1954 yılında Trabzon'a bağlı Akçaabat kazasının Kuruçam köyünde doğdu. İlk okulu köyünde (1967), orta okulu Akçaabat'ta (1970), sağlık kolejini (sağlık meslek lisesini) Van'da (1974) bitirdi.
1975’te üniversiteye girdi. 1980 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden, Hüseyin Cavidin Uçurum ve İblis Tiyatroları adlı tezini vererek mezun oldu. Yüksek lisansını 1992’de İstanbul Üniversitesine bağlı Basın Yayın Yüksek Okulunda bitirdi. Tezinin adı Azerbaycan Basınında Alfabe Tartışmaları (1990-92) idi.
1993 yılında kaydolduğu Azerbaycan İlimler Akademisi Nizami Edebiyat Enstitüsü doktora programında Şehriyar'ın Hayatı ve Sanatı (Türkçe Divanı Esasında) adlı tezini 17 mart 1995 günü savunup filoloji doktoru unvanını aldı.
1974’ten beri Zonguldak, Erzurum, Trabzon, Ankara ve İstanbul’da sağlık memurluğu, öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1994-2001 arasında Ortopedi Teknisyen Okulunda Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. 26 eylül 2001’de emekli oldu. Güzin hanımla evli olup Betül ve Mustafa isimli iki çocuğu vardır. Askerlik hizmetini 1982’de Erzincanda kısa dönem olarak yerine getirdi.
Gedikli 1978’den, daha Sovyetler Birliği ayakta iken çağdaş Azerbaycan edebiyatı üzerine çalışmaya başladı ve bu alandaki çalışmalarıyla tanındı. Daha sonra yakın Türk tarihiyle ilgilendi. Türkiyenin problematikleriyle alakalı yazıları dikkatle takip edildi. 2002’den beri Türk kavim, kişi, yer adlarının etimolojileriyle, yani köken ve anlamlarıyla ilgili yazıları Türkoloji aleminde çığır açtı.
Basın faaliyetleri
1990’da Azerbaycan Türkleri dergisini çıkarttı. Dergi maalesef 4. sayıdan sonra çıkamadı. Aylık Ufuk Ötesi gazetesinin ağustos 2002’den aralık 2007’ye kadar genel yayın yönetmenliğini yaptı.
Sosyal faaliyetleri
Yayın faaliyetleri haricinde Türk dünyasıyla ilgili sosyal faaliyetlere aktif olarak katıldı. 1989’da kurulan Azerbaycan Türkleriyle Kültür ve Dayanışma Derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve derneğin genel sekreterlik görevinde bulundu. Ayrıca bu derneğin yayın organı olan Azerbaycan Türkleri adlı derginin baş redaktörlüğünü yürütttü. Yine 1992’de kurulan Türkmenistan Türkleriyle Dayanışma Derneğinin kurucusu ve ilk genel başkanı oldu (1992-94). 1993’te kurulan Turan Vakfının da kurucuları arasında yer aldı. Bu arada Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM kuruluşlarına üye kabul edildi. Bir ara Veten Cemiyetince neşredilen Odlar Yurdu gazetesinin Türkiye temsilciliğini yaptı. 2002’de KKTC’yi Tanıtma Komitesini kurdu ve çeşitli faaliyetler yaptı. Başkanlığı halen devam etmektedir.
Ayrıca Basın Birliği Derneği üyeliğinde bulundu. Akçaabat Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin de üyesidir.
Bir çok konferans verdi ve bir çok radyo, televizyon konuşması yaptı.
Katıldığı kurultaylar
Şimdiye dek bir çok kurultaya iştirak etti. Bunlar arasında 1990’da Kayseride yapılan l. Milletlerarası Azerbaycan Kurultayı, 1992’de Bursada yapılan Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni, 20-23 ekim 1994’te İzmirde yapılan 2. Türk Devletleri ve Türk Toplulukları Barış, Dostluk ve İşbirliği Kurultayı, 1994’te Ankarada yapılan 2. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı, 29 mart-1 nisan 2006’da Ceyhanda düzenlenen 1. Ceyhan Sempozyumu, 23-25 mayıs 2006’da Baküde düzenlenen Türkoloji Konferansı, 26 nisan 2007’de Bişkekte düzenlenen Kaşgarlı Mahmut ve Türk Dünyasının Dili, Edebiyatı, Kültürü ve Tarihi Konferansı bulunmaktadır.
Bazı kurultaylara ve ülkelere çağrılmasına rağmen gidemedi (Mesela 1994’te Iraka, 2000’de Almanyadaki Dünya Azerbaycanlıları Kongresine).
1988’de Veten Cemiyeti tarafından Mirza Fetali Ahundzadenin 175. doğum yıldönümü törenlerine davet edildi. 1990, 1993, 1994, 1995, 2006 yıllarında da Azerbaycanı ziyaret ettim. 1988’de Güney Azerbaycana, 2006’da Yunanistana, 2007’de Kırgızistana seyahat etti.
Kazandığı ödüller
Türkiye Milli Kültür Vakfı edebiyat teşvik ödülü (1984) ile Yıldız Teknik Üniversitesi Gençlik Kulübü 2006 fikir ödülü çalışmalarının karşılığında şahsına verildi.
ESERLERİ
1978 yılında, daha üniversitede okurken çağdaş Azerbaycan edebiyatı üzerinde çalışmaya başladı. Şimdiye dek telif, tertip ve tercüme olarak 30’a yakın kitabı neşredilmiştir. Kitapları şunlardır:
I. Telif ve tertip ettiği eserler
1. Çağdaş Azeri Şiiri Antolojisi, Burçak yayınları, İstanbul 1983, XXIII+257 s.
İlk çalışmasıdır. Eser Fethi Gedikliyle birlikte meydana getirilmiştir. Bu kitap çağdaş Azerbaycan edebiyatı hakkında Türkiyede yapılan ilk çalışma olup büyük ilgiyle karşılanmıştır. 1984’te Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından edebiyat teşvik mükâfatına layık görülmüştür.
2. Dost Elinden Gelen Turna (Çağdaş Azerbaycan Hikâyeleri Antolojisi), Acar Reklam yayınları, XL+469 s.
Cumhuriyet Türkiyesinde Azerbaycan hikâyeciliği sahasında yapılan ilk çalışma olduğu için bu da ilk eser gibi geniş alakayla karşılanmıştır.
3. Azerbaycan’ın Sesi, Refik Zekâ Handan, Tanıtım yayınları, İstanbul 1989, 144 s.
Şamil Güvenle birlikte hazırlanmıştır. Azerbaycanlı şair Refik Zekâ Handan’ın seçilmiş şiirlerinden oluşan bir kitaptır.
4. Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, İstanbul 1990 (2. baskı 1991, 433 s.; 3. baskı 1997, Ötüken neşriyattan, 492 s.).
Üç yıl üzerinde çalıştığı ve bizzat İrana giderek araştırdığı Şehriyarın bütün şiirlerini, inceleme, 3.500 kelimelik sözlük ve ayrıntılı bir kaynakçayla birlikte yayımladı. Eser 1991 ağustosunda ikinci, 1997’de Ötüken neşriyattan üçüncü baskısını yaptı.
II. Aktarmaları (Azerbaycan Türkçesinden)
5. Karabağ Hanlığının Tarihi, Ahmet Bey Cavanşir Türkmenistan Türkleriyle Dayanışma Derneği yayınları, İstanbul 1993, 59. s.
Bu eser Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Aralık 1990, 69. sayı, 77-114. sayfada da yayınlanmıştı. 1993’te kitap halinde ikinci baskısı yapıldı. Adından da anlaşılacağı gibi Karabağ hanlığının tarihiyle ilgilidir.
