Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Turgut Cansever

mimar, akademisyen, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Turgut Cansever
Turgut Cansever
mimar, akademisyen, yazar

12 Eylül 1921 tarihinde Antalya'da doğdu. DGSA Yüksek Mimarlık Bölümü'nden 1946'da mezun oldu. 1949'da İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde doktorasını tamamladı. 1947- 1951 yılları arasında DGSA'da öğretim üyeliği yaptı. 1951'de kendi mimarlık bürosunu kurdu. 1957 yılında İstanbul Belediyesi'nde planlama danışmanı olarak çalıştı ve İstanbul metropolü gelişme biçimi ile ilgili ilk çalışmaları, çözüm alternatiflerini geliştirdi. 1957'de İmar Yasası ve İmar İskan Bakanlığı kuruluş çalışmalarına katıldı. 1961'de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü'nün kuruluşunu sağladı ve İstanbul geçiş dönemi nazım planını hazırlattı. 1960'da ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde iki yarı yıl diploma projesi hocalığı yaptı. 1974-1975'te İmar İskan Bakanlığı'nda danışmanlık ve İstanbul Nazım Plan Bürosu başkanlığı yaptı. 1975-1980 yıllarında İstanbul Belediyesi'nde İstanbul metropol gelişme planında uygulanması öngörülen su, pis su, ulaşım, konut, turizm, koruma, şehir merkez alanları, yeni yerleşmeler, yeni sanayi bölgeleri, liman vs. gibi çeşitli projelerin uygulanması belediye başkanlığında danışman olarak görev yaptı. 1983'te Mekke Üniversitesi'nde eğitim programı hazırlık danışmanı olarak çalıştı. Aynı yıl, Aga Khan Mimarlık Ödülü Master Jürisi'nde görev aldı. Mimarlık ve kent sorunları üzerine çeşitli makaleler yayımladı. Turgut Cansever, mimaride evrensellik ve yerellik, standartlar ve çeşitlilik, mimarinin genetik meseleleri ve tezyinilik konularında teorik görüşlerini uygulamalarında gündeme getirdi. 

1980'de Türk Tarih Kurumu binası (1951-1967, Ankara, Ertur Yener ile birlikte gerçekleştirdiği) ve Ahmet Ertegün evi yenilemesi (1971-1973, Bodrum) ile iki Aga Han Mimarlık Ödülü ve 1992'de M.Öğün, E.Öğün, F.Cansever ile birlikte üçüncü defa Aga Han Mimarlık Ödülü'nü kazandı. Ertur Yener ve Mehmet Tataroğlu ile birlikte 1958 yılında Diyarbakır Koleji Müsabakasını ve 1960'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi uluslar arası proje müsabakasını kazandığı halde bu projeleri uygulanmadı. 1980'de hazırladığı Ankara Ulusal Müze projesi, 1984'te hazırladığı Avanos Kaya Oteli projesi, Ankara Batıkent için geliştirdiği konut projeleri, Muğla Yağcılar Hanı projesi de pek çok diğer projesi gibi uygulanmadı. Uygulanan diğer eserleri arasında Çengelköy'de Sadullah Paşa Yalısı restorasyonu (1949- 1951, İstanbul), Karatepe Açık Hava Müzesi (1957, Adana), Salacak'ta Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı, Sn. Muharrem Nuri Birgi evi yenilemesi (1968-1971, İstanbul), Rafet Ataç Evi (1986-1989, Burgazada, İstanbul), Akın Yalısı (1989-1992, Vaniköy, İstanbul), Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (1988- , Bodrum) sayılabilir.

22 Şubat 2009 tarihinde İstanbul'da vefat etti.




HAKKINDA YAZILANLAR

Cansever’e mimarlık büyük ödülü
30 Aralık 2005

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne, bu yıl mimarlık dalında Doç. Dr. Turgut Cansever’in layık görüldüğü açıklandı.

ANKARA - Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada ödülün, özgün eser, uygulama, yorum veya bilimsel araştırmalarıyla Türk kültür ve sanatının gelişmesine katkıda bulunan kişi, topluluk veya kuruluşları devlet adına ödüllendirmek amacını taşıdığı bildirildi.

Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün, Türk tarihi, edebiyatı, dili, plastik, fonetik ve sahne sanatları, sanat tarihi, mimarlık, arkeoloji, halkbilim, sinema, kütüphanecilik gibi kültür ve sanat dallarında eser, uygulama, yorum, sergileme, yayın, araştırma ve inceleme alanlarında ortaya koyduğu üstün nitelikli eser ve çalışmalarından dolayı her yıl TC uyruklu yaşayan kişilere, topluluk ya da kuruluşlara verildiği kaydedildi.

Açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen, Müsteşar Yardımcısı Zeynel Koç, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Dışişleri Bakanlığı İkili Kültürel İşler Genel Müdür Yardımcısı Birgen Keşoğlu, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Can Binan, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakkı Acun, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Tunçel ve Araştırmacı-Yazar Beşir Ayvazoğlu’ndan oluşan seçici kurulun, 2005 yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün Doç. Dr. Turgut Cansever’e verilmesine karar verdiği ifade edildi.

TÜRK MİMARİSİNİN KÖKLERİNDEN KOPMADAN ÇAĞDAŞ ÇİZGİYE

Açıklamada, Turgut Cansever’in Türk mimarisinin tarihsel kökleri ile bağlantılarını koparmadan çağdaş çizgiyi yakalayabilmiş ender mimarlardan biri olduğu vurgulandı. Eserlerinde bu sürekliliği yakalamak adına biçimsel tekrarlar yapmak yerine özgün yorumları ön plana çıkardığı belirtilen Cansever’in kentler ve gelişim sorunları üzerine yaptığı çalışmaların, mimar gözüyle kentlere bakışın öneminin vurgulaması açısından bugünün şehirlerini planlayanlara yol gösterici nitelikte olduğu kaydedildi.




SERGİ-HABER

Düşünce Adamı ve Mimar Turgut Cansever
Sergi 6 Nisan 2007

Garanti Bankası'nın bünyesinde faaliyet gösteren Garanti Galeri (GG) ve Osmanlı Bankası Müzesi (OBM), ilk kez ortak bir projeye imza atarak, 4 Nisan - 23 Haziran 2007 tarihleri arasında Turgut Cansever: Düşünce Adamı ve Mimar başlıklı sergilere ev sahipliği yapıyor. Proje kapsamında, dünyada "Ağa Han" ödülünü 3 kez alan tek mimar olan Turgut Cansever'in entelektüel ve mimari serüveni, Uğur Tanyeli ve Atilla Yücel'in imzasını taşıyan ikiz sergi ve çeşitli etkinliklerle irdelenirken, bir kitapla ölümsüzleştiriliyor.

Garanti Bankası’nın bünyesinde faaliyet gösteren Garanti Galeri (GG) ve Osmanlı Bankası Müzesi (OBM), ilk kez ortak bir projeye imza atarak, 4 Nisan - 23 Haziran 2007 tarihleri arasında Turgut Cansever; Düşünce Adamı ve Mimar başlıklı sergilere ev sahipliği yapıyor. Proje kapsamında, dünyada “Ağa Han” ödülünü 3 kez alan tek mimar olan Turgut Cansever’in entelektüel ve mimari serüveni, Uğur Tanyeli ve Atilla Yücel’in imzasını taşıyan “ikiz sergi” ve çeşitli etkinliklerle irdelenirken, bir kitapla ölümsüzleştiriliyor. 

GG ve OBM’ de yer alacak, birbirini bütünleyen ama farklı tasarım formatına sahip ikiz sergi, Türkiye’de bir mimar hakkında arşiv belgesi niteliğindeki malzemeye dayanılarak hazırlanan ilk retrospektif sergi olma özelliğini taşıyor. Cansever’i bir düşünce adamı ve toplumsal figür olarak ele alıp bireyselliği çerçevesinde gündeme taşıyan GG’ deki sergi, ustanın 1940’larda başlayan tasarımcılık serüveninin ürünlerini gösterime sunuyor. OBM’ deki sergi ise Cansever’i mimarlığı bağlamında görselleştiriyor, yapıtlarına mercek tutuyor, tasarımcı öznenin insani ve düşünsel arka planını eksen alıyor.

Sergiyle aynı adı taşıyan kitap, Turgut Cansever’in mimarlığının ve düşüncesinin arka planını inceliyor. Cansever’in görselleştirilmesi mümkün olmayan entelektüel etkinliğini anlatan kitap, ikiz sergi gibi, BEK Tasarım ve Danışmanlık’ ın imzasını taşıyor.




HABER

Cansever’e Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü
Hürriyet 30 Ekim 2008

2005’ten bu yana verilen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne bu yıl üç ayrı dalda üç isim değer görüldü.

Edebiyat alanında Yaşar Kemal, mimari sahasında Turgut Cansever ve müzik dalında da Türk müziğinin ünlü bestakárı ve solisti Dr. Alaeddin Yavaşça değer görüldü. 2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, Çankaya Köşkü’nde düzenlenecek bir törenle sahiplerine verilecek.

Ödül, Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, ülkemiz kültür ve sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara, devlet adına, onurlandırmak ve özendirmek amacıyla 2005 yılından bu yana veriliyor. 

1995 yılından bu yana dağıtılan Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri, bugüne kadar 18 kişiye ve iki sivil toplum örgütüne verildi. 





