Ziya Belviranlı yayıncı, kültür adamı Marifet Yayınları Eski Sahibi Ömer Ziya Belviranlı 1946 yılında Konya’da doğdu. 1970 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu. Aynı yıl haftalık 'Yeniden Milli Mücadele' dergisinin sahipliğini üstlendi. Bu dergide iki yıl boyunca yazıları yayınlandı.
1983 yılında ANAP İstanbul Kurucu İl Sekreteri oldu.
Marifet Yayınları’nı kurarak kültür hayatımıza seçkin eserler kazandırdı. Çeşitli dernek ve vakıflarda görev aldı. Organizatör kişiliğiyle her yıl bir çok etkinliğin gerçekleşmesini sağlamaktadır.
Evli ve üç çocuk babası.
SÖYLEŞİ
Ömer Ziya Belviranlı: Yayıncılığı Bırakmak, Evladını Kaybetmek Gibi Bir şey Röportaj: Kamil Büyüker dünyabizim.com 26 Ocak 2017
''Yani bir insan evladının hasta hali veyahut da artık ölüm haberi gibi bir şey bana göre bu yayıncılığın bitmesi. Şimdi... o hicrânı ben yaşıyorum.'' 35 yıldır istikrarlı bir şekilde yayın hayatını sürdüren Marifet Yayınları el değiştirdi. Yayınevinin sahibi Ömer Ziya Belviranlı, Marifet Yayınları ve yayıncılık macerası üzerine Kamil Büyüker'in sorularını cevapladı.
35 yıldır istikrarlı bir şekilde yayın hayatını sürdüren Marifet Yayınları el değiştirdi. Yayınevinin sahibi Ömer Ziya Belviranlı ile, yayınevini devretmeden önceki hafta, Marifet Yayınları ve yayıncılık macerası üzerine Kamil Büyüker konuştu. Video röportaj formatında yaptığımız bu söyleşiyi buraya tıklayarak izleyebilirsiniz. Aşağıda söyleşinin dökümünü yayınlıyoruz. Söyleşi esnasında yayınevi merkezli konuşmamızdan ayrıca değinilen konuları da, konuşmanın içindeki videolardan izleyebilirsiniz.
Yayıncılığa ne zaman başladınız?
Nedve Yayınları olarak ağabeyim merhum Ali Kemal Belviranlı bazı kitapları Konya’da hazırlıyor, ben de İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü’nde olduğum için onların yayınlarını takip ediyordum. Tabii, o zaman mesela Şerh-i Mesnevi’nin metni Konya’dan geliyor, Ahmet Sait Matbaası’nda orijinal Farsça beyitlerin klişeleri hazırlanıyordu. Ondan sonra diğer ayet klişeleri… O zaman ofset olayı pek yoktu. Yayıncılık ile ilişkim o zamandan başlıyor. Bir de Mücadele Birliği’nin ilk kurucu ekibinden olduğum için, orada Yeniden Milli Mücadele Dergisi ve bazı kitaplar yayınladığımız için yine yayın faaliyetinin içindeydim. Yani hemen hemen tamamı yayınla geçen bir hayat oldu bizimkisi. 34 yıllık Marifet Yayınları, ondan önce Konya Merkezli, İstanbul şubeli Nedve Yayınları. Bu arada Selçuklu Yayınları da bizim bünyemizdeydi.
Bu arada Çağdaş Düşünce Tarihi diye Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in bir kitabı vardı, benim yayıncılık faaliyetim de bilhassa bu kitapla başladı diyebilirim. O el yazısıyla yazıyordu. Ben onları dizdiriyordum, tashihini yapıyordum, tekrar kendisine götürüyordum. Şişli’de caminin hemen yanındaydı evi. Çok büyük bir fikir adamıydı. Çağdaş düşünce tarihimizi yerli ve milli manada en güzel ifade eden 2 ciltlik bir kitaptı. Bu kitabın yanında da, bahsettiğim gibi Şerh-i Mesnevi kitabının basım işini İstanbul’da sürdürerek başladı yayıncılık maceram.
Ali Kemal ağabeyimin pratik tarafı olduğu için mesela; Kur’an-ı Kerim’i en kolay öğreten o zaman tek kitap Kur’an Rehberi idi. İslam Prensipleri kitabı da aynı şekilde. O günkü nesle böyle kısa, öz, soru ve cevaplarla öğrenebileceği bir metod içerisinde anlatıyordu. Ve oİslam Prensipleri kitabı, 5-6 kuşağın İslami bilgilerle donanımını sağladı. Şu anda ismi her vesileyle yâd edilen üstadlarımız o kitap vesilesi ile ilk bilgilerini edinmişlerdir diyebiliriz. Bu kitabı çok yüklü bir miktarda basıyorduk.
O şekilde yayın hayatına girdik anlayacağınız. Şöyle derler, “Yayın hayatına giren bir kişi hayırlı bir virüs kapar, o virüsün dışına çıkamaz.” Bizim de Marifet Yayınları ile 34 senelik, öncesinde de 12 senelik yayın maceramızı toplarsak, aşağı yukarı 46 yıllık bir geçmişimiz var.
Marifet Yayınları hangi tarihte kuruldu?
