|
Tölögön Kasımbek
romancı, yazar
öğretmen, milletvekili
Kırgız Edebiyatı
1931 yılında Kırgızistan'ın Oş ili Canıcol(Yeniyol) ilçesine bağlı Akcol köyünde doğdu. 1949 yılında liseyi, 1957 ylında Kırgız Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesini bitirdi.
Doğduğu köyde önce öğretmenlik, daha sonra da Köy Sovyetinde sekreterlik görevlerinde bulundu. 1952 yılında, o zaman adı Frunze olan, başkent Bişkek'teki Kırgızistan Devlet Üniversitesi, Filoloji Fakültesi'nde yüksek öğrenime başladı. 1957 yılında, Filoloji Fakültesi Kırgız Edebiyatı Bölümü'nü başarıyla bitirdi. 1990 yılında, Aksu Bölgesi'nin 169 numaralı seçim çevresinden milletvekili seçildi. Daha sonra, Yüksek Danışma Topluluğu'nda Daimi Komisyon Başkanlığı, Cumhurbaşkanı Danışmanlığı gibi yüksek görevlerde bulundu.
Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Kırgızistan'ın yeniden yapılanmasında, başkentin adının Frunze yerine Bişkek olarak değiştirilmesi başta olmak üzere, ülkedeki birçok yabancı ismin Türkçeleriyle değiştirilmesinin yanında, Kırgız Türkçesi'nin öncelikli olması ve milli anayasanın hazırlanması konularında oldukça faydalı çalışmalar yaptı.
2011 yılında vefat etti.
Ailesi
Tölögön Kasımbek, ailesinin tek çocuğudur.
Büyükbabası İbrahim, Hokand Hanlığı'nda Bey, aynı zamanda Rus ordularının Türkistan'ı işgalinde, Hokand Hanlığı askerleriyle General Çernyayev komutasındaki büyük halk kahramanı Beknazar'ın küçük kardeşidir. Nemangan şehrinde medrese eğitimini tamamlayan babası Kasımbek, çevresinde ilim, irfan sahibi, saygın bir insan olarak tanınmıştır.
ESERLERİ:
Cılkıçının Uulu (Yılkıcının Oğlu), Kysa hikayeler-1956, Bişkek
Tuulgan Cer (Memleket), Hikayeler- 1958, Bişkek
Adam Bolgum Kelet (İnsan Olmak İstiyorum), Hikaye- 1960, Bişkek
Sıngan Kılıç (Kırık Kılıç), Tarihi roman- 1966, Bişkek
Sıngan Kılıç (Kırık Kılıç), Tarihi roman- 1971, Bişkek
Cetilgen Kurak (Gençlik), Hikaye, tarihi piyes, vecize, roman- 1976, Bişkek
Ak Kızmat (Hak Hizmet), Tarihi deneme-1980, Bişkek
Kel-Kel, Tarihi roman- 1986, Bişkek
ESER-AYRINTI
Baskın
Tölögön Kasımbek
Gençlik Kitabevi Yayınları
406 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm
İstanbul, 2010
ISBN : 9789944046800
Baskın, kurtlar sofrası etrafında yerini alan ve karınları bir türlü doymak bilmeyen sömürge devlerinin gerçek yüzünü ortaya koyan bir romandır. Baskın, öz yurdunda istiklalleri prangaya vurulan mazlum bir milletin romanıdır. Baskın; gafletin, dalaletin ve hatta ihanetin romanıdır. Baskın, bir buçuk asır öncesinden bir buçuk asır sonrasına, Büyük Asya'dan Küçük Asya'ya, aslında değişen hiçbir şeyin olmadığını gözler önüne seren bir romandır. Oyuncu ve sahne değişse de tablo aynı, hedef aynı, gaflet uykusu aynı!... Hep bildik entrikalar, bildik ihanetler!...
Özellikle; inceleyen, doğru düşünen ve doğru yorumlayan herkesin Baskın romanını okuduktan sonra, günümüz Türkiye'sinde olup bitenleri daha doğru anlayacaklarını ve daha doğru tahlil edeceklerini umuyoruz.
Mehmet Akif Ersoy;
"Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?" demektedir.
Olayları ve kahramanları ile tarihi gerçekleri yansıtan ünlü Kırgız yazar Tölögön Kasımbek'in kaleme aldığı ve Dr. Saadettin Koç ve Burul Bugubayeva tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan Baskın, tarihin tekerrür etmemesi için ibretle okunması gereken bir romandır.
(Arka Kapak)
ESER-AYRINTI
Kırılan Kılıç - 1 (Han Sarayı)(Sıngan Kılıç - Birinçi Kitep Kan Ordo)
Tölögön KASIMBEK
Yargı Yayınevi
Çevirmen İbrahim ATABEY - Saadettin KOÇ
Baskı 1 - Ankara, Ocak 2003 Karton Kapak, Kitap Kağıdı, 343 Sayfa
Kırılan Kılıç romanı, ünlü Kırgız yazar Tölögön Kasımbek'in, eski Sovyet halkları arasında en çok okunan ve şimdiye kadar dokuz dünya diline çevrilen ilk tarihi romanıdır. Tölögön Kasımbek, Kırılan Kılıç 1, Kırılan Kılıç 2, Kelkel (Gelgel), Baskın ve en son kaleme aldığı Çapkın (Kırgın) romanlarıyla en çok merak edilen ve her Türkün kafasındaki "Ruslar Türkistan'a ne zaman, nasıl girdi?" sorularının cevabını vermekte ve siyasi tarih açısından pek de aydınlık olmayan bir döneme ışık tutmaktadır. Nehir roman tarzında kaleme alınan bu eserler; Türkistan topraklarının 19. yüzyılın ikinci yarısında Çarlık Rusyası tarafından nasıl işgal edildiğini, kardeş Türkistan halklarının yüz elli yıla varan kan, göz yaşı ve çile dolu dramlarını bütün çıplaklığıyla dile getirmektedir. Bu özellikleriyle Kasımbek'in romanları Sovyet toplumunda çok büyük yankılar yaratmıştır.
Tölögön Kasımbek, tarihi romanlarını kaleme alırken tamamen tarihi arşivlerden, folklorik kaynaklardan ve canlı şahitlerden faydalanmıştır. Bu nedenle; Kırılan Kılıç romanında geçen olayların içinde yer alan şahıslar da, tarihte yaşayan ve isimleri herkesçe bilinen gerçek kişilerdir.
Kırılan Kılıç romanında, akıllara durgunluk verecek boyutlardaki entrikalar sonucunda gelen Rus istilalarından daha çok, bölgede kurulan hanlık yönetimlerinin kendi aralarında dur durak bilmeyen fitne fesada dayalı iç çekişmeler, iktidar kavgaları, çıkar çatışmaları dikkati çekmektedir.
Feodal yönetim anlayışıyla bir milletin boylara, cüzlere, soylara ve aşiretlere bölünerek birbirlerini nasıl boğazladıklarını; millet olma bilincinin ve milli şuurun yok olması sonucunda gelen esaret yıllarını bütün çıplaklığıyla dile getirmesi bakımından Kırılan Kılıç romanını herkesin okuması gerekir.