HAKKINDA YAZILANLAR

Röportaj var, röportajcık var!
Ali Çolak 
Zaman 24 Kasım 2012

İstanbul’da, Taksim’den sahile doğru inen Kazancı Yokuşu’nun altında, Pürtelaş Sokağı vardır. Duydukça kim bilir, hangi telaşlı adamın hatırası diye meraklanır, gülümserdim. Meğer sokak, adını merhum mimar Turgut Cansever’in büyük dedelerinin aile efradından Pürtelaş Hasan Efendi’den alırmış. Mücellit Pürtelaş Hasan Efendi, Bağdat’a, bir kütüphanenin kitaplarını ciltlemesi için gönderilmiş. ‘Buraya kadar gelmişken hacca gidiver’ demişler. ‘Olmaz!’, demiş. İstanbul’a dönmüş ve buradan iki kez, yürüyerek hacca gitmiş. Cansever’in Hasan Efendi gibi pek renkli simalar çıkaran ailesi, üç yüz elli yıl kadar evvel Asya’dan gelerek Edirne civarına yerleşmiş; daha sonra İstanbul’a göçüp Kasımpaşa’da Turâbî Baba Tekkesi’ni kurmuş. Tekke’nin bânisi Mehmet Turâbî Efendi Hakk’ın rahmetine kavuştuğunda tarihler 1812’yi gösteriyormuş.

Nereden baksanız iki yüz elli yıllık İstanbullu bir ailenin çocuğu olan Turgut Cansever’in babası, Doktor Hasan Ferit Bey, Türk Ocakları’nın kurucularından. Annesi Hatice Saime Hanım, kız muallim mektebinden Halide Edip’in talebesi. Hasan Ferit Bey’le Saime Hanım, birinin doktor, diğerinin öğretmen olarak görev yaptığı Kudüs’te, (Kudüs’ün 100 yıl önce memleket şehirlerinden bir şehir olduğunu düşünmek, insanın içini sızlatıyor) Halide Edip tarafından tanıştırılıp evlenirler. Turgut Hoca, babasının görev yaptığı Antalya’da 12 Eylül 1920’de dünyaya gelir.

Turgut Cansever ve ailesinin bu derin hikâyesini, Beşir Ayvazoğlu’nun yenice çıkan “Dünyayı Güzelleştirmek / Turgut Cansever’le Konuşmalar” (Timaş Yayınları) adlı kitabından öğreniyoruz. Ayvazoğlu, farklı zamanlarda beş konuşma yapmış Cansever ile. Röportajlar, 2009’da Hakk’a yürüyen ustanın bütün hayatını, estetiğini ve mimari felsefesini dayandırdığı ‘dünyayı güzelleştirmek’ kavramının köklerine dair heyecan verici bilgiler içeriyor.

Böyle kitaplar, şenlikli bir dönme dolaptır; ruha ferahlık verir, insanı bilgiyle ve heyecanla donatır. Fakat ne yazık ki, iyi röportaj yapabilenlerin sayısı pek azdır. Edebiyat röportajlarının en lezzetlisi, The Paris Review dergisinin, dünya edebiyatının büyük ustaları ile sürdürdüğü uzun soluklu söyleşiler olmalı. Hemingway, Borges, Faulkner yahut Marquez’in konuşmalarını okumak, bu röportajlardan yapılmış bir seçkinin (Yazarın Odası /Timaş Yayınları) Türkçe basımına yazdığı önsözde Orhan Pamuk’un söylediği gibi ‘insana yalnızlığını unutturur’.

Bizdeki edebi mülakatların en meşhuru, Ruşen Eşref Ünaydın’ın I. Dünya Savaşı yıllarında Servet-i Fünun ve Türk Yurdu dergileri ile Vakit gazetesinde yayımladığı röportajlardır. Hâmid, Nigâr Hanım, Halid Ziya, Halide Edib, Ziya Gökalp, Ahmet Haşim ve Refik Halid gibi 18 yazar ve şairi konuşturur Ünaydın. Bunları 1918 yılında “Diyorlar ki” adıyla kitaplaştırır. Kitap, devrin edebiyat anlayışı hakkında bilgi vermekle kalmaz, edebiyatçıların gerçekçi birer portresini de çıkarır.

“Diyorlar ki” ölçüsünde ses getiren bir röportaj dizisine de Hikmet Feridun Es imza atmıştır. 1929’da Akşam gazetesinde 50 kadar edebiyatçıyı ağırlayan “Edebiyatımız Ne Halde” başlıklı dizi, Hüseyin Suat’ın ‘eskiler’ hakkındaki keskin görüşlerinden sonra, pek gariptir, Shakespeare merkezli büyük bir tartışma başlatır ve edebiyat dünyasını hayli meşgul eder. Hikmet Feridun Es, bu mülakatları “Bugün de Diyorlar ki” adıyla kitaplaştırır. Varlık dergisinin sahibi Yaşar Nabi Nayır da uzun yıllar dergide çıkan edebi mülakatları 1953’te “Edebiyatçılarımız Konuşuyor” adıyla yayımlar. Kitapta, Yakup Kadri’den Ziya Osman Saba’ya, Tanpınar’dan Sait Faik ve Edip Cansever’e, kırk kadar yazar ve şair, hayatları ve eserleri üstüne aramakla bulunmaz bilgiler verir. Tadına doyulmaz bir röportaj dizisi de 1927-28 yıllarında Yeni Kitap dergisinde çıkar. Devrin on önemli edebiyat adamıyla yapılan leziz mülakatları Muharrem Dayanç, “Yeni Kitap Dergisinde On Yazar On Mülakat” adıyla yayımladı.

