|
Olcas Süleymanov
( 1936)
yazar, şair, jeolog, ve diplomat
1936 yılında Kazakistan'ın başşehri Almatı'da doğdu. Babası Ömer Bey, Kızılordu'da süvari subayı idi. Babası onun doğumundan birkaç gün önce bir çarpışmada öldü. Annesi Fatma Hanım, kocasının ölümünden birkaç yıl sonra ünlü bir Kazak gazeteci Abdül Ali Bey'le evlendi. Abdül Ali Bey, Olcas Süleymanov'un sosyal bilimci, şair ve edip olarak yetişmesinde önemli rol oynadı. Klasik Sovyet ilk ve orta öğrenimini bitiren Olcas, Kazak Devlet Üniversitesinin jeoloji bölümüne girdi.
Sovyetler Birliği zamanında Sovyet rejiminin özellikle Türk halklarına yönelik sistematik bir eğitim projesinin bir parçası, Türk soylu okur yazar takımını sosyal bilimlere değil de, fen ve teknik bilimlere yöneltmek. Fakat Olcas Süleymanov'un üzerimde çok hakkı var dediği üvey babası gazeteci Abdül Ali'nin küçük yaşlarda kendisine açmış olduğu yolu takib ederek, edebiyat ve şiire yönelir. Yazmış olduğu ilk şiir ve yazılar dikkat çekmiş olmalı ki, Olcas'ı Moskova Edebiyat Enstitüsüne gönderirler. Daha sonraki yıllarda hemen hepsi üstün birer edebiyatçı, şair ve devlet adamı olarak olan Azerbaycan'ın (Elçibey döneminde) İstanbul Başkonsolosu Abbas Abdullah Hocalıoğlu, Özbek şairi Yadigar Abidov, Yakut şairi Vladimir Samık ve pekçoklarıyla Moskova Edebiyat Enstitüsüyle , Gorki Edebiyat Enstitüsünde tanışacaklardır.
İlk edebiyat mahsullerinde, göçebe Kazak hayatının motiflerinden, Kazak tarihine, sözlü kültür varlıklarının yeraldığı çalışmalarını giderek, sosyal antropoloji dil ve tarihe yönelten Olcas Süleymanov, bu yönelişi şöyle izah edecektir. "Günümüzde bir Türk Şairi, edebiyat adamı aynı zamanda" araştırmacı bir bilim adamı olmak zorundadır." dedikten sonra şöyle devam etmektedir;"En ağır yükü kervanın gövdesi taşır. Yolda düşenlerde onun sırtına yüklenir çünkü. Her nesil, sanki dünyanın son nesliymiş gibi, büyük bir gayretle çalışmalıdır. Atalarımızın bilmediği ve kabullenmedikleri gerçeklerin de sorumluluğunu üstlenmemiz gerekmektedir. Yükleniyoruz da gereksiz görülen bir takım şeylerle bu yüzden uğraşıyoruz zaten: Etrüsk Tarihini, Sümer arkeolojisini inceliyor, Mahenjo-Daro yazıtlarını anlamaya, İskandinav alfabesini çözmeye çalışıyoruz" demektedir.
Gerçekten de bu yoldan hareketle dil bilime, antropoloji ve tarihe yönelen Olcas Süleymanov, Rus Destanlarının tetkikine yöneldiğinde, karşısına muhteşem bir kavim Türk Kültür Tarihi çıkacak, çalışmalarını teksif edip ortaya koyduğu"Az i ya" adlı çalışması Moskova İlimler Akademik heyetini ikiye bölecek, İlim ve edebiyat çevrelerini ayağa kaldıracaktır. Sözkonusu çalışma ilmi bir çalışmadır fakat ortaya konan tezler o güne kadar hakim tarih ve ideolojik söylem olan "Rus imajı"nı yerle bir edeceğinden İlimler Akademisi tarafından gerekçesiz olarak reddedilecektir. Ne varki, Rus karakterli Sovyet tarih ve Kültür hayatında derin izler bırakacak olan "Az i ya" (Türkçesi, "sen ve ben" klasik Rusça'da ise "ben ve ben") eser 80'li yılların Türk soylu Sovyet aydınları arasında kendilerini Ruslarla, dönüm noktasına getirecektir.