Gafletin, delaletin ve ihanetin, felaketi ve esareti nasıl getirdiğini görmek için, Kırılan Kılıç romanının okunması şarttır. Kasımbek, kendine özgü anlatım biçimiyle Kardeş Türkistan halkının sadece siyasi tarihini ve yüz elli yıllık esaret hayatını anlatmıyor; aynı zamanda bölgenin zengin folklorik yapısını, kültürünü, örf ve âdetlerini de oldukça renkli ve çarpıcı örneklerle okuyucusuna sunmaktadır.
Kırılan Kılıç 1 (Han Sarayı) romanını okuyanın olayları daha iyi anlayabilmesi için yazarın diğer tarihi romanlarını, özellikle de Kırılan Kılıç 1 romanının devam niteliğindeki "Kırılan Kılıç 2" (İsyan) romanını okuması gerekir.
Saadettin KOÇ
Ürün Detayı
Barkod : 9789758380817
ISBN : 975838081-8
Ebat : 14 cm x 21 cm
ESER-AYRINTI
Kırılan Kılıç - 2 (İsyan)
Tölögön KASIMBEK
Yargı Yayınevi
Editör Hasan Avni YÜKSEL
Baskı 1 - Ankara, Kasım 2004 Karton Kapak, Kitap Kağıdı, 371 Sayfa
Milli şuurdan yoksun yöneticilerin ülkesini ve milletini eninde sonunda esaretin acımasız pençeleri arasına terk edecekleri, kaçınılmaz bir sonuçtur.
Gafletin tezahürü olarak başlayan Kırılan Kılıç romanının ikinci bölümünde, Millet bilincinden uzak, iktidar hırsıyla yanıp tutuşan feodal beylerin şahsî menfaatleri için ülkelerini, Rus generallere nasıl peşkeş çektikleri gözler önüne serilmektedir.
Okuyucu, Kırılan Kılıç 2 (İsyan) romanında gafletin dalâlete, dalâletin de ihanete nasıl dönüştüğünü bulacaktır.
Kırılan Kılıç 1 romanının devamı olan Kırılan Kılıç 2 romanı, biçare, masum bir halkın açımasızca boğazlanışını gözler önüne sermektedir.
Kırılan Kılıç 2 (İsyan) romanı, istiklal aşkıyla yükselen Milli iradenin gözyaşı ve kanla boğuluşunun belgesidir.
Kırılan Kılıç 2 (İsyan), Atayurt Türkistan topraklarının Rus ve Sovyet emperyalizminin kanlı çizmeleri altına girişinin gerçek, olaylara dayandırılarak anlatıldığı tarihi bir romandır.
Ürün Detayı
Barkod : 9789758380893
ISBN : 975838089-3
Ebat : 14,5 cm x 21 cm
HAKKINDA YAZILANLAR
“Sıngan Kılıç”, “Kelkel” Tarihi Romanlarıyla Tölögön Kasımbek Uulu Ölmezlerin Listesinden Yerini Aldı”
Kalmamat KULAMSHAEV
Kardeş Kalemler yıl 5 sayı 57 Eylül 2011
İnsan, yaşam, tarih… İnsanlar, doğarlar, yaşarlar sonunda da ölümü muhakkak tadacaklardır. Fakat yaşadıkları hayatları boyunca başta kendilerine, sonra yakınlarına, sonra da halkına, belki de en önemlisi insanlık adına önemli bir miras olarak bırakabilecekleri kazanımları, başarıları elde etmeye çalışır, çaba gösterirler...
Bundan yaklaşık bir buçuk iki ay önce Kırgız halkı, Türk halkı başta olmak üzere tüm edebiyat dünyası için yeri doldurulamaz bir kayıp yaşandı … Kırgız yazarlarından, tarihi konuları ele alan eserleriyle okurlarının gönlüne taht kuran, usta yazar Tölögön Kasımbek uulu, edebî hayattan, ebedî hayata göç etti. Kendisine Allah’tan rahmet, eşine, evlatlarına, yakınlarına, Kırgız halkına, bütün Türk Dünyasına, edebiyat dünyasına, okurlarına baş sağlığı dilerim.
- Tölögön Kasımbek uulu kimdi? 15.1.1931 tarihinde dünyaya gelen Tölögön Kasımbek uulu ile ilgili en kısa ve özlü bilgiler, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisinin beşinci cildindeki Kasımbek, Tölögön maddesinde şu şekilde anlatılmaktadır:
“…Kırgızistan tarih yazarı. Kırgızistan’ın Calalabat İline bağlı Aksu bölgesi Akyol köyünde doğdu. Büyükbabası İbrahim, Hokant Hanlığı’nda Bey, aynı zamanda Rus ordularının Türkistan’ı işgalinde, Hokant Hanlığı askerleriyle General Çernyaev komutasındaki Rus askerleri arasındaki savaşlarda çok büyük kahramanlıklar gösteren büyük halk kahramanı Beknazar’ın küçük kardeşiydi. Nemangan şehrinde medrese eğitimini tamamlayan babası Kasımbek, çevresindeki ilim, irfan sahibi, saygın bir insan olarak tanınmıştır. Sovyet hükümeti zamanında, özellikle de Stalin döneminde, Sovyet sistemine ters düştüğü gerekçesi ile takibata uğradı, sürgüne gitti ve Sovyet gizli servisi KGB tarafından tutuklanarak 1932-1933 yıllarında hapis cezası ile cezalandırıldı. Ailesinin tek çocuğu olan Tölögön Kasımbek, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi doğduğu köyde bitirdi. Doğduğu köyde önce öğretmenlik, daha sonra da Köy Sovyetinde sekreterlik görevlerinde bulundu. 1952 yılında, o zamanki adı Frunze olan, şimdiki başkent Bişkek şehrinde bulunan Kırgızistan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nde yüksek öğrenimine başladı ve 1957 yılında Filoloji Fakültesi Kırgız Edebiyatı Bölümü’nü başarıyla bitirdi. 1990 yılında Aksu Bölgesi’nin 169 no’lu seçim çevresinden milletvekili seçildi. Daha sonra Yüksek Danışma Topluluğu’nda daimî komisyon başkanlığı, Cumhurbaşkanı danışmanlığı gibi yüksek görevlerde bulunan Kasımbek, Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Kırgızistan’ın yeniden yapılanmasında; başta başkentin Frunze adının Bişkek olarak değiştirilmesi olmak üzere, ülkedeki birçok yabancı isimlerin yerli isimlerle değiştirilmesinin yanında, millî dilin öncelikli olarak ve millî bir anayasanın hazırlanması konularında oldukça faydalı çalışmalar yaptı. Tölögön Kasımbek, gerçek anlamda edebiyat ve yazarlıkla üniversite yıllarında tanıştı. Henüz üniversite öğrencisiyken edebî eserleri halka tanıtmak için çalışmaya başladı. 