6. Türk Lehçelerinin Karşılaştırmalı Dilbilgisi, Prof. Ferhat Zeynalov, Cem yayınevi, İstanbul 1993, 416 s.
Eser sahasında Türkiyede yayımlanan ilk kitaptır. Büyük ilgi görmüş ve üniversitelerde ders kitabı olarak kabul edilmiştir.
7. Sihirli Ağaç, Ali Samedoğlu, Çocuk Vakfı yayınları, İstanbul 1993, 78. s.
Kitap Ali Samedoğlunun seçilmiş çocuk hikâyelerinden oluşmaktadır.
8. Şuşa Dağlarını Duman Bürüdü, Elçin, Ötüken neşriyat, İstanbul 1994, 320 s. 2. baskı 1997 (aynen).
Kitap ünlü Azerbaycanlı yazar Elçin’in seçilmiş hikâyelerinden oluşmaktadır.
9. Beş Katlı Evin Altıncı Katı, Anar, Ötüken neşriyat, İstanbul 1995, 280 s., 2. baskı 1998 (aynen).
Bu kitap Azerbaycan Yazıcılar Birliği başkanı Anar’ın bir romanıdır.
10. Kıyamet Günü, Yusuf Samedoğlu, Ötüken neşriyat, İstanbul 1995, 272 s.
Bu eser Azerbaycanlı post-modernist romancı Yusuf Samedoğlu’nun meşhur bir romanıdır.
11. Ölüm Hükmü, Elçin, Ötüken neşriyat, 1996, 506 s.
Eser Elçin’in Sovyet devrini irdelediği panoramik bir romanıdır.
12. Kaçak Kerem, Ferman Eyvazlı, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara 1998, 467 s.
Kaçak Kerem isimli tarihî şahsiyetin hayatını anlatan bir romandır.
13. Belli Başlı Dönemleri ve Zirve Şahsiyetleriyle Azerbaycan Edebiyatı, Yaşar Karayev, Ötüken neşriyat, İstanbul 1999, 405 s.
Eserin 128-173, 263-285, 327-343. sayfaları arasındaki üç makale, Dr. Yusuf Gedikli tarafından aktarılmıştır (Toplam 83 sayfa olmakla eserin hemen hemen dörtte biri).
14. Ömürden Sayfalar, Bahtiyar Vahabzade, Ötüken neşriyat, İstanbul 2000, 304 s. (makaleler).
Azerbaycanlı şair ve yazar Bahtiyar Vahabzadenin çeşitli makalelerini içermektedir.
15. Sarı Gelin, Elçin, 1. b., Ötüken neşriyat, İstanbul 2003, 248 s.
Elçin’in seçilmiş hikâyelerinden bir kısmını ihtiva etmektedir.
16. Alban Tarihi, Kalankatlı Moses, Rusça ve İngilizceden Azerbaycan Türkçesine çeviren Prof. Ziya Bünyadov, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktaran Dr. Yusuf Gedikli // Alban Salnamesi, Mhitar Koş, İngilizceden Azerbaycan Türkçesine çeviren Prof. Ziya Bünyadov, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktaran Dr. Yusuf Gedikli, 1. b., Selenge y., İstanbul 2006, 383 s.
Bugünkü Güney Kafkasya topraklarında yaşayan Alban halkı ve devletinin tarihinden, Hazarlar, Kafkasya Hunları, Eftalit Türklerinden bahseden bir eserdir. Alban Salnamesi ise Güney Kafkasyadan ve Selçuklu tarihinden bahsetmektedir.
III. Arap alfabesinden aktarıp şerh ettiği eserler
17. Çin Türkistan Hatıraları-Şanghay Hatıraları, Ahmet Kemal İlkul, 1. Baskı, Ötüken neşriyat, 1997 (2. baskı 1999, aynen), 448 s.
Talat Paşa tarafından Kaşgara öğretmen olarak gönderilen Ahmet Kemal İlkulun hatıra ve seyahat izlenimlerini anlatan bir eserdir.
18. Asyada Beş Türk, Adil Hikmet Bey, 1. baskı, Ötüken neşriyat, 1998 (2. baskı 1999), 575 s.
Enver Paşa tarafından Rusya ve Çine gönderilen beş Türkten biri olan Adil Hikmet Beyin hatıralarını içeren bu eser, 1928’de Cumhuriyet gazetesinde eski harflerle yayımlanmıştı. Oradan bugünkü alfabeye aktarılmış ve ilk defa kitap halinde basılmıştır.
19. Pontus Meselesi (anonimdir), Şerheden Dr. Yusuf Gedikli, 1. baskı Bilge Karınca yayınları, nisan 2002, 534 s).
Matbuat ve İstihbarat Umum müdürlüğü tarafından bir heyete hazırlatılan kitap, Orta Karadeniz (Samsun, Amasya, Tokat, Sıvas kuzeyi) bölgesinde aslen Türk olan ortodoksların 1918-22 arasındaki isyanlarını anlatır. Son senelerde canlandırılmaya başlanan Pontus meselesi için ibretamiz bilgi ve belgeler ihtiva eder. Esere geniş bir giriş yazılmış ve ortodoks Rum tanınan insanların mühim bir kısmının Türk olduğu isbatlanmıştır.
20. Bekirağa Bölüğünden Türkistana, Bartınlı Muhiddin Bey, Ufuk Ötesi yayınları, İstanbul 2004, 212 s. (26 belge, 22 resim, 1 harita).
21. Doğu Avrupada Türklük, Laszlo Rásonyi, hazırlayan Dr. Yusuf Gedikli, 1. b., Selenge yayınları, İstanbul 2006, 539 s.
IV. Telif eserleri
22. Kıbrıs Meselesi : Nasıl Bir Çözüm?, Hamle yayınları, İstanbul 2002, 128 s.
1997’de yazılmıştır. Kıbrıs meselesi hakkında en uygun çözümün bağımsızlık olduğunu savunmakta ve Türkiyede Kıbrıs hakkındaki tek çözüm teklifini içermektedir.
23. Kıbrısta En Uygun Çözüm Nedir?, Ufuk Ötesi yayınları, İstanbul 2003, 166 s., 2. b. yine 2003.
Bir üstteki kitabın yeni versiyonudur. Kıbrıs meselesi hakkında en uygun çözümün bağımsızlık olduğunu isbatlamaktadır.
24. “Bulgar Türkçesinden Anadoluya kazınan üç kelime: Cağ, kugar, harani”, Türk Dünyası Araştırmaları, mart-nisan 2004, 149. sayı, 67-90. s.
Adı geçen kelimelerin Türkçe olduğunu ve etimolojisini vermektedir.
25. “Kuman adının kökeni ve anlamı”, Dr. Yusuf Gedikli, Türk Dünyası Araştırmaları, Kasım-Aralık 2004, 153. sayı, 149-180. s. (Azerbaycanda Folklor ve Etnografiya dergisinin 2004 tarihli 3. sayısının 44-67. sayfaları arasında “Kuman-Kıpçaklar kimdir” başlığıyla yayımlandı).
Kuman kavim adı hakkında 250 benedenr beri süregelen tartışmaları sonuçlandıran bir makaledir.
26. Enver Paşa: Nutukları, Makaleleri, Bazı Beyanname ve Mektupları, Dr. Yusuf Gedikli, Ufuk Ötesi yayınları, İstanbul 2005, 255 s. (2. b. 2006, aynen).
Enver Paşayı birinci elden tanıtan ve büyük ilgi gören bir eserdir.
