|
Efrasiyap Gemalmaz
akademisyen
8 Eylül 1937 tarihinde Erzurum’da doğdu. Üniversite hayatına Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümü'nde başladı. Sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde yeni açılan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 1963 yılında mezun oldu. 1966-1968 yılları arasında, Fransa’da Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türkçe Okutmanı olarak çalıştı. 1973 yılında “Erzurum İli Ağızları” konulu doktora tezini savunarak, Atatürk Üniversitesinde Edebiyat Doktoru unvanını aldı.
1978 yılında doçentlik kadrosuna atandı. 1989 yılında YÖK tarafından Türk Dil Kurumu üyeliğine seçildi. 1993 yılında profesör oldu. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Dekan Yardımcısı ve Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. 2001 yılında emekli oldu.
SÖYLEŞİ
Belgin Tezcan Aksu’nun Efrasiyap Gemalmaz ile yaptığı söyleşiden…
www.bilgicik.com
-Türkçe sizce yazıldığı gibi okunan bir dil midir?
Türkçeyi öğrenenlere, doğru telaffuz ve doğru imla kazandırmak için, önce, Türkçe öğretiminde düstur hâline getirdiğimiz “Türkçe yazıldığı gibi okunur ve söylendiği gibi yazılır.” sloganını zihinlerden silmemiz gerekir. Şunu bilmeliyiz ki en gelişmiş fonetik alfabe bile bir dilin doğru telaffuz inceliklerini yazıya aktarmakta yetersiz kalır. Konuşma dili ve yazı dili ayrı ayrı öğrenilmeli ve öğretilmelidir. Birincisi işitme, ikincisi görme yoluyla algılanır. Bu iki yol arasındaki ilişki ancak zihinde gerçekleştirilen karmaşık bir işlem sonucunda kurulur.
-Türkçe, fiil veya isim köklerine ekler getirerek yeni kelimeler oluşturma imkânı tanıyan eklemeli bir dildir. Buradan yola çıkarak şu anda okullarda kullanılan tümden gelim metodunu değerlendirir misiniz?
Diller insanların haberleşme ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulmuş birer avadanlık, birer alet takımıdır. Her alet takımı gibi bir dilin de kendine özgü kullanım yöntemleri vardır. Bu alet takımının belli başlı parçaları, söz konusu dilin, soyut bir alet çantası olarak görebileceğimiz sözlüğünde; bu parçaların kullanımıyla ilgili bilgiler de yine bir kullanım kılavuzu olarak görebileceğimiz o dilin dil bilgisi kitaplarında yer alır. Bu alet takımı ve bu alet takımının kullanım yöntemleri, her alet takımında olduğu gibi ya kişinin yakınlarından bir şekilde -aynı ortamda uğraşmak gibi, bağışlama, miras gibi- devralınır ya da ödenen bir bedel karşılığında -ders araçları gibi, ders gibi- satın alınır. Hangi yolla alınmış olursa olsun, dil öğreniminde en doğal yol, her zanaat ve sanatta olduğu gibi, sınama yanılma yoludur. Kullanımda, haberleşmenin ürünü olarak seslendirilmiş veya yazıya geçirilmiş ifadeler vardır. Bu ifadelerin ihtiyacımız doğrultusunda benzerlerinin üretilebilmesini sağlamak için, önce bunlara ilgi duymamız ve duyurmamız, bunların ayrıntılarını kavramamız ve kavratmamız gerekir. Bu sebeple öğrenirken ve öğretirken bütünden parçaya gitmek; üretimde ustalık kazanmak ve kazandırmak için de parçalardan bütüne giden alıştırmalar yapmak ve yaptırmak gerekir. Alfabe ezberleyerek ve ezberleterek, ses, harf, hece tarif ederek, zihinleri dil bilgisi terimleri ve bu terimlerin tarifleriyle doldurarak dil öğrenilemez ve öğretilemez.