1956 yılında Çoban Aldatan Küçük Kuş isimli birinci hikâyeler dermesini yayımladı. Genç edebiyatçı üniversiteyi bitirdiği yıl, çocuk edebiyatı alanında redaktörlük görevinde bulundu. 1959 yılında Kırgızistan Yazarlar Birliği’ne alındı. Yazarlar Birliği’ne kabul edilmek, genç yazar için profesyonelliğe giden yolun başlangıç noktası olması sebebiyle, kendisi için oldukça sevindirici ve önemli bir gelişmeydi. Yazar, 1960-1966 yıllarında Kırgızistan’ın en ciddî ve en çok tanınan Ala- Too edebiyat-sanat dergisinde “Kara Söz” bölümü sekreterliği gibi önemli bir görevde bulundu. 1973-1974 yıllarında cumhuriyet devlet komitesinin redaktörü olarak görev yaptı. Yazarın, 1952 yılında Sovyet Kırgız Dergisinde (Ala-Too) yayımlanan “Küçük Seyis” isimli hikâyesini 1958 yılında yazdığı “Yetim” ve “Doğum Yeri” isimli hikâyeleri takip etti. 1960 yılında “Adam Olmak İstiyorum” isimli uzun hikâyesini yayımladı. Yazarı asıl şöhrete taşıyan, ünlü Sıngan Kılıç/Kırılan Kılıç isimli tarihî romandır. 1998 yılında Kırgızistan’da 5. baskısı yapılan Sıngan Kılıç romanı, 4 defa Rusça, 3 defa Kazakça, birer defa da Türkmence, Ukraynaca, Özbekçe, Uygurca olarak yayımlandı. Roman İngilizce’ye de çevrildi. Yazar, aynı yıllarda takibata uğrayarak devlet hizmetlerinden uzaklaştırıldı. Yazar, tarihî romanlarını yazarken en çok Kırgız yazar Aalı Tokombayev’in 1916 yılındaki Rus baskınları sonucu öldürülen on binlerce Türkistanlının konu edildiği Kanlı Yıllar isimli romanından ve folklor zenginliklerinden etkilendi. Kasımbek, Kırgızca ve Rusça’nın yanında Tatarca, Kazakça, Uygurca, Özbekçe ve Türkiye Türkçesi’ni bilmektedir. Eserleri/Roman: Sıngan Kılıç/Kırılan Kılıç (tarihî roman 1. Bölüm 1966, 2. Bölüm 1967), Jetilgen Kurak (1967), Kelkel (tarihî roman 1980), Baskın (tarihî roman, 2000). Drama: Alımkan (1967).” Yazarla ilgili birçok şey yazıldı, Türkiye Türkçesine eserleri çevirildi. Yani, Türkiye’de yazarla ilgili yapılan çalışmalardan söz ederken, Türkiye Türkçesine aktarılan eserlerinden, yazarın sanatı ve eserleriyle ilgili çalışmalardan, yazarın eserleri üzerine yapılan akademik çalışmalardan söz edilebilir.
Onun Türkiye Türkçesine aktarılan eserlerinin başında Sıngan Kılıç adlı romanı gelmektedir. Bunun dışında, Hece Öykü dergisinin 39. sayısında “Memleketim” adlı öyküsü yayımlanmış, Cesim Ercik tarafından “Tölögön Kasımbekov’un Sıngan Kılıç Romanı Esasında Kırgız Türkçesinde İsim”, Cazgül Cakakova tarafından “Tölögön Kasımbekov’un “Sıngan Kılıç” Romanında Kelime Dünyası”, Baktıgül Baysarieva tarafından “Tölögön Kasımbek’in Sıngan Kılıç, Kelkel ve Baskın Adlı Romanlarında Kırgız Türklerinin Hayatı”, Metin Demirci tarafından “Tölögön Kasımbekov`un Cetim Hikayesi Esasında Kırgız Türkçesinde Zarf ”, Yasemin Altınışık tarafından yapılan “Kırgız Türkçesinden Yapılan Edebî Çevirilerde Kültürel Ögelerin Aktarımı - Sıngan Kılıç Romanı Örneğinde” vb. tezler yapılmıştır. Eseri ve sanatı hakkında yapılan çalışmalara da, Nermin Öztürk’ün “Yirminci Yüzyıl Kırgız Edebiyatına Bir Bakış ve Tölögön Kasımbekov’un Kırgız Nesrinin Gelişimindeki Yeri” adlı makalesinden, Abdıkadır Sadıkov, Kaçkınbay Artıkbaev’in Tölögön Kasımbekov ile ilgili makalelerinden vb. çalışmalarından söz etmek mümkündür.
Hakkında kısaca ansiklopedik bilgi verdiğimiz bu zat, hem insanı, insanlığı, hem yaşamı, hem de Kırgız tarihi dolayısıyla da Orta Asya tarihini yakından ilgilendiren önemli eserler vermiştir.
Tölögön Kasımbek uulu, yazar olarak edebiyat sahnesine 1952 yılında “Sovyettik Kırgızstan” (günümüzdeki “Ala Too”) dergisine 1952’de yayınlanan “Cılkıçının Uulu”, 1958’de yazdığı “Tuulgan Cer” 1960’de yazdığı “Adam Bolgum Kelet” adlı hikayeleri ile çıkar. Aynı zamanda bu eserleri, onu bir yazar olarak tanıtır ve okuyucu kitlesinde ile edebî eleştiride olumlu izlenim bırakır. Adı geçen eserlerde, kırsal kesimde yaşayan gençlerin hayatı ve hayattaki yerini bulmak için mücadeleleri anlatılmıştır. Bu eserlere, yazarın kendi hayatının edebiyattaki bir yansıması da denilebilir.
“Adam Bolgum Kelet” Romanı
“Adam Bolgum Kelet” adlı eserinde, hikayenin baş kahramanı Asıl, üniversite sınavını kazanamaz, köyüne döner. Köyünde aktif bir şekilde faaliyet göstermeye çabalar. Sonunda en önemli şeyin, “insan olmak” olduğunu anlar.
“Sıngan Kılıç” Romanı
Bu eser, Kırgız edebiyatındaki ilk tarihi romandır. Romanda 1842-1876 yılları arasındaki Güney Kırgızlarının hayatı, Hokant hanlığındaki saray ve halk arasındaki sosyo-politik durum, Çarlık Hükümetinin sömürge siyaseti açıkça dile getirilmiştir. Eserdeki kahramanların çoğu tarihten bildiğimiz gerçek kişilerdir: Alımbek, Alımkul, İshak, Şerali, Kudayarhan, Abdırahman Abtabaçı, Çernyayev, Skobelev vb.
Artıkbayev, bu tarihi romanın Z.Kedrina tarafından, M. Awezov’un “Abay Yolu”, V. Yan’ın “Cengiz Han”, S. Borodin’in “Semerkant Yıldızları” adlı romanları ile aynı kategoride değerlendirildiğini belirtmektedir.
Bu eser Dr. İbrahim ATABEY, Dr. Saadettin KOÇ tarafından Türkiye Türkçesine kazandırıldı ve 2003 yılında Ankara’da iki kitap halinde “Kırılan Kılıç I”, “Kırılan Kılıç II” olarak basıldı.