27. Ting-ling, Tiele, Teleüt, Töles, Telengit, Telenggit, Kil, Kiş, Kemek, Heftalit, Talış, As, Az, Aors, Wu-sun (Usun), Ti ve sair Türk kavimlerinin etimolojileri yahut kürk hayvanlarının adlarıyla anılan Türk etnonimleri, Türk Dünyası Araştırmaları, Temmuz-Ağustos 2006, 163. sayı, 27-60. s.
Gedikli türkolojide çığır açan bu eseri hakkında şöyle der: “Bu makale ve Kıbrısla ilgili eserim en büyük iki eserimdir.”
28. “Hun Türkçesi üzerine araştırma ve incelemeler 1 : Balamir kelimesinin menşeyi ve manası”, Türk Dünyası Araştırmaları, Kasım-Aralık 2006, 165. sayı, 201-209. s.
Avrupa Hunlarının bilinen ilk hükümdarı Balamir kişi adının etimolojisini açıklamakatdır.
29. “Hun Türkçesi üzerine araştırma ve incelemeler 2 : Karaton şahıs isminin menşeyi ve manası”, Türk Dünyası Araştırmaları, Ocak-Şubat 2007, 166. sayı, 195-202. s.
Avrupa Hunlarının Karaton kişi adının etimolojisini vermektedir.
IV. Kiril alfabesiyle (Azerbaycan Türkçesinde)
28. Şehriyarın Hayatı ve Sanatı (Türkçe Divanı Esasında), basılmış tez özeti (avtoreferatı), Bakü 1995, 24 s. Azerbaycan İlimler Akademisi Nizami adına edebiyat enstitüsü, Rusça ve İngilizce özetli.
Şehriyarın hayatı, sanatı, şiirleri hakkında yaptığı tezinin Azerbaycan Türkçesindeki özetidir. Kiril alfabesiyle neşredilmiştir.
Makaleleri
Ayrıca 200’den fazla makale yazdı. Bu makalelerin yarısı Azerbaycan ve Azerbaycan edebiyatı hakkındadır.
Makaleleri Töre, Türk Edebiyatı, Tanıtım, Türk Yurdu, Türk Dünyası Araştırmaları, Azerbaycan Türkleri, Türk Kültürü, Türk 2000 Postası, Türk Diplomatik, Erciyes, Yedi İklim, Yeni Forum, Çerçeve dergileriyle Hazar, Tercüman, Ortadoğu, Yeni Düşünce, Yeni Şafak, Ufuk Ötesi gazetelerinde yer almıştır.
Bazı makaleleri Rusça ve Azerbaycan Türkçesine çevrilmiştir.
Çalışmalarının önemi
Şu ana değin yaptığı çalışmaları dört ana başlık altında toplamak mümkündür: 1. Azerbaycan edebiyatıyla ilgili ilk şiir (1983), ilk hikâye (1987) antolojisini yayımlamak. Bu sahada Türkiyede 16 kitabı neşredilmiştir. Dolayısıyla Azerbaycan edebiyatını ilk olarak ve geniş mikyasta tanıtmıştır. 2. Yine bir ilk olarak yakın tarihle alakalı yazdığı eserlerde objektif davranmıştır. 3. Ufuk Ötesi genel yayın yönetmeni olduğu 2002 senesinden beri bir çok yeni kavram ve düşünceyi ilk olarak ülke kamu oyuna duyurdu. Mesela alim aydın-arif aydın, laik dış politika, laik dış ticaret politikası, insan kirlenmesi, aktif ve sorumlu vatandaşlık, yerli humanizma, batılı değil batıcı olma, vasal devlet, elitler diktatörlüğü, Türkiyenin bağımsızlığını 1952’de kaybettiği, Avrupa Birliği politikasının hükümet değil devlet politikası olduğu ve bu politikanın 1959’dan beri süregeldiği, Türkiyenin bugünkü dertlerinin 1938-1965 arasında uygulanan kültür politikası olduğu, Menderes, devlet, lider ve sair tabularını yıkmak gibi yeni ve ilk olan kavram ve fikirler vardır. 4. Etimoloji (kelimelerin kökeni) sahasında yaptığı çalışmalar neticesinde MÖ 209, yani bundan 2215 sene önce Çin kaynaklarında bulunan Türkçe kelimelerin Çince tıranskıripsiyonlarını çözdü. Böylece Türkolojinin 250 seneden (1756’dan yani Dögini’nin ilk Türk tarihini yazdığı yıldan) beri süregelen Türkoloji sorunsallarını çözme başarısını gösterdi. Bunların arasında Ting-ling, Tiele, Teleüt, Töles, Telengit, Telenggit, Kil, Kiş, Kemek, Heftalit, Töles, Talış, As, Az, Aors, Wu-sun ~ Usun, Ti, Nizak, Kuman, Balamir, Karaton, Kırgız ve sair bir çok Türk kavim ve şahıs isimlerinin asıllarını ve manalarını halletmek mevcuttur. Bunların her biri Türkolojide birer devrim niteliğindedir.
Kıbrısta En Uygun Çözüm Nedir? (ilkin 1997’de Kurultay gazetesinde neşredildi, 2002, 2003, 2004) ismiyle yazdığı kitapla Kıbrıstaki gerçekleri su üstüne serdi ve devlet dahil hiç bir Türkün bir tane bile çözüm üretemediği bu sahada tek gerçekçi çözümü ortaya koydu.
Çincedeki bazı Hunca tıranskıripsiyonları çözmesi ve Kıbrıs meselesi hakkında Türkiyede ortaya konulan tek çözüm teklifini içeren kitabı, en büyük ve en mühim iki eseridir.
HABER
İLESAM’DAN GEDİKLİ VE ONUR’A TEŞEKKÜR BELGESİ 8 Haziran 2015
Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) Genel Merkezi tarafından İLESAM ve Türk kültür hayatına eserleriyle katkıda bulunan dil bilimci Dr. Yusuf Gedikli ile gazeteci Hüdavendigâr Onur’a teşekkür belgesi verildi.
İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız adına İLESAM İstanbul Şubesi tarafından verilen teşekkür belgesi takdim töreni Aksaray Yusufpaşa’daki Azaklıoğlu Necati Bay Vakfı salonunda yapıldı.
İLESAM İstanbul Şubesi Başkanı Sosyolog Cafer Vayni, yaptığı konuşmada, İLESAM’ın gayesinin yazarların haklarına sahip çıkmak olduğunu belirterek Türk kültürüne hizmet eden kalemlerin yanında olduklarını söyledi.
Dil bilimci Dr. Yusuf Gedikli, Azerbaycan edebiyatıyla ilgili eserleriyle tanınırken geçen günlerde yayınlanan Dillerin Şifresi kitabıyla yeniden gündeme geldi. Hüdavendigâr Onur da, büyük Türk milliyetçisi S. Ahmet Arvasi ve Türkiye’deki sağ görüşlü hareketler üzerine yazdığı eserlerle tanınıyor.
SÖYLEŞİ
Yusuf Gedikli'nin 'Dillerin Şifresi' kitabı çıktı 25 Mayıs 2015
Hüdavendigar Onur, Dil bilimci, yazar Dr. Yusuf Gedikli’yle yeni ve iddialı kitabı Dillerin Şifresi hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşinin metnini aşağıda sunuyoruz:
Dillerin Şifresi kitabı nasıl ortaya çıktı?
2002’nin mart ayından itibaren köken bilimi (etimoloji) çalışmalarına başladım. Aslında bu konudaki ilk çalışmamı 1998’de ortaya koymuştum. İlk çalışmam “Terekeme ne demektir, Terekemeler kimdir?” başlığını taşıyordu. Makale Tarih ve Medeniyet dergisinde yayımlanmıştı (1998, 56. no). Makalede Terekeme kelimesinin Türkmen kelimesinin Arapça çoğulu olduğunu ortaya koymuştum ama aslında bu bilinen bir şeydi. Yazım sadece gerçeği bilmeyenlere doğruyu öğretme amacı güdüyordu.