Marifet’in Marifet olarak kuruluşu 1981. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü çıkışlı olduğum için oradaki hocalarla da çok yakın ilişkimiz vardı. Onların asistanlık tezi olarak kitapları yayınlatacakları yer yoktu. Daha çok bizde dini yayıncılık denince halk kitapçılığı hâkimdi. Onlardan birkaç yayınevi vardı ki, hepsini rahmetle ve şükranla yâd ediyoruz. Böyle at sırtında, eşek sırtında, affedersiniz, hem yayınladılar hem de Anadolu yollarında dağıttılar. O Sağlam Yayınları olsun, pek çokları... Halil Eser mesela, ne çileler çekti adam. Bu ortamda biz de biraz da akademik yazılar da yayınlansın, ilmi araştırmalar da yayınlansın diye düşünerek, arkadaşlarımıza sahip çıkmak güdüsüyle bu işe girdik. 24 tane tez yayınladım ben, aşağı yukarı 2 sene içerisinde. Bunların hepsi çok değerli tezlerdi. Bu tezlerin nihayetinde tashihini de onlar yapıyordu, ben kontrol ediyordum, bu nedenle çok kolayca yapmıştık. Matbaa sayısı da az; ama gerçekten matbaaların sahipleri editör gibiydi. Mesela; Yaylacık Matbaası, isim veririm, Ali Sümbül. Allah rahmet eylesin. Kendisi Şemsettin Yeşil'in de halifelerindendi. Ziya Nur ağabey, rahmetli... Bunlarda kelime tashihi değil, harf tashihi dahi çıkmazdı. Bu kadar dikkatli insanlardı. Eğer müellifi “Bu böyle olsun” derse, hemen dizgiyi bırakır, teslim ederlerdi. Hele hele imâni manada bir hata olursa affetmezlerdi. Hatır ve para için dahi yapmazdı. Öyle bir seviye vardı.
Yayınevinin ismini kim koydu? Logosunu kim yaptı?
Süleyman Uludağ koydu. Hani marifet mertebesi var ya, o sebeple. O dönem Süleyman Uludağ’ın da bazı kitaplarını yayınlıyorduk. “Buranın ismini Marifet koyalım” dedi. Logoyu da Saim Okan diye bir arkadaş vardı. O da Pınar dergisi kitap kapaklarını yapardı; aynı zamanda çok iyi müzehhibdi kendisi. O yaptı. Ben de nihayet hakikaten benimsedim. Pratik bir şeydi; ama ondan sonra bazı uyarılar aldım. Onları büyüklerimize danıştım. “Yaa bu Millî Piyango'nun logosuna benziyor.” dediler. Hiç aklıma dahi gelmemişti. Ondan sonra biz yayınevi logosunu aynen devam ettirdik.
Marifet Yayınları'ndan basılan ilk kitabınız hangisiydi?
İlk kitaplarımız Ali Kemal Abimin kitapları idi çoğunlukla. İslam Prensipleri yayınladığımız ilk kitaptı. Tecvid kitabı bastık sonra. O zaman mesela; tecvid de Karabaş metninin orijinalinden okunurdu. Hem onun okunuşunu koyduk hem de özellikle kelimelerle izahı. Tecvid kitabı çok büyük ilgi görmüştü açılan Kur'an kurslarında. Hatta İslam Prensipleri kız Kur'an kurslarında ezberletilirdi; belli başlı sorulu yerler var, o kısımlar… Çok faydalı oldu. Gençlerin bilhassa çok ilgi gösterdiği bir kitaptı. Elhamdülillah. Ondan sonra yayın yolumuzu değiştirdik. Bu şekilde biraz evvel bahsettiğim kitapları yayınladık, akademik kitapları. Osmanlıca tıpkıbasım kitaplar yayınladık. Nefahatü'l-Üns mesela. Orijinalini bastık. Ondan sonra da sadeleştirilmişini bastılar. Tasavvufî kaynak kitaplardı bunlar. Sonrasında artık bazı kitapçı arkadaşlar yavaş yavaş kaliteli kitaplara yönelmeye başladı. ANDA Dağıtım’ın çok büyük etkisi oldu benim kitaplarımın dağıtımında. Ben kitaplarımın dağıtımını tamamen onlara vermiştim. ANDA bizim çevrede başarılı olan birkaç dağıtım teşkilatından biriydi.
Milliyetçi-muhafazakâr anlayış içerisinde kitaplar, Osmanlıca tıpkıbasımlar... Bunları dağıtacak bir yer var diyerek biz de heveslendik ve son derece başarılı bir organizasyon oldu.
Kitaplarınız kaç adet basılıyordu?
İslam Prensipleri'nin her baskısı 20.000'di. Bir senede rahat eriyordu. Her sene basıyorduk.Kur'an Rehberi aynı şekildeydi. Neticede bunlar yüksek tirajlı kitaplardı. Diğerleri de hemen hemen 3.000'den aşağı basılmazdı. Tezler dahil. O tezler 1000'e düştü tekrar baskılarda. İlgi vardı kitaba. Yavaş yavaş okuyucu kitlemiz de değişmeye başladı. İmam Hatip okulları çoğaldı falan. Onların da ufku açılınca akademik kitaplara ilgi arttı. Elhamdülillah, devam etti bu yolda. ANDA dışında büyük dağıtım şirketleri oldu; fakat hiçbirisi o çapta olmadı.
Günümüzde kitap satışları neden azalıyor?