Nitekim, on yıllık bir beklemenin ardından (1990) Sovyet sisteminin çözülüşü esnasında Olcas Süleymanov'un bir daha adının gündemi işgal edişine şahit olmaktayız. Bu defaki, Sovyetler çapında değil, dünya çapındadır. Doğduğu topraklardan yıllar önce kopup moskova'ya gelen Olcas,yıllar sonra jeolojik tedkikler için Kazakistan'a döndüğünde Türkistan'ın yegane hayat kaynağı olan Aral Gölü'nün kuruduğunu, semey eyaletindeki Sovyet nükleer çalışmalarının Türkistan'ı cehenneme çevirdiğini görecek, keza aynı biçimde ABD'nin, Kızılderili ülkesi olan Nevada'da yaptığı benzeri nükleer çalışmaların aynı felaket olduğundan yola çıkarak milletlerarası bir sivil insiyatif olarak "Anti Nükleer Semey-Nevada" hareketini kuracaktır.
Dünya ekoloji ve entelektüel mahvellerinde geniş yankı bulan "Anti Nükleer Semey-Nevada" hareketini, dünyü ölçeğinde belli bir işlerlik kazandıran Olcas Süleymanov, 1917, I.Bütün Rusya Müslümanları Kongresinden 70 yıl sonra ,Kazan Türk aydınlarından dilci Rafail Muhammeddin'le birlikte ilk defa I. Türk Halkları Kongresini (1990) düzenleyerek, yeniden yapılanacak Türk Dünyası'nın temeline ilk harcı koyacaktır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ,Yüksek Sovyet üyeliği, Sovyetler Birliği Halk Temsilciliği, Kazakistan Yazarlar Birliği Genel Sekreterliği, Asya Afrika Yazarlar Birliği Komite Başkanlığı, Anti-Nükleer Semey -Nevada Hareketi Başkanlığı, Türk Halkları Birliği Kurucu Üyeliği gibi son derece entelektüel bir karizmaya sahip olan Olcas Süleymanov, Kazakistan, bağımsız bir Cumhuriyet olup, Nur Sultan Nazarbayev Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Kazakistan nezdinde dış göreve atanmış olup, halen Kazakistan'ın italya sefiri olarak, Roma'da bulunmaktadır.
Edebiyat, dil ve tarih yanında, sinemayla da ilgilenen, bir müddet kazak film stüdyolarında da çalışan Olcas Süleymanov'un yayınlanmış eserlerinden başlıcaları şunlardır:
Seherin Güzel Vakti(Şiir) , Paris'li Bir Kızdır Gece(Şiir), Maymun Yılı(Roman), Kil Kitabı, Az i ya (Destan İnceleme), Yazı'nın Dil'i (Dil Felsefesi).
ÖZBEK TÜRKÇESİYLE BİYOGRAFİSİ
Taniqli qozoq adibi O’ljas Sulaymonov 1936 yil 18 mayda Qozog‘istonning Olmaota shahrida tug‘ilgan. Otasi Umar harbiy xizmatchi edi. O’. Sulaymonov dastlab ruscha maktabda, so‘ngra Qozog‘iston Davlat universitetining geologiya fakultetida o‘qigan. U 1961 yilda Moskvadagi M.Gorkiy nomli Jahon adabiyoti institutida ham o‘qidi, 1962-1971 yillarda «Qozoqfilm» studiyasida bosh muharrir, «Prostor» jurnali bo‘lim mudiri, 1972 yildan boshlab Qozog‘iston Respublikasi Yozuvchilar uyushmasi boshqaruvi kotibi lavozimida ishladi. Qozog‘istonning Italiyadagi elchisi sifatida faoliyat ko‘rsatdi. Hozirgi paytda O’ljas Sulaymonov turli-tuman rasmiy hamda jamoatchilik vazifalarini bajarmoqda. U rus tilida ijod qiladi, lekin qozoq xalqiga xos milliy xususiyatlarni, urf-odatlarni yaxshi biladi.
