en az yatkın millet” olduklarını söylemiş; buna karşın Türklerin hem “savaş tekniklerin de hem sanat alanların da hem de ‘bilim ve bilime değer vermede’ takdire şayan” olduklarını ileri sürmüştür. Muhammed Abid el-Cabiri “Arap Aklının oluşumu” kitabında, Biruni, Battani ve Harezmi gibi bilim adamlarının Arap kültürünün dışında kaldığını ve Arap aklına bir katkısı olmadığını söylüyor. “Kayıp Aydınlanma” kitabının yazarı Frederick Starr’da bilimin Araplarla bir ilgisi olmadığını ve Orta Asya’nın binlerce yıllık birikimine dayandığını gösteriyor. Gerçekte Arapların Orta Asya’yı yağmalarken Türk medeniyetini yok ettiğini buna rağmen Türk medeniyetinin küllerinden yeniden doğduğunu belgeliyor. Murat Adji ise eserlerinde tek tanrı inancını ve bilimi dünyaya ilk yayanların Türkler olduğunu, Arapların yıktığı medeniyetlerin kökenlerinde de aynı inancın bulunduğunu gösteriyor. Türklerin yüzyıllar önce “Kavimler Göçü” ile birlik de Tek tanrı inancını ve medeniyetini Pagan Avrupa’ya götürdüğünü belgeliyor. Attila ile birlik de bütün Avrupa’ya hükmedenlerin ve daha sonra “İslam bilimi”ni sahiplenerek Avrupa’ya çağ atlatanların Türk soylular olduğunu gösteriyor. James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını kanıtlıyor.
Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Bilimsel kanıtlarla; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyor. Bununla birlikte bütün Avrupa’da “Turani Avrupa Tarih Tezi” kabul edilmişti. (Avrupalıların Türk atalarını inkâr etmeleri ise emperyalist/Hıristiyan amaçlarını gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’ni yıkmaya karar vermeleri ile başlıyordu.) Asırlar öncesine dayanan Türk sanatının (bilim gibi) nasıl İslam adı ile örtüldüğünü ise herkesten önce dile getiren bir Avusturyalı sanat tarihçisi olan J. Strzygowski (1862-1941)* dir. Bir yazısında:
“Türk sanatının başlangıcı çok uzak bir geçmişe kadar uzanır. Ne İran, Irak ve Suriye, Mısır ve Anadolu ve ne Bizans bu Türk sanatının asli mahiyetini değiştirmiştir.” diyor.
*j. Strzygowski, Türkler ve Orta Asya Sanatı Meselesi, Türk sanatı ve Avrupa’ya Etkisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Sanat Dizisi: 21, Ankara 1974, s.7.
AKIL VE BİLİM (KUR’AN) DÜŞMANLIĞINA DAYANAN (ARAP/FARS/PAGAN) SİYASET ANLAYIŞI
Abdüsselam’ın tespit ettiği bilim yoksunluğu ise yine İslam medeniyetinin içine saklanan (siyaset uğruna) yıkıcı akıl ve bilim düşmanlığının günümüze yansıyan öteki yüzüdür. İslam dünyasındaki akıl, bilim düşmanlığı Arapçı/Emevi/Abbasi ve Farslılar tarafından siyaseten din ilmi haline getirilerek kutsallaştırılmıştır. Yine siyaseten (Kur’an’a rağmen) benimsenerek günümüze kadar gelmiştir. Siyasilerin desteği ile asırlardan beri Müslümanlara (Kur’an’ın aksine) İslam adına bu dünyaya, “tabiat bilimlerine ve bilim zihniyetine” düşman olan pagan/putperestlikle birlikte Hıristiyan/Yahudi inançları da öğretilmiştir. Bu dönüşüm Hz. Muhammed’in vefatından sonra başlatılmıştır. Kur’an’ın “Muhammed ölse yahut öldürülse gerisin geriye inançlarınıza mı döneceksiniz?” (Al-i İmran 3.144) uyarısı, Arapların kolayca putperest inançlarına dönebileceğini göstermektedir. Bu dönüş Emeviler ile birlik de birçok alanda gerçekleşmiştir. İktidarı ele geçiren Emeviler daha önceki Kur’an ve Peygamber düşmanlığını sürdürmüşlerdir. Devleti kuran Muaviye kendini Allah’ın halifesi* ilan ederek (canlı put olarak) kutsallaştırmıştır. Emevi devleti “kabileci/ırkçı” bir devlet olarak kurulmuş ve yıkılmıştır. Muaviye, devletini mücadele, birlikte yeme ve Kureyş meşruluğuna sarılma şeklinde örgütlemiştir. İslam’ı da Kureyş’in putperest inancına hapsetmiştir. Arap putperestliğine sarılarak Kur’an’ın buyruğu olan; aklın, bilimin, hür düşüncenin ve adaletin düşmanı olarak kaderci/öte dünyacı/tasavvuf karışımı bir din anlayışı uydurmuşlardır. Kur’an’ı anlamayan putperest Arapların arasında birliği sağlamak için; yağma, yıkma ve lüks içinde yaşamak üzerine kurdukları dini/siyasi sistem ile yüksek medeniyet sahibi olan komşu ülkeleri yağmalamaya/yok etmeye çıkmışlardır**. İçeride*** ve dışarda katliamlara başlamışlardır. Kadim medeniyetleri yağmalayıp yok ederken onların karşısında bir medeniyet yaratamamışlardır****. Aksine Orta Asya’daki Türk şehirlerini/zenginliğini yağmalarken aynı zamanda dünya medeniyetinin de öz kaynağı olan Türk uygarlığını yok etmişlerdir. (Yok ettiklerini daha sonra tarihin en büyük aldatmacası olarak “Arap bilimi” diye sahipleneceklerdi.)
*Dini/siyasi sistemlerini dayandırdıkları “Allah’ın Halifesi” devlet başkanlığı makamına pagan Firavun/Babil/Roma/Pers/Bizans sistemlerinin Tanrı/Kral anlayışını yerleştirerek Müslümanların başına bela etmişler ve yıkılıp gitmişlerdi. Ama geride bu pagan yönetim sistemine İslam/din kimliği kazandırarak günümüze kadar gelen bir devlet/toplum anlayışı bırakmışlardır. Bu anlayış Emeviler’den beri aklın, bilimin bu dünyanın yani tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetinin düşmanı olarak Müslümanlara din adına şırınga edilmiştir.
**Hz. Muhammed Tanrı’dan gelen bilgileri, bildirimi bütün toplumlara ve insanlara bildirmekle görevli olduğunu da olanak bulduğu son dönemde komşu devlet insanlarına bildirmek için mektuplar yazarak gösterdi. Onlara Kur’an’ı iletmek istedi. Ancak onları kendi buyruğuna alıp tek bir devlet yönetimi kurma amacı yoktu. Çünkü Kur’an’ın böyle bir ülküsü de yoktu. Böylelikle diğer toplum ve değişik uluslar İslam dinini bilmiş olacaklar, ancak her toplum kendi kendini yönetecektir. Hz. Muhammed’in yakınlarının anlamadığı bu değişikliği Kur’an açıkça anlatıyor.” (Atay: 199)
***Medine’de, Kur’an’ı Hz. Muhammed’den öğrenen sahabeleri öldürmüş ve Peygamberin soyunu kurutmuşlardır. Kendilerine değil de Kur’an’a saygı duyanları katletmişlerdir. ****Bu konuda Muhammed Abid el-Cabiri şu bilgiyi veriyor: “Emevller dönemindeki kabile aristokrasisi, (her zaman olduğu gibi) sanatları ve el emeği işleri küçümsüyor, onları yalnızca mevalinin işi olarak görüyordu. Şöyle diyorlardı: "Delgi (biz); terzide, öğretmenlerde ve yüncülerde olur. Çünkü onlar, zimmilerin (azınlıkların) işidir. ‘Bunun da ötesinde, ilim ve dinde derinleşmenin ‘Kureyşli"ye yakışmadığını düşünürlerdi. Çünkü o, kabilenin ‘eşrafındandı. Şöyle diyorlardı: ‘Kureyşliye; haberler ilmi, yani Arapların haberleri, günleri, öyküleri (tarih) dışında, herhangi bir ilme dalmak yakışmaz." Durum, işte böyleydi. ‘Kabile’ aristokrasisi ‘ganimet’ten geçinirken, fey ve atadan büyük servetler toplarken ve lüks içinde yaşarken, fetihe asker olarak katılsalar bile mevali ‘ganimet’ payından yoksundu. Sanat, ev işi, çiftçilik ve öğretim işlerinde çalışarak geçinirlerdi.” S.314.
ÇALINAN AKILCI/BİLİMCİ/TÜRK UYGARLIĞI
Emevileri yıkan Türkler ise medeniyetlerini yeniden kurmuşlardır*. Buna karşılık şeytani bir ters yüz edişle Türkler “barbar, medeniyet düşmanı” olarak gösterilirken, Türk Uygarlığı “İslam medeniyeti” kavramı ile Arapların zimmetine geçirilmiştir. Hıristiyan-İslam sarmalı içine hapsettikleri “Türk uygarlığını” binlerce yıllık Avrasyalı köklerinden kopartmışlardır. Batılıların icadı olan “İslam medeniyeti” kavramıyla “Yunan mucizesi” gibi uydurmacalar Osmanlı Devleti’ni yıkmak için kurgulanmış ve amacına ulaşmıştır.
*Starr, Arap istilasının Türkler tarafından Orta Asya düzlüklerinde durdurulmasından sonra siyasi ve kültürel bir dalganın Orta Asya’da kabararak, Batıdaki Arap merkezlerini doldurduğunu belirtiyor: “Kuteybe ve askerlerinin Orta Asya medeniyetinin paha biçilmez hazinelerini mahvetmişlerdi ama aynı zamanda aynı kaynaktan güçlü bir kültür ve siyasi enerji akışı olmasına sebebiyet vermişlerdi. Sonunda galip gelen bu enerji Orta Asya’ya olduğu gibi hilafetin yeni başkenti Bağdat’a da yayılmıştı” (s. 184.)
TÜRK UYGARLIĞINA KARŞI; AVRUPA TARİH/MEDENİYET TEZİ’NİN İCAD EDİLMESİ
Avrupalılar XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni yıkmak İslam dünyasını parçalamak için Türkleri ve Türk uygarlığını ortadan kaldırmaya yönelirler. XIX. yüzyılda icat ettikleri “Hint/Ari-Avrupa Tarih Tezi” ile bir tarih/medeniyet anlayışı kurgularlar. Kendi uygarlıklarına Yunan/Roma/Yahudi kökler bulurlar. Bütün eski ve yeni uygarlıkları yok sayarak bir “Yunan mucizesi” uydururlar. Avrupa’daki Türk köklerinin üzerini örterler. Dahası Türk uygarlığının köklerini ortadan kaldırmak için de Arap/İslam tarihini kendilerine payanda yaparlar. Yine uydurdukları “İslam medeniyeti” kavramı ile Türk uygarlığını köklerinden kopartarak Arap/Acem kültürüne bağlarlar. Böylece Orta Asya’daki binlerce yıllık Türk uygarlığının bütün birikimi İslam adına kilit altına alınıp saklanmış olur. İslam medeniyeti adı altında Arap kültürüne yamanan Türk uygarlığı yok edilir. Gerçekte Arapların ve Acemlerin ortak tarihi Türk düşmanlıklarının arkasında Türk uygarlığı/inancı vardır. Siyasallaştırdıkları çarpık din anlayışını/ideolojisini hâkim kılmak için Türk uygarlığını/inancını yok ederler. Aynı zamanda Doğu’yu “öte dünyacı/kaderci/tasavvuf” sarmalı içinde karanlığa gömerler. Ne var ki Batı’ya göç eden Türk uygarlığı orada (eski kökleri ile) yeniden doğar. Batı uygarlığının ilerlemesini ve gelişmesini sağlayarak Turani/Türk Avrupa tarihinin devamında “Avrupa Türk Uygarlığı” olarak yeniden ortaya çıkar. Avrupa Türk uygarlığı, Hıristiyanlık öncesi ve sonrası ile Avrupa’ya taşınan Türklerin din/bilim birliğine bağlı dünya görüşünün bir uzantısıdır. Avrupa’da Türk uygarlığının/inancının önü Attila’dan sonra akıl, bilim ve bu dünya düşmanı olan “öte dünyacı/kaderci/mistik” Katolik ve Ortodoks kiliseleri tarafından kesilmiştir. Türk uygarlığının Asya’daki binlerce yıllık gelişimi ise (İskender, Çin, Rus, Fars, Arap, Haçlı ve Moğol yıkımlarına rağmen) devam etmiş, İslâm kimliği altında da olsa dünyayı yeniden (ışık doğudan gelir) aydınlatmıştır. Bu aydınlanma Avrupa’daki Türk uygarlığının varisleri tarafından hemen kabul görmüş ve yayılmıştır. Attila’nın torunları Katolik Kilisesi’nin “öte dünyacı” cenderesini parçalayarak/bölerek “bu dünyanın” kapısını açmıştır. Köklerindeki Türk uygarlığını yenileyerek bilim ve teknolojinin gelişimini sağlamışlardır. Onları izleyen diğer Avrupalılar ile birlik de Türk uygarlığının/sisteminin (Osmanlının terk etmiş olduğu dünyevi/laik/seküler sistem) yol göstericiliğinde dünya egemenliğini ele geçirmişlerdir. Emeviler gibi onlarda dünyayı yağmalamışlardır. Avrupalılar Arapların Emevi/kabileci/ırkçı ruhunu tekrar canlandırarak birlikte Osmanlı Devleti’ni yıkmışlardır. Önü açılan Avrupalılar başta Türklerin/Turanlıların kadim medeniyeti olmak üzere bütün medeniyetleri yok etmişlerdir. En büyük yıkımı da Türkler/Müslümanlar yaşamıştır. Karşılığında bütün dünyaya medeniyet/Hıristiyanlık götürmüşlerdir.