Günümüzdekiler daha seçici davranıyorlar. Bir de cep telefonları... İnternet çıktıktan sonra yayıncılıkta çok ciddi düşüş oldu. Sebebi de biraz işin kolaycılığına gitmek şeklinde oldu. Yoğun kitap sevdalıları bile, benim bildiğim kitap sevdalıları bile evinde kitap yerleştirecek yer olmadığı için işte kitap aldıklarında kol altında saklayarak gizlice eve getirirlerdi. Fakat onlar kitaplarını ya bağlı oldukları vakıflara ya da arkadaşlarına verdiler. Her sene vermeye devam ediyorlar. Ben de öyle. Yani elimde çok güzel bir kütüphane var, daha çok kaynak eserlerden oluşan. Her sene belli bir miktarını okunacak yerlere ben de veriyorum. Yani ben kitap deyince o sayfaları karıştırmadan, kitabın manevî etkisini göreceğimi sanmıyorum. İlla o sayfaların kokuları hissedilmeli.
Marifet Yayınları nerede kuruldu?
Horhor Caddesi'nde İrfan Yayınevi vardı, onunla komşuyduk biz. Matbaası da vardı. Büyük bir matbaa. Aynı zamanda hemen hemen ANDA'nın kitapları da orada basılırdı. Evet,Temel Türk Tarihi'nin, Yılmaz Öztuna'nın tashihini de ben yapmıştım. O da çok titizdi. Osmanlıca bilmeyen bir adamın, ben o kanaatteyim, bazı ciddi, hele hele bizim mazimizde hazırlanıp da Latinize edilmesinden sonraki safhasında çok ciddi tashih edilmesi lazım. Yoksa onu bir okuyucuya şöyle bir okutturun, o kelime hatalarına, telaffuz hatalarına tahammül edemezsiniz. Onun için tashih işi editör işidir aynı zamanda. Eskiden bir musahhih mesela, Cumhuriyet'in ilk zamanlarında kurulan matbaalarda o kadar derin bir kültüre sahipti ki, bizim biraz evvel bahsettiğimiz Ziya Nur [Aksun] ağabey gibi editörlerin dizdiğinde hata denilen bir şey olmazdı. Yaylacık Matbaası sahibi Ali Sümbül, çok mühimdi. En iyi fikir adamları da musahhihlikten geçerek olgunlaşırmış, derler. Ziya Nur'un ifadesidir bu.
Yayınevine kimler gelirdi?
Bir kere ilahiyat camiası. İlahiyatın asistanları olsun, hocaları olsun, bunlar muntazaman gelirdi. Bulunduğumuz yer daha genişti o zaman. Onlarla hep kültür hasbihalleri yapardık. Burada Konyalı etli ekmeğini beraber yerdik. Onlar bazı şeyler getirirdi. Beraber burada öyle güzel günlerimiz geçmişti. Mesela Mustafa Kutlu. Allah şifa versin inşallah, şu anda hasta bildiğim kadarıyla. Dergâh grubu benim çok fazla ilgi gösterdiğim bir arkadaş topluluğu idi. Onlara muntazaman giderdim. Nurettin Topçu Hoca'yı tanırız. Ağabeyimle çok yakın dostlukları vardı.
Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız?
Benim çıkarttığım kitap... Aşağı yukarı 224.
Yabancı dillerde yayın yapmışlığınız var mı?
Yaptık.
Birkaçını raflarda görüyorum zaten.
Çocuk yayınlarında Yusuf Özarslan kardeşimizin metin üslubunda ayrı bir özelliği vardı. Onun Türkçesi çok büyük bir ilgi gördü. Bunların, Almanya Kitap Fuarı'na gideceğimiz zaman, aynı şekilde çok kaliteli bir tercümesi oldu, Almanca. Hatta tek tek kutu halinde kondu. Güzel bir ambalajı da vardı.
Peygamberimiz'in birinci cildi.
Evet, birinci cildi gönderdi. Peygamberimiz'in Almancası. Almancası iyi ilgi gördü fuarda. Bunun İngilizcesi de olsun, Fransızcası da olsun, derken Rusçasını da yaptık. Rusçasını yapan da fevkalade kaliteli yaptı. Risale-i Nur'u tercüme edecek kadar liyakatlı bir kadındı o. Azerî asıllı. Evet, onlar bayağı ilgi gördü. Almanca, İngilizce, Fransızca ve Rusça. Dört dilde yayın yaptık. İslam Prensipleri'nin İngilizcesini de Ali Kemal Ağabeyim ve Hüseyin AteşinBey yaptılar. Abim 6 sene İngiltere’de kaldığından İngilizcesi iyiydi; Hüseyin Ateşin Bey de Kıbrıs'taki üniversitenin kurucularından olan Şeyh Nazım Efendi ile de kısmen alakası olan, bir mimar, aynı zamanda İslami literatüre hakim bir insandı. Medrese tahsili de yapmıştı. Beraberce çevirdiler o kitabı. Hatta Yüksek İslam Enstitüsü İngilizce derslerinde İslamî literatürü çok iyi kullanan bir tercüme olduğu için onu kullanmışlardır. Hâlâ bunun İngilizce üslubunu, İslamî literatürün çok güzel kullanıldığını herkes söyler. Benim İngilizcem olmadığı için bilemiyorum tabi.