“Cetilgen Kurak” Romanı
“Sıngan Kılıç” romanından sonra yaklaşık 10 sene kadar suskun kalan yazar, 1976’da “Cetilgen Kurak” adlı yeni küçük bir romanını yazar. Bu romanında yazar, yaşadığı dönemin gerçeklerini yansıtmaya çalışmıştır. Romanın baş kahramanı Esen, üniversiteden sonra kendi köyüne dönererek öğretmenlik görevine başlar. O öğrencilerine daha nasıl faydalı olabilirim, gençlerin adam olabilmeleri için ne yapabilirim, adil olma yolunda ne gibi eğitim verebilirim diye düşünürken, okuldaki bazı çarpıklıkları da dikkatsizlik tecrübesizlik ve temiz yürekliliğinden dolayı dile getirir. Ancak onun bu temiz düşencesi yanlışlıkla işgüzaarlık olarak algılanır. Okul müdürü Biybala, Esen’e karşı Baymat ve Corokul’u kışkırtır. Fakat Biybala’nın bu işi farkedilir, adalet Esen’den yana olur. Ayrıca romanda, Esen ile Alıyma’nın aşkı, Kırgız okullarında Rus dilinin öğretilmesi gibi meseleler de yer almaktadır. Kısacası bu eserde genç neslin yetiştirilmesi konusunun önem arz ettiğini de söylemek mümkündür. Edebiyatçı O. İbraimov bu eserin, roman değil, hikaye türüne daha yakın bir eser olduğunu düşünmektedir.
“Kelkel” Romanı
1986’da “Sıngan Kılıç” romanının devamı niteliğini taşıyan “Kelkel” romanını yayımlanmıştır.
Artıkbayev “Kelkel” romanını, tek kelimeyle ifade edilecekse, Kırgızların büyük demokrat şairi Toktogul Satılganov hakkındaki bir roman olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını dile getirmektedir6. Yazar Toktogul Satılganov’un hayatını anlatmanın yanında, dönemin sosyo-politik olaylarını da anlatmaktadır. Böylece tarihi olaylar da romanda yer almış bulunmaktadır.
Bu romanda yine, Kırgız Kadın General olan Kurmancan Datka’nın Rus hükümeti temsilcilerini, barış antlaşmasını sağlanması için masaya oturtması, Kurmancan Datkanın oğlunun, kendi gözlerinde idam edilmesi gibi çarpıcı sahneler yer almaktadır.
Kısacası bu romanda, her ne kadar Kırgızların demokrat şairi Toktogul Satılganov’un hayatı anlatılıyor ise de, geneli itibariyle, “Sıngan Kılıç” romanından anladığımız, Orta Asya’nın işgalinin tamamlanmasından sonraki süreç anlatılmaktadır.
“Baskın” Romanı
“Sıngan Kılıç” romanından sonraki “Baskın” eseri ise, 2000 tarihinde yayımlanmıştır. Onun bu eseri de tarihi konuları işleyen tarihi bir romandır. Artıkbayev, yazarın bu eserinde, Çarlık Rusya Hükümetinin “barış ve ilmi araştırma gezisi” bahanesiyle casusları gönderdiği, bu casusların yavaş yavaş yerli liderleri, hatırı sayılır saygın kimseleri istekleri doğrultusunda kullandıkları, onların sayesinde kendi amaçlarını gerçekleştirdikleri” tasvir edilmekte olduğunu dile getirmiştir7. Gerçi o dönemdeki Şabdan Baatır gibi General Ünvanı almış, Kırgızların ileri gelenlerinin başka şansları yoktu. Çünkü güçlü donanımlı ordulara karşı Kırgız halkının ayaklanması zaten yenilgiyle sonuçlanacağını biliyor ve halkının kanının boşuna akmaması için mecburî olarak tarihteki misyonlarını yerine getirmişlerdir.
2004 yılında yayımlanan “Kırgın” Romanında da yazar, 1916 yılındaki “Ürkün” olayını ele almaktadır.
Bu eserlerden görülüyor ki, Yazarımız hayatı boyunca, halkına, belki de en önemlisi insanlık adına büyük kazanımlar elde etmiş ve başarılara imza atmış, bunları miras olarak da bizlere bıkarmıştır.
Fatih Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü tarafından değerli düşünür ve şair Hilmi Yavuz’un Doğum Günü dolayısıyla gerçekleştirilen Sempozyumda, Hilmi Yavuz Türk toplumunun nekrofil toplumu olduğunu dile getirmişti. Belirtildiği gibi, bir “nekrofil toplumu” olarak biz, Tölögön Kasımbek uulu’nun değerini gerçekten ölümünden önce bilebildik mi...?
Ama O, daha hayattayken bütün milletin huzurunda, bıraktığı önemli edebî miraslarıyla ölmez olanların listesinden yerini almıştır. Kendisine tekrar Allah’tan rahmet, yakınları başta olmak üzere, tüm Kırgız, Türk halkına, okurlarına baş sağlığı dilerim!
HAKKINDA YAZILANLAR
Tölögön Kasımbekov
(1931-2011)
Kardeş Kalemler
YIL: 5 / SAYI: 57 / Eylül - 2011
Çağdaş Kırgız edebiyatında kendine has tarzıyla farklı bir yer edinen, Tölögön Kasımbekov, 1931 yılında Oş ili Canıcol( Yeniyol) ilçesine bağlı Akcol köyünde doğdu. 1949 yılında liseyi, 1957 ylında Kırgız Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesini bitirdi. Okul yıllarında tarihe ve edebiyata olan ilgisi daha gençlik dönemlerinde onun edebiyat meydanına inmesine en büyük sebep oldu. “Kiçinekey Cılkıçı (Küçük Yılkıçı)” (1956) adlı ilk hikayesinin ardından, “Küyüt (Keder)”, “Ene (Anne)” hikayeleri yayınlandı. “Tuulgan Cer (Memleket)” (1958) hikayesi onun asıl yazarlığa başlangıç eseri olarak kabul edildi. Ancak, yazarlığını güçlü bir şekilde kabul ettirmesi 1960 yılında yayımlanan “Adam Bolgum Kelet (Adam Olmak İstiyorum)” hikayesiyle oldu. Bu hikâye yazarın bin bir türlü zorluğun ve yokluğun kol gezdiği üniversite yıllarında yazılmış olup, yazarın annesinin her türlü zorluklara rağmen oğlunu okutma azminin ürünü olarak da önem kazandı.
Sovyet Kırgız edebiyatında, T. Kasymbekov, tarihi roman ustası olarak tanındı. Onun “Sıngan Kılıç (Kırık Kılıç)” adlı tarihi romanı, zamanında SSCB halklarının dillerine ve İngilizceyle birlikte dokuz dile çevrilip yayımlandı. Bu roman yayınlandığı günlerde büyük yankı uyandırdı. Roman aynı zamanda, SSCB ve Kırgız SSC’nin yakın tarihine ışık tutan bir arşiv çalışması olarak ün yapmıştır. Yazar bu romanı yazarken, tamamen gerçek olay ve kahramanların hayatlarından yola çıkmış, Bişkek, Moskova, St. Petersburg ve Taşkent’teki arşivlerin tozlu raflarında çürümekte olan belgeler arasında 35 yaşındayken, geceli gündüzlü bir çalışmanın sonunda çalışmasını tamamlamıştır. 1986 yılında yayımlanan “Kel Kel (Gel Gel)” tarihi romanı da yazarın geniş yankı uyandıran eserlerinin arasında yer aldı. Yazar, son olarak önceki tarihi romanlarının tamamlayıcısı olarak, “Çapkın” (Akın) ve “Baskın” tarihi romanlarını yazdı. Yazar, günümüz Kırgız Edebiyatı’nın rahmetlik Cengiz Aytmatov’dan sonra Dünya çapındaki temsilcilerinden birisi olarak bilinmektedir. Aşağıda, yazarın ilk eserlerinden biri olan Tuulgan Cer (Memleket) hikâyesini okuyucuların dikkatlerine sunmak istiyoruz.