Peki, yeri geldi, soralım: Siz, bugün yayımlanan edebi röportajlardan lezzet alıyor musunuz? Ya da şöyle: Bunca iyi röportaj önünüzde dururken, kimi yayınevlerinin, bazı yeni yetme ya da üçüncü sınıf yazarların, kırkından sonra roman yazmış umutsuz ev kadınlarının kitaplarıyla ilgili ‘röportaj yapar mısınız?’ teklifleri, insanı kederlendirmez mi? En iyi kitaplar klasikler olduğu gibi en iyi röportajlar da eskiden yapılanlar mı acaba?



HABER

Turgut Cansever'den hareketle kentsel dönüşüm
11 Şubat 2013

Mimar Turgut Cansever’i yitireli 4 yıl oldu. Cansever, dünyada da sayısı çok az olan bir ‘düşünür-mimar’dı.

Düşünsel üretimini ‘hesabı verilebilir’ bir mimari üretimle taçlandırmayı bildi ve çağımızın önde gelen mimarları arasındaki yerini aldı. Cansever’in kurduğu Ev ve Şehir Vakfı ile mezunu olduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Cansever’in önemle üzerinde durduğu ‘şehir’ meselesini 19 Şubat’ta MSGÜS Mimarlık Fakültesi Konferans Salonu’nda tartışmaya açacak. Tartışmalar iki konuya odaklanacak. İlk toplantıda kentsel dönüşümün toplumsal dokuda meydana getirdiği etkiler tartışılacak. İkincisinde ise dönüşüm süreçlerinin tarihsel dokuda oluşturduğu tahribatlar ile dönüşüme eşlik eden ve “koruma” adı altında sunulan yaklaşımlar ele alınacak.




HAKINDA YAZILANLAR

Ünlü mimar Turgut Cansever: Güzel ev yapılmıyor 
Dünyabizim/ Fatma Betül Demirel
1 Nisan 2013

Turgut Cansever, “Kubbeyi Yere Koymamak” kitabında, hacda şeytan taşlayan zihniyetin şehirde şeytanla kucak kucağa oturduğunu söylüyor. 


Bir mimarlık fakültesi öğrencisi olarak hayatımın ilk 21 yılında Turgut Cansever’e dair bir kelime dahi duymamış olabilirim. Ta ki mimar bir arkadaşım Cansever’den bahsedene kadar.

Turgut Cansever kimdir, internetten bakılarak bu sorunun cevabı kolaylıkla alınabilir. Benim gözümde Cansever, imanlı ve dert sahibi bir şahsiyettir. Allah rahmet eylesin, 4 yıl önce bugün vefat eden bu zat hem Allah diyor, hem de şehre ve medeni olan, Medineli yani şehirli olan insana dair kaygı duyuyor.

Şu sıra Cansever’in Kubbeyi Yere Koymamak adlı kitabını bitirmiş bulunuyorum ve şehre dair Müslümanca kaygılar duyup, dert sahibi olunduktan sonra çaresiz de olmadığımızı, ‘Amerika’yı yeniden keşfetmek’ gerekmediğini anlamış bulunmaktayım.

Kitap diyaloglar halinde ilerlemekte ve kitapta Uğur Tanyeli, Ömer Madra, Nevzat Sayın, Fehim Taştekin, Mustafa Armağan, Mustafa Kutlu gibi önemli zatlar ile Cansever’in hasbihalini adım adım takip etmek mümkün. Söyleşilerin bazısısında 20 yıl kadar eski, bazısında ise 50 yıl önceki görüşlerinden bahsetmiş merhum Cansever. Bu noktada kendisinin ileri görüşlülüğünü ziyadesiyle tetkik etmek mümkün. Devlet kademelerinde önemli meselelere öncülük etmenin yanı sıra eserleri ile de 3 kez Ağa Han Mimarlık Ödülü almış.

Kitap Mustafa Armağan tarafından derlenmiş ve yeni baskıları Timaş Yayınları tarafından yapılmış. Kitapta ağırlıklı olarak değinilen belli başlı meseleler birkaç ana başlıkta incelenebilir.