Daha sonra “Örnek kelimesi hangi dilden?” (Türk Dili, 2003, 621. no) başlıklı makalemi yayımladım. Makalede örnek sözünün Türkçe olduğunu, Kırım Osmanlıcası, Azerbaycan, Gagavuz, Kazak, Nogay, Yeni Uygur, Özbek, Tatar, Başkurt, Kırgız Türkçelerinde dahi bulunduğunu belirterek kanıtladım.
Köken bilimi alanında başka çalışmalar da yaptım. Fakat köken bilimi hakkında en önemli çalışmam 24 Mayıs 2006’da Bakü Türkoloji Konferansına sunduğum “Ting-ling, Tiele, Teleüt, Töles, Telengit, Telenggit, Kil, Kiş, Kemek, Heftalit, Talış, As, Az, Aors, Wu-sun (Usun), Ti ve sair Türk kavimlerinin etimolojileri yahut kürk hayvanlarının adlarıyla anılan Türk etnonimleri” adındaydı. Bu makale Josef Döginyinin Türk tarihiyle ilgili kitabını yayımladığı 1756’dan beri, yani tam 250 yıldan beri Türkolojide tartışılan bir çok eski Türk kavim adının kökeninin doğru açıklamasını içeriyordu (2006’da Türk Dünyası Araştırmaları dergisinde ve 2007’de Azerbaycanda yayımlanmıştır). Bu makalemi en önemli eserlerim arasında sayarım.
2006 yılı aynı zamanda “Hun Türkçesi üzerinde araştırma ve incelemeler” başlıklı dizi makalelerimi yayımlamaya başladığım yıldı. Bunların ilk sekizi Türk Dünyası Araştırmaları dergisinde, kalanı Yom dergisinde çıkmıştır. Şu ana değin Hun Türkçesi üzerine toplam 21 makale yayımladım. Halen yayımlanmayı bekleyen makalelerim var. Ayrıca Bulgar Türkçesi, Göktürkçe üzerine de makaleler yazdım.
Hun Türkçesi üzerinde yoğunlaştığım sırada bu kitabın ilk tohumları atıldı. Başka deyişle Hun Türkçesiyle ilintili çalışmalarım, bu eserin alt yapısını oluşturdu. Şöyle ki:
Bilimsel anlamda çok meraklı olduğum için sadece kavim, kişi, yer, unvan ve benzeri adlarla değil, dildeki özge (başka) sözlerle de ilgileniyordum. Bunlardan ikisi Göktürkçedeki ubut ve yazı dilimizdeki ut (ud; utanmayla ilişkili), öteki ikisi bildiğimiz su sözünün eski biçimleri olan sub ve sug sözleriydi. İşte bu dört sözün -b, -d, -g ekleriyle oluştuğunu anlamamız, kitabımızı meydana getiren kıvılcım oldu. Bu kıvılcım kafamızda 17 Mart 2006’da çakmıştı.
Ondan sonra çalışmalarım ilerledi, derinleşti ve Dillerin Şifresi bitiğ (kitab)’imin birinci cildi meydana geldi. Bitik başlangıçta dillerin şifresini çözmek ereğine (amacına) yönelik değildi. Tabiri caizse tümevarım (endüksiyon) yöntemiyle elde ettiğimiz bulgular, sonunda bizi dillerin şifresinin çözümüne ulaştırdı.
Bütün bu sonuçlar sürekli düşünme, sürekli uğraş ve kendimi tamamiyle çalışmama vermemle ortaya çıktı. Yolda yürürken hatta uykuda dahi düşünüyordum dersem lütfen inanın.
Galiba başka ciltleri de var?
Evet. İkinci ve üçüncü ciltleri de var. Yani hem birbirinin devamı, hem de bağımsız sayılabilecek çalışmalar diyebiliriz. İkinci cilt sadece Türkçe sözcüklerin kökenine ait. Üçüncü cilt ise Hint-Avrupa dilleri, Hami-Sami dilleri, Moğal dilleri, Japon dili ve diğer acun (dünya) dillerine ait binlerce kelimenin kökenini içeriyor. Her iki cilt büyük boy kitap sayfasıyla 2.500-3.000 sayfa olacak. Eldeki birinci cilt ise kuram (nazariye) bölümünü içine alıyor.
İddialı bir çalışma ortaya koyduğunuzu söylüyorsunuz.
Evet. Beni tanıyanlar övüngen biri olmadığımı bilirler. Ancak iddialı bir yapıt ortaya koyduğumu söyledim, söylüyorum. İddiamın yerinde olup olmadığıma karar verecek olan okurlarımızdır. Kitabı okusunlar, kararlarını versinler. Yapıtımın yurt dışında, yani batı dünyasında da alaka göreceğini umuyorum.
Ayrıca gök kubbenin altında söylenmedik bir kaç sözü söylediğiniz iddiasındasınız.
Bu da doğru. Kimilerinin Hintli Beydebaya, kimilerinin Fıransız La Bruyere’e ait olduğunu söyledikleri bir söz vardır: Gök kubbenin altında söylenmedik söz yoktur. Belki söylenmemiş bir kaç sözden bir ikisini söylediğimiz inancındayız.
Dil bakımından sentezci bir yol seçtiğinizi belirtiyorsunuz.
Doğru. Yapıtımda bay (zengin), fakat yalın bir dil, anlaşılır bir üslup kullandım. Eski, yeni, halk ağzı, tarihsel, uydurma demeden güzel ve müzikal Türkçemizin bütün sözlerinden yararlandım. Öyle ki, dil bilimine meraklı olan her hangi bir yurttaşımız bitiğimi rahatlıkla okuyup anlayacaktır. Şunu söyleyebilirim: Çalışmamdaki en önemli başarılardan biri de kitabımı zengin ve yalın bir Türkçe, açık ve anlaşılır bir üslupla yazmış olmamdır.
Ayrıca ortaya attığım kuramla ilgili onlarca yeni terimi genelde Türkçe kökenli sözcüklerden türettim ve kullandım.
Bir de fonetik imla meselesi var.
Evet. Ben Türkçeye giren her sözün Türk söyleyişine, fonetiğine uygun olarak yazılması taraftarıyım. Çünkü Türkçe okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir dildir. Söz gelişi pirenses, puroblem, Fıransa sözlerini böyle yazarım. Rahmetli B. Ögel pilan, kıral, Nurullah Ataç Fıransa vb. yazardı.
Sizin kitabınızdan önce böyle çalışmalar var mıydı, varsa sizinkiyle onlar arasındaki fark nedir?
Dillerin nasıl meydana geldiği, kökeni, türeyişi, gelişimi hakkında acunda belki yüzlerce, belki binlerce bitik yazılmıştır. Ancak benim kitabım gibi bir çalışma ortaya konulduğunu sanmıyorum. Yani benim yapıtım tamamiyle özgündür, orijinaldir. Zaten vardığım sonuçlar özgün olduğunu en iyi biçimde ortaya koymaktadır.
Kısaca sizin deyiminizle bu bitikte, yani kitapta neleri ortaya koydunuz?
