Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Vehip Sinan

ressam, karikatürist

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Vehip Sinan
Vehip Sinan
ressam, karikatürist

1929 yılında İstanbul'da doğdu. Çocuk yaşlarda başladığı çizim işini, 2000'li yıllara kadar devam ettirdi. En bilinen çizgi tipi 'Topuz' oldu. Düzenli olarak ilk defa Ceylan Yayınlarında çalışmaya başladı. Yeni İstanbul, Babiali'de Sabah, Tercüman ve Türkiye gibi gazetelerden sonra Yeni Asya gazetesi ve Can Kardeş Çocuk dergisinde uzun yıllar karikatür çizdi. Topuz"un Maceraları adlı çizgi-romanı, kitap olarak da yayınlandı.

18 Nisan 2010 tarihinde İstanbul'da vefat etti.


HAKKINDA YAZILANLAR

‘Karikatür abartma sanatıdır’

1929 yılında yayına başlayan Çocuk Sesi Dergisiyle, yaşıtım. Çizerliğe 3.5 yaşında elime geçen her kâğıda karalayıp çizim yaparak başladım diyebilirim. Çocukken Çocuk sesi ve Afacan’daki Mandrake, Kızıl Maske’yi ve kara bir kaplanları olan iki küçük çocuğun Afrika’daki maceralarının çizildiği iki izciyi sever ve takip ederdim. Velhasıl ne çıkarsa çok seviyordum. Bilhassa Batı kaynaklı gayet ciddi çalışılmış eserleri çok severdim. Abim ve ablamdan yürüttüğüm defter sayfalarını birbiri ardına çizimlerle doldururdum. Fakat bir süre sonra bu çizim merakım kesildi.

Babıali’ye giriş
Doğan Kardeş’te 1944’te yayına başlamıştı. Ben de 1944-45 filandı. Lise birinci sınıftaydım. Liseden sonra Yüksek Mimari’de bir sene okudum. Askere gittim geldim. Felsefe bölümünde bir sene okudum. O yıllarda babam vefat etti. Abim askere gitti. Ailemin geçimini sağlamak bana kaldı. Bu yüzden biraz da zoraki olarak Bab-ı ali’ye girdim. Ve düzenli olarak ilk kez Erdoğan Ege’liyle birlikte Ceylan yayınlarında çalışmaya başladım. İllüstratif resimler yapıyordum. Sonrasında Topuz’a başladım. Topuz ilk kez Ceylan dergisinde başladı. 

Yeni İstanbul’da Cin Ali stripleri çizdim. Her biri başlı başına bir konuydu. Devamlı değildi yani. Tek tel amcayı örnek almıştım kendime. Cin Ali o kadar tutuldu ki çok hoşa gitmişti. Ondan sonra Yeni İstanbul’un son zamanlarına doğru bir iki karikatür denemesi yaptım. Hami Tezkan’la Gökhan Evliyaoğlu orada yöneticiydiler. Sonra gazete kapandı. Daha sonra yeniden Babıali’de Sabah gazetesini çıkarttılar. 

Çizgi Roman ressamı değildim
Ceylan dergisinde başlayan Topuz Serüveni Babıali’de Sabah’ta devam edip Can Kardeş’e kadar gelmişti. İki veya üç bant halinde çiziyordum. Nereye gittiysem onu da peşimden sürükledim. Yeni Asya’dan Türkiye Gazetesi’ne geçtim. Orada uzun zaman hem karikatür hem de Topuz çizdim. Ama tuhaftır hiçbir zaman kendimi çizgi roman ressamı olarak görmedim diyebilirim.

Benim bürom hiç olmadı
Ben hiçbir zaman bir gazetenin eline kalem tutuşturulmuş robotu değildim. Kendi düşüncelerim ve görüşlerim vardı. Onun için zaman zaman yöneticilerle tartışmalarımız olurdu. Nitekim birkaç gazetede bu sebeple çalışmalarıma ara vererek ayrılmak durumunda kaldım. 