Eserleri:
Cılkıçının Uulu (Yılkıcının Oğlu), Kysa hikayeler-1956, Bişkek
Tuulgan Cer (Memleket), Hikayeler- 1958, Bişkek
Adam Bolgum Kelet (İnsan Olmak İstiyorum), Hikaye- 1960, Bişkek
Sıngan Kılıç (Kırık Kılıç), Tarihi roman- 1966, Bişkek
Sıngan Kılıç (Kırık Kılıç), Tarihi roman- 1971, Bişkek
Cetilgen Kurak (Gençlik), Hikaye, tarihi piyes, vecize, roman- 1976, Bişkek
Ak Kızmat (Hak Hizmet), Tarihi deneme-1980, Bişkek
Kel-Kel, Tarihi roman- 1986, Bişkek
Mayıs ayının ortalarıydı. Tam öğle vakti, yalnız başıma Aksu tarafından gelmekteydim.
Çevrede irili ufaklı dağlar, bin bir türlü çiçeklerin salındığı kır, yeşil çayırlar, iğne atsan yere düşmeyecek sıklıktaki çalılar yer alıyor. Her yerde gururlu bir şekilde beyaz çiçekler, ceviz ve huş ağaçları boy gösteriyor. Ta uzakta ucu masal kahramanlarının mızrağı gibi sivrilen çam ve ardıç ağaçları göze çarpıyor. Meyve ağaçları da en az orman ağaçları kadar bol buralarda.
Yol eğri büğrü ve inişli yokuşlu. Atım yavaş yavaş gidiyor, adımlarını attıkça ritmik ses çıkarması ve arada bir başıyla iki böğrünü sıvazlamaya ve başını sallayarak at sineklerini kovmaya çalışması benim için ayrı bir seyir haline geliyor. Epey yol gelen atımın terlemiş olacağı aklıma geldi. Sağrısını yokladığımda eti hâlâ diriydi ama gem vurulan ağzı köpüklenmeye başlamıştı.
Kulağıma bülbül sesleri geliyor. Kuşların şarkı söylercesine makamlı şakımasını dinliyorum. Kanatları mavimsi iri kelebekler arada bir etrafta uçuşuyorlar, arılar sarı akasyaların gülüne doğru akın edip, aralıksız vızıldayarak işlerini yapıyorlar, aralarında bazılar yukarı doğru hareket edip, sanki aceleleri varmışçasına uçarak gözden kayıp oluyorlar.
Ben de artık can sıkıntısından, dil ucuyla şarkı söylüyorum. Arada bir eğilip atın yelesine bakıp, düşünceye dalıyorum. Geçip giden olaylar aklıma geliyor ve sanki gözümün önünde resm-i geçit yapıyorlar. Başımdan geçen olayları hatırladıkça, atımı kamçılayıp hızlandırıyorum ve kendi kendime, ‘vay anasını, tam bir çocukmuşum o zamanlar!..’ diyerek içimden biraz da olsa pişmanlık duyuyorum.
Yolum nihayet Burçuke’nin güneş düşmez vadisine ulaştı. Şarıldayarak akan berrak çay ve kenarına dizilmiş her birinin dalları göğe ulaşmak istercesine uzanmış söğütler, cevizler, huş ağaçları hatta dut ağaçları bulunuyor. Üzümlerin dalları sarmaşıktan daha sık bir şekilde ağaçların başlarına doğru uzayıp gitmiş. Dibinde biten otların haddi hesabı yok. Nane kokusu diğerlerinden ayrılıyor. Yaban çilekleri böğürtlenle birlikte boy atmışlar. Başı meyve ile dolu dut ağacının yanına gelince attan indim ve suya girip iyice bir serinlenmeye niyetlendim. Ancak tam o sırada sol tarafa bir köpek havlaması duyuldu. Biraz ilerleyip bakınca gördüm ki, az ileride bir boz üy (Kırgız çadırı) var, yanındaki mart ayından kalma küçük kulübe ile birlikte. Onun az ilerisinde tepenin eteğine yayılmış vaziyette keçiler otluyorlar. Çadırın önüne çamaşırlar asılmış. Kulübe ile evin arasında küçük bir çardak üzerinde kurumaya bırakılan kurut (kuru çökelek) serilmiş.
Oraya doğru giderken, beni görür görmez, ‘Öyle şey mi olur, ben bu adamı nasıl bu tarafa geçirebilirim!’ dercesine havlayarak bir kabarık tüylü it çıka gelmez mi? Şöyle bir bakınca, sanki beni atımla birlikte kapıp öte fırlatacak gibi azgın ve güçlü göründü. Ben gülümsedim ve onu önemsemeden, atımı eve doğru mahmuzladım, ayran falan içip, biraz dinlendikten sonra yola çıkmayı düşünerek. Kırgız değil miyiz, sağımız solumuz belli olmaz! Ağzını açabildiği kadar açıp, sırıtırcasına dişlerini gösterip, havlamaya devam eden azman hayvan, her nedense bana müsaade eder gibi oldu ve aniden arkamıza geçerek atımın kuyruğuna doğru hamle yaptı. Ne yapacak acaba diye, dizginini biraz çektiğim yorgun atım, yorgunluktan kulağını bile oynatmadı. Böylesi bir durumla karşılaştığında sineklenen bir at olsa, çoktan o ite iyi bir tekme savurmuştu. Ama benim doru atım istifini dahi bozmadan yürümesine devam etti. Yedi dedesinin öcünü almak istercesine, senin it olanca gücüyle atın kuyruğunu çekmeye ve bir hınçla ısırmaya devam etti. Arkama dönüp kamçı salladım ama ulaşmadı.
Ev tarafından bir kadının silueti göründü, ‘bu kim acaba’ dercesine biraz baktı ve ben biraz yakınlaşınca birilerine haber vermek istiyor gibi arkasını dönüp gitti.
Ben şöyle bir öksürüp, işaret vermek istedim ve atımı kamçılayıp sürerek, cesaretli bir şekilde ‘deh!’ dedim ve tezeklerin oluşturduğu ufak tepeye vardım. İt iyice hırslanarak atımın önüne geçti ve atın burnundan kapmak istercesine iki ayağı üzerine dikildi ve hiddetle ulumaya devam etti.
- Hoşt! Git hadi! Evin içinden hırıltılı bir ses duyuldu. Üzerini silkeleyip, üstünü başını düzelterek, beli bükülmüş bir ihtiyar kadın dışarı çıktı.