TÜRKLERİN/MÜSLÜMANLARIN BU DÜNYA’YA SIRTINI DÖNMESİ
Türk dünyasında ise akıl ve bilim düşmanı olan “öte dünyacı/kaderci/tasavvuf” sarmalındaki Arap ve Fars din/devlet siyaset anlayışı Orta Asya’daki aydınlanmanın sonunu getirmiştir. Arap/Fars sarmalına bir de Bizans’ın “öte dünyacılığını” katan Osmanlı Devleti de kendi sonunu hazırlamıştır. Tam olarak XVI. yüzyılda Türkler ile Avrupalılar arasında bir makas değiştirme olayı (öte dünya/bu dünya) yaşanmıştır. Avrupalılar, Osmanlıları örnek alarak Hıristiyanlığın “öte dünyacı” cenderesinden kurtulup “bu dünyaya” yönelirler. Osmanlılar ise Bizans/Arap/Fars sarmalı içinde “bu dünyayı” bırakarak “öte dünyaya” yönelirler. Böylece bilim ve teknolojiyi terk ederler. Durmuş Hocaoğlu, Osmanlı Devleti’ni yükselişten çöküşe sürükleyen bu zihniyetin yıkıcılığını şöyle izah eder:
“Bu-dünyanın (eşyanın) dünyevi bir çalışma mekanizması vardır ve o sebeple de bu-dünya ya hükmetmek, başka hiçbir yol ve yordam ile değil, bu çalışma mekanizmasının keşfedilmesi ile, yani “dünyevi bilgiler” ile mümkündür. Dünyevi bilgilere sırtını dönene, dünya da sırtını döner.”
FUAT SEZGİN’İN BİLİMSEL TESBİTİ VE UYARISI: TÜRKLER UYANIN!
Fuat Sezgin, Osmanlıların XVII. yüzyılda bilim ve teknolojiyi yani bilim zihniyetini kaybettikten sonra çöküşe geçtiklerini ancak şuurlu bir uyanış gerçekleştiremediklerini söylüyor:
“XIX. ve XX. yüzyılda yaygınlaşan bu hastalığın en şuurlu reaksiyonunu Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılındaki kuruluşundan sonra getirdiği reformlarla gösterdi. Ben o reformların gerekliliğine inanlardan biriyim. Atatürk geri kalmışlığımızı en iyi gören insandı.”
Sezgin reformların mihenk taşının “bilim” olduğunu belirtiyor. Kendi çalışmalarının başlangıcını Atatürk’ün yaptığını ve bunun ne kadar hayati önemde olduğunu şöyle izah ediyor:
“Şu kadar var ki, Atatürk bir bilim tarihçisi değildi, Müslümanların bütün insanlığın ortak bilimler tarihindeki yaratıcı yerlerini ondan sonra bir aşağılık duygusuna düştüklerini ve bunun sebeplerini bilemezdi ona yardımcı olacak bir bilim tarihçisi yoktu, ya da çok azdı. Atatürk’e bu meseleyi izah edemediler. Atatürk sadece hadiseyi gördü ancak sebeplerini öğrenemedi.”
Sezgin, Türk Tarih Tezi’nin gerçekte bilime/medeniyete yönelik olduğunu vurguluyor ama bunun yarım kaldığını belirtiyor. Bunun gelişime olumsuz etkisini şöyle belirtiyor:
“Öğrenseydi. Aradan geçen 85 sene zarfında çok büyük merhale kat etmiş olurduk.”
Atatürk’ün bilim/medeniyet hedefinin halen geçerli olduğunu vurguluyor:
“Şimdi yönelinecek en doğru hedef bütün insanlığın ortak bilimler tarihinin en az sekiz yüz yıllık evresinin yapıcıları olmak şuurunu taşıyarak bugünkü modern dünyanın geliştirilmeye devam eden işine kreatif (yaratıcı) olarak katılmak. Bunun için Türklerin medeniyetler tarihindeki yerini göstermek ve onları XVII. Yüzyılın başından beri düştükleri kompleksten kurtarmak lazım. Onun için Türkleri uyandırmak lazım. Türkiye hâlâ bugün İslam medeniyetinin en güçlü ülkesidir. İslam Dünyası da Türkiye’ye böyle bakıyor. Biz bu yaratıcılık konumumuzu tekrar yakalamalıyız.”
Fuat Sezgin bilimi yeniden ancak Türklerin canlandıracağını söylüyor ve uyarıyor:
“Türkler uyanın, uygarlığınıza sahip çıkın!” Yani bilimin Arapların/Acemlerin değil Türk uygarlığının bir ürünü olduğunu ve Türklerin yeniden bilime sahip çıkmaları gerektiğini vurgulamış oluyor.
TABİAT BİLİMİ VE BİLİMSEL ZİHNİYETİN GERÇEK SAHİPLERİ
Fuat Sezgin’in inandığı ve tespit ettiği gibi Atatürk yaptığı reformlarla uyandırmak istediği Türklere ve bütün Müslümanlara kaybettikleri bilim zihniyetine yeniden kavuşmaları için yol göstermiştir. O da şudur: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir: ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.” Atatürk’ün bu özdeyişi “Türk Uygarlığını” meydana getiren din/bilim birliğinin ifadesinden başka bir şey değildir. Türklerin din/bilim birliğini İslam kimliği altında devam ettirenler; Ebu Hanife, Mutezile, Maturidi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, Harezmi, Biruni, Cabir Bin Hayyan, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi akıl ve bilim adamları olmuştur. Onlar din/bilim ayırıma yapmayan ve inançlarının doğrultusunda Tabiat bilimlerini ve bilim zihniyetini ortaya koyan modern bilimin öncüleridir. Binlerce yıllık Türk uygarlığının devam ettiricileri olmuşlardır. “Türk Tarih Tezi” ile de bu gerçek ortaya çıkartılarak Türk uygarlığının yenilenmesi amaçlanmıştır. Yeni eğitim sistemi ile de bu yola girilmiştir. Avrupa’nın eğitim seviyesine ulaşılmıştır. Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti’ni de Osmanlı Devleti gibi yıkmasını önleyecek olan bilim zihniyetinin temelleri atılmış yani din/bilim birliği sağlanmıştır. Fuat Sezgin gibi öncülü olan Aydın Sayılı da bu eğitim sistemi ile yetişmiştir.
DİN/BİLİM BİRLİĞİNİN YERİNİ DOĞMALARIN ALMASI
Ancak, Atatürk’ün vefatı ile din/bilim birliği parçalanarak yeniden Şark Meselesi’ne yani Türklerin yok edilmesi sürecine geri dönülmüştür. Türk Tarih Tezi’nin yerine Türk düşmanı “Yunan Mucizesi” ve “İslam medeniyeti” uydurmacaları konarak Türk uygarlığı yok edilmiştir. Bir yanda “laiklik” adına Batıcı/Yunancı/Bizancı bir cephe oluşturulurken; bir yanda da “İslam” adına Bizanscı/Arapçı/Acemciler karşı cepheyi oluşturmuşlardır. İki tarafta Türk düşmanlığının ortak paydasında “Türk uygarlığını/Türk Tarih Tezi”ni yıkmışlardır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlının akıbetine doğru sürüklenmiştir. Gelinen bu noktada Fuat Sezgin uyarısı hayati önem arz ediyor. Onun dediği gibi Atatürk’ün açtığı “akıl ve bilim yoluna” tekrar girmekten başka çare yoktur. Ki o yol öz be öz Türkün malı olan akıl, bilim ve Kur’an’ın yoludur.
KAYNAKLAR
Ne var ki, Türkler uyansa da uyutulsa da Will Durant’ın ileri sürdüğü; Türklerin en eski uygarlığın ve tek Tanrı inancının ilk sahipleri olduğu tezi artık kanıtlanmış durumdadır. Murat Adji, bunu kökten halletmiştir. Onunla birlikte Kanıtların bazıları ve bu yazının kaynakları şunlardır;
James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını anlatıyor. Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Asya kökenli Turanlılar; Kristof Kolomb’dan çok önce Bering Boğazı’nı geçerek Amerika kıtasını keşfetmişlerdi. Bilimsel kanıtlar; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyordu.
