Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Ziya Şahin

yazar, şair

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Ziya Şahin
Ziya Şahin
yazar, şair 

10 Mart 1961 tarihinde Kayseri-Pınarbaşı ilçesi Pazarören kasabasında doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Mimar Sinan Öğretmen Lisesi’nde tamamladı. 1979 yılında Kayseri’ye gelerek çalışma hayatına atıldı. Vatani görevini yaptıktan sonra yeniden memleketine döndü. 1983 yılında Kayseri Şeker Fabrikası’na girerek çalışma hayatına başladı. 

Eserlerini, davet edildiği yerel televizyon kanallarından halka ulaştırdı. Çeşitli dergi ve gazetelerde eserlerini yayınladı. Eserlerinin yola çıkış hikâyesinde şiirlerinin bir kısmı “Anadolu hececileri 5” isimli antolojide yer aldı. 

Evli, Aykut ve Yusuf adında iki oğlu var.

ESERLERİ:

Dağlara Döneceğim, (şiir kitabı), Köşker Dağının Sunası, Yabanlu Pazarı, Geçmişten Günümüze Pazarören, Kerküklü Koca Türkmen, Van Demek Vatan Demek, Söğütlü Kahvenin Müdavimleri, Can Pazarören, Danişmendli Melikgazi, Münüfe, Ressam Hasan Gürpınar Kitabı Söz Konusu Vatandı, Gün Ağarmak Üzere–Hocalı, Gün Ağarırken Karabağ. 





SÖYLEŞİ

GÜN AĞARIRKEN KARABAĞ kitabı üzerine Ziya Şahin ile Söyleşi
1 Ocak 2021 

Soru: Kitabı yazmakta ki amacınız neydi. 

Ben ilk önce okurlarınıza Erciyes'ten selam sevgi ve saygılarımı sunarak başlamak istiyorum. Bu kitabı yazmakta ki amacım beşbin yıllık özge Türk yurdu olan Karabağ'ın azat edilmesine katkıda bulunmak ve bu zorbalığı kabullenmediğimizi bütün dünyaya göstermekti. Binlerce yıldır Oğuzlara başkentlik yapan bu kadim Türk yurdu mütecavizler tarafından işgal edilmiş. Ve bu toprakların gerçek sahipleri yurtlarından sökülüp atılmıştı. Ben Oğuz soylu Türk Milletinin bir ferdi olarak her gittiğim yerde bu meşum işgali kınamış ve ne olursa olsun Karabağ'ın Azerbaycan'a ait olduğunu dile getirmiştim. Dediğim gibi ben Türk Ulusunun bir parçasıyım dünyasının neresinde olursa olsun bir Türk'ün ayağına diken batarsa benim bağrım kan olur. Karabağ Türk Milletinin kalbi Kafkaslara açılan demir kapısıdır. Bu kapı yerinden sökülür veya kara kilitler ile kitlenirse Türk Dünyası ile münasebetlerimiz yok olma seviyesine iner. Bizleri yeryüzünden silmek isteyen emperyalist devletlere yem oluruz. O yüzden diyoruz ki; "Tanrı Türk'e Yar Olsun. Türk Milleti Var Olsun." 

Soru: Kitabınız yayınlanmaya başladığı dönemde Azerbaycan Ermenistan savaşı başladı. Bu konu hakkında ki düşünceleriniz nelerdir. 

Bu durum tamamen ilahi bir tesadüftür. Biz aylar önce hazırlıklarımızı yapmış Kariyer yayın evi ile görüşmelerimizi tamamlamıştık. Kitabın hazırlık aşaması ve edite edilmesi takdir ederseniz ki uzun zaman alıyor. Bu çalışmaların sonuna geldiğimizde savaş patladı ve kitabımızın yayını gerçekleşti.

Soru: Kitabı yazarken sizi etkileyen en önemli faktör neydi. 