Asarlari: «Arg‘umoqlar» (1961, birinchi asari), «Quyoshli tunlar», «Ajoyib tun», «Sharofatli vaqtlar», «Maymun yili», «Loy kitob», «Olovning ko‘chishi», «Yumaloq yulduz», «Az i Ya», «Qoyilmisan insonga, zamin» va boshq.
ESERLERİ:
Şiir Kitapları [değiştir]«Arğımaqtar», Qazaqtıñ memlekettik körkem ädebiy baspası, Almatı, 1961 yılı.
«Oljas Süleymenov jıynağı», Jazuwşı, Almatı, 1967 yılı.
«Qış kitap», Jazuwşı, Almatı, 1969 yılı.
«Atameken», Jazuwşı, Almatı, 1972 yılı.
«Kajdıy den — uwtro», Pravda, Moskva, 1973 yılı.
«Povtoryaya v polden», Jazuwşı, Almatı, 1973 yılı.
«Kruwglaya zvezda», Xüwdojestvennaya liyteratuwra, Moskva, 1975 yılı.
«Berega. Opredeleniye», Jazuwşı, Almatı, 1976 yılı.
«Olzsasz Sulejmen versei» (macar dilinde), Ewropa kyonıyvkado, Büwdapeşt, 1976 yılı.
«Tuñğış kosmonavt», Jalın, Almatı, 1979 j.
«Sakalai virs smevlus» (Litvan tilinde), Baga, Vıylnyus, 1980 yılı.
«Zemlya, poklonıys çeloveküw!» (Türkmen tilinde), Magarıf, 1985 yılı.
«Svıytok», Molodaya gvardıyya, Moskva, 1989 yılı.
«Argamak» (moñğol tilinde), Uwlan gazar, Ulaanbaatr, 1990 yılı.
«Aynalayın», Jibek jolı, Almatı, 1996 yılı.
«Iyspravlyaya metaforoy mıyr», Qarjı-qarajat, Almatı, 1996 yılı.
«Im Azimut der Nomaden», Iynterdryuk, Leyptsıyg, 1997 yılı
Tañdamalı tuwındıları, Jibek jolı, Almatı, 2005 yılı
«Olzhas Sulejmenow gedichte» (Almanca), Qazaqstan, Almatı
«Fizikçinin Duası» (Türkiye Türkçesi), Istanbul, 1976 yılı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Fizikçinin Duası
M. GARİB
Sızıntı Ocak 1990 Yıl :11 Sayı :132
İstanbul'da çıkmış bir kitap Fizikçinin Duâsı. Ülkü Tamer türkçeleştirmiş. Yazarı Olcas Süleymanov, kitabın önsözünde şöyle tanıtıyor kendisini:
"Adım Olcas Süleymanov. 1936'da, Kazak Sovyet Cumhuriyeti'nin başkenti Alma-Ata'da doğdum. Babam: Ömer. Süvari subayıymış; ben doğduktan birkaç gün sonra bir çarpışmada ölmüş.. Anam: Fatma. Babamın ölümünden bir-iki yıl sonra ünlü bir Kazak gazeteciyle. Abdu-Ali'yle evlendi. Abdu-Ali yetiştirdi beni.
Liseyi bitirince Kazak Devlet Üniversitesi Jeoloji bölümüne girdim. Sonra da petrol aradım yıllarca, jeolog olarak çalıştım. Yazı yazmaya Öğrenciyken başladım. Moskova'ya Edebiyat Enstitüsü'ne yolladılar beni. Yeryüzünün jeolojik tarihini biliyordum biraz, insanın tarihine eğildim."
İlk şiirlerinde Kazaklar'ın tarihini araştırıp anlamaya çalıştığını söyleyen Süleymanov'un şu sözleri çok ilginç: "Günümüzde bir Kazak şâiri, araştırmacı bir bilim adamı olmak zorundadır. En ağır yükü, kervanın son devesi taşır. Yolda düşürülen bütün yükler onun sırtına konur çünkü. Her kuşak sanki dünyanın son kuşağıymış gibi, büyük bir güçle çalışmalıdır. Atalarımızın bilmedikleri yada kabullenmedikleri gerçeklerin sorumluluğunu yüklenmemiz gerekir. Yükleniyoruz da. Gereksiz görünen birtakım şeylerle bu yüzden uğraşıyoruz zaten."