Teknik olarak bunları bir kaç tümce (cümle)’yle anlatmak güç. Bunu merak eden bitiğimizi okusun. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: Diller aynı kökenden çıkmamıştır, fakat ortak malzemeyle türemiştir. Bunu şu örnekle açıkladım: Bir kaç kişiye veya bir kaç öbeğe aynı miktarda su, un, şeker, yağ, tuz verelim ve her kişi veya öbekten bir tatlı yapmasını isteyelim. Her kişi veya öbek ayrı, farklı bir tatlı yapacaktır. Kişinin veya öbeğin biri helva yaparken diğeri baklava, öbürü pasta, ötekisi kek yapacaktır. Aynı tatlıyı yapanlar olsa bile bu, tıpatıp aynı olmayacaktır. Örneğin bazıları tuzu kullanmayacaktır. Diğerleri suyu, unu, şekeri, yağı farklı oranlarda kullanacaktır. Diller de böyle meydana gelmiştir. İlkçil sözcükler kişi veya kişilere verilmiş veya bunlar bir şekilde elde edilmiş, her kişi veya öbek elindeki ilkçil kelimeyle, yani aynı söz malzemesiyle değişik varlıkları, olguları, kavramları adlandırmıştır. Bir örnekle durumu açıklayayım. Türkün atası dag > dağ ilkçil sözüyle “dağ” olgusunu, İsveçli ve İzlandalının atası olan Hint-Avrupalı ise hiç değişmeyen aynı ilkçil dag sözüyle “gün” kavramını simgelemiştir.
Peki varlıklar, olgular nasıl adlandırılmıştır?
Varlıklar, olgular gelişigüzel, lalettayin olarak değil, ocak yasası adını verdiğimiz bir kurala, bir sisteme göre adlandırılmıştır. Bütün dillerde bütün kelimeler b, d, g, l seslerinden biriyle başlar. Baştaki bu seslere düzlem diyoruz. Bu düzlemlere beta, delta, gama, lamda adını verdik. Bu dört düzleme her dile ait ünlülerden biri bitişir, ki meydana gelen ses-yapı birimine ocak diyoruz. Ünlüler her dilde farklıdır. Türkçede 8 uzun, 8 kısa, Hint-Avrupa dillerinde 5 uzun, 5 kısa, Arapçada 3 uzun, 3 kısa ünlü vardır. Düzlemlere bitişen ünlüden sonra dört yalın (-b, -d, -g, -l) yahut 12 bağdaşık ündeş (-lb, -ld, -lg, -ll / -nb, -nd, -ng, -nl / -rb, -rd, -rg, -rl) gelir. Bu yalın ve bağdaşık ündeşlere çekirdek adını veriyoruz. Her üçünün toplamı, yani düzlem+ocak+çekirdek, kök dediğimiz anlamlı ses birimini, yani sözü, kelimeyi oluşturur. Yalnız şunu belirtelim: Her bir varlık, olgu, kavram aynı anda dört eş anlamlı kelimeyle adlandırılmıştır. Tek kelimeyle değil. Dört eş anlamlı kelime sonra türlü ses değişim ve dönüşümleriyle türlü anlamlara bürünmüştür. Bazısı tamamen kaybolmuş, bazısı yakın, uzak anlam kaymalarına uğramış, genellikle biri günümüze ulaşmıştır. Tam olarak ulaşan olabileceği gibi, hiç ulaşmayan da olabilir. Lehçeler, diller bu dört kökten birini alıp diğerlerini kullanmayan toplulukların başka nedenlerin de etkisiyle farklılaşmalarından doğmuştur. Bir örnekle varlıkların, olguların nasıl adlandırıldığını anlatalım:
Türkçede dikmek, dikiş, iğne, iplik ve benzeri araç, gereçler delta düzleminde adlandırılmıştır. Önce delta düzlemi, yani d- sesi tespit edilmiştir. Sonra yanına Türkçenin -i- ünlüsü ulanmıştır. Böylece *di+ ocağı oluşturulmuştur. Ocağın sonuna ayrı ayrı dört yalın ündeş olan -b, -d, -g, -l getirilmiştir. Böylece dikmek, dikiş, iğne, iplik ve benzeri araç, gereçler için şu dört sözcük türetilmiştir: *dib, did, *dig, *dil. Bunların hepsi dikişle, dikiş alet ve edevatlarıyla ilişkilidir. Tabi bu sözler geride kalan binlece yıl içerisinde ses değişimlerine uğramıştır. Başka deyişle bazen baştaki d > y olmuş, bazen y de kaybolmuştur. Şimdi çağdaş Türk dillerinde bu dört sözü (*dib, *did, *dig, *dil) arayalım:
1. *dib. Birinci kökten, başta d > y evrimiyle gelen Çuvaşça yĕp “iğne, diken”dir (E. Ceylan, Çuvaş Atasözleri ve Deyimleri, 1996, 169. s.). Yine *dib kökünden, başta d > s değişimiyle gelen Çuvaşça sıp- “dikiş dikmek, bitiştirmek”tir (aynı eser, 145. s.). Kaşgarlıdaki yıp başta d > y, halen Türkçemizde kullandığımız ip, iplik sözleri başta d > y > sıfır evrimiyle buradandır.
2. *did. İkinci kökten gelen Osmanlıca çitimek “dikmek, iliştirmek”, çitmek “dikmek, iliştirmek, birbirine geçirmek”tir (C. Dilçin, Yeni Tarama Sözlüğü, 1983, 57. s.). Halen Anadoluda çitmek, çitimek, çitilemek “kumaş ve örgülerin yırtıklarını, örmek, dikmek”tir (Derleme Sözlüğü, 3. c., 1244. s.). Başta d > t > ç değişimi olmuştur.
3. *dig. Üçüncü kökten gelen dilimizdeki dikmek eylemi, dikiş, dikici sözlerinin halen kullanırız. Bildiğimiz iğne de buradandır. İğnede başta d > y > sıfır evrimi vardır. Tığ, iğ sözleri de buradandır. Bunların hepsi dikmekle, dikişle ilgili sözlerdir.
4. *dil. Dördüncü kökten başta d > ś evrimiyle gelen Çuvaşça śĕl “dikiş dikmek”tir (E. Ceylan, Çuvaş Atasözleri ve Deyimleri, 1996, 151. s.). Yine başta d sesinin sertleşmesiyle tel sözümüz oluşmuştur. Sözcüklerde -i- > -e- değişimi vardır.
Teşekkür ediyorum. Yararlı ve güzel bir iş yapmışsam, kendimi ulusuma, dilime ve devletime borcumu ödemiş sayacağım.
ENGLISH BIOGRAPHY
Biography of Dr. Yusuf Gedikli
In his new book called Dillerin Şifresi - Dillerin Kökeni ve Türeyişi (Password of The Language - Origin and Derivation of Languages), Dr. Yusuf Gedikli reveals that the language didn’t coincidentally happen but they invented by a system which he called it the “act of mine.” The author also argues that the language be formed not from a single point but they originated from common materials and all words be formed from the platforms of beta, delta, gamma and lambda. And he maintains that all languages and etymology books would be rewritten after his new book published.
This book has three volumes. The first one is dedicated to the theoretical issues, the second the said words’ mines in Turkish, and the third to the Indo-European, African-Semitic and the other languages of world. The author believes that with this work, he says a few new words which unsaid until now in the world.
Gedikli was born in Kuruçam village of Akçaabat in Trabzon in 1954. He has graduated from Erzurum Ataturk University of Turkish language and literature department in 1980.
The author, published in 1998, his paper called “Terekeme: What does it mean and who are Terekemes?”, and he with this paper has shifted to the study of Turkish special names.
In 2006, starting with the one of the arguments of Gyula Nemeth’s (1890-1976), Gedikli solved some problems discussed exactly 250 years since 1756 in Turcology, with his essay “Ting-ling, Tiele, Teleüt, Töles, Telengit, Telenggit, Kil, Kiş, Kemek, Heftalit, Talış, As, Az, Aors, Wu-sun (Usun), Ti and the other Turkish tribes…”.