- Hayırlı günler! dedim.
- Sağ olasın!.. Sen kimsin?..
- Ben… dedim yavaş bir sesle, bakışımı ondan çevirmeden. Beri geldi.
- Defol haydi! Yapışkan hayvan! Diyerek itini azarlayıp kovaladı. Sonra kısık gözleriyle dik dik bana baktı.
- Kimsin sen?..
Ben onu tanıdım. Bizim köyde Mamırbay adında bir adam vardı. Onun hanımı imiş.
- Seyde Ana, beni tanımadın mı? dedim gülerek. Ben Tilegen’im ya!
O ise dikkatli bir şekilde beni süzmeye devam etti. O zaman kısık gözlerinden, güneşten yanan buruşuk yüzüne doğru belli belirsiz bir yumuşamanın işareti yayıldı.
- Amanın! Evladım! İhtiyarlık işte!.. dedi ve çevik bir hareketle atımın dizginlerini tuttu. Sen miydin, yavrum?.. İn haydi!..
Ben attan inip, Seyde Anamın halini hatırını sorarken, evden sülün yavrusu gibi zayıf ve kısa boylu bir ihtiyar kadın çıka geldi. Maymunun gözleri gibi küçük ve çekik gözleriyle beni süzüp, selamımı ağzını yavaşça kıpırdatarak almış oldu ve başıyla işaret etti. Yaşı yetmişten geçmiş gibi ama hâlâ dinç görünüyor. Yürürken eğilmiyor, beline oğlak postu bağlamış. Bu ihtiyar kadın Seyde Anamın annesi idi.
Tam o sırada, oynadığı yerden, evin öte tarafından on bir yaşlarında bir esmer çocuk hoplayarak geldi:
- Aaa!.. dedi beni görür görmez ve koşarak gelip kollarını açarak kucağıma atladı. Tilegen ağabey!..
Ben onu koltuğunun altından tuttum ve yukarı kaldırıp, yanaklarını öptüm, okşadım.
- Satış!*.. Artık kocaman adam olmuşsun be! diyerek alnını sıvazladım.
- Ah, kanın çekmesine baksana!.. Sülün yavrusu gibi zayıf ufak ihtiyar kadın başını sallayarak dudaklarını oynattı. Babası dirilip de gelmiş kadar sevinmedi mi?!..
Seyde Anam, torununun böyle sevindiğini görünce, biraz morali bozulmuş şekilde baktı ve gözlerinden yaş akar gibi oldu. Eski minderi sürükleyip getirip, dut ağacının gölgesindeki sedirin üzerine yaydı.
- Otur, kurban olayım, dedi bana sevgi dolu ses tonuyla. Göz ucuyla baktığımda gördüm ki, evin içiyle, önündeki küçük odanın içi boş değildi, içeriden bir ahır dolusu oğlağın durmadan geviş getirirken çıkardığı ses gibi hışırtı geliyor. Meğer o hışırtı ipekböceklerinden geliyormuş. Dutun yapraklarıyla iyice doyan kurtlar, şişip şişip iyice tombullaşmışlar. Bazıları kasanın içinde yukarı doğru çıkmaya çalışıyorlar, başlarını sağa sola sallıyorlar. Koza yapma mevsimleri gelmişe benziyor. Bu arada ipekböceklerinin varlığından dolayı, ortalığa farklı bir koku yayılmaktaydı.
Satıkul bir dizime dirseği ile dayanarak yere oturdu ve iri gözlerini ikide bir açıp kapayarak, yüzüme bakıp aklına gelen şeyleri sormaya başladı:
- Tileğen ağabey nerden geliyorsun?
- Kara Köndöy’den. Ben orada öğretmenim ya.
- Ha… dedi, Satıkul şaşırarak. Ya şimdi nereye gidiyorsun?
- Kendi köyüme, Satış. Akcol’a gidiyorum. İlçede de biraz işim var.
Satıkul yerden bir otu kopararak iki eliyle tuttu ve onun ucunu dişleyerek, susup yere baktı. Bir düşünceye girdiği belli idi. O sırada Seyde Anam, metal tasa ayran doldurup getirdi. Tam olgunlaşmamış duttan toplayarak bir tabağı silme doldurup önüme koydu. Karadut, ala bula olmuştu, arasında iyice kızaranları da vardı. Ben soğuk ayrandan birkaç yudum aldıktan sonra Satıkul’a uzattım:
- Gel Satış, ayran iç!
O ayrana bakmadı bile. Yamalarla dolu, çok giyilmekten dolayı güneşten iyice solan eski gömleğinin dut şırası ile kirlenmiş ucunu tutarak:
- Ben de seninle geleceğim!.. diye seslendi.
- Sen nereye gideceksin? büyükbüyük annesi ona sert sert baktı. Büyüklerin sözünü dinleyeceğine ne dırdır ediyor bu?..
- Akcol’a… dedi, Satıkul. İhtiyar kadın çocuğun ne dediğini daha yeni anladı:
- Ne!.. dedi yüksek sesle. Yolcunun ardından gidip sahipsiz kalma da! Sen gidersen burada ninen ne yapar… Çok konuşup, mırın kırın edeceğine ağabeyinin sunduğu ayranı içsene!
Satıkul boynunu omzuna doğru eğdirip omuz silkti ve burnunu çekip, kaşlarını yukarı kaldırarak ninesine baktı:
- İçmiyorum…
- Ağabeyin iç diyor ya.. iç oğlum, hadi iç!.. Satıkul iyice öfkelendi ve ayranı hışımla içti.
- Amaaan, öte git oğlum!..
Boşalan kabın kenarını parmağıyla silip, dibinde kalanı yudumladıktan sonra Seyde Ana:
- Annen nasıl iyi mi? diye sordu. Ha bu arada.. Duttan ye oğlum…
- Annem Akcol’da. Sağlığı yerindeymiş çok şükür. Üç aydan beri ben de görmedim.
- Ha, doğru. Kara Köndöy tarafından geliyorum demiştin ya!..
Eyeri çözülüp, terliği indirilen atım, ara sıra kuyruk sallaması dışında, uyuklarcasına büyük cevizin gölgesinde bekledi. Biz, birbirimizin halini- hatırını sorup, dertleşerek epeyce oturduk. Seyde Anamın Akcol Köyü’nden buraya göçmesinin üzerinden üç yıl kadar geçmiş. Bunun bir sebebi, Mamırbay öldükten sonra Aksu’daki kardeşi Tökönali’ye bakmak içindi. Bu günlerde dutu bol olan bu civarda ipekböceği besleyerek, günleri geçirmekteymiş.
Ben yavaş yavaş kalkmak istedim. Satıkul, elbisemin ucundan tutup benimle birlikte adımlamaya başladı:
- Ben de gideceğim!..
- Oğlum, sen nereye gidiyorsun! diye bağırdı zayıf büyükbüyük annesi. Evin buradayken… Varıp köyündeki yıkılmış evini mi yapacaksın?
- Haydi bırak yavrum… dedi annesi de.