Thıerry Zarcone “Yeşim Taşı Yolu” kitabı ile Türklerin Doğu’dan Batı’ya din ve medeniyet taşıdığını gösteriyor. Avrupa merkezciler bunun sadece ticaret amaçlı olduğunu göstermek için adını “ipek Yoluna” çevirmişlerdi. Martin Bernal, “Kara Atena” ile Avrupalıların Türklere karşı uydurmuş olduğu “Yunan Mucizesi” yalanını yıkıyor. Onun yanı sıra Mehmet Bayraktar “Med’ler ve Türkler” ile “Bilinmeyen Bir Türk ulusu Kayaniler (Oğuzlar)” adlı kitaplarında Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma”daki bilimin merkezi olan yerlerin Turan/Türk coğrafyası olduğunu gösteriyor. Ayrıca Med’ler’in İran, Asur, Babil, Yunan ve Roma gibi uygarlıklara olan etkilerini tespit ediyor. Frederik Starr, “Kayıp Aydınlanma” kitabında Arapların Orta Asya Türk Uygarlığını nasıl yağmalayıp, yok ettiklerini anlatıyor: “Kültürlü Orta Asya toplumu nezdinde Araplar vahşi insanlardı ve bu imajı pekiştirmek için çokça örnek vaka sunuyorlardı. Bu bağlamda onlar kitapların ve dini literatürün yakılması, kültüre ve medeniyete savaş açılmasının çokça örneğini sundular.” Sonradan Türklerin medeniyetlerini yeniden nasıl yeşerttiklerini ve Avrupa’ya giden bilimin Türklerin eseri olduğunu gösteriyor. Bununla Şemsettin Günaltay’ın 1932 yılında Arap ve Acemlere mal edilen bilimin öz be öz Türklere ait olduğu bilgilerini de doğrulamış oluyor. Muhammed Abid el Cabir “Arap-İslam Aklı” ve “Arap-İslam Siyasal Aklı” kitaplarında Kur’an’ın Emeviler tarafından çarpıtılarak nasıl siyaset aracı yapıldığını, iktidarlarını: mücadele, birlikte yeme, Kureyş’in meşruluğu üzerine kurduklarını, yağma ve ganimet için savaştıklarını, bununla da Müslümanların kaderci/öte dünyacı/tasavvuf öğretisiyle akıl ve bilim düşmanı yapılarak nasıl uyutulduğunu, Harezmi, Biruni gibi bilim adamlarının Arap aklının dışında kaldığını gösteriyor. (Bugüne kadar gelen siyasal İslam’ın dine değil Arapçılığa dayandığını ortaya koyuyor). Hüseyin Atay’da “Ben” adlı kitabında Kur’an’ın yerini Arap putperestliğinin yani kaderciliğin ve tasavvufun alarak yüzyıllardır Müslümanların din adına nasıl kandırıldığını ve gerçek Tanrı inancının (Türklerdeki gibi) akla, bilime dayanması gerektiğini söylüyor. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu gösteriyor (Türklerin din/bilim birliği gibi). Yaşar Nuri Öztürk’ün Emevi Arapçılığının akla ve Kur’an‘a değil; eski kaderci putperest inançlarına dayandığı tezini doğruluyor. Sabri Ülgener’de eserlerinde Osmanlı kimliği altında Türklerin nasıl tasavvuf ile uyutulduğunu ve devletin çöküşe geçtiğini anlatıyor. İsmail Tokalak “Bizans-Osmanlı Sentezi”nde Türklüğün yerini nasıl Bizanslılığın aldığını anlatıyor. Durmuş Hocaoğlu “Laisizm’den Millî ve Sekülerizm’e” de Türklerin nasıl uyutulduğunu, Avrupalıların nasıl uyandığını anlatıyor. Bedri Gencer “İslam’da Modernleşme”de Avrupalıların Osmanlıyı yıkmak için Türkleri, medeniyet düşmanı barbarlar olarak göstererek nasıl Yunan mucizesi ve İslam medeniyeti kavramlarının uydurduğunu anlatıyor. Türkleri yeryüzünden kaldırmaya yönelik bu medeniyet kurgusunun uygulayıcısı İngiltere Başbakanı Gladstone’u ilk defa “Büyük Oyun” kitabında anlatan Taha Niyazi Karaca, Osmanlı’nın baş celladını teşhir ediyor. Kendini “Haçlı savaşçısı” olarak tanıtan Gladstone, Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, “Şark Meselesi”ni kökten halletmek için Türklere cehennemin yollarını (Sevr) döşemiştir. Gladston’u ve yaptıklarını bilmeden Atatürk’ün yaptıklarını anlamak mümkün değildir. Nitekim bu anlaşılmadığı için Türklere cehennemin yolları hep açık olmuştur (Şark Meselesi, Büyük Orta Doğu Projesi olarak devam ettirilmiştir). Necdet Sumer “Sömürgeci Batı Uygarlığı ve Atatürk Cumhuriyeti”nde Atatürk ‘ün Tarih Türk Tezi’ndeki medeniyet ve bilim anlayışını Kazım Mirşan’ı destekleyen kanıtlarla yeniden değerlendiriyor. Batılıların ve Arapların Türk uygarlığını yıkmakla kalmayıp üzerini kapatarak nasıl çaldıklarını da gösteriyor. İşte bütün bunların üzerine Murad Adjı, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin devamını sağlıyor. İlk peygamberin Türklere geldiğini ve dini dünyaya yaydıklarını gösteriyor. (Türkler dini kılıç zoru ile değil gönül kazanarak yapıyor.) Türklerin, Musevilikten ve Hıristiyanlıktan önceki çağlarda sözü edilen “hanifler” olduğunu belirtiyor. Maide suresinin 54 ayetinde “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse şunu çok iyi bilsin; Allah öyle bir millet getirir ki Allah onları sever, onlar da O’nu severler. Müminlere karşı onurlu davranırlar. Allah yolunda cihad eder, hiçbir kınayanın kınamasına aldırmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur ve onu dinleyene verir. Allah, her şeyi kuşatmıştır, her şeyi bilir.” sözündeki milletin Türkler olduğunu ortaya koyuyor. Attila’da pagan Roma’ya karşı bu görevi yerine getirmiştir. Kilise, Attila’ya “Tanrı’nın kırbacı” derken onun bir “hanif” olduğunu biliyor ama biz bilmiyoruz. Ne var ki, Türkler paganlığa karşı Tanrı inancını yakıp, yıkıp, yağmalayarak değil medeniyet götürerek yapmıştır. (Nitekim Emevileri yıktıktan sonra da Bağdat’a giderek aynı şeyi yapacaklardı). Avrupa’nın Türk kimliği dinle birlik de dili ve kültürü de yenilenerek devam etmiştir. Adji, onların Katolik ve Ortodoks Kiliseleri ile mücadele ettiklerini ve kendi kültürlerine sahip çıktıklarını belirtiyor. İşte daha sonra Avrupa’ya giden tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetine de onlar sahip çıkacaklardı. Çünkü Türklerin din/bilim birliği köklerini hala koruyorlardı. Araplar Orta Asya’yı yağmalamaya geldiklerinde Türkler istilacılara karşı din/bilim birliğini ve medeniyetini korumak için savaşmışlardı. Gerçek hanifler olan Türkler Arap putperestliğini İslam’ın yerine koyarak yağmaya çıkan Emevilerin de sonunu getirmişti. Pagan Romalılardan sonra onlarda Maide/54’ün lanetine uğramışlardı. Bu da ”Doğuluların ve Batılıların Rabbine yemin ederim ki onların yerine daha hayırlılarını getirmeye de gücümüz yeter! Bize kimse engel olamaz.” Mearic suresi/40-41. Ayetindeki milletin Türkler olduğunu gösteriyordu. Abbasileri iktidara getiren Türkler kültürlerini de Bağdat’a taşırlar; Arapların yıktığı medeniyetlerini yeniden inşa ederler. Türk uygarlığı Arap yıkımından önceki köklerinden beslenerek yeniden doğar. Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma”da anlattığı bilim de bu dönem sırasında üretilir. Bağdat’ta önü kesilen bilim ana yurdu Orta Asya’da devam eder. Ne var ki, ta başından beri Türklerin akılcı bilimci özgür din/bilim birliğine karşı olan Arap ve Fars karışımının öldürücü “kaderci/öte dünyacı/tasavvuf” anlayışı Farslı vezir Nizamülmülk tarafından uygulamaya konur. Siyaseten idareyi ele alarak aydınlanmanın sonunu getirir. Hakimiyetini sürdürerek bünyesine yerleştiği Osmanlı, Safavi ve Babür devletlerini de yıkıma sürükler, Türk dünyasını karanlığa boğar. Din/bilim birliğini kaybeden Türkler kaderci/öte dünyacı/tasavvuf ile Kur’an’ın karşısında yer alırlar. “Allah, aklını kullanmayanları kötülükleri ile baş başa bırakır” (Yunus/100). Ayetinin gazabına uğrarlar. Fakat onların kovaladığı tabiat bilimleri ve bilimsel zihniyet ise Avrupa’ya kaçar ve onları yok edecek dünyevi güç olarak geri döner. Bu sırada Türkler kendi akıl ve bilim düşüncesinin düşmanı olmuş “öte dünyacı” yaşama mahkûm edilerek ölüm uykusuna yatırılmıştı. Öte dünyacı uykudan uyanamadan da devletini kanını, canını kaybederek yok olmanın eşiğine gelmişti (Sevr). Türkleri yok olmaktan kurtaran Atatürk bu akıl almaz durum karşısında onları uyandırmak ister. Türkleri Orta Çağın karanlığından çıkarmaya çalışır. Meseleyi kökten çözmeye girişir. Avrupa Merkezli tarih yazımına karşı Türk tarih Tezi’ni koyar (bir asır sonra Gladston’a, Ernest Renan vd. karşı) Medeniyet savaşını başlatır. Ne var ki bu medeniyet savaşı Atatürk’ün vefatı ile son bulur. Arkasından düşmana teslim olunur. Bu teslimiyet günümüze kadar sürüp gelir. Bu da günümüzde yaşadığı sorunların kaynağı olur. Sorunları halletmek için medeniyet savaşına kaldığı yerden devam etmek zorundayız. Murad Adji’nin yıktığı Avrupa medeniyetinin yerine Türk uygarlığını yeniden inşa etmeliyiz. Murat Adji’nin medeniyet/tarih silahı içerdeki ve dışardaki bütün medeniyet doğmalarını yıkıyor. Türk uygarlığını bütün ihtişamı ile ortaya çıkartıyor. Onu da akıl ve bilimle yoğurarak yeniden şekillendirmek Türklere kalıyor.
Orhan Dündar, Türkler Uyanın, Uygarlığınıza Sahip Çıkın, Biyografi Net Yayıncılık, 2020, Ankara. (Kitabın ana tezi)
ORHAN DÜNDAR’IN ESERLERİ:
ÇİZGİ-ROMAN:(kardeşi Erhan Dündar ile birlikte) Modern bilimin öncüleri; Biruni, Harezmi, İbn-i Sina, Farabi, Cabir Bin Hayyan, Nasıruddin Tusi, Uluğ Beğ, Ali Kuşçu, Fuat Sezgin, Aziz Sancar.
Atatürk Serisi, Atatürk (belgesel), Atatürk İlkeleri, Yıldırım Kemal, Dede Korkut Serisi, Ömer Seyfettin Serisi, Nasrettin Hoca, Yüzbaşı Cemil, Keloğlan, Barbaroslar, Kıssalar, Dünya Klasikleri (4 kitap), Masallar Serisi, Evliya Çelebi (2 kitap), Baybars, Togan, Toygar, Alaaddin’in Sihirli Lambası,
DERLEME:
Hayvan Masalları (1997)
ARAŞTIRMA:
Medeniyetlerin Aşil Topuğu (2003)
Avrupa Türkleşirken/Kıyametin Türkleri (2006)
Atatürk (Bozkır) Aklı (2006)
Avrupa’nın Dünyevilik Oyunu (2007)
ÇALIŞTIĞI KURUMLAR:
Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ATASE Başkanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi, Tay Yayınları, Çeşitli yayınevleri ve gazeteler.
GÖRÜŞ
BATI’YI KENDİNE KARŞI SİLAHLANDIRAN DOĞU
Orhan Dündar
BİLİM DEVRİMİ (DÖNÜŞ)
Günümüzde bilim ve teknolojinin sahibi olan Batı ülkeleri elde ettikleri teknolojik güçle bütün Dünyaya hükmetmektedirler. Batı’nın bugünkü bilim ve teknolojik ilerlemesinin temelinde ise İslam bilim ve düşüncesi vardır. Bilim tarihçimiz Fuat Sezgin bu gerçeği 17 ciltlik bir literatürle ortaya koyduğu gibi, konuyu bilen birçok batılı bilginde bu hakkı teslim etmişlerdir. Bunlardan biri olan Robert Briffault, bu gerçeğin özünü şöyle tespit ediyor: “İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi bilimdir... Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey sadece bilim değildi. İslam medeniyetinden gelen başka tesirlerde Avrupa hayatına ilk ışıltıları vermiştir... Avrupa’nın ilerleme-sinde İslam kültürünün tesirini görmeyeceğimiz hiçbir alan yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılmasına sebep olduğu alan, tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti olmuştur…” Robert Briffault (1876-1948) The Making of Hummanitye, s.190, 202, London, 1919.
500 yıldır Uyutulan Müslüman Dünyası
Ne var ki, günümüzde, Avrupa’nın bilim ve teknoloji alanındaki gelişmesini ve dünyaya egemen olmasını sağlayan bilim zihniyetine en çok ihtiyacı olan da İslam dünyasıdır. Çünkü 12. yüzyıldan itibaren Avrupa, Müslümanlardan aldığı bilim anlayışına sahip çıkarak akıl ve bilim düşmanı Katolik kilisesinin öte dünyacı/kaderci/mistik din anlayışını yıkarak, bilime ve bu dünyaya sahip çıkarken; İslam dünyasında ise Müslümanlara Arap/Fars/Bizans karışımı öte dünyacı/kaderci/tasavvuf (mistik) din anlayışı zerk edilerek akıldan, bilimden ve bu dünyadan kopartılmışlardır. İslam dünyasına hakim olan bu anlayış Arapçı/Emevi/Abbasi ve Farslar tarafından siyaseten din haline getirilerek kutsanmıştır. Siyasilerin desteği ile varlığını sürdürerek günümüze kadar gelmiştir. Akıl ve bilimden yoksun bıraktıkları Müslümanları cehaletin, yoksulluğun ve çürümüşlüğün dibine itmişlerdir.