Standartlar: 67 veya 74 m2, ortalama bir aile için yeterli bir büyüklük

Cansever’e göre bina kullanıcılarına, belli standartlar ve topoğrafyaya uygun, manzara veya abide seçeneği bulunan çok çeşitli yapı (konut veya sosyal tesis) seçeneği sunulabilir. İslami sınırlara nazaran yapılabilecek uygulamalara örnek olarak da komşu bahçesine belli mesafeye inşa edilen konutlar, bir annenin konut bahçesinde oynayan çocuğunu mutfak penceresinden görebilmesi verilebilir.

Cansever bu noktada ecdadın uygulamalarına dönüp bakmayı uygun buluyor ve Osmanlı’da var olan prefabrikasyon sistemden bahsediyor. Taşıyıcı sistemi oluşturan inşaat elemanları hazır üretildikten sonra geriye sadece yapbozu birleştirmek kalıyor. İskandinav kooperatifleri işte bu yüzden başarılı oluyor.

Osmanlı evine bakıldığında ev halkının yaşam alanı olan ‘hayat’ adlı ortak bir mekân, hayata açılan kız ve erkek çocukların çalışması ve yatması için ayrı birer oda görülüyor. Kalabalık aile dahi olsa kişi başına düşen konut alanı açısından büyük tasarruf söz konusu. Şimdi ise kişi başına 25 m2 ile ortalama bir aile 100 m2 içinde yaşıyor. Halbuki 67 veya 74 m2 yeterli bir büyüklük. 19. yy Fransız evi örneği ile oluşturulan bu mekân israfı acilen terk edilmeli…

Döneme dair tecrübelerini paylaşan Cansever’e göre, Ankara-Batıkent İmar Planı’nın yapım aşamasında ODTÜ kökenli mühendisler işletmeci zihniyetle planı yaptılar. Cephe 6.5, derinlik:18, arka bahçe:7 metrekare olarak ideal şehir parselleri zamanla 6.5 x 25’lik yapı adalarından oluşacak diye bir kanı oluşturuldu. Bu parseller belirlendikten sonra yollar araziye gidilerek düz çizgiler halinde çiziliyordu. Bazı yollar ile konut girişleri arasında metrelerce fark oluşuyordu.

Topoğrafyaya uyumlu, yağmur suyunu tasfiye eden yolları binaya uygun mesafe ile inşa eden gecekondu sahipleri ise, hassasiyet sahibi bir zihniyet ile komşuyu rahatsız etmemek için yapıyı parselin zıt köşesine yapıyorlar. Sosyal mesafeleri düzenleyen bu ahenk, katılımı da en güzel şekilde oluşturur. Muntazamlığın ve dikdörtgen tabanlı binaların meziyet zannedildiği o dönemde, binanın oturduğu arazi parçasının topoğrafyadan farklılaşıyor olması toplumsal ve kültürel dokunun yansımasıdır.

Modernleşme ve kötü sonuçları: Evler kıble istikametindeydi

Zaman içinde sanayileşme dönemi ile beraber tarımda makinalaşma sonrası işgücü için ihtiyaç azaldı. İşsizlik arttı. Ucuz işgücü sağlamak kolaylaştı. Sömürgecilik arttı. Refah seviyesi artan toplum bireyleri 2-3 araba sahibi olunca yol ihtiyacı arttı. Toplumun büyük kesimi daha fazla konut sahibi olmaya başlayınca yeni konut alanlarına ihtiyaç duyuldu. Şehirde yer kalmadığı için müstakil yerine dikey konutlar ve ’gated community’ler ortaya çıktı.

Ölçek kaygısı yerini nicelik kaygısına bıraktı. Geçmişte nicelik değil ölçek önemli idi dinî yapılarda. Ecdad cami yaparken arkasındaki evin camını normal ölçülerden küçük yaparak camiye ölçekle heybetl, bir duruş kazandırmış. Şimdiki gibi gösterişe, gizli şirk uğruna uygulanan projelere rastlamak çok zor o zamanlarda.

İstanbul’un nüfusu zaman içinde 50 binden 550 bine çıkınca göç dalgaları sonucu İstanbul’a ilk köprü yapılıyor. Unkapanı Köprüsü beraberinde yeni taşıt yollarını da getiriyor. Plan tadilatları yapılıyor. Halkla at üzerinde iç içe olan yönetim, arabalarla halktan kopuyor. İktisadî faaliyet artıyor. Tersane ile sanayileşme başlıyor ve Haliç de artan sanayi faaliyetleri ile kirleniyor. Somut çevre kirliliklerinin yıkıcı etkisi dışında, bütün insanî duyguların kaybı söz konusu bu noktada.

19. yy ikinci yarısına kadar evler kıble istikametinde iken, modernleşme bağlamında Tanzimat ile beraber 45 derece döndürülüyorlar. Paris Bulvarı taklidi denize bağlanan iki tarafı ağaçlı yollar ile tarihî yapılar yok ediliyor. Var olan gecekondular yıkılarak ve ağaçlar kesilerek, doğal olmayan bir yapılaşma örgüsü gerçekleştiriliyor.