Yabancı dillerde de rağbet oluyordu o zaman.
Tabii, tabii; ama ilk zamanlar bayağı rağbet gördü. Başka da yoktu. Bu Berekât grubunun yaptığı şeyler vardı. Başka da İngilizce kitap yoktu. Daha sonra Diyanet bastı. Diyanet'in basmasına da ben teşvikçi oldum yani. En azından bazı kişilere söyledik. Onlar da yaptılar. Şimdi Diyanet'in dışarıya yönelik yayınları fevkalade çoğaldı. Bu arada Mesnevî tercümeleri de bu en son Vuslat törenlerinde ortaya çıktı. 21 dilde oldu. Şimdi Diyanet aşağı yukarı İslamî yayınların 6 dilli olduğunu söylüyor. Bu bir şey değil; ama son bir senede dört tane daha oldu. Şu anda 10 dilde Diyanet Yayınları tercüme ediliyor. Devam edecek de. Ama ben bir de Arnavutça kitap hazırladım. Hazırlattığım bir Arnavut. Hukukçu aynı zamanda. Oranın baş müftüsünün de oğlu. O kitapları gösterebilirim. Onun çok faydası oldu. Onu ben karşıladım. Orada dağıtıldı. Arnavutluk'ta dağıtıldı. Arnavutça konuşulan yerlere götürüldü. Orada dağıtıldı. Aslında insanlar bilhassa doğru yazılmış, kolay İslam'ı öğreten kitaplara çok çok muhtaçtır.
Marifet Yayınları'nı neden devrediyorsunuz?
Fizikî bir yorgunluk olsa gerek herhalde. Biraz da aslında yayıncılık da değişti. Son zamanda sağda solda kitaplara itibar gerçekten azaldı. Bakın nice yayıncılık ya küçülüyor yahut da kapatıyor. Kitaplarını devrediyorlar falan. Ben de, bu Beşir Kitabevi var Sahaflar'da, Muzaffer Ozak merhumun oğlu Şeyhzade'nin oğullarının kurduğu güzel bir yayınevi. Onlara bazılarını telifleriyle beraber veriyorum. Diğerlerini de belli bir iskontayla tamamını onlara devrediyorum. Bir hafta sonra, İnşallah, onlar bizim adımıza faaliyetlere devam edecekler. Biz de bir yer tutacağız. Ufacık bir oda. Marmaray'ın çıkışında. Valilik'in önünde. Koçağası İş Hanı'nda. Orada arkadaşlarımızla hasbihal edeceğiz. Daha rahat olacağız yani. Benim iki oğlum var. Yayıncılık ekonomik açıdan öyle fazla getirisi olan bir meslek değil. Eğer bazı yayınlara gidilirse olur; ama bir çizgi takip ediyorsanız, onu terketmeniz lazım. O da zor oluyor. Alışkanlık oluyor artık. Pek çok yayıncı arkadaşımız bizim camiadan, ya yayınevini küçültüyorlar veyahut da bırakıyorlar, devrediyorlar falan. O şeyler hızlanmaya başladı. Tabii, üzücü yani. Ben kendimin yayıncılıktan kopmasının beni nereye götüreceğinden emin değilim. Şimdi soldaki yayınevlerinde de aslında çok büyük bir sarsıntı var. Bu internet ve cep telefonları onların yaptığı çok pahalı anlaşmaları dahi, hatta mahkeme kapılarına götürdü. Yaşar Kemal'in çocuklarından falan... Onların varisleri diyelim. Daha başka solda çok çok şöhret yapmış, kitapları, romanları çok okunan birtakım yazarların torunları.
Devlet yayıncılara destek olmuyor mu?
Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'nün FETÖ etkisiyle yapılanması çerçevesinde tercihler oldu. Bazı yayınevleri “Eğer onlarla yakınlık kurulursa, ben kitaplarımı çok miktarda verebilirim” dedi. Bence gecikmiş ama hakkaniyetle yapılan Necip Fazıl'ın eserlerinin, hangi kütüphaneye giderseniz gidin, hepsinde mevcutları var. Hem de çok miktarda alındı. Aynı şekilde bizim Dergâh grubunun daha başka çıkarmış olduğu kaliteli kitaplar da alındı. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bizzat teşvikiyle olmuştur. Yoksa Ertuğrul Günay zamanında Kültür Bakanlığı en çok şaibenin olduğu yerdi kitap tercihinde. Düşünün adlarını söyleyemeyeceğim kitaplardan bir anda 5000-10000 tane alındı. Şimdi o kitapların hepsi temizlendi. İşte hamur oldu. Kâğıt hamuru. Yahut nereye gönderildiyse oraya. Yani biraz hazin bir tablo içerisinde konuştuk; ama mazur görün. Yani bir insan evladının hasta hali veyahut da artık ölüm haberi gibi bir şey bana göre… bu yayıncılığın bitmesi. Ama… öyle de olması gerekiyordu. Dediğim gibi, o hicranı ben yaşıyorum.
Gözlerinizi de burada açtınız.
Tabii, tabii. Ben hâlâ yayınladığım bazı kitaplarda hangi konunun hangi sayfada olduğunu bilirim. Şimdi rüyamda dahi görüyorum. Son zamanlarda... İnşallah, hayırlı olur, bakalım.