Fizikçi bilim adamı Abdüsselam bu anlayışın İslam dünyasını nasıl bilgisiz, cahil ve sefil hale getirdiğini şöyle ifade ediyor: "Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin İslam ülkele-rinde en zayıf olduğu konusunda günümüzde herhangi bir kuşku yoktur. İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolo-jideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır."(Prof. Dr. Muhammed Abdüsselam (1979 yılı Nobel Fizik ödüllü Pakistanlı Fizikçi) Bunun için günümüzde, başta Türkler olmak üzere bütün İslam dünyası eğer, bilim ve teknoloji alanında radikal bir devrim yapmazsa; Hıristiyan Batı karşısında ezilmekten, tükenmekten kurtulamayacak ve çürüyerek yok olacaktır. Kurtuluşun tek çaresi “Bilim Devrimi” yapmaktır. Bunun için gerekli olan “bilim zihniyeti”, Briffault’un da gösterdiği gibi kendi medeniyetimizin içinde vardır.
Bilim zihniyetine yeniden kavuşmak
Batı’yı Orta Çağ karanlığından çıkartarak, bugünkü bilim ve teknoloji seviyesine ulaşmasını sağlayan kaynakları ortaya koyan bilim tarihçimiz Fuat Sezgin, İslam dünyasına bilimin yolunu yeniden ancak Türklerin açabileceğini söylüyor ve “Türkler uyanın uygarlığınıza sahip çıkın” diyerek bizden “bilimsel uyanış” bekliyor. Sezgin, bu uyanışın en şuurlu reaksiyonunu Atatürk’ün gösterdiğini fakat bu yoldan sapıldığını, aynı yola devam ederek bu yaratıcılık konumunu tekrar yakalamamız gerektiğini söylüyor.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile devletin temellerine, Avrupa’nın modernliğini oluşturan kendi “bilim zihniyetimizi” yerleştirmiştir. Fuat Sezgin’in inandığı ve tespit ettiği gibi Atatürk yaptığı reformlarla uyandırmak istediği Türklere ve bütün Müslümanlara kaybettikleri bilim zihniyetine yeniden kavuşmaları için yol göstermiştir. Ancak, Atatürk’ün vefatı ile bilim zihniyetini temel alan Türk Tarih Tezi’nin yerine Osmanlı’yı yıkmak için uydurulan “Yunan Mucizesi” ve “İslam medeniyeti” safsataları konarak yeniden içerden ve dışardan “barbar Türkleri yok etme” sürecine geri dönülmüş-
tür. Ancak günümüzde, ortaya çıkan yeni tarihi bilgiler ve belgeler bu uydurmacaları köklerinden yıkarken, bize de kendi “bilim zihniyetimize” tekrar kavuşma olanağı sağlamıştır. Bu belgeler Doğu’da değil Avrupa’nın merkezinde Bir “fanusun” içinde muhafaza edilmektedir. Fanus da İslam dünyasın-daki akıl ve bilim düşmanı doğmalardan kurtularak Avrupa’ya giden tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetinin kökleri bulunmaktadır.
Fanus da saklanan uygarlık
İslam dünyasının 13. yüzyıldan itibaren kaybettiği “tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti” o zamanki canlılığı ile hala burada hazır beklemektedir. Batı’ya kaçan bu zihniyet fanusun içinden çıkarılıp Müslümanların hayatına girmedikçe ne akılcı, bilimci Kur’an’ı anlamaya ne sömürgeleşmeye ve ne de çöküşten kurtulmaya olanak vardır. Atatürk’ün savaştığı Batı sömürgeciliğine karşı yaptığı da budur. Türklere ve bütün Müslümanlara Batı emperyalizminden ve sömürüsünden kurtaracak gücün, bilimin kendi medeniyetleri içinde olduğunu göstermiştir.
Türk patentli din/bilim birliğine dayanan “bilim zihniyetine” yeniden kavuşmak
Atatürk’ün açtığı “akıl ve bilim yolu” kökleri ile bu fanusun içinde duruyor. Fanus da Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Friedrich’in (1194-1250) Batı’ya aktardığı kendi bilim mirasımız bulunuyor. Murad Adji’nin Attila’nın torunu olduğunu söylediği II.Friedrich, bu miras sayesinde akıl ve bilim düşmanı olan Katolik kilisesi ile savaşarak Avrupa’yı uyandırmıştır. “işte bu Friedrich, siyasi sahada sadece kısa bir “altın saat” sürmesine mukabil, ilim sahasında asırlarca Batı ile Doğu’nun barıştırıcı unsuru olur. Kayser’in Doğu ile Batı arasında kurduğu bağlantıdan yeni bir laik iklim, kritik ve tecrübi tabiî ilimlerin mukabil tesirleri içinde yeni bir dünya görüşü vücuda geldi. Modern Devlet, esas temelini bu bağlantıya borçludur.”( Sigrid Hunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, 1960, Bedir Yay. s. 355)
Bilim Meşalesini Yeniden Yakmak
Fanusu açmak ve içindeki “bilim zihniyetine” kavuşmak bizi de uyandıracak ve 13. yüzyılda söndürülen bilim meşalesini tekrar yakmamızı sağlayacaktır. Fanus da saklı olan tabiat bilimleri ve bilim zihniyetinin gerçek sahipleri ise Ebu Hanife, Mutezile, Maturidi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, Harezmi, Biruni, Cabir Bin Hayyan, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi akıl ve bilim adamlarıdır. Onlar din/bilim ayırımı yapmayan ve inançlarının doğrultusunda tabiat bilimlerini ve bilim zihniyetini ortaya koyan modern bilimin öncüleridir. Onların bu anlayışı Türk uygarlığının binlerce yıllık kendi köklerinden geliyordu. Batı’ya giden ve onları hayata kavuşturan bilimin sahibi bu Türk bilim adamlarıdır. Ancak onlar hiçbir zaman Anadolu’ya gelmemiştir, ne dün ne bugün… Osmanlı bunun için çökmüştür. Bu çöküntüyü Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bırakmıştır. Onları ilk defa bu coğrafyaya getiren Atatürk olmuştur. Fuat Sezgin’in önemle vurguladığı da budur. Atatürk, “Türk Tarih Tezi” ile bunu gerçekleş-
tirerek Türk uygarlığının yenilenmesini/çağdaşlaşmasını istiyordu. Çağdaşlaşmanın temeli olan din/bilim birliğini şu özdeyiş ile ifade etmiştir: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir: ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.” İslam dünyası bugün, açılan bu yoldan giderek, Kur’an’ın ısrarla teşvik ettiği dünyevi bilimlere tekrar sarılırsa, kendi modern medeniyetine kavuşacak yolu bulacaktır. Bu bilim anlayışının hayata geçirilmesiyle yalnız Türk ve İslam dünyasının değil bütün insanlığın her iki dünyada da (dünyevi/uhrevi) kurtuluşu sağlanmış olacaktır.
Orhan Dündar, Türkler Uyanın, Uygarlığınıza Sahip Çıkın, Biyografi Net Yayıncılık, 2020, Ankara. (Kitabın tezi)
KAYNAKLAR
Will Durant’ın ileri sürdüğü; Türklerin en eski uygarlığın ve tek Tanrı inancının ilk sahipleri olduğu tezi artık kanıtlanmış durumdadır. James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını anlatıyor. Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Bilimsel kanıtlar; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyor. Thıerry Zarcone “Yeşim Taşı Yolu” kitabı ile Türklerin Doğu’dan Batı’ya din ve medeniyet taşıdığını belgeliyor. Martin Bernal, “Kara Atena” ile Avrupalıların Türklere karşı uydurmuş olduğu “Yunan Mucizesi” yalanını yıkıyor. Frederik Starr, “Kayıp Aydınlanma” kitabında Arapların Orta Asya Türk Uygarlığını nasıl yağmalayıp, yok ettiklerini anlatıyor. Türklerin Sonradan medeniyetlerini yeniden nasıl yeşerttiklerini ve Avrupa’ya giden bilimin Türklerin eseri olduğunu gösteriyor. Bununla Şemsettin Günaltay’ın 1932 yılında Arap ve Acemlere mal edilen bilimin öz be öz Türklere ait olduğu bilgilerini de doğrulamış oluyor. Muhammed Abid el Cabir “Arap-İslam Aklı” ve “Arap-İslam Siyasal Aklı” kitaplarında Kur’an’ın Emeviler tarafından çarpıtılarak nasıl siyaset aracı yapıldığını, iktidarlarını: mücadele, birlikte yeme, içme ve Kureyş’in meşruluğu üzerine kurduklarını, yağma ve ganimet için savaştıklarını, bununla da Müslümanların kaderci/öte dünyacı/tasavvuf öğretisiyle akıl ve bilim düşmanı yapılarak nasıl uyutulduğunu, Harezmi, Biruni gibi bilim adamlarının Arap aklının dışında kaldığını gösteriyor. (Bugüne kadar gelen siyasal İslam’ın dine değil Arapçılığa dayandığını ortaya koyuyor). Hüseyin Atay’da “Ben” adlı kitabında Kur’an’ın yerini Arap putperestliğinin yani kaderciliğin ve tasavvufun alarak yüzyıllardır Müslümanların din adına nasıl kandırıldığını ve gerçek Tanrı inancının (Türklerdeki gibi) akla, bilime dayanması gerektiğini söylüyor. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu gösteriyor (Türklerin din/bilim birliği gibi). Yaşar Nuri Öztürk’ün Emevi Arapçılığının akla ve Kur’an‘a değil; eski kaderci putperest inançlarına dayandığı tezini doğruluyor. Sabri Ülgener’de eserlerinde Osmanlı kimliği altında Türklerin nasıl tasavvuf ile uyutulduğunu ve devletin çöküşe geçtiğini anlatıyor. İsmail Tokalak “Bizans-Osmanlı Sentezi”nde Türklüğün yerini nasıl Bizanslılığın aldığını anlatıyor. Durmuş Hocaoğlu “Laisizm’den Millî ve Sekülerizm’e” de Türklerin nasıl uyutulduğunu, Avrupalıların nasıl uyandığını anlatıyor. Bedri Gencer “İslam’da Modernleşme”de Avrupalıların Osmanlıyı yıkmak için Türkleri, medeniyet düşmanı barbarlar olarak göstererek nasıl Yunan mucizesi ve İslam medeniyeti kavramlarını uydurduğunu anlatıyor. Türkleri yeryüzünden kaldırmaya yönelik bu medeniyet kurgusunun uygulayıcısı İngiltere Başbakanı Gladstone’u ilk defa “Büyük Oyun” kitabında anlatan Taha Niyazi Karaca, Osmanlı’nın baş celladını teşhir ediyor. Kendini “Haçlı savaşçısı” olarak tanıtan Gladstone, Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, “Şark Meselesi”ni kökten halletmek için Türklere cehennemin yollarını (Sevr) döşemiştir. Gladstone’u ve yaptıklarını bilmeden Atatürk’ün yaptıklarını anlamak mümkün değildir. Nitekim bu anlaşılmadığı için Türklere cehennemin yolları hep açık olmuştur (Şark Meselesi, Büyük Orta Doğu Projesi olarak devam ettirilmiştir).
Necdet Sumer “Sömürgeci Batı Uygarlığı ve Atatürk Cumhuriyeti”nde Atatürk ‘ün Tarih Türk Tezi’ndeki medeniyet ve bilim anlayışını Kazım Mirşan’ı destekleyen kanıtlarla yeniden değerlendiriyor. Batılıların ve Arapların Türk uygarlığını yıkmakla kalmayıp üzerini kapatarak nasıl çaldıklarını da gösteriyor. İşte bütün bunların üzerine Murad Adjı, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin devamını sağlıyor. İlk peygamberin Türklere geldiğini ve dini dünyaya yaydıklarını gösteriyor. (Türkler dini kılıç zoru ile değil gönül kazanarak yapıyor.) Türklerin, Musevilikten ve Hıristiyanlıktan önceki çağlarda sözü edilen “hanifler” olduğunu belirtiyor. Adji, Türklerin, Tanrı inancının ve uygarlığının Avrupa’nın dininin, dilinin ve kültürünün temel kaynağı olduğunu; Tanrı (tevhit) inancının Hıristiyanlaştırılması (baba/oğul/kutsal ruh) ile birlikte her şeyin nasıl dönüşüme uğratıldığını gözler önüne seriyor. II. Friedrich’in Attila’nın torunu olduğunu gösteriyor. Avrupalıların 6000 yıllık Türk köklerinin yeniden ortaya çıkartılmasına olanak sağlıyor. Avrupalıların çok iyi bildiği bu gerçekleri bizim de görmemiz ve değerlendirmemiz için Avrupa merkezci tarihi yıkarak yeni bir tarih yazıyor.