Cansever’e göre esas itibariyle loncalar kapatılınca büyük sorunlar başlıyor. Mimarinin erbabı kalfalar yerine, yurtdışından kültürümüze yabancı mimarlar ve plancılar getiriliyor. Yine modernleşme uğruna kültürümüzden koparılmak için tekkelerimiz kapatılıyor. Tevazu ve dinî hassasiyetle, kendi dışında başkasını da düşünen ve yaşadığı çevreyi güzelleştirme görevini sahiplenen insanlar yok oluyor.

Bunun sonucunda yüksek sanat eserleri üreten kültür şehri yerine dış ticaret şehri yapılıyor, yeni köprü önerileri getiriliyor. Üretken sanatlar yerini yeni ve ithal olana, sadece konuk olunup katkı sağlanmayan sanatlara bırakıyor. Sinema, tiyatro, edebiyat gibi…

İfade özgürlüğünün zamanla katledildiği ülkemizde, İstanbul sınırları içine yapılan konutun aynısı Mardin’e de yapılıyor. İklim şartları, sosyal yapı gibi kıstaslar tamamen göz ardı ediliyor. Soğuk, beton bloklar yapmakla itham ettiğimiz TOKİ için yeni bir umut doğduğunu da eklemek lazım bu noktada. Bölgelerin iklim şartlarına göre yeni projeler üretecek elemanların alındığı yeni birimler açılmış TOKİ bünyesinde, hayra sebep olur inşaallah.

Daha önce bahsettiğimiz gibi Tanzimat sonrası modern addedilen ve zamanla artan çok katlı betonarme konut maliyetinin metrekare fiyatı daha fazla olduğu apaçık ortadadır. İngiltere’de yönetime Thatcher geldikten sonra çok katlı konutların çoğu yıktırılıyor. Bu gidişle 15-20 sene içinde de hiç kalmayacağı tahmin ediliyor.

Hac’da şeytan taşlayıp şehirde şeytanla kucak kucağa oturmaya zorlandığımız toplumun da aslında %98’i DPT verilerine göre bahçeli konut istiyor. Araştırmalara göre çok katlı konutta yaşayan çocuklar ve yaşlılar da bunalıyor.

Rant: Güzel ev yapmak değil, toprağı sömürmek

Günümüzün sorunlu meselelerinden biri de rant konusudur. Cansever’e göre parsel büyüklüğü, merkezde bulunan dini ve sosyal tesisler çevresinde daha küçük önerilmeli. Şehir merkezinden uzaklaşıldıkça yavaş yavaş büyümeli parseller. Böylece daha büyük parselin sahip olduğu yeşil alan, daha küçük olan komşu parsele manzara temin eder.

Rant meselesinin olmadığı o zamanlarda adalet anlayışı hâkimdi. Arazi mülkiyeti ticarî alanlarda vakıflara ve hayır kurumlarına aitti çünkü konut için merkeze yakınlık veya ticari yapı için bir han içinde bulunmak bir avantajdı. Bu arazilerden gelecek ekstra gelirler vakıf eli ile tekrar kamuya dönerdi. Şahısların tekeline gitmezdi.

Osmanlı döneminde bir binanın kaç katlı olduğu önemli değildi. Evler müstakil yapılardı ve yoğunlaşma ile toprak rantı oluşmazdı. Ve böyle bir mahallede sosyal donatı da mahalle sakinleri tarafından tesis edilirdi. Rant sadece ticarî kurum bulunan alanda oluşurdu.

Her kullanıcıya aynı özgürlük tanınırken, aynı sorumluluk da yüklenirdi. Merkezde küçük arsalarda yüksek yoğunluk 2-3 katlı yapılarla sağlanırken, merkezden uzakta tek katlı bahçeli yapılarla yoğunluk düşürülürdü. Maliyetler eşit kalırken rant putu ile gözlerini para bürümeyen insanların amacı toprağı sömürmek değil de güzel ev yapmak olurdu.

Katılım ve bütüncül planlama yaklaşımı

Turgut Cansever, o dönem bir proje için Türkiye’ye çağrılan Prost’u bulvarlar açtığı ve şehri bir bütün olarak ele almadığı için eleştiriyor. Avrupa mahalli idarelerinde kullanıcı katkısı ve bütüncül bir planlama yaklaşımı çok önemlidir. Malzemeden yapım şekline kadar bu yapbozun her aşamasında kullanıcı müdahildir.

1980 İtalya’sında, Komünist Parti’de yerel yöneticiler kararları halka aldırdıkları için başarılı oldular. İngiliz, Fransız, Hollandalı yöneticiler, Müslüman ülkelere gidince ilk olarak mahalle teşkilatlarını dağıtıyorlar.