SÖYLEŞİ
1 talebe için 40 münafığın kahrını çekebilirim! Mehmet Erken - Kamil Büyüker Dünyabizim.com 23 Mart 2016
Dünyabizim olarak Ömer Ziya Belviranlı'yı ziyaret ettik ve kendisiyle ailesinden başlamak üzere, Konya yılları, Yüksek İslam Enstitüsü, Yeniden Milli Mücadele hareketi, ANAP ve Marifet Yayınları'na kadar pek çok konuda uzun bir sohbet gerçekleştirdik.
Dünyabizim ekibi olarak başladığımız ziyaretlerimizden ikincisini, Marifet Yayınları'nın sahibi Ömer Ziya Belviranlı’ya gerçekleştirdik. Erhan Erken, Mehmet Erken, Mehmet Emre Ayhan, Kamil Büyüker ve Yusuf Tunçbilek'ten müteşekkil ekibimiz ile Cağaloğlu yoluna düştük ve Marifet Yayınları’nın Çatalçeşme Sokak, Defne Han’daki ofisine vardık. Konya’nın önemli ailelerinden birinde yetişmiş Ömer Ziya Belivranlı ile ailesinden başlamak üzere, Konya yılları, Yüksek İslam Enstitüsü, Yeniden Milli Mücadele hareketi, ANAP ve Marifet Yayınları'na kadar pek çok konuda uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Bu sohbet sonrasında, Ömer Ziya Belviranlı ile uzun soluklu bir röportaj yapmanın elzem olduğu fikri ile ayrıldık. Sohbetimizden bazı parçaları sizlerle paylaşıyoruz.
Konya yıllarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Doğumum 1946. İmam hatp lisesini Konya'da tamamladım. Bizim sülale mâruftu. 27 Mayıs ihtilali oldu,Ali Kemal [Belviranlı] Abimi, babamı, sürükleyerek götürdüler. Çok zengin bir kütüphanemiz vardı, ona zarar verdiler. Islah-ı Medaris diye bir yer vardı. Burada Arapça tedrisatı esastı. Hatta Mustafa Kemal bir defa geliyor buraya, fevkalade beğeniyor. Fransızca, Arapça dersler okutuluyor. M. Kemal Ankara'ya döndüğünde, hemen kapatıyor bunu. Eğitim kurumlarımızın en kalitelilerinden biri. Dedem de burada okumuş ama son senesinde, kapandığı için bitirememiş. Konya'da onun ekolü, Hacıveyiszade Mustafa Efendi, onun babası Hacıveyis efendi, vd. Sürekli Kur'an-ı Kerim okuttukları için, ulum-u diniyye dersleri okuttuğu için bunlar karakola götürülür her hafta, her hafta dövülür fakat onlar çıkarlar ve ders yapmaya devam ederlerdi. Bodrumlarda, kömürlüklerde ders verirlerdi. Ali Ulvi [Kurucu] Abi'nin babası mesela Konya'nın en büyük Kur'an-ı Kerim üstadı olan birisi, hafız yetiştirir. O da izbelerde okutur. Pas kokusundan insanın tahammül edemediği yerlerde okutur veya minare boşluğunda okutur. Bunlar Konya'ya böyle hizmet etmişlerdi. Ali Ulvi Kurucu da bunların en büyük temsilcilerinden birisidir. Mecburiyetten gitti Konya'dan.
Siz Hacıveyiszade'ye yetiştiniz mi?
Evet, Hacıveyiszâde Mustafa Hocamız bizim iki sene dersimize geldi. Zaten Konya'da İmam Hatip'in kurulması, açılması, bir çok vilayette kampanyalarla filan binasının yapılması hep onun gayreti ile olmuştur. Kayseri'ye kadar gitmiştir. Kayseri'de de meşhur Abdullah Saraçoğlu vardı. Onların da çok büyük gayreti olmuş. Onlar da orada benzer bir hizmet yürüttüler. İmam hatipler o zaman farklıydı biraz tabi. Her ne kadar devlet erkanı “cenaze yıkayacak adam yetiştireceğiz” dese de, o mahrumiyetler sebebiyle çocukların manevi hayatının şekillenmesine, en azından çocuklarımızın dinden uzak olmamasına vesile olmuştur.
Hacıveyiszade'nin öğretmenliğine dair neler hatırlıyorsunuz?
Derste öyle ciddiydi ki... Besmele hamdele salvele ile derse başlanır. Tövbe istiğfar edilir, öyle ders başlar. Derste kimseyi tanımaz. Arapça, akaid, belagat (o dönem Belagat dersi müstakil bir dersti) derslerine girerdi. Arapçası mükemmeldi. Kendisine has Konya konuşması ile dersini verirdi. “Sual soracaklar tenefüste gelsin yanıma” derdi. Her tenefüste 2 rekat nevafil kılardı. Okulun müdürü polisliğe niyetli birisiydi, ama o müessesenin devam etmesi Hacıveyiszade hocamızın gayreti ile olduğu için ona da saygı gösterirdi. O saygı sayesinde orada vazifesini yaptı.