ORHAN DÜNDAR’IN ESERLERİ:
ÇİZGİ-ROMAN:
(kardeşi Erhan Dündar ile birlikte) Modern bilimin öncüleri; Biruni, Harezmi, İbn-i Sina, Farabi, Cabir Bin Hayyan, Nasıruddin Tusi, Uluğ Beğ, Ali Kuşçu, Fuat Sezgin, Aziz Sancar.
Atatürk Serisi, Atatürk (belgesel), Atatürk İlkeleri, Yıldırım Kemal, Dede Korkut Serisi, Ömer Seyfettin Serisi, Nasrettin Hoca, Yüzbaşı Cemil, Keloğlan, Barbaroslar, Kıssalar, Dünya Klasikleri (4 kitap), Masallar Serisi, Evliya Çelebi (2 kitap), Baybars, Togan, Toygar, Alaaddin’in Sihirli Lambası,
ARAŞTIRMA:
Medeniyetlerin Aşil Topuğu (2003) Avrupa Türkleşirken/Kıyametin Türkleri (2006)
Atatürk (Bozkır) Aklı (2006) Avrupa’nın Dünyevilik Oyunu (2007)
ÇALIŞTIĞI KURUMLAR:
Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ATASE Başkanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi, Tay Yayınları, Çeşitli yayınevleri ve gazeteler.
TÜRK UYGARLIĞININ İÇ VE DIŞ DÜŞMANI (AŞİL TOPUĞU)
Orhan Dündar
14-10-2021
TANRI DEVLETİ’NE GİDEN YOL BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
Türkiye’nin yaşamakta olduğu iç ve dış sorunlar, XIX. yüzyılda yazılan Avrupa merkezci tarih anlayışı tarafından kilit altına alınmıştır. Bu kilidi açmadan Türkiye’nin sorunlarını anlamak ve çözmek olanaksızdır. Bu kilit Avrupa’daki Hıristiyan tarihini yazan Gök Tanrı inancının üzerine vurulmuştur. Avrupalılar, Türklerden çaldıkları Gök Tanrı inancını pagan inançlarla Hıristiyanlığa dönüştürmüşler, sonra da Türkleri din düşmanı barbarlar olarak kurgulayan bir tarih yazmışlardır. İncil gibi Türk tarihini de ters yüz etmişlerdir. Tarih yazımı Attila’dan sonra kilisenin Avrupa’daki Türk uygarlığının izlerini yok ederek başlamıştır. Gerçekte Avrupalılar, Attila’dan beri Türkleri Hıristiyanlığın karşısında “Dünyevi gücün ve yaşamın” temsilcisi olarak görmüşler, onlardan çekinmiş, saymış ve en önemlisi taklit etmişlerdir. O zamandan beri Türkleri “ötekileştirerek” kendi dinlerini, dillerini ve kültürlerini oluşturmuşlardır. Böylece Attila’dan beri süregelen tarihi Türk düşmanlığı üzerinden bir tarih ve medeniyet tezi kurgulayarak bunu Şark Meselesi olarak ete kemiğe büründürdüler. XIX. yüzyılda elde ettiği bilim ve teknoloji sayesine Hıristiyanlığı medeniyet maskesi altında dünya ya egemen kılmak ve sömürmek için harekete geçtiler. Ortak hedefleri ise Tanrı Devleti’ni kurmaktı. Bunun için ezeli ve ebedi düşmanları olan Türkleri tarihten ve yeryüzünden kaldırmak üzere (yanlarına Arap ve Farsları da alarak) Haçlı seferine giriştiler. Endülüs’ten sonra Osmanlı Devleti ile birlikte Savafi ve Babür gibi Türk devletlerini yıktılar. Ancak geriye “Türk düşmanlığı” üzerine kurgulanan Hıristiyan/medeniyet birliğine dayanan “Avrupa merkezli tarih” anlayışını miras bıraktılar. Tanrı Devleti’ni kurmak için Hıristiyanlığın varlık sebebi olan “Türk düşmanlığı” nı da hiç bozmadan günümüze kadar taşıdılar. Şark Meselesi’ nin yerine de Büyük Ortadoğu Projesi’ni yerleştirdiler.
HIRİSTİYAN AVRUPA BİRLİĞİ’NİN (TANRI DEVLETİ’NİN) DÜŞMANI TÜRKLER
Günümüzde, Batı'nın “Türk düşmanlığı” üzerine nasıl kimlik oluşturduğunu ve hala Haçlı seferini sürdürdüğünü gösteren en açık belge, Katolik Kilisesine bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı olan, L’Avvanire Gazetesi’nde yazılanlardır. Bu gazete, 3 Ocak 2000 tarihli sayısında, Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Müslüman Türkiye’nin AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupalı Fikri’, başlı başına ‘Düşman Türklere*’ ve Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet. Ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır.”
*Katolik Kilisesi; Türkleri “Şeytan” yerine koyarak Hıristiyan öğretisinin temel taşı yapmıştır. Batı’da bunu “misyon” edinerek, medeniyetine ve siyasetine uygulamıştır. Eğer Şeytan, yani Türkler olmazsa Hıristiyanlık ve Batı Medeniyeti çöker.
HIRİSTİYAN BATI’NI AŞİL TOPUĞU
Katolik Kilisesi, Hıristiyan birliği için Türklere karşı Tanrı Devleti’ne vurgu yapıyor ve arkasını Batı’nın bilim ve teknoloji alanında sağladığı güce dayandırarak bu hükme varıyor. Ancak Hıristiyanlık orada bilim ve teknoloji düşmanı olarak karşı tarafta duruyor. Çünkü Avrupa’nın modernliğini oluşturan bilim ve teknoloji Hıristiyanlığın baş düşmanı olarak gelişmiştir. Batı, bilimsel ilerlemesini Kiliseye (Yahudi-Hıristiyan/Tevrat-İncil inancına)karşı direnişine borçludur. Ne var ki, Bilim karşısında ehlileşmek zorunda kalan Hıristiyanlık, Batı’nın Aşil Topuğu olarak tarihi inancını hala sürdürmektedir. Medeniyet kisvesi altına gizlenmiş olsa da Hıristiyanlık akıl ve bilim düşmanı olarak bugün de Batı modernliğinin karşısında yer almaktadır. Üstelik hem modernlik hem de Hıristiyanlık tek değil, çok parçalıdır ve bu da Avrupa merkezci tarih anlayışının en zayıf noktasıdır. Bu zayıf noktanın Aşil Topuğu’nu oluşturan Hıristiyanlığın üzerine vurulan kilidi açtığımızda; akıl ve bilim düşmanı Hıristiyanlık ile birlikte Avrupa’nın gerçek tarihi de ortaya çıkacak, Türk düşmanı- Avrupa merkezci tarih yazılımı köklerinden yıkılacaktır. Bununla birlikte aynı Hıristiyanlık gibi, İslam dünyasını XIII. yüzyıldan itibaren akıl, bilim düşmanı, kaderci, öte dünyacı bir anlayışa mahkûm ederek çürüten ve çökerten doğmalar da yıkılmış olacaktır. Böylece başta Türkler ve Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığa aklın, bilimin ve bu dünyanın yolunu açarak kendi tarihini yazarak gerçek kimliğini bulmasına olanak sağlanacaktır. Aslında Martin Bernal, Kara Atena Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal edildi? 1785-1985, adlı eserinde Avrupa merkezci tarih teorisini yıkmıştır. Ancak gerçek Avrupa tarihini ortaya çıkartamamıştır.
GÖK TANRI/TEVHİD İNANCI PAGAN AVRUPA DA
İşte, Murad Adji bunu yapmıştır. Yazdığı eserlerle Avrupa merkezci tarih anlayışını yıkarak köklerindeki Türk tarihini ortaya çıkartmıştır. Bunu da gerçek Hıristiyan tarihini yeniden yazarak yapmıştır. Katolik, Ortodoks, Protestan mezheplerinin kaynağı olan “Türk Tanrı inancını” “pagan kaynaklarla” değiştirerek Hıristiyanlığı nasıl oluşturduklarını ortaya çıkartmıştır. Bu gerçeği yakından görmek için III. yüzyıla gitmemiz, Murad Adji’yi dinlememiz ve izlememiz gerekiyor. O, şöyle diyor: “ Hayır, Türkler, Gök Tanrı inancıyla taçlandırdıkları Büyük Kavimler Göçü’ne boş ellerle çıkmadılar. Tanrıyı her şeyin üzerinde tuttular; öyle ki dillerindeki anlamı “sonsuz mavi gök”tü. “İyilik ve kötülük, bolluk ve darlık ancak ve ancak Tanrı’dan gelir” diyorlardı Altaylılar; “o hâkimdir, insanlığa verilen yüce bilgeliktir.
Sonradan Greklerin “hanifler” adını verdiği bu insanlar Gök Tanrı inancıyla yaşadılar.
Türklerin gelmesiyle Batı’nın görünüşü değişti. Büyük Kavimler Göçü Orta Asya’dan başlayıp Kafkasya’yı, Yakındoğu’yu ve Afrika uygarlığını değiştirdi. Yıldızlar-hükümdarlığının hiç beklemediği bir şekilde-Roma İmparatorluğu’nun semalarını da farklı aydınlatmaya başladı…
Roma Büyük Kavimler Göçü’nün bir savaş eyleminden çok uygarlık akımı olduğunu anlayamadı. Kendini kılıç zoruyla değil, gönül rızasıyla kabul ettiren bir uygarlık akımı… “
(Murad Adji, Türklerin Saklı Tarihi, Kaynak Yayınları, 2019. s.34..)
GÖK TANRI İNANCININ AVRUPALI İKİ YÜZÜ: ARYANİZM VE HIRİSTİYANLIK
Murad Adji, Gök Tanrı inancının ve Türk uygarlığının (İslamiyet’ten 300 sene önce) Avrupa’ya kuzeyden ve güneyden ayrı ayrı yollardan girdiğini belirtiyor. Böylece, Türklerin, Tanrı inancının ve uygarlığının Avrupa’nın dininin, dilinin ve kültürünün temel kaynağı olduğunu; Tanrı (tevhit)inancının Hıristiyanlaştırılması (baba/oğul/kutsal ruh) ile birlikte her şeyin nasıl dönüşüme uğratıldığını gözler önüne seriyor. Ama kuzeye hâkim olan Türk kültürünün, güneyden farklı geliştiğini söylüyor “Bu bölgelerde tevhidin başka bir kolu, yeni Avrupa dini olarak yayıldı ve bu halkların kendi kültür ve siyasetleri oluşmaya başladı; Hıristiyanlığın söz konusu olmadığı bir monoteizm. Bilim adamlarının “Aryanizm” olarak adlandırdıkları ve o dönemlerde Katolikliğin, Grek Ortodoksluğunun rakibi olan bu akım ortaçağa, onun belirleyici en önemli özelliği olarak damgasını vurmuştur. Onun bıraktığı en belirgin iz, milyonlarca insanın yaşam biçimini belirleyen Protestanlıktır.” (Adji, s.258)
Adji, Kuzey Avrupa’nın kadim inancının Mısır’la ve Arius ile bir ilgisi olmadığını ama ikisinin kaynağının Altay’ın Gök Tengri inancından geldiğini belirtiyor. Gök Tengri inancının burada “Aryanizm” olarak muhafaza edildiğini söylüyor. Aryanların daha sonra Müslümanların yaptığı gibi tevhidin saflığını koruyup Tanrı üzerinde kimseyi görmek istemediklerini belirtiyor
GÖK TANRI’SIZ VE TÜRKSÜZ AVRUPA
“4. yüzyılın başlarında Batı için durum siyasi bakımdan şöyle anlatılabilir: Büyük Göç’ün getirdiği uygarlık nimetlerinden herkes nasibini aldı. Kazanımlar, ibadet, dili dahil Altay menşeyliydi. Yüzyılların akışında (engizisyondan sonra) bu gerçekler geçmişte kaldı. Altay’ın tekvin inancını gnostisizm, yani sapkınlık olarak adlandırdılar.” (Adji, S. 117)
Ancak daha sonra Avrupa’yı ele geçiren Katolik kilisesi Hıristiyanlık adına kendi pagan inancını yaymak için Türkleri ve tevhit inancını yok etmeye girişmiştir. Engizasyon ile bunu başarmıştır.“Engizasyonun yaktığı ateş XVI. yüzyıla kadar yandı. Dominikler görevlerini yerine getirdiler. Hıristiyan dünyasında Türklerin izlerini yok ettiler. Onların yerini, Kilisenin başka bir tarikatı olan, sıvacılar gibi Avrupa’nın duvar gediklerindeki kan lekelerini temizleyen Cizvitler aldı. Üniversiteleri kontrolleri altına alıp, yeni diller, mimarlık tarzları geliştiren, yeniden kitaplar yazan, tablolar yapan arşivlerdeki “dehşet barbar izlerini” silip kurtaran onlardı. Kısacası Avrupa kültürünü yeniden düzenleyip dış görünüşünü bugün bildiğimiz-Gök Tanrısız ve Türksüz-şekle onlar soktular. Artık oralarda Tengri’yi hatırlayanlar çok azdır.” (Adji, Türklerin Saklı Tarihi, s.369.)