-Türkçenin ilkokul ve orta öğretimde gerektiğince öğretilemeyişinin nedenleri müfredatın yetersizliği mi, öğretmenin yetersizliği midir?
Müfredatın da, öğretmenin de yetersizlikleri olabilir. Ancak en önemli yetersizlik ihtiyaç duyma yetersizliğidir. İnsanlarımıza, Türkçeyi değil, iyi öğrenme ihtiyacını bile duyurmuyoruz. Duyursak, müfredat da, öğretmen de gelişir, yenilenir elbette. Toplumumuzda genel olarak bir kimseyi değerli görme eğilimi, o kimsenin, neyi bildiği, neyi becerdiği yönünde değil; hangi yüksek notu, hangi diploma ve sertifikayı aldığı, hangi unvanı taşıdığı, ne kadar çok para kazandığı yönünde geliştirilmiştir. İnsanımızdan Türkçeyi bilmesini değil, Türkçe dersinden de ne yolla olursa olsun sınıfını geçmiş olmasını bekleriz. Hele, benim gibi -bir zamanlar- hangi konuda olursa olsun profesör unvanı taşımış olanlarını bulunmaz bir şey sanırız.
-İnsanın ufkunu açmak, eğitmek, onu duyan, düşünen bir insan yapmak gibi amaçları olan edebiyat ile sosyal hayatın birbirinden ayrılması mümkün değildir. Bu nedenle hazırlanacak müfredatta yaşayan dilin esas alınması gerekmektedir. Bu yapılabilmiş midir sizce?
Gerekçenize katılmamam mümkün değil. Ancak böyle bir müfredatın oluşturulması için toplumun yukarıda belirttiğim değer hükümlerinin değişmesi gerekir. Bu değişme sağlanmadıkça müfredatın belirttiğiniz yönde değişmesi şekilden öteye gidemez. Dilin gelişmesi düşünceye; düşüncenin gelişmesi ifade edilip tartışılmasına bağlıdır. En aykırı, en saçma, en edepsiz düşünceler bile ifade edilip tartışılmalıdır. İfade özgürlüğünün sınırlı olduğu ülkelerde düşünce gelişemez; düşünce gelişmeyince dil de gelişemez.
-Çocuğu okumaya alıştırma ilk etapta ailelerin kültür seviyesine daha sonra öğretmenlerinin yönlendirmelerine bağlıdır. Bu konuda aileleri ve öğretmenleri yeterli görüyor musunuz?
Ben soruyorum: “Neden çok okuyalım? Okumak bir işe yarıyor mu? Okuyup bir şeyler öğrenip; sonra da sağda solda sarf edip başımıza iş mi açalım? Ülkemizde düşünen, düşündüğünü, özellikle aykırı düşüncesini ifade eden insanlarımızın sonu pek iyi olmamıştır. Bu deneyimleri yaşayan ve izleyen aileler, öğretmenler, öğrencilerin, devletimizin uygun gördüğü ders kitabı ve yardımcı kitaplar dışında başka kitap okumalarını pek istemezler. Bunları da sınıf geçecek kadar okumak yetişir. Yazacak bir şeyimizse yok denecek kadar az zaten. Adımızdan, numaramızdan tutun, hayatımızı dolduran at yarışı, spor toto, çoktan seçmeli sınav sorularının cevaplarına kadar her şeyi kodluyoruz. Küçük bir ovalin, yuvarlağın içini karaladık mı yetiyor. İnsandan yazacak bir şeyi olmasını beklemediğimize göre bir şeyler okumasını beklemenin bir anlamı olur mu? Önemli olan bilgi değil; “bilgilidir” diyen resmî belge değil mi? Toplum olarak ailelerin kültürlüsünü değil, ne yolla olursa olsun zenginini; öğretmenlerin kültürlüsünü değil, ne yolla olursa olsun bol not verenini; öğrencilerin ne yolla olursa olsun sınıfını geçip diplomasını alanını baş tacı ettiğimiz sürece, insanlardan çok okumasını beklemek safdillik olmaz mı?!