Hatta Ali Ulvi abi de anlatır hatıratında: Bir gün hoca Aziziye Cami'inde görev yaparken, müdür de Aziziye Camii'ne geliyor. Ona çok iltifat ediyor Hacıveyiszade efendi, onu cemaate övüyor, “imam hatibimizin müdürü”, vs. diye. Bazı Konyalılar da garipsiyor, “bu adam münafık, niye bu adama bu kadar değer veriyor” diye düşünerek. Orada söylediği harika bir söz var, “ben bir talebe için 40 tane münafığın kahrını çekmeye hazırım” diyor. Hakikaten de öyle yapmıştır. O sayede Hayrettin Karaman,Ahmet Baltacı, Mustafa Ateş, Mustafa Feyzi Belviranlı abim yetişmiştir ve bu isimlerin hepsi bir sonraki nesil ilahiyat camiasında ciddi etkileri olmuş isimlerdir.
Siz kaç kardeştiniz?
6 kardeşiz. Bir tane ablamız vardı. Bunların arasından bir ben yarım hafızım. Onların hepsi hafızdı. Ali Kemal Abimin çok kuvvetli hıfzı vardı. Hatta Ali Kemal Abim vefatından önceki 1.5 aylık o en zor alzheimer döneminde sürekli Kur'an-ı Kerim okur namaz kılardı. Bizleri bile tanımıyordu. Biz takip ediyorduk; 2 cüz okurdu mesela, bir tane hatası çıkmazdı. Ali Kemal Abim musikişinastı aynı zamanda. Sırf Ali Ulvi Abi'den bestelediği 50 tane ilahi var. Klasik formlarda ve şarkı formunda meselleri var. Onun yanında İslam'ın Nuru mecmuasını çıkarmıştır. Bizim camianın çıkardığı ilk dergilerdendir. Mükemmel bir mecumaydı. Her sayıda öyle bir yazı kadrosu vardı ki. Sami Ramazanoğlu Efendi hazretleri falan muhasebesini tutardı. 24 sayı çıktı. Her sayıda muhakkak bir hat ilavesi vardı. Enteresan bir adamdı. Yazmış olduğu İslam Prensipleri kitabı çok büyük bir boşluğu doldurdu. Onun dışında cami musikisine -özellikle Anadolu'da- önemli bir hava getirdi. Güftelerde çok dikkatliydi. Bektaşi nefesleri gibi bizim akaidimiz açısından zor şeyleri seçmezdi. Birinci tercihi de Ali Ulvi abi olmuştur.
Ali Kemal Abimin İstanbul'daki hizmetleri de fazlaydı. 1944'de İstanbul Tıp Fakültesi'ne geliyor. Kemalettin Erbakan, Asım Taşer gibi isimlerle aynı dönem. O dönemler zaten insanlar mahduttu biraz. Var olan 6-7 tane şeyhin birbirleri ile rekabet havasında değil tamamlayıcı olduğu bir dönem yaşandığını hep söylerdi. Mesela Sami Efendi hazretlerinin "aman ha Abdülaziz Bekkine hazretlerine gidin" gibi teşvikleri olurdu, ihvanı diğer hocalara, şeyhlere gönderirlerdi. Birbirlerine muhakkak bayramlaşmaya giderlerdi. Katiyyen müritleri arasında biri diğerini küçültücü en ufak bir konuşmaya dahi izin vermezlerdi. Böyle bir saygı vardı. Şimdi tamamen farklılaştı.
Siz de İstanbul'a liseyi bitirdikten sonra geliyorsunuz değil mi?
İmam hatip lisesini bitirdikten sonra Yüksek İslam Enstitüsü'ne geldim 1965 yılında. O zaman imtihanla sınırlı sayıda insan alınıyordu Yüksek İslam Enstitüsü'ne. Yüksek İslam Enstitüsü Fındıklı'da Namık Kemal İlkokulu'nun çatı katındaydı. Biz Yüksek İslam'ın 4. dönemiyiz. Abim oranın ilk mezunlarındandı. Geldik, çok sıkı bir imtihan vardı. O imttihanlara 100 kişi giriyorsa 30 kişi alınabiliyordu. Çünkü fazlasına müsade edilmiyordu. Çok kaliteli hocaların bizi sahiplenmesiyle gerçekten çok iyi bir eğitim aldığımıza inanıyoruz. Bir de ek dersler vardı. Mesela hepimiz Sadrettin Yüksel Hocaya giderdik. O Arapça okutuyordu. 1969'da mezun oldum.
İlahiyattaki hocalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Enstitüde bize yön veren en kıytmeli hocalarımızdan birisi Mahir İzidi. Ondan Çok şey öğrendik. Hocamız derslerde din, diyanet meselelerine gelince yapılan haksızlıklara kesinlikle tahammül edemez ve celallenirdi. Hatta bir defa Mahir İz hocanın ben evine gittiğim bir vakit hanımı bana tenbih etti, “aman hocanız kendisine hâkim olamaz, hamaset yapmaya başladığı zaman, sen el kaldır, konuşmasını mutlaka normalleştirsin, frene bassın” dedi. Bir gün yine heyecanlanmıştı, son zamanlarda hepimizi üzen hadiseler yaşanmıştı ve hoca da konuşmaya başlamıştı. Zaten hocanın hemen dudağı titrmeye başlardı sinirlendiğinde. Aşkla şevkle anlatıyor. Biz tabi fevkalade memnunuz. O anda ben elimi kaldırsam, arkadaşlar da üzülecek. Ama ben vazife olduğu için kaldırdım elimi, "indir be" dedi. "Şimdi konuşmayınca mezarda mı konuşacağız; şimdi konuşmamız lazım, bu kadar zaman sustuk" dedi.