Süleymanov'un nelerle uğraştığını daha iyi anlayabilmek, daha doğrusu sezebilmek için şiirlerine bakmak yeter.
"Ayakizleri" şiirinde soruyor: "Niye binlerce ayakizi var sanki!" Ama o, bir ayakizini iyi tanıdığını söylüyor. Çin sınırını geçmek isteyen bir ayakizi bu... Fakat "Kar yağıyor" ve "Ayakizi bırakmıyor kar."
"Kuş Sürüleri..." şiiri de aynı ruhu estiriyor. "Gidiyorlar, kuşlarım benim, diledikleri yere." diyen şâir yine tedirgindir. "Korkuyorum yorulur, yorulur diye, o ırmaklarda kalır diye hep, benim kaldığım yerde. Benim kalacağım yerde belki."
"Bil bakalım..." şiirinde umut doludur şâir. "Bir büyük yürektir yeryüzü", şâir için. "Dünün sisli yıldızlarına uzanan yolu bulmak ister. O yola ulaştıracak olan da bir yürektir, bir yürek yoludur yıldızlara uzanan. Ve şiirin sonunda şöyle der: "Güç iş doğrusu, ama bulacaksın o yolu, bulacaksın bugünün yıldızlarına varan o yeryüzü yolunu..."
Ah Süleyman! Niçin sorduğunu sezer, anlar gibiyim. "Beni seviyor musunuz, dağlar?" diyorsun. "Pusula yerine koydum dağları, soğuk gerçeğe yön verdim-çığ gibi indim yamaçlardan- kar yığınları örttü- dönemeçli patikalarını-yollarımın" ve devam ediyorsun: "Dağlar beni seviyor musunuz? Beni seviyor musunuz canlılar? Kimse düzeltemez tepelerinizi, yalçın kayalarınızı kimse kazamaz, dağlar. Düzen nedir bilmezsiniz, dağlar kural nedir tanımazsınız, evet, kimse düzeltemez sizleri, tepelerinize kimseler ulaşamaz."
Evet Süleyman, ulaşamadıkları, bozamadıkları, belli. Bugün daha da belli. "Son Duâ'' şiirinde "Bismillah" diyorsun. "Uzak yürüyüşlerde unutacağım kendimi" diyorsun. "Yıllardır savaşıyordum, acıyla boğuluyorum, eyer üstünde doğmuştum, zincirlerde ölüyorum, bir köpek gibi geçiriliyorum sokaklardan." diyorsun. Ve sonunda niçin şöyle yalvardığını anlar gibiyim : "Ah, Tanrım! Dolunay yükseliyor çölde, bir dişi devenin ardına takılmışlar kum tepelerinde develer.. Göçebelerin taslarına doluyor süt,köpekler sıkıntıdan kapışıyor... Zindandayım, karanlıkta, yuvarlak bir ekmek gibi ay avuçlarıma doluyor.
"Fizikçinin Duası" şiirinin sonunda "Anlamaya çalışma her şeyi, her şey, her şey anlamını yitirir sonra. Çağların gözyaşları su vermiş bize, yüzyılların tozları örtmüş üstümüzü, yanlış anlamışız gerçeği, ters yollara çekilmişiz masallarla.
"Kadir Gecesi'' şiirini dönüp dönüp okumaktan kendimizi alamıyoruz: "Gece. Ilık. İhtiyarlar fısıldaşıyor seccadelerinin üstünde. Ay kaşını kaldırmış şaşırmış gibi. Abdest alıyor kayalar gece gündüz coşkun sularında ırmağın. Dilediklerini Allah'a iletiyor insanlar. Dualarının karşılığını bekliyorlar. Kadir gecesinde müslümanlar dua ediyorlar mutluluk için. Işık saçılmış yeryüzüne. Seyrelmiş sakallara benziyor sokaklardaki toz. Yürüyor insanlar. Caminin duvarları sessiz. Çocuklar geçiyor cami Önünden yıllar gibi. Minare bir hançer gölgesi gibi. Otların ışıltısı hendekte çözülmemiş bir sarığın ipeği gibi. Köklerini yıkıyor elma ağaçları ağarmış saçlarında suyun. Kadir gecesi ve ben, ihtiyar bir adam, beton seccadelerinden geçiyorum sokakların. Seni anlatıyorum fısıltıyla."