-Yabancı dil öğrenimi konusunda düşündükleriniz nelerdir?
Dil, bence ana dili bile, amaçlı olarak öğrenilir. Bu amaç; aş ekmek istemekten, kız ve erkek tavlamaya, KPDS’den geçip dil tazminatı almaya, UDS’den geçip doktor, doçent, profesör unvanlarını ve varsa bunların tazminatlarını almanın yolunu açmaya kadar “çıkarcı ve ilkel” bir amaç olabildiği gibi ticaret ve siyaset yapmaktan, bilgi edinip ülke ve insanlık yararına uygulamaya kadar “evrensel ve gelişmiş” bir amaç da olabilir. Bizde yabancı diller genelde “çıkarcı ve ilkel” amaçlar için öğrenilmeye çalışılır; ileri toplumlarda ise Türkçe de dâhil bütün yabancı diller genelde “evrensel ve gelişmiş” amaçlar için öğrenilir. Sözün gelişi, ben, Fransızcayı, ortaokul ve lisede diğer dersler gibi ders olduğu için öylesine okudum ve sınıflarımı geçtim; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okurken yabancı dil barajını geçmek için öğrenmeye başladım ve barajı geçecek kadar öğrendim; daha sonra, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci olan eşim İnci Hanımı tavlamak için geliştirdim; daha daha sonra da profesör oluncaya kadar her önüme çıkan yabancı dil sınavında, Fransızcamı, kimse “neden Fransızca” diye sormadığı için rahat rahat utanmadan kullandım. Doğrusunu söylemek gerekirse, diğer birkaç dile ilgim ise bir hobi olarak gördüğüm mesleğimdeki bilgimi ve diğer hobilerimi geliştirmek için oldu.
-Atatürk dil devrimi ile dilimizi yabancı kökenli söz ve tamlamalardan kurtarmayı amaçlamıştır. Nasıl ki Osmanlı aydını Arapça ve Farsça özentisi içindeyse bugün de bazı aydınlarımızın batı kökenli kelimeleri kullanma özentisi içinde olduğunu görüyoruz. Aydınlarımız bu durumdayken toplumumuzdan ne bekleyebiliriz?
Toplumların kültürlerini tanımak için dillerinden yararlanırız. Bu yararlanma işini ya söz konusu toplumun dilini öğrenerek doğrudan ya da o toplumun dilini ve bizim bildiğimiz bir dili bilen birisinin aracılığıyla dolaylı olarak gerçekleştiririz. Bir kültür, bir şekilde ilgimizi çekiyorsa her iki hâlde de az ve çok o kültürün taşıyıcısı olan dili ya doğrudan ya da dolaylı olarak tanımak zorunda kalırız. Doğal olarak kendi kültürümüz içinde doğrudan ulaştığımız yeni bir kavramı kendi dilimizin imkânlarıyla işaretlemeyi deneriz. Çok kere başarılı da oluruz. Ancak, bir başka kültür içinde ulaşılmış ve o kültürün taşıyıcısı dilin imkânlarıyla işaretlenmiş bir kavramı yeniden işaretlemek, iki dili bilen bir kimse için fazladan bir düşünme ve karar verme zamanı alarak haberleşmenin hızını keseceğinden gereksiz ve zorlama bir davranış olarak görülür. Hele anında çeviri yapılırken böyle bir davranışa girmek, çok kere, zor anlaşılabilir olanı da hiç anlaşılmaz hâle koyar. Osmanlı aydını, ufkunu açan kendi kültüründe bulamadığı kavramları, Arap ve Fars kültüründe bulmasaydı Arapça ve Farsça kökenli dil ögeleri; çağımız aydını da, ufkunu genişleten kendi kültüründe bulamadığı kavramları, batı kültüründe bulmasaydı batı kökenli dil ögeleri dilimize giremezdi. Gönül isterdi ki; bırakalım teknolojinin son ürünlerini; hiç olmazsa bugün hemen bütün işlemleri ülkemizde gerçekleştirilen bir “tişörtü” ilk biz tasarlayıp üretip dünyaya “Te-gömlek” adıyla tanıtabilseydik… Teknoloji ve kültürel değer üretmeyen toplumlar, ya bunları üreten toplumlara özenecekler ya da içlerine kapanıp yok olacaklardır. Adı konulmuş bir çocuğa yeniden bir ad koymak işgüzarlık; bu ikinci adı zorla kabul ettirmekse zorbalıktan başka nedir? Engelsiz özenti, giderek özene dönüşür ve yaratıcılığın yolunu açar.