Bu kitabı yazarken en önemli faktör Azerbaycan Türk'lerinin uğradığı zulüm ve soykırımdı. Bu zorbalığın karşısına çıkmak ve Türk Ulusuna mensup bir vatansever olarak haksızlığın karşısında haykırmak Türk olmanın gereğiydi. Benim beşbin yıllık yurdum işgal edilirken bende susarak bir kenara çekilemezdim.

Soru: Kitabı yazarken nasıl bir araştırma yaptınız? Görüş bildirenlere ulaşmakta zorluklar yaşadınız mı? Ya da bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadınız. 

Evet bu kitabı yazmak sanıldığı kadar kolay olmadı. Öyle ki kalemi elime aldığımda aradan otuz yıl geçmesine rağmen halen acıları taptaze ve halen Hocalı katliamının dumanları tütüyordu. Hani bir veciz söz vardır; "Anadolu her yerde ağlayan Anadolu" Ben bu kitabı yazarken kime ulaştıysam yüreğinde Karabağ'ın ve Hocalının hicranı vardı. Bunların yüreğinde koparıldıkları toprakların özlemi yanıyordu. Kitabın ilk kıvılcımını Azerbaycanlı bir hanımefendi Vüsale Hanım çaktı. Ondan temin ettiğim kısa bir çalışma metninden sonra kimsenin yazmaya gücünün yetmeyeceği hadiselerin döküm anları geldi. Bir süre sonra irtibat kurduğum insanlar aradığım kaynakların Bakü'de olduğunu söylediler. Burada Karabağ'da Savaşan Kadınlarımız gurubuna ulaştım. Bu guruba başkanlık eden kurt bakışlı yüreği vatan sevdasıyla mücehhez Rada Abbas Hanım ile karşılaştım. Bu kahraman hanımefendi savaşın ön cephesinde bulunarak Türk kadının neler yapabileceğini göstermiş cepheden yaralı gelen askerlere can suyu misali hayat vermişti. Ben paylaştığı anıları yazmakta zorlandım. Bir kere daha anladım ki vatan denilen sevdayı başka bir yerde aramaya gerek yok, Türk Milleti nasıl Çanakkale'yi geçilmez kıldığı gibi Karabağ savaşında aynı kahramanlıkla savaşmıştı. Ama ne yazık ki "Talih zebun, dost bigâne, düşman kaviydi" Bu yüzden savaş meydanlarında kahramanlık destanı yazan Azerbaycan Türk'lerini yazmakta aciz kaldım. Bütün samimiyetimle Oğuz Eline ve onun kahraman ordusuna hayranlık duyuyorum. "Tanrı Türk'e Yar olsun." Bu savaşa katılan vatanperver insanlar, gardaşlık nezaketi göstererek yaşadıkları anıları benimle paylaştılar. Ama inanın sizi temin ederim ki resmedilen veya tarif edilenleri yazmak mümkün değildi. Çünkü ben herhangi bir haberi yapmak için olay mahalline giden gazeteci değildim. Bunların sunumunu yazarken gözlerimde binlerce masum soydaşımın acıları tüllendi. Bunların katilleri ellerini kollarını sallayarak gezerken hür dünyanın insan hakları savunucuları hümanistleri neredeydiler. Katledilen Tür olunca insandan sayılmıyorlar mı, katledilen Türk olunca ümmetten sayılmıyorlar mıydı? Kendi öz topraklarından koparılan canlarına kast edilen otuz yıldır sığınmacı gibi yaşayan milyonlarca insanı nasıl anlatabilirdim. Öyle ya Türk olmanın bedeli miydi bu yaşanılan hadiseler. Karabağ'da Kerkük'te Doğu Türkistan da Ahıska da benzeri acılar yaşanma mıydı? 