TÜRK UYGARLIĞININ YIKICILARI
Bugünkü dünya tarihini de onlar yazmıştır. İncil gibi Türk tarihini de ters yüz etmişlerdir. Tarihten Türk izlerini ve tevhit inancını silerek pagan inancını Hıristiyanlık/medeniyet adıyla dünyaya yayarak hükümran kılmışlar, sömürgeciliğin ölümcül silahı haline getirmişlerdir. Böylece dünyayı altüst etmişlerdir.
Adji, Batılı Hıristiyanların, Avrupa’daki Türk dinini ve uygarlığını nasıl yok ettiklerini detaylarıyla anlatıyor. (Araplar da aynısını yapmış ve Orta Asya’daki Türk uygarlığını yağmalayıp yok etmişlerdir. Kur’an’ın yerine din diye Arap paganlığını miras bırakmışlardır. Bkz. Arap Aklının Oluşumu, Muhammed el Cabiri-Kayıp Aydınlanma, Frederick Starr)
UNUTULAN TÜRKÇE İBADET KİTAPLARI
Fakat hâlâ yok edilemeyen Türk (Hun) dilinde yazılmış din kitaplarının olduğunu ve Ermenistan başta olmak üzere çeşitli kütüphanelerde korunduğunu belirtiyor: “Aslında bir zamanlar Ermeniler de, Süryaniler de, Mısırlılar, Grekler ve Romalılar da, Gök Tanrı’ya inanan herkes Türkçe ibadet ediyordu. Türk (Hun) dilinde yazılmıştı kutsal kitaplar. Bu kitaplar Vatikan’da, Ermenistan’da ve diğer Hıristiyan merkezlerde muhafaza edilmektedir. Bunlara Müslümanlarda da rastlamak müm-kündür, örneğin İran’ın Kum şehri kütüphanesinde. İlahi dille yazılmış kitaplar kaybolmuyorlar. Ancak onları artık okuyan yok, bilmiyorlar! Dili anlaşılır değildir. Ne günlere kaldık!” (Adji, s. 416)
ALTI BİN YILLIK TÜRK UYGARLIĞI
Amerikalı bilim insanı Will Durant, dünyanın en eski uygarlık merkezlerinden birinin Türkmenistan da bulunan Anav kültürü (MÖ 6000) olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca uygarlığın çeşitli görünüşleri yönünden “tektanrıcılık” inancının da ilk kez Orta Asya’da ortaya çıktığını belirtmektedir. (Will Durant, Kulturgeschihchte der Menschheit. Köln, 1985, s. 109-116)
İskoçyalı Mimar James Fergusson’da bu tezleri yaptığı arkeolojik bulgularla kanıtlamıştır.
Fergusson’un 1872 tarihli “Rude Stone Monuments” adlı eserinde gösterdiği gibi Turanlılar/Türkler tarih boyunca tek tanrı inancının yayıcısı, dünya düzenin ve medeniyetinin kurucusu olmuşlardır.
Fergusson pek çok ülkede dolmenler üzerinde yaptığı incelemeleri neticesinde, Avrupalıların en eski atalarının Turan kanına sahip olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “ Doğuda Çin’den başlayarak, Tataristan’da, Hindistan’da, İran’da farklı isimlerle adlandırılan Moğollar ve Tatarlar, Yunanistan’da Pelasgiler, İtalya’da Etrüksler, Keltler’den önce Avrupa’da dolmen inşa eden Turan ırklarıdır.
(Fergusson, 1872, 30-31). Yine Fergusson çalışmasında Avrupa’nın dolmen inşa edenlerinin kesinlikle Aryan ırkından olmadığını vurgulamaktadır (Fergusson, 1872, 508).
TÜRK İNANCININ DÜŞMANI OLAN YERYÜZÜ TANRILARI (!)
Türk inancının ve uygarlığının en büyük düşmanları ise insanlığı Tanrı adına kandırarak yönetmek için pagan inançlardan devşirdikleri düşüncelerle sahte din yaratanlar olmuştur. Kendilerini yeryüzü tanrısı ilan eden dini/siyasi sapkınlar, insanlığı akıldan, bilimden ve bu dünyadan kopartarak yalnız öte dünya için yaşayan köleler haline getirmişlerdir. (aynı anlayışı Kur’an’a rağmen, Araplar ve Farslar da uygulamıştır.) Attila’dan sonra Hıristiyanlık dinini Avrupa’ya yaymak isteyen Katolik ve Ortodoks kiliseleri de öğretilerini tamamen öte dünyacı pagan inançlardan derlemişlerdir. Baş düşmanları ise tek tanrı inancı ve onun yayıcısı Turanlılar yani Türkler olmuştur. Murad Adji, her iki kilisenin nasıl tek tanrı inancının içini boşaltarak pagan inançlarla doldurup Hıristiyanlığı oluşturduklarını anlatıyor. İşin en ironik yönü ise Katolik kilisesinin bu değişimi din adına kandırdığı Türklere yaptırmış olmasıdır.
GÖK TANRI İNANCINI YAŞATAN AVRUPALILAR
Buna karşılık Avrupa’ya Kuzeyden giden Türk inancının derin izleri hiç bir zaman kaybolmamış, varlığını korumayı başarmıştır. Gök Tanrı inancı Attila’dan beri Kuzey Avrupa’da yaşamaya devam etmiştir. Daha sonra Katoliklik buraya hakim olmasına rağmen, onun başka bir din ve dünya görüşü olarak, Protestanlık adıyla ortaya çıkmasına engel olamamıştır. Bu dünya ya ve bilime düşman olan “öte dünyacı” Hıristiyanlığın karşısına; laiklik, sekülerlik kavramları ile tanımlanan “dünyevi” değerlerle çıkmış ve Avrupa’ya modernliğin (bu dünyanın ve bilimin) yolunu açmıştır. Modernliğin dayanağı olan bilim ise Katolik kilisesinin soyunu kuruttuğu, Avrupa’nın son kağanı olan Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Friedrich (1194-1250) tarafından Avrupa’ya yayılmıştır. II. Friederik Gök Tanrı inancını, Müslüman kimliği ile Orta Asya’dan gelen bilimin yardımı ile yaşatmayı başarmıştır. Katolik kilisesinin “öte dünyacı” anlayışına karşı “dünyevi” değerlerle din ve bilim alanında mücadele etmiştir. Ondan sonra da bu mücadele (dünyevi) 16. yüzyıla kadar sürmüştür. Avrupalıları bugünkü modernliğe ulaştıran da Türk atalarından kalan bu “dünyevi” miras olmuştur. Attila’nın Doğu’daki torunları; Arap/Fars/Bizans karışımı, öte dünyacı/nakilci/kaderci/mistik din anlayışına yenilerek bilimden koparken; Batı’daki torunları, öte dünyacı/nakilci/kaderci/mistik din anlayışını yenerek bilime sahip çıkmıştır. Bugünkü Batı’yı Batı yapan Attila’nın bu Avrupalı torunlarıdır. Onun Kuzey Avrupalı torunlarının “dünyevi sistemi” Türk; Doğulu torunlarının “öte dünyacı/kaderci sistemi” ise Arap, Fars ve Bizanslıdır.
BİLİM MEŞALESİ EL DEĞİŞİYOR
Hepsinin ortak düşmanı olan Türklerin; akla, bilime ve hür iradeye dayanan rasyonel din anlayışını yok ederek Müslümanları karanlığa gömmüşlerdir. Ne var ki onların İslam dünyasında söndürdüğü bilim ışığı bu sırada Batı’yı aydınlatmaya başlamıştı: “… bilimin öncülerinden kabul etmemiz gereken II. Friedrich’in bu bilim meşalesini tam zamanında devraldığı söylenebilir, çünkü o dönemde artık her şeyin tam tersine döndüğü uzun bir değişim sürecine girilmiştir: Roller değişmiştir; dört asırdır devam eden Müslüman bilgeliği, 13. yüzyıldan itibaren özellikle din istismarcısı, bilim ve akıl düşmanı çevrelerin etkisiyle yavaş yavaş derin bir uykuya dalarken, Batı dünyasında, bu tür çevrelerin etkisi kırılarak bilimsel bir uyanış ve bilinçlenme süreci başlamıştır. Bu uyanış süreci, Rönesans’la zirveye ulaşmış ve nihayet bugünkü Avrupalı bilgi toplumu oluşmuştur.” (Yrd. Doç. Dr. Yusuf Yıldız-Abant İzzet Baysal Üniversitesi–Bolu. Filozof Kral II. Friedrich: Kutsal Roma-Cermen İmparatoru II. Friedrich (1194-1250) ve İslam Bilim Mirasi- */** Gerhard Goldmann: Deutscher Kaiser und Muslim?: Über die Beziehungen Friedrichs II. von Hohenstaufen zum Islam, 3.überarbeitete Auflage, Norderstedt, s. 32-66 2012.)
AŞİL TOPUĞU’NUN YENİ YURDU
Türklerin Tanrı inancının ve uygarlığının ters yüz edildiği bu rol değişimi şöyle gerçekleşmiştir: Avrupa, Müslüman kimliği ile Türklerden aldığı bilim anlayışına sahip çıkarak akıl ve bilim düşmanı Katolik kilisesinin öte dünyacı/kaderci/mistik din anlayışını yıkıp, bilime ve bu dünyaya sahip çıkarken; İslam dünyasın da ise Türklere ve Müslümanlara Arap/Fars/Bizans karışımı öte dünyacı/kaderci/tasavvuf (mistik) din anlayışı zerk edilerek akıldan, bilimden ve bu dünyadan kopartılmışlardır. İslam dünyasına hakim olan bu anlayış Arapçı/Emevi/Abbasi ve Farslar tarafından siyaseten din haline getirilerek kutsanmıştır. Siyasilerin desteği ile varlığını sürdürerek (Selçuklu, Endülüs, Osmanlı, Timur, Savefi ve Babür devletlerini yıkarak) günümüze kadar gelmiştir. Akıl ve bilimden yoksun bıraktıkları Müslümanları cehaletin, yoksulluğun ve çürümüşlüğün dibine itmişlerdir.
Katolik kilisesinin yolundan giderek, Aşil Topuğu’nu, akıl ve bilim düşmanlığını Müslümanlara mal etmişlerdir. Bu gerçeği tespit eden oryantalist Massignon şöyle diyor: “…Müslümanların millî ve manevi değerlerini Batı medeniyetinde eriterek kendimize benzettik… Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkânı hatta cinselliği kullanarak, Müslümanları Hıristiyan yapınız.”
RASYONEL İSLAM, MİSTİK HIRİSTİYANLIK
Ne acıdır ki, Massignon’un dediği gibi bizi din olarak kendilerine benzetmelerine rağmen arada çok önemli bir fark bulunuyor. Bugün onların elinde bizden aldıkları “bilim” var. Bu bilim sayesine dünyaya hükmediyorlar. Biz ise sürünüyoruz ve Batı’ya muhtaç halde (birbirimizle savaşarak) yaşıyoruz. Bu akıl almaz dönüşümü fark edenlerden biri olan Peyami Sefa’yı, düşüncede, en fazla meşgul eden temaların başında akıl ve bilim konusu gelir. Doğu ve Batı arasındaki bu çelişkiye vurgu yaparken yaşanan değişime bir anlam veremez. Bu konu eserlerinde yoğun bir yer tutar: “Hıristiyan Garb, akılcı ve tabiatçı düşünceyi, İslam Şark’tan almıştır. İslam Şark da iman ve ilahiyatçı düşüncede Hıristiyanlığın tesiri altında kalmıştır. Nitekim İslam dini de kitabında, rasyonalist bir ruh sahibi olduğu halde sonradan mistik bir düşünce doğurmuş. Hıristiyanlık da kitabında mistik bir ruh sahibi olduğu halde sonradan akılcı ve tabiatçı bir medeniyet ortaya çıkartmıştır.”