-Aydınlarımız arasında ancak matematik gibi kuralları olan bir dilin bilim dili olabileceği konusunda bazı düşünceler var. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Bilim dili olmak, her konuda en çok ve en yetkin telif ve tercüme bilim eserini bulunduran dilin hakkıdır. Telif ve tercüme bilim eserlerinin çoğalması da sadece her alanda bilim adamlarının çokluğuyla değil; oturmuş, tutarlı ve yoruma kapalı terminoloji sözlüklerinin varlığına da bağlıdır. Bir bilim dilinin en önemli kusurları ise ya birden fazla kavramı tek bir terimle ya da bir tek kavramı birden fazla terimle karşılamaktır.
Türkçeleştireceğiz diye giriştiğimiz terim üretme gayretimiz ve ürettiklerimizi çeşitli sebeplerle beğenmeyerek yenileriyle değiştirmemiz Türkçemizi hızla bilim dili olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bilim dili her şeyden önce görsel, grafik ve daha daraltılmış bir ifade ile bir çeşit yazı dilidir. 24 büyüklü küçüklü grup fiil ve bir o kadar isim çekiminin olduğu, birçok anlam ve görev ögesinin bitişik yazıldığı ve anlamla ilgisiz şekli uyumlar yüzünden, aynı kavramı karşılayan bir ekin sekiz şekilde; bir kelimenin iki üç şekilde yazıldığı bir dil nasıl matematik bir düzen gösterir. Türkçe, bir oyun oynar gibi öğrendiğimiz ana dilimiz olduğu için bize kolay ve düzenli gelmektedir. Türkçenin çetrefilli yapısını ancak onu bir yabancıya öğretirken görebiliriz. Ben bu durumu yaşamış birisi olarak dil bilgisi kitaplarımızın bu konuda ne kadar yetersiz olduğunu itiraf etmeliyim. Üzülerek söylemeliyim ki yazı dili olarak İngilizce bu bakımdan da bilim dili olmaya Türkçeden daha yatkın.
-Bilgisayar teknolojisinde Türkçenin kullanımı konusunda düşünceleriniz nelerdir?
Teknoloji, özellikle bilgisayar yazılımlarının Türkçeleştirilmesi konusunda hâlâ işimizi zorlaştırıyor. Seri üretilen ve sürümü fazla olan malların fiyatlarının düşmesi ekonominin önemli bir kuralıdır. Ne yazık ki, Türkçe bilgisayar ortamında oldukça az kullanılan dillerden biridir. Yazılımları Türkçeleştirecek ve Türkçe yeni yazılımlar üretecek insan gücümüz ise yeterli değil. Birçok yazılım modası geçtikten sonra Türkçeye kazandırılmış oluyor ve bunların çoğu da ya orijinali gibi çalışmıyor ya da eksiklerle dolu. Yasal yollardan bir yazılımın İngilizcesini, hatta Arapçasını temin etmek Türkçesini temin etmekten kat kat ucuza gelmektedir. Yabancı dil bilenler pahalı Türkçe yazılımları kullanmaktansa temini kolay, ucuz ve sağlam yabancı dildeki yazılımları kullanmayı tercih ediyorlar. Gördüğüm kadarıyla bu konuda da “vatan, millet, Sakarya” nutukları bir işe yaramıyor.