In more than his 20 serial essays with the common title of “Studies and Research on Hunnic Turkish”, Gedikli achieved to explain words of belonging to Hunnic Turkish contained in European and Chinese sources (names of ethnos, clan, person, place, etc.) One of these is the title of lady of Attila Cerca ~ Creca, ie the word of körk (beautiful) in Hunnic Turkish.
So far, Gedikli published more than 30 books and about 500 articles. Some of his articles and works have been translated into Russian, Azerbaijani Turkish and Persian. Although all of these works are important, Gedikli’s opus magnum is the book you hold in your hands right now.
HABER
YUSUF GEDİKLİ SON KİTABI ‘DİLLERİN ŞİFRESİ’Nİ ANLATACAK 29 Ekim 2015
Dr. Yusuf Gedikli, son kitabı “Dillerin Şifresi”ni Bâbıâli’de anlatacak.
Edebiyat ve dil konusunda kaleme aldığı ve yayıma hazırladığı eserlerle tanınan Dr. Yusuf Gedikli, Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin düzenlediği Bâbıâli Sohbetlerine bu akşam konuk oluyor. “Dillerin Şifresi” hakkındaki düşüncelerini dile getirecek olan Gedikli, konuşmasının ardından dinleyicilerin konuyla ilgili yöneltecekleri sorulara cevap verecek. Aşkın Geçgel’in sunacağı sohbet toplantısı, Timaş Kitapkahve’de bugün 29 Ekim 2015 Perşembe saat 18.00’de başlayacak. Sohbet toplantısı, Alayköşkü Caddesi No. 5 Cağaloğlu adresinde gerçekleşecek
HABER
ESKADER ÖDÜLÜ Yusuf Gedikli'ye 31 Aralık 2015
ESKADER'in 2015 dil bilimi ödülü, dil alanında çalışmalarıyla tanınan Dr. Yusuf Gediklinin Dillerin Şifresi kitabına verildi. Gedikli kitabında dillerin doğuşu ve gelişimi hakkında ortaya attığı yeni görüşlerle dikkati çekti ve ödüle layık görüldü.
HABER
Dr. Yusuf GEDİKLİ “Dillerin Şifresi ve Türkçe”yi Anlatacak… 30 Mayıs 2016
Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği İLESAM İstanbul Şubesi,79. Çınaraltı Sohbetleri’nde Dr. Yusuf GEDİKLİ; “Dillerin Şifresi ve Türkçe” başlıklı sohbet yapacaktır. Toplantı 30 Mayıs 2016-Cumartesi günü saat 15.00’de başlayacak.
Dr.Yusuf GEDİKLİ’nin, Azerbaycan edebiyatıyla ilgili Türkiye’de on altı kitabı neşredilmiştir. Ufuk Ötesi genel yayın yönetmeni olduğu 2002 senesinden beri birçok yeni kavram ve düşünceyi ilk olarak ülke kamuoyuna duyurdu. Ayrıca etimoloji (kelimelerin kökeni) sahasında yaptığı çalışmalar neticesinde MÖ 209, yani bundan 2215 sene önce Çin kaynaklarında bulunan Türkçe kelimelerin Çince tıranskıripsiyonlarını çözdü. Böylece Türkoloji’nin 250 seneden (1756’dan yani Dögini’nin ilk Türk tarihini yazdığı yıldan) beri süregelen problemini çözme başarısını gösterdi. Bunların arasında Ting-ling, Tiele, Teleüt, Töles, Telengit, Telenggit, Kil, Kiş, Kemek, Heftalit, Töles, Talış, As, Az, Aors, Wu-sun ~ Usun, Ti, Nizak, Kuman, Balamir, Karaton, Kırgız ve sair birçok Türk kavim ve şahıs isimlerinin asıllarını ve manalarını halletmek mevcuttur. Bunların her biri Türkolojide birer devrim niteliğindedir. Otuz civarında eseri bulunan Dr. Yusuf GEDİKLİ’nin son ve en iddialı olduğu eseri ise Dillerin Şifresi adını taşımaktadır.
İLESAM İstanbul Şube Başkanı Cafer VAYNİ’nin yöneteceği ve Dr. Yusuf GEDİKLİ’nin; “Dillerin Şifresi ve Türkçe” başlıklı 79. Çınaraltı Sohbeti’nin 30 Mayıs 2016 Cumartesi günü saat 15.00’de,Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat ve Müze Kütüphanesi, Alemdar Mah. Gülhane Parkı içi, Alay Köşkü, Fatih/ İstanbul adresinde başlayacağı ve katılımın serbest olduğu bildirildi.
SÖYLEŞİ
Dr. Yusuf Gedikliyle Kutadgu Bilig kitabı hakkında görüşme Hüdavendigâr Onur sordu, Yusuf Gedikli cevaplandırdı. 4 Ağustos 2017
1. Kutadgu Bilig hakkında araştırma yapmaya neden ihtiyaç duydunuz?
2006 yılında Baküde bir konferansta bulunduğumuz sırada TDK başkanı sayın Ş. H. Akalın “Türkçeye emek verenler” adında bir puroje yaptıklarını, benden de yararlanmak istediklerini belirtmişti. Ben de “elimden geleni yaparım” yanıtını vermiştim. Bundan bir kaç ay sonra gönderilen bir listede kimleri yazabileceğim soruldu. Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut, Alişir Nevai vb. kişileri yazabileceğimi söyledim. Gelen yanıtta Yusuf Has Hacibi yazmamı, 2007’nin mart sonunda teslim etmemi istediler. Bunun üzerine Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig yapıtımı kaleme aldım ve belirlenen tarihte teslim ettim. Yapıtım bundan sonra yaklaşık beş yıl raportörde bekledi. Niçin bu kadar beklediğini anlamak mümkün değil. Sonunda olumlu rapor geldi. Kurumla basım için anlaşma yaptık. Fakat kitabım basılmadı. Yani tesliminden 9 yıldan fazla bir süre geçmesine karşın basılmadı. 29 Temmuz 2016 tarihli dilekçemle TDK’den eserimin serbest bırakılmasını istedim. Ekim ayında verdikleri cevapla isteğim kabul olundu. Ben de kitabı Boğaziçi yayınlarında bastırdım. Bildiğiniz gibi Kutadgu Bilig MEB’in öğrencilere tavsiye ettiği 100 temel eser içindedir.
2. Yusuf Has Hacib yapıtını 1089-1070 yıllarında kaleme almıştır. Bu tarihten sonra benzer eser yazan başka Türk aydınları var mıdır?
Yusuf Has Hacibin yapıtı olan Kutadgu Bilig “mutlu olma bilgisi” anlamındadır. Yapıt bir siyasetnemedir. Siyasetnameler devletin nasıl yönetileceğini ve insanların nasıl mutlu olacağını ortaya koyan kitaplardır. Osmanlılarda Türkçe yazılan siyasetnamelerin başlıcaları Şeyhoğlu Mustafanın Kenzül Kübara’sı, Lütfi Paşanın Asafname’si, Gelibolulu Alinin Nasihatül Selâtin’i, Nergisînin el Vasful Kâmil fi-Ahvâli Vezîrül Âdil’idir. Şeyhoğlu Mustafa 1340?-1409? arasında Kütahyada, Germiyan oğulları sarayında yaşamıştır. Yazdığı Kenzül Kübera Anadoluda yazılan ilk, Kutadgu Biligden sonra yazılan ikinci Türkçe siyasetnamedir. Lütfi Paşa Asafnamesini sadrazamlıktan azledildikten sonra 1541’de kaleme almıştır. Son olarak 1991’de yayımlanmıştır. Adaleti devletin temel taşı olarak görür.