Kimi anlattığın, kimi, kimlere anlattığın belli Süleyman! Fakat biz hâlâ hakkıyla anlayamadık ey şâir!... Eğer anlasaydık, senin şu şekilde anlattıklarını biz, her gün her gece anlatıyor olurduk. Herkese haykırır olurduk. Yine bir şairin dediği gibi, "Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" çığlıklarıyla koşar dururduk, anlatır dururduk, hayır, durmadan anlatır anlatırdık. Sen anlattın, senin gibiler anlattılar ki bugün Rusya sallanıyor. Senin duâların, soydaşlarının duâları kabul oluyor ki, Rusya sarsılıyor. Senin o kunduracı şimdi perişan. Bir daha bakalım o şiirine: "Bir Kunduracı vardı köyümüzde"
Bu kunduracı kendi ayağına göre yapardı bütün kunduraları, böylece eşit kıldığını sanırdı herkesi, alçak herif! Napolyon'un boyu kadardı boyu, hiç de kolay değildi bizler için onun kunduralarını giymek. Ama herkes Allah'tan geldiğini sanırdı bunun, sık sık dua etsin diye müslümanlar (Müslümanlar çıkarırlar kunduralarını duâ ederken. Anlaşıldı mı?) Ağrıyan ayakların türküsüdür duâ. Gençler, yaşlılar koşarlar camiye topallayarak, bağrışarak (canı pek yanıyor adamın) -Allah büyüktür- kunduranın buyruğuna girmişsin bir kere. O alçak kunduracı ise burada, sırıtmakta. Bütün köy duâ ediyor şimdi, ayakları büyüsün diye kunduracının.
Sözümüzü O'nun "Ana" şiiriyle noktalıyalım istiyoruz:
"Erkeksen eğer, ün salarsın, halkının simgesi olur adın, bir salkım söğüt gibi gencecik kalır, kırılmaz, dayanır zamanın dalgalarına. Yolculuk hep uzaklardadır, hep güçtür bir işe emek vermek, işte şişmiş mememi dayıyorum aç ağzına, sana sütümü veriyorum, oğlum, büyü diye, ün sal diye dünyaya. Bilmiyorum nasıl salarsın artık. Yol gösterememem, ninniler de söyleyemem sana. Verdiğim sütü kullan savaşırken, çıkınca karşına ölüm, suratına tükürünce, arkadaşın bir gözyaşı gibi düşünce toprağa, bitince tuttuğun yollar, şu sözlerimi unutma: "Alçak gönüllü ol, oğlum. Büyüksün, oğlum. Kurşunlara siper et göğsünü, herkes görsün -hiç korkma!" Gösterirler seni, beni de gösterirler. "Gerçek bir erkek bu adam", derler. "Bu kadın da onun anası işte." Bütün yollar tıkanmış-kurtuluş nerede? Kurtulmak demektir acılarda yücelmek. Kurşunlar vızıldamıyorsa vadilerde, sürünerek geçiyorsa zaman, çağlar uçmuyorsa, insanlar dansediyorsa, ağlamıyorsa, ağlamadan gülüyorsa herkes, genç kızlar saçlarını örmüyorsa eğer ürkek delikanlılar çalım satıyorlarsa ortalıkta, işte o zaman utanmalısın oğlum, yoksa ben de oğul demem sana". Amacımız yalnızca bir kitabı tanıtmak değildir elbette. Bugün Rusya'dan gelen gürültü ve çatırtıların anlamına da ışık tutmaktır biraz. Bizdeki ve oralardaki (Türklerin esaret altında yaşadıkları bütün ülkelerdeki) Süleymanların geçmiş-şimdi geleceklerine de ayna tutmaktır. Herkes gönül aynasını döndürüp baksın. Umut aksediyor, inanç aksediyor, zaferlerin tayfları aksediyor.
(1) Fizikçinin Duâsı: Olcas Süleymanov (çev.Ülkü Tamer), Cem yay. İstanbul 1976.
|
Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz "
İyi ki, biyografi.net var!" |
|