Çok tatlı bir insandı. Onun amel-i salih anlayışı bize modeldir yani. Şu anda bazıları bunu uygular. “Aldığınız maaşın kuruşu daha kursağınıza gitmeden %2,5'unu hemen verin. Mutlaka bereketini göreceksiniz, huzurunu hissedeceksiniz” derdi. Hayrettin Karaman abi başta olmak üzere bütün talebeleri, maaş alanlar, memur olanlar buna riayet etmiştir ve çokca bereketini görmüştür. Maaş daha kursağına girmeden zekat oranını vermek. “Bunu yaparsanız mutlaka bereketini görürsünüz” derdi.
Bir de sohbetleri çok çok güzeldi. Şiire çok fazla vâkıf da olduğu için, “şiirsiz meclis olmaz” derdi, “mutlaka divanlardan ezberinizde 10-20 beyit olacak” derdi. “20 tane divandan en azından birkaç beyit bilmeniz lazım” derdi. “Bir Osmanlı münevverinin bilmesi elzem şeylerdir bunlar” derdi. “Hat, tezhip, ebru gibi sanatlara aşina olmanız lazım” derdi. “Bunları yazmasanız da anlamanız” lazım derdi. “Camilerde sadece namazı kılıp çıkmayacaksınız, orada yazılanların ne olduğunu değil, kimin yazdığını bile bileceksiniz” derdi. Maaşının çoğunu hayır hasenata harcardı.
Enstitü'de Mahir İz dışında eskilerden hocalarınız kimlerdi?
Zekai Konrapa, Nihad Sami Banarlı, Ali Nihad Tarlan, Ömer Nasuhi Bilmen. O dönem hocalarımız fevkalade insanlardı. Paralarını bile almaz, mutlaka oradaki ihtiyacı olan talebeleri tespit ettirip onlara dağıtırlardı. Ali Üsküdarlı hoca, Halil Can hoca. Halil Can hoca derse girer, salat-ı ümmiyye okunur, sonrasında sohbet ederdi. Musiki ağırlıklı dersleri olurdu. Biraz kendisi bektaşi meşrep bir insandı.
Zekai Konrapa'nın bir kitabı vardı değil mi, “İslam Peygamberi” isminde....
Bana göre en derli toplu siyer odur. Aşere-i mübeşşere, peygamberimizin hayatı. Şimdi o kitap basılmıyor, niye basılmıyor? Çocuklarından mıdır nedendir. Abdullah Işıklar vardı burada, o basardı. Şimdi kim basıyor, ne oluyor bilmiyorum. Kitabevi de bastı bir ara. Onu basan Fatih Yayınevi'ydi, Hilmi Kurtulmuş'lar. Fatih Matbaası'nın bir diğer kitabı, “Amentü Şerhi” çok önemlidir. Bizim neslimizin okuduğu çok kıymetli kaynaklardandır. Hatta damadı Asım Taşer abi söylemişti, "bunu herkes basabilir, yeter ki okusunlar." O kitapta en ufak bir tereddüte düşmezsiniz.
Örgün eğitim dışında başka hangi hocalara gidiyordunuz?
Sadrettin Hocaya giderdik. Mahir İz hocamızın sohbetleri vardı hafta sonları. Haydarpaşa Lisesi'nden gelenler de vardı, Mehmed Niyazi abi, İsmail Kahraman gibi. Bizim abimiz Sadık Albayrak'dı. Biz 1. sınıftayken o 4. sınıftaydı. Daha başkaları da vardı ama o çok sempatikti. Çok teşkilatçı bir insandı kendisi. MTTB vardı, onun dışında musiki derslerinin verildiği yerler vardı. Mesela Ali Üsküdarlı hocaya gider, talim yapardık. Başka musiki dersleri veren hocalara giderdik. Bizim ailece musikiye bir ilgimiz olduğu için konserlere de giderdim. Çok verimli bir dönemdi. Sonrasında bizimYeniden Milli Mücadele Birliği maceramız başladı.
Konya'dayken YMM ile bir bağlantınız var mıydı?
Burada başladı ama Konya'dakileri de tanıyorduk. Ondan sonra başladık. Bu hareketin en önde gelenleri Aykut Edibali ve Yavuz Aslan Argun'du. Bizler dahil olduk.
Konya'da tasavvufi bir atmosferden, yetişme tarzından, Mücadele Birliği gibi tasavvufa mesafeli bir oluşuma girmeniz nasıl oldu?
Bizim hareketin o zaman bilhassa İbn-i Teymiye’ye karşı ciddi bir bağlılığı vardı. Bir takım hurafelere, bu hurafelere dayandığını düşündüğümüz tasavvufi hareketlere karşı tavrımız vardı. Ama karşı olduğumuz tasavvufun özü değildi kesinlikle. Bizim tasavvufun özüne bağlılığımız İmam-ı Rabbani'nin şekillendirmiş olduğu yol üzerine idi. İmam-ı Rabbani'yi de herkes okurdu zaten. Biz Nesefi Akaidi'ni çok iyi okurduk. Otağ Yayınları'ndan basılan Nesefi Akaidi'ni bizim arkadaşlar adeta ezberlerdi. Bir de bizim kültür çalışmalarımız vardı. İlmi sağ diye ifade ettiğimiz görüşümüz vardı.