Gelibolulu Ali 1541-1600 arasında yaşamıştır. Nasihatül Selâtin (sultanlara öğütler)’i, 1581’de Halepte yazdı. Kitap 1979-82’de Viyanada A. Tietze tarafından yayımlandı.
Nergisî 1592’de Saraybosnada doğdu, 1635’te Gebzede öldü. Eserini 1628-29’da Bosnada, Banyalukada yazdı. Nergisînin en sade eseri kabul edilir. Bilindiği gibi Nergisî, Veysî ile birlikte en ağdalı yazan iki Osmanlı yazarından biridir.
Bunların hiç birisi Yusuf Has Hacibin Kutadgu Biligine eş değildir. Zaten o kadar da hacimli değillerdir.
3. Osmanlı döneminde medreselerde Kutadgu Biligden yararlanıldı mı? Yararlanılmadıysa neden?
Osmanlı döneminde medreselerde Kutadgu Biligden maalesef hiç yararlanılmamıştır. Zaten Kutadgu Bilig şanına ve önemine yakışmayan şekilde çağımıza sadece üç nüshayla gelebilmiştir. Bunlardan ikisi Arap, birisi Uygur harfleriyledir.
Yapıtımda şöyle bir ifade kullandım: “Bu kadar güzel bilgi ve düşünceler içeren, bu kadar güzel yazılan, bu kadar çok beğenilen Kutadgu Bilig’in günümüze yalnızca üç nüshayla ulaşması şaşılacak bir şeydir. Çünkü böyle bir kitabın onlarca hatta yüzlerce yazma nüshasının olması gerekirdi.”
Yapıttan sadece Otmanlı (Osmanlı) sahasında değil, Doğu ve Kuzey Türkleri sahasında da gereği kadar yararlanılmamıştır. Bunun nedeni eserin dilinin Karahanlı Türkçesi, yani sonraki kuşaklar tarafından anlaşılmaması olmalıdır. Batı ve kuzey Türkleri için bir başka neden de coğrafi uzaklıktır.
4. Kutadgu Bilig hakkında ilk çalışmalar ne zaman ve kimlerce yapıldı? Yurdumuzda çalışmaların geç başlamasının sebebi nedir?
İlk makaleyi bir Fıransız yayımlamıştır. Makale 1825’te Journal Asiatique dergisinde çıkmıştır; yazarının adı Amédée Pierre Jaubert (1779-1847)’dir. İlk kitap yayını 1870’de yapılmıştır. Kitabı yazan Macar Armin Vambery (1832-1913)’dir. Vambery yapıtında 915 beytin ses çevrimine, tercümesine, sözlüğüne yer vermiştir.
1890’da devreye Ruslar girmiştir. Wilhelm Radloff (1837-1919) 1890’da eserin tıpkıbasımını, 1891’de Uygur alfabesiyle ses çevrimini (tıranskıripsiyonunu), 1900’de Herat nüshasıyla Mısır nüshasına dayanarak eserin metnini ve Almanca tercümesini yayınlamıştır. Yapıtın Almanca çevirisinin ikinci kısmı 1910’da çıkmıştır. “Bütün bunlar olurken biz ne yapıyorduk?” diye bir soru sorulması çok normal ve gayet mantıklıdır. Batıda ilk yazının 1825’te yayınlandığını söyledik. Ülkemizde kendi eserimiz olan Kutadgu Bilig hakkında her hangi bir makale yayımlanması (yazılması değil) için tam 90 yıl, dile kolay, tam 90 yıl beklemek zorunda kaldık.
90 yıl sonra Ragıp Hulusi Özdem 1915’te Macarcadan Thury Joszef’in yazısını çevirmiş ve Milli Tetebbular Mecmuası’nda bastırmıştır.
İkinci yazı da çeviridir. İbrahim Necmi Dilmen, 1921’de M. Hartmann’ın yazısını çevirmiş Yarın dergisinde yayınlanmıştır.
Üçüncü makale de bir çeviridir. Ragıp Hulusi Özdem, 1925’te İngilizceden Vasiliy Vladimiroviç Barthold (1869-1930)’un yazısını çevirmiş, Türkiyat Mecmuasında yayınlamıştır. Aynı yıl Özbek Türkü Abdurrauf Fitretin yazısı da anılan dergide çıkmıştır.
Fuad Köprülü Türk Edebiyatı Tarihinde (1922, 1926), Rıza Nur Türk Tarihinde (1924) yapıttan söz etmişlerdir. Ülkemizde kendi yazarlarımızın kendi eserimizden ilk söz edişi, Köprülü tarafındandır. Bu da 1825’ten tam 97 yıl, başka deyişle yaklaşık bir yüzyıl sonradır.
Tüm bunların nedeni geri kalmışlığımızdır. Bir ülke geri kaldı mı bileşik kaplar örneği, her alanda geri kalır.
Cumhuriyet devrinde Atatürkün isteği ve desteğiyle gereken çalışmalar hızla yerine getirilmiştir. Bunun sonucunda 1942’de eserin tıpkıbasımı, 1947’de ses çevrimli basımı, 1959’da bugünkü dille basımı gerçekleştirilmiştir. 1979’da sözlük-dizin yayınlanmıştır. Fakat sözlükte hala eksikler vardır.
5. Yusuf Has Hacibin Türklüğe ve Türkçeye bakışı nasıldır?
Yusuf Has Hacib Türklüğünün farkındadır ve dünyada en iyi beylerin Türk beyleri olduğunu söyler. Alper Tongayı, Ötüken beylerini anar. Türkçe bilincine sahiptir. Bitiğinde (kitabında) 7 yerde Türkçe tabirini kullanır. Kısaca dilini de sever. “Türkçeyi yabanî geyik gibi gördüğünü, onu tutup kendine yaklaştırdığını, okşadığını, kendine ısındırdığını” söyler ve “çabucak bana gönül verdi” der. Eserini Türkçe yazması onun yeteneğini, yaptığı işi güçlüğünü ve büyüklüğünü gösterir.
Kutadgu Biligin dili zengindir. Eserde bazı rakamlara göre 2.961, bazılarına göre 2.985, başka deyişle 3 bine yakın farklı kelime kullanılmıştır. Dikkati çeken husus şudur: Bunun 946’sı, yani üçte biri fiildir. Bu Türkçenin fiil bakımından ne kadar bay (zengin) olduğunu ve Türklerin ne kadar hareketli bir yaşam tarzına sahip olduğunu gösterir.
6. Aynı devirde Kaşgarlı Mahmut da ünlü Divanü Lügatit Türk yapıtını kaleme aldı. Ancak bu tür ulusal bilinçle yazılmış eserlerin bizde az olduğunu görüyoruz. Selçüklü ve Osmanlı Türkleri döneminde aydınlar ulusal bilince ve Türk diline önem vermediler mi?
Verenler de oldu. Bu konuda bir makalemi Yesevi dergisinde yayımlamıştım. Karamanoğlu Mehmet Beyin 1277’deki fermanı da bilinir. Ama çoğunlukla “vermediler” demek daha doğru bir yanıttır. Hatta bugün bile “verilmiyor” demek olanaklıdır. Maalesef Türk dili cumhuriyet devrinin ilk yarım yüzyılı hariç, hep üvey evlat muamelesi görmüştür. Bugün de görüyor. Bugün de Türkler Arap kültür dairesine ve Türkçe Arap dili hakimiyetine sokulmaya çalışılıyor. Arapça sözler ve Farsça tamlamalar sık sık kullanılıyor. Dilimizde var olan ilgi, ilişki, ilişik, bağıntı, bağlantı, irtibat, münasebet kullanılmıyor. İltisak yeğleniyor. Yıl dönümü denilmiyor, sene-yi devriye tamlaması tercih ediliyor. Arapça asıllı Türkçeleşmiş kelimeler asıllarına uygun uzun seslerle yazılıyor; Arapça kelimelerin vurguları değiştiriliyor. Örneğin haber sipikerleri şehit demiyor, şehiiit diyor, tespit demiyor, tespiiit diyor. Bu ve benzeri uygulamalarla dilimiz, Arapçalaştırılmaya çalışılıyor. Türkçeyle felsefe yapılamayacağı söyleniyor. Bu Türklerin ve Türkçenin talihsizliğidir.