-Fransa’da bir süre görev yaptığınızı biliyoruz. Oradaki bilim adamlarının Türkçeye ve Türk dili konusunda Türkiye’de yapılan bilimsel çalışmalara karşı olan bakış açılarını bizim için değerlendirir misiniz?
Tanıdığım, Türkçe ile ilgilenen yabancılar, her şeyi olduğu gibi Türkçeyi de amaçlı olarak öğrenirler. Adını şimdi hatırlayamadığım öğrencilerimden biri kendi ifadesiyle kendisine yeterli ölçüde Arapça ve Farsça biliyordu ve bir üniversitede tarih profesörüydü. Türkçeyi neden öğrenmek istediğini sorduğumda; tarihte Türk-Leh münasebetleri üzerinde çalıştığını, Lehçe bildiğini ve Osmanlıca kaynaklardan da yararlanmak istediğini söyledi. Diğer bir tarihçi hanım öğrencim de tarihte Türk-İsveç münasebetleri üzerinde çalışıyordu. Bir diğeri Türkiye ile ilişkileri olan ticari bir şirkette, bir başkası Türkiye’de arkeolojik kazılar yapan bir ekipte çalışmak amacıyla Türkçe öğrenmek istediklerini söylemişlerdi… Öğrencilerim arasında sınavda neler sorabileceğimi, diplomayı veya sertifikayı ne zaman alabileceğini, notunu soran tek bir öğrenci çıkmadı. En zorlandıkları konu ünlü uyumu ve ekleme sırasında karşılaşılan diğer ses türeme ve değişmeleriydi. Özellikle bu oluşumların yazıda gösterilmeye çalışılmasının sözlük kullanmayı zorlaştırdığını söylüyorlardı.
-Standart Türkiye Türkçesi konusuna niçin ilgi duyduğunuzu anlatabilir misiniz?
Dillere hep hayatımızı kolaylaştıran alet takımlarından biri olarak baktım. Ben geçmiş bir daha gelmemek üzere geçmiş olduğu için hep hâli ve geleceği düşledim. Standart Türkiye Türkçesine ilgim de bu sebeple arttı. Çağdaş bir insan olarak kendimi bir Türkten çok Türkiyeli olarak görmeye çalıştım. Bir milletten olmanın gönül işi; ama bir dili öğrenmenin akıl işi olduğunu biliyorum. Özellikle doğduğumuz ülkeyi, anamızı, babamızı, etnik kökenimizi seçemeyiz; ama, yaşayacağımız ülkeyi, kullanacağımız dili zor da olsa seçebilme ihtimal ve imkânımız vardır. Ben ve yakınlarım, Türkiye’de yaşıyoruz ve devletimizin resmî dili olan standart Türkiye Türkçesini bugün kullanıyor; onunla etkinliklerimize değer katıyoruz. Her üretimimizin olduğu kadar onun da standardını yükseltmenin, yararlılığını arttırmanın; etnik kökenimiz, dinimiz, ana dilimiz, örfümüz, âdetimiz, hangisi olursa olsun; Türkiye’de yaşayan herkesin görevi olduğuna inanıyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî dili standart Türkiye Türkçesidir. Devlet kurum ve kuruluşlarında sadece resmî dilin kullanılması gerekir.