Menderes dönemi: İstanbul planlarla toplu şekilde apartmanlaştırılıyor

Menderes dönemi Türkiye tarihi için önemli zamanları barındıran bir dönem. Cansever de bu tarihin, devlet kademelerinde çalıştığı dönemlerde yakın şahitliğini yapmış bir zat.

O dönem belli isimler var. Misal Wagner güzel bir plan yapacak iken izin verilmiyor. Molke yanlış bir yöntemle ilk imar planını yol ağırlıklı şekilde çiziyor. Prost İstanbul için Yarımada Nazım İmar Planı hazırlıyor. Diğerlerine nazaran daha fazla yeni yol önerileri getiren bir plan 1957 Prost planı. Atatürk Bulvarı’nı açan, Kuruçeşme’de Art Nouveau saraylarını ve tarihî eser değeri bulunan Boğaziçi yalılarını yıktıran bir bu planın dönem valisi ise Lütfi Kırdar. Bugün gündemde olan bir başka meseleden, Taksim’den bahsetmek gerekirse; yine Prost planı ile Taksim Kışlası da yıkılmış oluyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi hocaları “Prost Yarımada planı yaptı, biz de Beyoğlu’na Nazım Planı hazırlamalıyız” diyerek Prost’la aralarında görüş ayrılığı olduğu için bu işe girişiyorlar. 5 İTÜ hocasının hazırladığı plan, şehri kuzeydoğuya ve ormanlara doğru gelişmeye yöneltiyor.

Limanlar yaptırmak istiyen Menderes ısrarlara dayanamıyor ve biraz iyi niyet kurbanı oluyor. “Limanlar uygun değil” raporu almış olmasına rağmen o limanlara göre yol aksları açılıyor ve bu proje Bayındırlık BakAnlığı tarafından destekleniyor.

Menderes’in danışmanı Piccinato olduğu dönemde kendisi Prost’tan daha objektif olmasına rağmen, köprü yapılmaması gerektiği halde yaptırılıyor. Köprü yapılırsa gelişim kuzeye doğru olacak denmesine rağmen inanılmıyor raporlara. Ayrıca İstanbul bu dönemde planlarla toplu şekilde apartmanlaştırılıyor.

Yine aynı dönemlerde İmar İskan Bakanlığı’nın kuruluş yasasını Aydın Germen’le Cansever hazırlıyor.

Koruma ve sürdürülebilirlik: Napolyonvari zihniyetten gelecek kuşaklar kurtarılmalı

Turgut Cansever, yine Kubbeyi Yere Koymamak kitabında sürdürülebilirlik adı altında değişmeyen ve kuşaklar boyu yıkılmadan kalan katı formlara, gelecek kuşakların katılıma kapalı bir sistemle hapsedildiğinden bahsetmektedir. Bu noktada sürdürmek ama ‘neyi’ diye soruyorum kendime. Cansever konuya en güzel örneği Japon mabetleri ile veriyor. Orman içinde 2 parselden birine yapılan mabet, 20 yıl sonra diğer parsele benzeri yapıldığı zaman içindeki eşyaların taşınması sonrasında yıkılıyor.

Mevzubahis malzeme sürdürülebilirliği olduğu zaman ise beton ve ahşap arası farka dikkat çekiyor. Ahşap bir bina yıkılsa da aynı malzeme ile benzeri veya yenisi inşa edilebiliyorken, betonarme yapı için durum içler acısı. Araştırmalara göre ahşap malzeme kullanan Japonlar’ın müteyakkız (tek katlı, müstakil) evlerinde yangın riski yüksek oranlarda değil. Hepimiz biliriz, daha şuurlu bir yaşam ile mutfakta tabak kırmadan bir ay geçebilir.

“Çevre şuuru ve sorumluluğu ile şehir kendi kendini inşa edebilir fakat gelecek kuşaklara da geçmiş dönemlerin mimarisini gösterecek eserler bırakılmalı” diye ekliyor Cansever. Bu yapılar kamu kurumları ile sınarlanırsa, sivil mimarlık örnekleri de günlük hayatın dinamizmi ile inşa olunur ve Napolyonvari zihniyetten gelecek kuşakların şehirleri korunmuş olur.





HABER

Bilge mimar Cansever'in konut hayalini yıktık 
AYŞE GÜLGÜN SONUŞEN – KUZEY HABER AJANSI
Sondevir 10 Mart 2015

Cumhuriyet döneminin en ünlü mimarlarından Turgut Cansever, sempozyumla anıldı. Prof. Dr. Tuna, Turgut Cansever'in yapılarıyla ilgili şu bilgileri verdi: “Geleneklere bağlı, İslami değerlere bağlı, insana atfedilen özelliklerin gelişebileceği, barınabileceği, muhafaza edilebileceği bir konut düşünüyordu. Bu konut yüksek konut değildi." 