Ben bütün meslek hayatım boyunca her işi evde yaptım. Yapacağım işleri eve getirip götürürlerdi. Katiyyen bir masa başına gidip çalışmadım. Şu ana kadar hep böyle oldu. Hemen hemen çalıştığım bütün gazetelerde de bu durum eleştirildi. “Gel burada yaz çiz” dediler. Yapamıyorum. Tabiatıma aykırı. Her çizerin böyle tuhaf bir tarafı vardır belki. Benimki de böyle işte. 

En nefret ettiğim şey 
Belki yaşadığımız hayat içinde olan hadiselerin bir tortusu olarak hayatımda en nefret ettiğim şey adaletsizliktir. Bugün dahi lehime olsun aleyhime olsun mutlaka doğruyu söylerim. Kabul edelim Türkiye’de Türk aydınları arasında, “Afedersiniz ben yanılmışım” sözünü hemen hemen hiç işitmemiş olmaktan da mustaribim. 

Tevazu sebebiyle...
Bir gazetede bir kardeşimizi yazıişleri müdürü yapmışlardı. Artık çalışmalarımı alıp vermede onunla temasa geçiyorduk. Birgün yine götürdüm üçbeş tane karikatür verdim. Ama şimdi bende öyle birşey var ki nasıl anlatsam. Amatörlük denen o ruh var ya o ruh insanın içinden çıkmıyor. Ben hâlâ bu kadar sevilip sayılmama, çizgim kabul edilmesine rağmen bir çekingenlik bir amatörlük tutkusunu içimden atamadım. O benim içimden çıkmaz. O da şu, “Ben birisine karikatürü teslim ederken beğenecek mi beğenmeyecek mi?” diye gözüm üzerindedir. Şöyle bir gülümserse bir oh çekerim ama o zamana kadar da heyecan duyarım.
Şimdi bu duygularla çizgilerimizi o kardeşimize getirdik. Bizim evladımız yerinde olmasına rağmen karikatürü eline veremedim. Heyecanımdan masanın üzerine bıraktım. Bu, benim bu hareketimden alınmış. Niye masaya bırakmışım. Yüzüme karşı söylemedi ama benim anladığım buydu. Nitekim ertesi gün benim karikatürler yok. İçlerinde bir tanesi çok kalite bir karikatürdü. Bu durum üzerine gazetenin sahibine gittim. Dedim ki “İnanın ben burada ters bir muamele görüyorum. Karikatürlerim yayınlanmıyor.” Patron, şöyle yapalım böyle yapalım dedi ve o konuşmadan sonra sonuç ne oldu bilmiyorum ama o görüşmemizde demişti ki:
-Yahu bir mecmuada bir karikatürün çıkmıştı. O ne kadar mükemmel bir karikatürdü.

Diyemedim ki, “Yahu ben o karikatürü aslında size getirmiştim. Öylesine saçma sapan muhataplar karşısındayım ki işte onu yayınlamadılar” diyemedim. O diyemediğime yandım. Sonra bunu başkalarına anlatamadığım zaman da yandım. Üzüldüm. Velhasıl öyle oldu. 

Tommiks’in balonları
Size ilginç bir anımı anlatayım. Münir Hayli Egeli çok kültürlü bir insandı. Fransızca Almanca İtalyanca ve İngilizce bilirdi. Tommiks’i kendisi tercüme ederdi. İkinci veya üçüncü sayısıydı. Bana getirdi:
-Evladım bunu Türkçe’ye çevirmeye ben vakit bulamadım. Sen önceki sayfaları ve sayıları biliyorsun. Bir inceleyip, balonlarını sen tercümesiz yazıver. Benim gitmem gerekiyor.

Ben “aman nasıl olur” filan diyemeden bırakıp gitti. Gel de çık işin içinden. Yapılır mı böyle birşey? Oturdu Vehip sinan onların başına ve sonuna baktı. Olayları takip etti. Sonra da uydurdu uydurdu yazdı. Aynı şey bir sonraki sayıda yine oldu. Velhasıl Teksas ve Tommiks’in iki sayısını olduğu gibi ben yazdım.