-Ters Sözlük hakkında bize biraz bilgi verdikten sonra kullanım alanı konusunda düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Sözlüklerimiz gibi, dil bilgisi kitaplarımız da, çok kere başka dillerin dil bilgisi kitaplarına benzetilerek, aklımıza geldiği gibi yazılmaktadır. Verilen kurallar ya yanlıştır, ya kesin değildir. Niçin, geniş zamanda /gel-/, /gel-ir/; /git-/, /gid-er/; /bit-/, /bit-er/ olur. Kuralı var mıdır? Yoksa; her bir durumun benzer şekilleri nelerdir ve kaç tanedir? Daha bunun gibi, yazıma yansıtılsın yansıtılmasın, ekleme sırasında karşılaşılan nice ses değişmeleri, dil bilgisi kitaplarında gereği gibi ortaya konulamamıştır. Neden, “at, yağız”; “kedi, kara”; “gömlek, siyah” olur? Bütün bu değişmeleri yeterince eksiksiz görebilmek için düz sıralanmış bir sözlüğe gerek duyulduğu kadar, özellikle sondan eklemeli bir dil olan Türkçenin, kök, köken, gövde, taban ve ek arası ilişkilerini görmek için de ters sıralanmış bir sözlüğe gerek duyulmaktadır.
Şimdi adını hatırlayamadığım bir yabancının güzel bir sözü var; anlamca şöyle: “Bir dilin, bütün bir dil bilgisi değil; belki her ögesinin kendine özel bir dil bilgisi vardır”. Bir sözlük nasıl eksiksiz düzenlenemezse, bir dil bilgisi de eksiksiz yazılamaz. Ancak, bir dil bilgisinde kurallar yanlış olmamalı; eksikler en aza indirilmelidir.
Ters sıralanmış bir sözlük, bize, uyak arama dışında kelime sonlarında hangi harflerin, dolayısıyla seslerin bulunduğu ve kelimelere ekler getirildiğinde, kelime sonlarında ve ek başlarında hangi harflerin, dolayısıyla seslerin değiştiği; hangi eklerin, ne türlü kelimeler türettiği konularında bilgimizi denetlememizi; dilimizin, eklemeyle ilgili kurallarını daha incelikli belirlememizi; varsa kural dışı örneklerin, hemen eksiksiz bir listesini oluşturmamızı sağladığı gibi, söz dizimi konusunda da, düz sıralanmış sözlükte tamlayanlarına göre verilmiş birleşik yapılara, tamlananlarına göre de ulaşmamızı sağlar.
-Genel ağ sayfamızda kullanıma açtığımız Güncel Türkçe Sözlük ve yapısı konusunda neler düşünüyorsunuz? Eleştiri ve katkılarınızı söyler misiniz?
Yaklaşık on yıl önce İnternetle ilk tanıştığımda, yabancı dillerdeki sözlükler dikkatimi çekmiş; standart Türkiye Türkçesinin de en az bir sözlüğünün İnternette bulunmasını istemiş; bu dileğimi Türk Dil Kurumunun bilim kurulu toplantılarında zaman zaman dile getirmiştim. Başlangıçta pek ilgi görmeyen bu isteğim birkaç yıldan beri gerçekleşmiş bulunuyor. Bu yolda çalışan arkadaşlara sonsuz teşekkür ediyorum. Şimdi Türk Dil Kurumunun İnternete Türkçeden, başta İngilizce olmak üzere yabancı dillere; ve yabancı dillerden Türkçeye sözlükler; terim sözlükleri koymasını da bekliyorum. Ayrıca Türkçe sözlüğe telaffuz eklenmesi de gerekmektedir.
-Türk Dil Kurumunun diğer çalışmaları konusunda neler söylemek istersiniz?
Bugünkü durumuyla Türkçe; İngilizce, Rusça, Çince, Japonca, Fransızca, Almanca, Arapça ve benzerleri kadar fen bilimleri ve sosyal bilimler alanlarında yaygın yararlanılan bir bilim dili değil. Ancak, Türk Dil Kurumu sayesinde en azından Türkoloji alanında en çok ve en yetkin telif ve tercüme bilim eserini bulunduran ve evrensel değeri de olan bir kitaplığın sahibi olmuştur.
-Sayın Gemalmaz, değerli düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|