Bu yüzden bana gönderilen anıları yazı diline aktarabilmek için boğazıma düğümler atıldı ve gözlerime Karabağ'ın hüzün bulutları indi. Genel anlamda olduğu için ifade etmek istiyorum. Bütün semavi dinlerin ortak paydası ve savaş hukuku vardır. "Hangi dine veya hangi inanca mensup olursanız olun savaş esnasında kadınlara çocuklara yaşlılara eli silah tutamayacak kişilere ilişilmez." Fakat bakıyorsunuz söz konusu olan insanlık kriterleri Ermenistan ordusu tarafından hiçe sayılmış. Karabağ'ın genelinde ve Hocalıda masum insanlar acımasızca katledilmiştir. Bunun hesabını soracak uluslararası mahkemeler ve insan hakları örgütleri yok muydu? Kitabın safahatında belirttiğim gibi bu katliamları organize edenler anılarında şu ifadelere yer veriyorlardı. "Bizleri yetiştiren din adamları ve başımızda ki komutanlar Türk'leri kesmenin doğramanın ve kadınlarına çocuklarına tecavüz etmenin asli vazifemiz olduğundan bahisle teşvik ediyorlardı. Bizim Türk Milleti olarak hiçbir etnisiteye karşı böylesine mütecaviz olmamız tarih boyunca olmamıştır ve olamazda. Peki bu öfkenin bu insanlıktan çıkmanın bu vahşetin sınırları yok muydu? Buna cevap ararken Karabağ'da Hocalıda katliam yapanların vahşetinden bahsederken yakın dönemde daha beter bir hadise ile karşılaştık. Ermenistan ordusu mensupları cephe hattında şehit düşmüş Azerbaycan askerlerinin mübarek naaşlarını domuzlara yediriyorlardı. Bunları kameraya alarak yayınlamak insanlığın dün olduğu gibi bittiğini ve fıtrat değişse bile kanın yine aynı kan olduğunu gösteriyordu vesselam. Bu hadiselerin unutulmaması için savaş mağdurlarının anılarını derleyerek "GÜN AĞARIRKEN KARABAĞ" kitabımda "BAŞIMIZA GELENLER" bölümüyle yayınladım. Çünkü bilinen meseldir; "Hafızayı beşer nisyan ile maluldür" yani insan hafızası unutkandır ve unutmaya meyillidir. Bu vesileyle savaş mağduru soydaşlarımızı rahmet ve minnetle anıyorum. Karabağ'da yaşanan hadiseler ve Hocalı katliamı Türk Dünyasının Kerbela'sıdır. Cenabı Allah Türk Ulusuna bir daha böylesine acılar yaşatmasın. Ben kalemimle mazlumların yanında olmak adına düşmanın karşısına çıktım. Gün Ağarırken Karabağ kitabını alıp okumak ve dostlarına tavsiye etmek siz değerli okuyucuların takdiridir. 

Soru: Daha önce yazmış olduğunuz kitaplar hakkında kısaca bilgiler verir misiniz?

Ben Edebiyat dünyasına, "Dağlara Döneceği" şiir kitabımla giriş yaptım. Arkasından "Yabanlu Pazarı, Köşker Dağının Sunası, Münüfe, Söğütlü Kahvenin Müdavimleri, Kerküklü Koca Türkmen, Van Demek Vatan Demek, Can Pazarören, Gün Ağarırken Karabağ" kitaplarımla merhaba dedim. Ben kitaplarımda genellikle yaşanmışlığın merkezinde yer alan Anadolu insanının kültürel değerlerini yöresel motiflerine sadık kalarak anlatmaya çalıştım. Çünkü hayat felsefemde insanın yaşamadığı hiçbir medeniyeti muteber saymadım. Benim dağlarımda yorgun turnalar eğleşir. Benim dağlarımda elleri böğründe kardelenler yetişir. Benim dağlarımda Dadaloğlu'nun ruhu Bolu Beyine meydan okuyan Köroğlu'nun naraları titreşir. Bu vesileyle okurlarımıza en kalbi sevgi saygı ve muhabbetlerimi arz ediyorum.