Evet, Batı, Müslümanlardan aldığı “akılcı ve tabiatçı düşünceyi” yine Müslümanlara karşı silah olarak kullanırken Müslümanlar da onlardan aldığı “kaderci ve mistik düşünce” ile uyutulmuştur. Başta Türkler olmak üzere bütün Müslümanların uyanması için XIII. yüzyılda kaybettiği “rasyonel din ve bilim” anlayışına sahip çıkmaktan başka çaresi yoktur. Batı’ya kaçan bu anlayış Müslümanların hayatına girmedikçe ne gerçek İslam’a kavuşmaya ne de sömürge olmaktan kurtulmaya olanak vardır.
ATATÜRK’LE GELEN AKILCI VE TABİATÇI DÜŞÜNCE
Atatürk’ün savaştığı Haçlılara karşı yaptığı da budur. İslam’ın “akılcı ve tabiatçı düşüncesini” Haçlı emperyalizminin karşısına koymuştur. Böylece Türklere ve bütün Müslümanlara Batı emperyalizminden ve sömürüsünden kurtaracak gücün kendi medeniyetleri içinde olduğunu göstermiştir.
Hıristiyanlık ile birlikte onların İslamcı versiyonunun karşısına “aklı ve bilimi” koymuştur. Hem dış hem de iç düşmana karşı savaşmanın doğru yolunu göstermiştir. Batı’daki bilimin öncüsü olan akılcı İslam anlayışını yeniden canlandıran Atatürk, Türkleri ve Müslümanları uyandırıyordu. Onlardan kendi “bilim” miraslarına sahip çıkmalarını istiyordu. Atatürk’ün, Hıristiyancı Avrupa tarih anlayışını yıkarak karşısına koyduğu (Avrupalı araştırmacılardan alınan)Türk tarih ve medeniyet tezi ise Türklerin ve bütün Müslümanların yeniden ayağa kalkmasını sağlayacaktı. O zaman XIX. yüzyılda kurgulanan sömürgeci Hıristiyan (Tanrı) düzeni ve medeniyet anlayışı da yıkılacaktı.
BATI’NIN EN BÜYÜK DÜŞMANI
Bu gerçeği çok iyi gören Batı’nın Atatürk ve Türk düşmanlığı emperyalizm için hayati bir önem kazanmıştı. Dünya düzenlerinin sürmesi için onun yaptıklarının ve yapacaklarının yok edilmesi gerekiyordu. Bunun için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ve başardılar. Atatürk’ün mirasının tamamen yok edilmesi için çalıştılar. “Diyor ki Huntington: Türkiye, deneyimleri itibariyle İslam dünyasının lideri olabilir, ama bunun gerçekleşmesi için Rusya’da Lenin’in devrildiği gibi Türkiye’de de Atatürk’ün devrilmesi gerekir. Huntington şu zehiri şırınga etmede ısrarlı: Türkiye, Atatürk’ün mirasına sahip çıktığı sürece İslam dünyasında iyi bir yere sahip olamaz...” (Yaşar Nuri Öztürk, Batı Sömürgeciliği ve İslam dünyası, s.184, Yeni Boyut, 2003, İstanbul.)
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE KUZEY MÜSLÜMANLIĞI
“Medeniyetler Çatışması”nın yazarı olan Huntington’un mürşidi Arnold J. Toynbee (1889-1970), “Dünya, Batı ve İslam” adlı kitabında bunu şöyle açıklıyor: “Güney Müslümanlığı” olarak tanımladığı Suudi Arabistan-Kahire eksenindeki (Katolikliğin İslam versiyonu olan akıl ve bilim düşmanı kaderci anlayış) Müslümanlığın Batı medeniyeti için bir tehlike olmaktan çıktığına dikkat çektikten sonra “Kuzey Müslümanlığı” olarak tanımladığı Buhara-Semerkant-İstanbul eksenindeki akılcı İslam (Batı’yı kalkındıran) anlayışın Batı için tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor. Kuzey Müslümanlığının mutlaka “kontrol” altına alınması gerektiğine vurgu yapıyor. Çünkü, Kuzey Müslümanlığı Mustafa Kemal Paşa gibi “isyancı” liderler çıkarabilmekte ve Batı’nın emperyal hesaplarına aynı şiddette cevap verebilmektedir. Dünya (Tanrı) düzenlerini bozabilmektedir. Bunun için yeni dünya düzeninin propagandacısı Huntington’da“Türkiye’nin bir an önce Atatürk’ten ve Atatürk’ün laiklik (akılcı/bilimci- Ebu Hanife/Maturidi/Farabi/Biruni/Harezmi) tanımından kurtulması gerekir. Türkiye, Atatürk’ün mirasını (Kuzey Müslümanlığı) bilinçli bir şekilde reddedip kendisini İslam (Güney Müslümanlığı)’ın bir lideri olarak yeniden tanımlamalıdır.” diyerek Aşil Topuğu’nu gösteriyor. Yeni dünya (Haçlı/Tanrı devleti) düzenine boyun eğerek uykuya devam etmemizi istiyor.
ABDÜLHAMİD VE ATATÜRK’ÜN MEDENİYET SAVAŞI
Haçlı ordularını püskürten Mustafa Kemal Atatürk, yüzyıllardır uyutulan Türk milletine “Kuzey Müslümanlığı” ile yeniden “bu dünya”nın, aklın, bilimin ve gerçek İslam’ın yolunu açmıştır. Daha önce II. Abdülhamid’in Batı’ya karşı giriştiği eğitim ve medeniyet savaşını, kaldığı yerden sürdürmüştür. Onun açtığı modern okullarda yetişmiş olan Atatürk, II. Abdülhamid’den farklı olarak gerçekleri yaşıyor, görüyor, çok okuyor, araştırıyor, dini, bilimi ve tarihi de çok iyi biliyordu. Bilimsel yollarla araştırmalar yaptırarak, Batı’ya karşı, ortaya kendi tarihimize, kültürümüze ve inancımıza dayanan yeni bir medeniyet anlayışı çıkartmıştır. Böylece başta Türkler ve Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığa Hıristiyan Batı emperyalizminden kurtulma olanağını sağlamıştır.
Bu gerçeği çok iyi tespit eden Fuat Sezgin’in dediği gibi Atatürk’ün açtığı “akıl ve bilim yoluna” tekrar girmekten başka çare yoktur. Ki o yol öz be öz Türkün malı olan akıl, bilim ve Kur’an’ın yoludur. İslam dünyası bugün, açılan bu yoldan giderek, Kur’an’ın ısrarla teşvik ettiği dünyevi bilimlere tekrar sarılırsa 13. yüzyılda söndürülen bilim meşalesini tekrar yakma olanağına kavuşacaktır.
TÜRKLER UYANIN UYGARLIĞINIZA SAHİP ÇIKIN
Ne var ki Atatürk’ten sonra terkedilen Türk Tarih Tezi ile birlikte Turan/Türk uygarlığının ve “bilimin” yolu da kapatılmış oldu. Fuat Sezgin’in “Türkler uyanın uygarlığınıza sahip çıkın” diyerek sahip çıkmamızı istediği işte bu uygarlıktır. Onun bilim ve teknoloji alanında açtığı bu yol tarih alanında Murad Adji tarafından ardına kadar açılıyor. Adji, bu yolu Avrupa Merkezli Tarih yazılımını ve dinini köklerinden yıkarak yapıyor. Bize, Asya’dan Batı’ya giden ““akılcı ve tabiatçı düşünce”nin önündeki engelleri kaldırarak “Kayıp Medeniyetimize” kavuşma olanağı veriyor. Kaderci, öte dünyacı din ve ideoloji sarmalından kurtularak aklın, bilimin ve bu dünyanın yolunu açıyor. Kendi modernliğimizi, çağdaşlığımızı nasıl inşa edeceğimizi gösteriyor. Böylece Türklere ve bütün Müslümanlara dünyevi ve uhrevi kurtuluş yolunu açmış oluyor.
GÖRÜŞ
BİLİM DEVRİMİ/BİLİME DÖNÜŞ
Orhan Dündar
9.11.2021
Batı’yı kendine karşı silahlandıran Doğu
Günümüzde bilim ve teknolojinin sahibi olan Batı ülkeleri elde ettikleri teknolojik güçle bütün Dünyaya hükmetmektedirler. Batı’nın bugünkü bilim ve teknolojik ilerlemesinin temelinde ise İslam bilim ve düşüncesi vardır. (Yani Hıristiyanlığı yıkan bu anlayıştır.) Bilim tarihçimiz Fuat Sezgin bu gerçeği 17 ciltlik bir literatürle ortaya koyduğu gibi, konuyu bilen birçok batılı bilginde bu hakkı teslim etmişlerdir. Bunlardan biri olan Robert Briffault, bu gerçeğin özünü şöyle tespit ediyor: “İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi bilimdir... Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey sadece bilim değildi. İslam medeniyetinden gelen başka tesirlerde Avrupa hayatına ilk ışıltıları vermiştir... Avrupa’nın ilerleme-sinde İslam kültürünün tesirini görmeyeceğimiz hiçbir alan yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılmasına sebep olduğu alan, tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti olmuştur…” Robert Briffault (1876-1948) The Making of Hummanitye, s.190, 202, London, 1919.
500 yıldır Uyutulan Müslüman Dünyası
Ne var ki, günümüzde, Avrupa’nın bilim ve teknoloji alanındaki gelişmesini ve dünyaya egemen olmasını sağlayan bilim zihniyetine en çok ihtiyacı olan da İslam dünyasıdır.
Çünkü 12. yüzyıldan itibaren Avrupa, Müslümanlardan aldığı bilim anlayışına sahip çıkarak akıl ve bilim düşmanı Katolik kilisesinin öte dünyacı/kaderci/mistik din anlayışını yıkarak, bilime ve bu dünyaya sahip çıkarken; İslam dünyasında ise Müslümanlara Arap/Fars/Bizans karışımı öte dünyacı/kaderci/tasavvuf (mistik) din anlayışı zerk edilerek akıldan, bilimden ve bu dünyadan kopartılmışlardır.
İslam dünyasına hakim olan bu anlayış Arapçı/Emevi/Abbasi ve Farslar tarafından (Arap cahiliyesi ve mehdi inancı) siyaseten din haline getirilerek kutsanmıştır. Hıristiyanlığın yolundan giderek, akıl ve bilim düşmanlığını Müslümanlara mal etmişlerdir. Siyasilerin desteği ile varlığını sürdürerek (Selçuklu, Endülüs, Osmanlı, Timur, Savefi ve Babür devletlerini yıkarak) günümüze kadar gelmiştir. Akıl ve bilimden yoksun bıraktıkları Müslümanları cehaletin, yoksulluğun ve çürümüşlüğün dibine itmişlerdir.
Fizikçi bilim adamı Abdüsselam bu anlayışın İslam dünyasını nasıl bilgisiz, cahil ve sefil hale getirdiğini şöyle tespit ediyor: "Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin İslam ülkele-rinde en zayıf olduğu konusunda günümüzde herhangi bir kuşku yoktur. İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolo-jideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır."(Prof. Dr. Muhammed Abdüsselam (1979 yılı Nobel Fizik ödüllü Pakistanlı Fizikçi)
Bunun için günümüzde, başta Türkler olmak üzere bütün İslam dünyası eğer, bilim ve teknoloji alanında radikal bir devrim yapmazsa; Hıristiyan Batı karşısında ezilmekten, tükenmekten kurtulamayacak ve çürüyerek yok olacaktır. Kurtuluşun tek çaresi “Bilim Devrimi” yapmaktır. Bunun için gerekli olan “bilim zihniyeti”, Briffault’un da gösterdiği gibi kendi medeniyetimizin içinde vardır.