Bir de propaganda hareketine çıkardık. İkindi namazından sonra İstanbul'da dağılırdık, hemen propagandaya başlardık. Anti-siyonist, anti-komünist, anti-kapitalist, İslam’a bağlı bir grup olarak tanımlıyorduk kendimizi. Mücadele Birliği bu şekilde devam etti. Ama hareket 12 Mart’dan sonra yön değiştirmeye başladı. Bu tarihten sonra gruptan ayrılmalar oldu. Ben de 73-74 gibi hareketi bıraktım.
Yeniden Milli Mücadele Mecmuası ne zamana kadar çıktı?
Dergiyi çıkarmaya 1970'in ortasında başladık. Derginin ilk sahibi bendim. İki sene kadar sahipliğini ben yaptım. toplamda 4 sene kadar derginin içinde yer aldım ve sonra bıraktım fakat dergi 1980'e kadar yayınlanmaya devam etti. Ben ve bir çok arkadaş harekete kendimizi vermiştik. Neredeyse derginin bürosunda yatıp kalkardım. Fakat 12 Mart’tan sonra grup içinde yaşanan tartışmalar ve bir grup arkadaşla beraber hareket içinde bir yön değişikliği yaşandığına dair görüşlerimizden ötürü peyderpey ayrıldık hareketten.
Dergiyi bıraktıktan sonra teşkilatla bağlantılarınız koptu ve ne iş yaptınız?
YMM'den ayrıldıktan sonra Ali Kemal Abimin kitapları ile meşgul oldum. Onların yayınları, dağıtımı... Bir de 24 tane ilahiyat fakültesi tezi bastım ben. Çünkü arkadaşlarımızın kitaplarını bastıracak yerleri yoktu. Hayrettin Karaman gibi isimlerin burada kitaplarını bastım. Biz 1976 gibi Nedve Yayınları'nı kurmuştuk Konya merkezli. Marifet Yayınları da 1982'de kuruldu. Daha sonra Nedve Yayınları da Marifet Yayınları'nın altında yayınlandı.
Turgut Özal ile temasınız nasıl oldu?
Ali Kemal Abimin çevresi çok genişti. Korkut Özal'ı, Turgut Özal'ı iyi tanırdı. Darbe sonrasında yeni parti kuruluşu için hazırlanıldığı sırada Turgut Özal ile tanışmış ve bir nevi sekreterliğini yapmıştım. O dönem 3 ay kadar işe bile gelmedim hiç. Sürekli çalışıyor, insanlarla görüşüyorduk. Teşkilatlanma konusunda ciddi bir çalışma yaptık. O dönem yoğun çalıştık ama birkaç arkadaşımın YMM mensubiyeti dolayısıyla milletvekilliği başvuruları reddedilmişti. Ben de bu nedenle bana da milletvekilliği teklif edilse de kabul etmedim ve siyasete bu manada girmemiş oldum. Parti içinde yaşanan başka olaylardan dolayı partiyi bırakınca, tamamiyle yayınevine yoğunlaştım. O günden beridir de buradayız işte.
Yayınevinde Ali Kemal Abi’min, Ali Ulvi Kurucu Ağabey’in, Ahmet Muhtar Büyükçınar ve Mehmet Zihni gibi isimlerin kitaplarını bastık. Halen Arapça, Osmanlıca’ya dair kitaplar mevcuttur. Bir dönem Bekir Sıtkı Sezgin Hoca ile Kök dergisini çıkarttık. Çok zengin bir kadrosu vardı bu derginin. Cemil Meriç, Ali Kemal Abim, Bekir Sıtkı Hoca, Alaeddin Yavaşça, vd. burada yazardı. Her sayının yanında bir de hat yazısı verirdik. Bu dergi de 81’de yayına başladı ve 2 sene kadar yayınlandı.
Hocam Ali Ulvi Kurucu’dan biraz da bahsedebilir misiniz?
Ali Ulvi abi ile biz kardeş gibiydik. Sahabenin bugünkü yaşayan hali gibiydi Ali Ulvi Abi. Tüm İslami camianın ilk ziyaret ettiği yerdi onun evi. Gençlere çok önem verirdi. Safahat'ı ezbere bilirdi. 6 tane divanı ezbere bilirdi, Farsçayı çok iyi bilirdi. Bambaşka bir insandı. Osmanlı münevverinin sahip olması gereken tüm hasletlere sahipti. Şer'i ilimleri bilirdi, edebiyat bilirdi, musiki bilirdi. Onun hatıratı, belki 10 cilt olabilirdi ama Ali Ulvi Abi az konuştu huyu üzerine.
Neredeyse hiç kızdığını görmedim ben onun. Bir tek 28 Şubat döneminde Müslümanlara çok kızmış ve bozulmuştu; "Siz İslam tarihini hiç okumadınız mı? Bizim ecdadımız, babalarımız, dedelerimiz neler çekti bilmiyor musunuz? Hepiniz tırsmışsınız, ne oldu ya" demişti. “Çare bulun çare” diyordu, “En zor şartlarda, benim babam, dedem, küflü yerlerde ders okutmuşlar. Madem kurslar kapandı, sizler dükkanınızın bir kenarını kapatın, buralarda Kur'an okutun. Eğer bunu aşmazsak biz mesul oluruz bundan” demişti.