Ben saçını okşadım ve ilgisini başka şeylere yönlendirmeye çalıştım:
- Satış, sen artık kocaman bir yiğit olmuşsun. Akcol’a daha sonra kendin gidersin! Annen, gitme diyor ya, onu dinlemezsen üzülür sanırım! dedim. Ancak Satıkul’un söz dinlemeye hiç de niyeti yok gibi duruyor. Hıçkırarak ağlamaya başladı:
- Gideceğim. Ben de gideceğiiim!...
- De haydi öte git oğlum. Bir şeye hayır deyince ısrar etmesen ne olur sanki! Büyükbüyük annesi onu korkutmak için bağırarak konuşup, elinden tuttu. Seni akılsız çocuk!..
Ben atımı bağlı olduğu yerden çözdüm. Satıkul elbisemin ucuna yapıştı, bırakmıyor. Bu sırada annesi her nedense sesini çıkarmadan bekledi.
Sadece büyükbüyük annesi boşa uğraşıyor, kızıp öfkelenerek çocuğu öte çekiyor, Satıkul ise ona uymamakta kararlı bir şekilde, boşta kalan eli ile yumruk yapıp, gözyaşlarını silip, büyük bir gayret ile benim olduğum tarafa doğru gelmek için çabalıyor. Ne yapacağımı bilemeden iki arada bir derede kaldım. ‘Boşuna uğraşma, ben seni götüremem!’ diyerek, kan-ter içinde kalan çocuğu öte mi itsem, yoksa ‘Yeğen akraba olmaz, boyun derisinden kürk olmaz, onun için siz bu çocuğu tutmak için boşuna uğraşmayın!’ diyerek ihtiyar kadını uyarıp, isteğini yerine getirmemesi için kırsam mı?.. İki tarafın hangisine uyacağıma karar veremedim!.. Bu sırada uzun süre öfkeyle karışık ağlayan Satıkul, beklenmedik bir şekilde büyükbüyük annesinin buruşuk elini ısırdı.
- Oy eliiim!.. Allah belasını vermeyesice!.. İhtiyar kadın elini sallayıp, çocuğu eliyle arkaya itti. Dişlerinin izi çıktı!..
Annesi gelip elbisesinden tutmak üzereyken Satıkul fırladı ve haykırarak ağlar vaziyette hızlı bir şekilde, doğruca benim gideceğim tarafa yöneldi:
- Ben de gideceğiiim… gideceğiiiim!.. Biraz uzaklaşıp, ‘artık bu tarafa gelmiyor musun’ dercesine, yalvaran gözlerle bana baktı ve ağlamaya devam etti. Ühhüü… ühhüü!..
- Hey, beri gel! Seni yaramaz seni!.. Büyükbüyük annesi ağrıyan eline ikide bir bakarak, öfkesinden dudaklarını ısırıp, sızlanan bir edayla Satıkul’un arkasına gitti. Yok, artık ne yapsam da boş, bu Allah’ın şaşkınına… Yalınayak, başı açık…
Seyde Anam da onları takip edip arkalarına düştü:
- Beri geli kurban olduğum beri gel! diye seslendi. Yarın ikimiz birlikte gidelim!..
O durumda atıma binip de nasıl gideyim. Ya çocuğu bırakıp gitmek, ya da oradakileri razı edip, alıp götürmek gerekiyordu. Sesimi çıkarmadan gidecek olsam, çocuk mutlaka arkama düşüp koşmaya başlayacak gibi görünüyor. Arkamdan ‘birden bire nerden çıka kaldı bu yere giresice adam!’ demeleri kesin. Çocuğu ne yapıp edip yakalayıp annesine teslim edip müşkülden kurtulmak istedim:
- Satış! Beri gel yeğenim! Gel terkime otur bari! diyerek kandırmak istedim. Ancak, Satıkul, iyice inatlaşıp, geleceğine iyice uzaklaştı. Başka çaremiz kalmadı.
- Üç yıldan beri bir kere bile köye gitmedi… diye mırıldandı ihtiyar kadın. Zavallı çocuk, Akcol denince iki gözü dört oluyor!.. Akcollulardan birini görecek olsa kendinden geçip aklı başından gidiyor. Sanki babası mezardan kalkıp da gelmiş gibi seviniyor.
- Ah canımı yoluna verdiğim, yavrum ah!.. Seyde Ana acımaklı bir ses tonuyla konuştu. Baba ocağını, akrabalarını özleyip… Neyse gel haydi, gideceksen git. Eve gel, temiz elbiselerini giy!..
- Heee!.. Kandırıp da beni yakalarsanız?..
- Kandırmıyorum, kurban olduğum, kandırmıyorum. Gideceksen git de gel, ağabeyinin atının terkisine binersin!..
- Hayır!.. Ben yaya olarak gideceğim!.. dedi Satıkul öfkeyle. Paltomu beri bırakın!
- Gerçekten de gönderecek misiniz? diye sordum ben. Gönderirseniz valla iyi olurdu. Hiç olmazsa hasret giderip gelirdi.
- Başka ne yapabilirim ki? O böyle yaptıktan sonra…
Ben Satıkul’a el salladım:
- Satış, de haydi beri gel. Çabuk giyin, gidiyoruz!
Ancak, Satıkul inatla iyice yanını verdi ve gelmek bir yana, iyice uzaklaştı:
- Gel- mi- yo- ruuum!..
Başka çaresi kalmayan Seyde Ana onun paltosunu, kalpağını, çoktan beri giyilmediği için iyice buruşup sertleşen kösele tabanlı ayakkabısını benim koltuğumun altına soktu. Zaten kendisi birinci kelimeyi ikinciye karıştırarak hızlı konuşan biriydi, konuştukları birbirine karışıp, ağlamaklı bir edayla, yalvarırcasına bakıp, yalan dünyadan son anda bulduğu rızkını bana emanet etti:
- Kurban olayım, dedi bana. Hısımlara ulaştır… Akrabaları ile görüşsün, köyünü görsün de hasretini sona erdirip dönsün. Kurban olayım oğlum, yakınlarımızın birine kendin özellikle tembihle… Çocuğun karnı aç kalmasın, sıcak çarpmasın!.. Sonra… Kurban olayım, Tilegen, sen bu tarafa gelirken de, terkine alıp bırakıp gidersin! Satıış!.. Yavrum, öyle yap oldu mu, ağabeyinle tekrar gel!.. Satıış!..
… Atım epeyce bir dinlenip kendine gelmişti. Ayaklarından tıkır tıkır ses çıkararak gelirken yelesi de hafifçe dalgalanıyor ve fazla sarsmadan ilerliyordu. Arada kamçımı şöyle bir sallamanın dışında, atımı kendi haline bırakmıştım. Yerden biraz ot yolup, torbanın içine doldurup, eyer örtümün bir ucunu onun üzerine örtüp, Satıkul’u arkama oturtmuştum. O, eyerin arka ucunu iki eliyle birlikte sağlam bir şekilde tutup geliyor. Sesi de çıkmıyor. İşte, Karasu’nun sallanan köprüsüne ulaştık. ‘Acaba uyuklamaya mı başladı bu çocuk’ diye düşündüm. Eğer uyukladıysa, atım beklenmedik bir şekilde ürkecek olsa, ya da ayağı takılıp tökezlese çocuğun düşmesi mümkün ya. Aklıma gelince arkama dönüp seslendim:
- Satış, uyumadın değil mi? diye sordum.