Bilim zihniyetine yeniden kavuşmak
Batı’yı Orta Çağ (Hıristiyan) karanlığından çıkartarak, bugünkü bilim ve teknoloji seviyesine ulaşmasını sağlayan kaynakları ortaya koyan bilim tarihçimiz Fuat Sezgin, İslam dünyasına bilimin yolunu yeniden ancak Türklerin açabileceğini söylüyor ve “Türkler uyanın uygarlığınıza sahip çıkın” diyerek bizden “bilimsel uyanış” bekliyor. Sezgin, bu uyanışın en şuurlu reaksiyonunu Atatürk’ün gösterdiğini fakat bu yoldan sapıldığını, aynı yola devam ederek bu yaratıcılık konumunu tekrar yakalamamız gerektiğini söylüyor.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile devletin temellerine, Avrupa’nın modernliğini oluşturan kendi “bilim zihniyetimizi” yerleştirmiştir. Fuat Sezgin’in inandığı ve tespit ettiği gibi Atatürk yaptığı reformlarla uyandırmak istediği Türklere ve bütün Müslümanlara kaybettikleri bilim zihniyetine yeniden kavuşmaları için yol göstermiştir. Ancak, Atatürk’ün vefatı ile bilim zihniyetini temel alan Türk Tarih Tezi’nin yerine Osmanlı’yı yıkmak için uydurulan “Yunan Mucizesi” ve “İslam medeniyeti” safsataları konarak yeniden içerden ve dışardan “barbar Türkleri yok etme” sürecine geri dönülmüş-tür. Ancak günümüzde, ortaya çıkan yeni tarihi bilgiler ve belgeler bu uydurmacaları köklerinden yıkarken, bize de kendi “bilim zihniyetimize” tekrar kavuşma olanağı sağlamıştır. Bu belgeler Doğu’da kaybolsa/saklansa da Avrupa’nın merkezinde Bir “fanusun” içinde hala muhafaza edilmektedir. Fanus da İslam dünyasındaki akıl ve bilim düşmanı doğmaların elinden kurtularak Avrupa’ya giden tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetinin kökleri bulunmaktadır.
Fanus da saklanan uygarlık
İslam dünyasının 13. yüzyıldan itibaren kaybettiği “tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti” o zamanki canlılığı ile hala burada hazır beklemektedir. Batı’ya kaçan bu zihniyet fanusun içinden çıkarılıp Müslümanların hayatına girmedikçe ne akılcı, bilimci Kur’an’ı anlamaya ne sömürgeciliği yıkmaya ve ne de çöküşten kurtulmaya olanak vardır. Atatürk’ün savaştığı Batı sömürgeciliğine karşı yaptığı da budur. Türklere ve bütün Müslümanlara Batı emperyalizminden ve sömürüsünden kurtaracak gücün, bilimin kendi medeniyetleri içinde olduğunu göstermiştir.
Avrupa’yı Uygarlaştıran Türk Kağanı
Atatürk’ün açtığı “akıl ve bilim yolu” kökleri ile bu fanusun içinde duruyor. Fanus da Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Friedrich’in (1194-1250) Batı’ya aktardığı kendi bilim mirasımız bulunuyor. Murad Adji’nin Attila’nın torunu olduğunu söylediği Türk kağanı II.Friedrich, bu miras sayesinde akıl ve bilim düşmanı olan Katolik kilisesi ile savaşarak Avrupa’yı uyandırmıştır. “işte bu Friedrich, siyasi sahada sadece kısa bir “altın saat” sürmesine mukabil, ilim sahasında asırlarca Batı ile Doğu’nun barıştırıcı unsuru olur. Kayser’in Doğu ile Batı arasında kurduğu bağlantıdan yeni bir laik iklim, kritik ve tecrübi tabiî ilimlerin mukabil tesirleri içinde yeni bir dünya görüşü vücuda geldi. Modern Devlet, esas temelini bu bağlantıya borçludur.”( Sigrid Hunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, 1960, Bedir Yay. s. 355)
Bilim Meşalesini Yeniden Yakmak
Fanusu açmak ve içindeki “bilim zihniyetine” kavuşmak bizi de uyandıracak ve 13. yüzyılda söndürülen bilim meşalesini tekrar yakmamızı sağlayacaktır. Fanus da saklı olan tabiat bilimleri ve bilim zihniyetinin gerçek sahipleri ise Ebu Hanife, Mutezile, Maturidi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, Harezmi, Biruni, Cabir Bin Hayyan, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi akıl ve bilim adamlarıdır. Onlar din/bilim ayırımı yapmayan ve inançlarının doğrultusunda tabiat bilimlerini ve bilim zihniyetini ortaya koyan modern bilimin öncüleridir. Ancak onların bu anlayışının kökleri Türk uygarlığının binlerce yıllık birikimine dayanıyordu. Batı’ya giden ve onları hayata kavuşturan bilimin sahibi bu Türk bilim adamlarıdır. Fakat onlar hiçbir zaman Anadolu’ya gelmemiştir, ne dün ne bugün… Osmanlı bunun için çökmüştür. Bu çöküntüyü Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bırakmıştır. Çöküntüyü önleyecek olan “bilim mirasımızı”” ilk defa bu coğrafyaya getiren Atatürk olmuştur. Fuat Sezgin’in önemle vurguladığı da budur. Atatürk, “Türk Tarih Tezi” ile bunu gerçekleştirerek Türk uygarlığının yenilenmesini/çağdaşlaşmasını istiyordu. Çağdaşlaşmanın temeli olan din/bilim birliğini şu özdeyiş ile ifade etmiştir: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir: ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.” İslam dünyası bugün, açılan bu yoldan giderek, Kur’an’ın ısrarla teşvik ettiği dünyevi bilimlere tekrar sarılırsa, kendi modern medeniyetine kavuşacak yolu bulacaktır. Bu bilim anlayışının hayata geçirilmesiyle yalnız Türk ve İslam dünyasının değil bütün insanlığın her iki dünyada da (dünyevi/uhrevi) kurtuluşu sağlanmış olacaktır.
Türk ve İslam dünyasının ayağa kalkması bu anlayışın bulunmasına bağlıdır. Arap, Fars ve Bizans’ın kaderci, nakilci, skolastik, mistik düşüncelerinin prangalarından kurtulup Türklerin akılcı, bilimci, hür düşünceli anlayışına (Avrupa’yı aydınlatan) dünya görüşüne sahip çıkmak bize kurtuluşun yolunu açacaktır.
KAYNAKLAR
Will Durant’ın ileri sürdüğü; Türklerin en eski uygarlığın ve tek Tanrı inancının ilk sahipleri olduğu tezi artık kanıtlanmış durumdadır. James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını anlatıyor. Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Bilimsel kanıtlar; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyor. Thıerry Zarcone “Yeşim Taşı Yolu” kitabı ile Türklerin Doğu’dan Batı’ya din ve medeniyet taşıdığını belgeliyor. Martin Bernal, “Kara Atena” ile Avrupalıların Türklere karşı uydurmuş olduğu “Yunan Mucizesi” yalanını yıkıyor. Frederik Starr, “Kayıp Aydınlanma” kitabında Arapların Orta Asya Türk Uygarlığını nasıl yağmalayıp, yok ettiklerini anlatıyor. Türklerin Sonradan medeniyetlerini yeniden nasıl yeşerttiklerini ve Avrupa’ya giden bilimin Türklerin eseri olduğunu gösteriyor. Bununla Şemsettin Günaltay’ın 1932 yılında Arap ve Acemlere mal edilen bilimin öz be öz Türklere ait olduğu bilgilerini de doğrulamış oluyor. Muhammed Abid el Cabir “Arap-İslam Aklı” ve “Arap-İslam Siyasal Aklı” kitaplarında Kur’an’ın Emeviler tarafından çarpıtılarak nasıl siyaset aracı yapıldığını, iktidarlarını: mücadele, birlikte yeme, Kureyş’in meşruluğu üzerine kurduklarını, yağma ve ganimet için savaştıklarını, bununla da Müslümanların kaderci/öte dünyacı/tasavvuf öğretisiyle akıl ve bilim düşmanı yapılarak nasıl uyutulduğunu, Harezmi, Biruni gibi bilim adamlarının Arap aklının dışında kaldığını gösteriyor. (Bugüne kadar gelen siyasal İslam’ın dine değil Arapçılığa dayandığını ortaya koyuyor). Hüseyin Atay’da “Ben” adlı kitabında Kur’an’ın yerini Arap putperestliğinin yani kaderciliğin ve tasavvufun alarak yüzyıllardır Müslümanların din adına nasıl kandırıldığını ve gerçek Tanrı inancının (Türklerdeki gibi) akla, bilime dayanması gerektiğini söylüyor. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu gösteriyor (Türklerin din/bilim birliği gibi). Yaşar Nuri Öztürk’ün Emevi Arapçılığının akla ve Kur’an‘a değil; eski kaderci putperest inançlarına dayandığı tezini doğruluyor. Sabri Ülgener’de eserlerinde Osmanlı kimliği altında Türklerin nasıl tasavvuf ile uyutulduğunu ve devletin çöküşe geçtiğini anlatıyor. İsmail Tokalak “Bizans-Osmanlı Sentezi”nde Türklüğün yerini nasıl Bizanslılığın aldığını anlatıyor. Durmuş Hocaoğlu “Laisizm’den Millî ve Sekülerizm’e” de Türklerin nasıl uyutulduğunu, Avrupalıların nasıl uyandığını anlatıyor. Bedri Gencer “İslam’da Modernleşme”de Avrupalıların Osmanlıyı yıkmak için Türkleri, medeniyet düşmanı barbarlar olarak göstererek nasıl Yunan mucizesi ve İslam medeniyeti kavramlarının uydurduğunu anlatıyor. Türkleri yeryüzünden kaldırmaya yönelik bu medeniyet kurgusunun uygulayıcısı İngiltere Başbakanı Gladstone’u ilk defa “Büyük Oyun” kitabında anlatan Taha Niyazi Karaca, Osmanlı’nın baş celladını teşhir ediyor. Kendini “Haçlı savaşçısı” olarak tanıtan Gladstone, Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, “Şark Meselesi”ni kökten halletmek için Türklere cehennemin yollarını (Sevr) döşemiştir. Gladston’u ve yaptıklarını bilmeden Atatürk’ün yaptıklarını anlamak mümkün değildir. Nitekim bu anlaşılmadığı için Türklere cehennemin yolları hep açık olmuştur (Şark Meselesi, Büyük Orta Doğu Projesi olarak devam ettirilmiştir).
Necdet Sumer “Sömürgeci Batı Uygarlığı ve Atatürk Cumhuriyeti”nde Atatürk‘ün Tarih Türk Tezi’ndeki medeniyet ve bilim anlayışını Kazım Mirşan’ı destekleyen kanıtlarla yeniden değerlendiriyor. Batılıların ve Arapların Türk uygarlığını yıkmakla kalmayıp üzerini kapatarak nasıl çaldıklarını da gösteriyor. İşte bütün bunların üzerine Murad Adjı, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin devamını sağlıyor. İlk peygamberin Türklere geldiğini ve dini dünyaya yaydıklarını gösteriyor. (Türkler dini kılıç zoru ile değil gönül kazanarak yapıyor.) Türklerin, Musevilikten ve Hıristiyanlıktan önceki çağlarda sözü edilen “hanifler” olduğunu belirtiyor. Adji, Türklerin, Tanrı inancının ve uygarlığının Avrupa’nın dininin, dilinin ve kültürünün temel kaynağı olduğunu; Tanrı (tevhit) inancının Hıristiyanlaştırılması (baba/oğul/kutsal ruh) ile birlikte her şeyin nasıl dönüşüme uğratıldığını gözler önüne seriyor. Bununla Avrupalıların 6000 yıllık Türk köklerinin de yeniden ortaya çıkartılmasına olanak sağlıyor. Avrupalıların çok iyi bildiği bu gerçeği bizim de görmemiz ve değerlendirmemiz için yeni bir yol açıyor. Atatürk’ün açtığı yolun üzerindeki bütün doğmaları yıkıyor. Onun işaret ettiği çağdaş medeniyetin kendi öz malımız olduğunu gösteriyor.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|
|
biyografi.net
Tanıtım |
|
|
|
|
Tanıtım |
|
|
|