7. Bunun sebebi nedir?
Türklerin örgütçülük, devlet kurma, askerlik alanlarında güçlü ve kendilerine çok güvenli oldukları tarihin de, herkesin de malumudur. Fakat Türkler kültür bakımından da güçlü olmalarına rağmen çoğu zaman kendilerine güvenememişlerdir; gözleri hep başka kültür ve uygarlıklarda olmuştur. Ya Çin, Hint ya Fars, Arap ya da batı (Avrupa, Amerika, Rusya) kültür ve dillerinin etkisinde kalmışlardır. Günümüzde bile ülkemiz bir batıya, bir doğuya eğilmekte, gidip gelmekte, yalpalamaktadır. Halbuki Türk dili ve kültürü basit, yoksul, zayıf değildir. Fakat tarihin derinliklerinden gelen kültürel güvensizlik Türkleri, Türk kültürünü ve dilini olumsuz yönde etkilemektedir.
Bunun sebebi göçebe yaşam tarzı ve yerleşik hayata geç geçmek, yazıya nispeten geç başlamaktır (Çine, Hinde, İrana, Yunana, Romaya göre geç, fakat pek çok ulusa, diyelim İngilize, Fıransıza, Almana, Rusa göre erken). Gerçi göçebe yaşam tarzı kötü, utanılacak, eksiklik duygularına yol açacak bir yaşam tarzı değildir? Doğanın, coğrafyanın zorladığı bir yaşam tarzıdır. Hür, özgür, serazat bir yaşam tarzıdır. Fakat bir dezavantajının olduğunu da vurgulamak lazımdır. Bu da yazı yazılamamasıdır. Sürekli hareket halinde olmak, yazı yazmayı engellemiştir. Yazı yazsanız eserinizi nereye koyacaksınız, nerede saklayacaksınız? Devamlı hareket halindesiniz. Hareket bazen hayvanları otlatmak, bazen kuraklık, bazen kıtlık, bazen savaş nedeniyle yerini değiştirmenin sonucudur. Yalnız bu da değil. Kar var, yağmur var, fırtına var, bora var. Çadırınız bunlardan da etkileniyor. Özetle yazı yazmak gerektiğini biliyorsunuz, bunu istiyorsunuz, fakat sözünü ettiğimiz nedenlerle yazamıyorsunuz. Sonunda bir çare buluyorsunuz. Göktürklerin yaptığı gibi taşa, kayaya yazıyorsunuz, oyuyorsunuz. Göçebe olmalarına rağmen Göktürklerin böyle bir uygulamayı düşünmeleri, başarmaları olağanüstü, fevkalade bir olaydır. Ne kadar takdir edilse azdır. Ama bu da pıratik değil, uygulaması zor. Hem yazması zor, hem taşınamıyor. Dolayısıyla ister istemez Çinin yazısına, yaşam tarzına, uygarlığına imreniyorsunuz (Tuzuna, şekerine, ipeğine, giysisine, güzgüsüne, parfümüne vb). Onun gibi olmak istiyorsunuz. Ondan etkileniyorsunuz. Yüzünüz oraya dönük oluyor. Bilge Kağanın “kentler kuralım, yerleşik hayata geçelim” demesi boşuna, sebepsiz değildi (Belki de doğru bir yaklaşımdı). İşte bu olgu, bir iki istisna hariç, tarih boyunca Türklerin yakasını bırakmamıştır. Sonra Uygurlar yerleşik hayata geçiyor, yazı yazmaya başlıyor. Zaten daha önce de taşlara yazıyorlardı. Devletleri de var (856-11368). Dolayısıyla kendilerine güvenleri geliyor. Artık kendileri oluyorlar (İstisnalardan biri Uygurlardır). Karahanlılar ayrı bir devlet (840-1212), lakin onlar da Uygur kültüründen geliyorlar. Onların bütün olumlu taraflarını, yazılarını, en önemlisi güvenlerini alıyorlar. İşte Yusuf Has Hacib böyle, Türklerin kültürel yön de dahil olmak üzere her bakımdan kendilerine güvendikleri bir çağda ortaya çıkıyor ve yapıtını Türkçe yazıyor. Hem İslami bir dünya görüşüyle, hem aruzla yazmasına karşın, hem daha önce örneği bulunmamasına karşın, ilk defa olmasına karşın Türkçe yazıyor ve başarılı oluyor. Eserini Arapça, Farsça değil de Türkçe yazmasının asıl nedeni, kültürel yön de dahil olmak üzere her bakımdan kendine, diline, kültürüne, toplumuna, devletine olan güvenidir.
Kaşgarlı Mahmuta gelelim: O da eserini yine böyle, kültürel yön de dahil, her bakımdan kendine, diline, kültürüne, toplumuna, devletine güven duyduğu bir ortamda yazıyor. O kadar zahmete giriyor, bütün Türk ellerini dolaşıyor, hiç yüksünmüyor. Gerçi eserini Türkçe yazmıyor, Arapça yazıyor, ama eserini Türkçenin zengin bir dil olduğunu göstermek ve Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla kaleme alıyor; kitabında 7.500 Türkçe kelimeyi Arapça izah ediyor. Dikkat edelim Türklere Arapça öğretmeyi düşünmüyor. Tam tersine Araplara Türkçeyi öğretmeyi amaçlıyor. Türklerin “uzun sürecek bir egemenlikleri olacak” diyor. Bu çok önemli bir olgu. Görüyor musunuz ulusuna, kültürüne, diline, devletine, kendine ne kadar güveniyor?!.
Uygur coğrafyası kendine güvenini XIV. asra kadar sürdürüyor. Sonra bu yavaş yavaş kırılıyor. Arap-Fars kültürü egemen oluyor.
XI. asırda batı Türk dünyası Uygurlar kadar şanslı değil. Selçüklüler İranı, Irakı, Kafkasyayı, Anadoluyu, Suriye ve Filistini ele geçiriyorlar. Ama yazı yazmayı bilmedikleri için, böyle bir gelenekleri olmadığı için Arap-Fars kültürünün etkisine giriyorlar. Sonra Osmanlılar doğuyor. Güçlü bir devlet kuruyorlar. Ama onlar da başka bir nedenle yabancı kültürlerin etkisinde kalıyorlar. İslamiyete olan samimi inançları sonucunda Arapları kavm-i necib (soylu ulus) olarak tanımlıyorlar; içinden çıktıkları kendi öz, ana, esas Türk kitlesini kaba, saf, köylü diye horluyorlar. İktidarı yitirmemek için öz, ana, esas Türk unsurunu devlet kademelerinden uzaklaştırıyorlar. Türklerin yerine devşirdikleri yabancıları getiriyorlar. Halkın devletin emirlerinden, uygulamalarından haberdar olmasını istemiyorlar. Bunun için dillerini öyle bir hale getiriyorlar ki, ne Türk, ne Arap, ne Fars anlıyor. Sadece bir avuç bürokrat anlıyor. Bunu bilerek yapıyorlar. Sonra bir cumhuriyet kuruluyor. Tarihte ilk defa kendi ulusuna, diline, kültürüne dayanıyor, inanıyor, güveniyor… Sonrası biliniyor…