- Yook.. dedi o. Gerçekten de uyuklamamıştı, çekik gözleriyle bana baktı. Uyumadım, Tilegen ağabey!..
Yakışıklı, esmer tenli, sürmeli patlak gözlü, saf niyetli temiz bakışı ile daha ilk bakışta tanıdık birine babasını hatırlatırdı. Annesine eni topu sadece yüzünün genişliği benziyordu. Mamırbay Ağabey, aynen böyle gözleri sürmeli, zayıf esmer biri idi. Arkadaşları ona Kara Mamırbay derlerdi. Yengeleri ise Şiş Kara diye lakap takmışlardı. Yengelerinin yolundan gidip, küçük çocuklar da Şiş Kara Ağabey diyerek çağırırlardı.
Oynar köprüden geçtikten sonra sola döndük ve gittikçe dikleşen akarsu yatağı boyunca yol aldık. Karasu çağlayarak gürül gürül akıyor. İki tarafı irili ufaklı ağaçların oluşturduğu ormanla kaplı. Akarken oluşturduğu çukurlardaki gürültü, dar vadinin iki yakasında yankılandıkça iki ses birbirine karışıyor ve ortalığı bir uğultu kaplıyor. Etraf serin; çünkü yol boyu hep gölgelik ve suyun buharlaşmasıyla oluşan sis kaplı.
Bulun Sırtı’na ulaşınca küçük yoldaşımla birlikte attan indik. Güneş ikindi vaktine doğru kayıp, yamaçların aşağı kısımlarında alaca bulaca gölgeler oluşmaya başlamıştı. Etraftaki gür otlardan biraz yesin diyerek, gemini çıkarıp, sırtındakileri çözüp, atı bıraktık. Satıkul atın kaçma ihtimaline karşı yularının ucunu tuttu.
Bulun Sırtı, dağ olarak kabul edilmemesine rağmen epeyce yüksek bir geçide sahip. Etrafta yer yer küçük tümsekler oluşturarak yetişebilen bodur çalılar var. Başka yerlere göre daha geniş ve açık bir yer. Buradan Üçkurt, Malkaldı, Akcol vadileri tamamıyla avucun içinde gibi görünür.
- Aaa!.. Akcol… Baksana Tileğen ağabey, Akcol!.. Satıkul büyük bir sevinç içinde ben burayı ilk defa görmüşüm gibi, eliyle işaret ederek kendinden geçercesine konuşmaya devam etti. İşte, aaa bizim dam!.. Minbay amcanın damı… Nurkulların damı… Aaa… hâlâ yerinde duruyor. Nurkul ve ben, işte şurada oynar, olgun- ham demeden meyve yerdik!..
- Nurkul şimdi de ordadır, dedim ben. Ancak darı daha koçan bağlamamıştır, meyveler de hamdır.
- Biliyorum, dedi Satıkul. Biz Nurkul ile birlikte baharda nehre olta atardık!.. Yaa, işte o oltaların birine takılan balığı görseydin Tilegen ağabey, ne kadar da büyüktü. Sonra öğle üzeri nehirde biz kendimiz balık gibi yüzüp oynardık… O zaman gerçekten de çok güzel oluyordu!..
Sıra sıra ağaçlar, kenarında söğüt ve kavaklarla uzun boylu kamışların dizildiği arıklar, gelişigüzel bölünmüş sekili bahçeler, dört bir tarafa uzayıp giden eğri büğrü yollar, kamış çatılı tümsek tümsek beyaz evler, gönlüne hasret dolan çocuğun gözüne öz annesinin şefkat dolu bakışları gibi sıcak, kutsal görünüyordu.
Satıkul’un siması ne kadar da çok parladı; sadece sağanak halinde yağan yağmur sonrası beyaz bulutların arkasından arzı endam ederek etrafa ışık saçan yaz güneşi, o bakışlara denk gelirdi. İri gözleri iyice açılıp, kirpikleri kıpır kıpır ederek etrafa mutluluk saçtı. Boynunu uzatarak ileriye doğru, Akcol tarafından gözünü alamadan bakarken içten içe sevince gark oldu. Kaderin cömertliği ona şimdi iki kanat verecek olsa, doğduğu yerin üzerinde yüz defa, bin defa kanat açıp uçmaya hazır. Öyle yapsa bile neşesi tam yerine gelmeyecek, hasreti bitmeyecek gibi göründü!..
Onun o halini hissedip, benim içime nedendir bir hüzün doldu.
- Eee, söyle bakalım Satış, köyünü özledin mi? diye sordum. Çocuk hâlâ gözlerini Akcol tarafından alamadan yavaşça başını salladı.
- Hı hı…
- Eee Satış, günlük hayat nasıldı evde?..
- Hıı.. Güzeldi. Ben her zaman anneme Akcol’umuza gidelim desem de, o hiç oralı olmuyordu… Güzün gideriz diyor. Sonra kendi işine dalıyor. İşte o zamanlar gizli gizli ağlardım… İşte o zamanlar… Tilegen ağabey… o zaman ben türkü söylerdim. Sana da söyleyeyim mi?
- Ya!.. Haydi öyleyse, nasılmış. Söyle bakalım Satış!..
Kırlarda biten gül olsam,
Külük ata binip yol alsam…
Dizginini çekip atımın
Aah,
Köyüme bir kavuşsam!..
Etekte yetişen gül olsam
Eşeğe binip yol alsam
Dizginini çekip eşeğin
Aah,
Elime bir kavuşsam!..
Gönlüm iyice boşaldı. Ağlamamak için kendimi zor tuttum ve çocuğu birden kendime çekerek, alnından birkaç defa öptüm! Yaşı küçük olsa da, kurnazlıkta, yalan-dolan bezinde hâlâ tarağı olmayan bu çocuk, akrabalarını- akranlarını arzuluyor, göbeğinin gömüldüğü yeri, adımını ilk attığı mekânları delicesine özlüyordu! Böylesi yavruların, olgunluk çağına geldiklerinde, avuç içi kadar bir köye değil, Kırgızların tamamına faydalı olan, memleketinin işine yarayan birer koç yiğit olmaları neden zor olsun?! Böylesi gençlerimizin, yalan dünyanın işlerine dalıp orada burada gezmek yerine, damarı toprağın bağrına gömülen bir ağaç gibi kendi toprağında dallanıp budaklanıp, kendi memleketinde meyveye durup, halkının kârını artıran kutlu birer adam olacakları ay gibi aşikâr!..
Bu düşünceler içinde biraz sonra külük atımızı yavaş yavaş sürerek, sokaklarından anne şefkati dökülen, adamları değil, otları-ağaçları, nehrinin kenarındaki iri taşları bile gönülde saygı uyandıran, kamışların tepesini sağa-sola oynatan hafif rüzgârı derdimize deva gibi gelen, bacalarındaki duman rızık ve bereket kokan, doğduğumuz yere; memleketimiz Akcol’a ulaştık...
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|