İslam kültürünü başarıyla yorumlayan ve dünyada üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülen tek mimar olan Turgut Cansever, 7 Mart'ta düzenlenen bir sempozyumla anıldı. İstanbul Deniz Müzesi’nde gerçekleştirilen 'Bilge Mimar; Turgut Cansever' sempozyumu, Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi tarafından düzenlendi.

Üç oturumda gerçekleşen sempozyumda, Cansever'in Düşünce Dünyası, Modern Türk Mimarisindeki Yeri ve Yeni Şehirler üzerine yaptığı özgün çalışmalar, uzman akademisyen, tarihçi ve yazarlar tarafından ele alındı.

ÇEVRE İLE UYUM GÖSTEREN MİMARİ
Sempozyumun konuşmacılarından araştırmacı yazar Beşir Ayvazoğlu, Cansever'in şehir planlamasında öncelikli değerlerine dikkat çekti. Ayvazoğlu, Cansever’i şu ifadelerle anlattı: “Gösterişin, komşularla yarışın onlara baskın çıkmanın değil, çevreyle uyum içinde olmayı gözeten bir anlayış sahibi, yapılar arası komşuluk ilişkilerini öncelikle düşünen bir insandı.”

Usta mimarın bir düşünür olarak portresinin masaya yatırıldığı sempozyumda, Turgut Cansever'in geleneksel ve yerel değerlere verdiği öneme vurgu yapıldı.

Yard. Doç. Dr. Murat Şentürk, Turgut Cansever'in en önemli farklarından birisinin kentle değer arasında çok yakın bir ilişki kurması olduğunu söylerken, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü: “Kentleri, kendi değerlerimiz üzerinde inşa etmek gerektiğini söylemek mümkün. Her şehir için aynı çözümleri üretmek gerek.”

DOĞRU BİR ZEMİNDE KONUŞMALIYIZ
Şehirlilik kavramına getirdiği bakış açısıyla yeni ufuklar açan usta mimar Turgut Cansever'in yitirilen mimari düzen için çektiği dikkat hatırlatıldı. Yard. Doç. Dr. Halil İbrahim Düzenli ise konuşmasında Turgut Cansever ve mimarlıkla ile ilgili şu konulara dikkat çekti:

“Artık meseleleri doğru bir zeminde konuşmalıyız. Evet, Endülüs'ten alacaklarımız, geleneksel Osmanlı mahallesinden çok fazla alacaklarımız var. Cansever'in de aldığı çok fazla şey var. Garden-city dediğimiz şeyin eleştirilecek tarafları çok fazla. Mesafeler, evler arası boşluklar itibarıyla. Ama çok daha makul boşluklarla oluşan her evin kendi bahçesine çıktığı bir ev modelimiz vardı.

1900'lerde Garden-city’ler yeni inşa edilirken biz 1900'lerdeki Tire'yi Safranbolu'yu Bursa'yı, İstanbul'u kendi ellerimizle yıktık. Dolayısıyla Cansever'in derdi ellerimizle yıktığımız şeyi tekrar gündeme getirmek.”

KORKUT TUNA: FİKİRLERİ GELİŞTİRİLMELİ
Turgut Cansever’in Düşünce Dünyası başlıklı oturumun başkanlığını üstelenen Prof. Dr. Korkut Tuna, Turgut Cansever'in fikirleri üzerinde yeniden çalışmak ve bu fikirleri geliştirmek gerektiğinin altını çizdi. Tuna sözlerine şöyle devam etti:

“Belli bir zihniyet dünya görüşü ve inanç çerçevesinde yapıların toplantılarda anlatıldığı gibi İslami veya örneklerini dünyanın değişik yerlerinden topladığı veya eleştirdiği yapılar çerçevesinde olabilir ama bu insana biraz daha aile, ev içinde daha rahat yaşama imkânı sunan onu ezmeyen, sokaklarında kaybolmayacağımız üniteler halinde şehirler oluşturacaktır. Tabi bu fikirler üzerinde yeniden çalışmak lazım ve onu geliştirmek lazım.”

“BUGÜNÜN MİMARLIK ANLAYIŞINDAN ÇOK FARKLIYDI”
Cansever'in bugünün mimarlık anlayışının dışında bir üslubu olduğunu ve bu üslubun şekilden ziyade bir yaşam alanının konforuna odaklandığını söyleyen Prof. Dr. Tuna, Turgut Cansever'in yapılarıyla ilgili şu bilgileri verdi:

“Geleneklere bağlı, İslami değerlere bağlı, insana atfedilen özelliklerin gelişebileceği, barınabileceği, muhafaza edilebileceği bir konut düşünüyordu.

Bu konut yüksek konut değildi. bu konut, bugünkü anlayışa göre biçimlenmemişti. Ama tabii ki bu fikirleri bir nevi fren tutmayan şehirleşmenin dışında kaldı. Ama her zaman geçerliliği olabilir.

ŞEHİRLERİN ÖZELLİKLERİ KAYBOLUYOR
Bir yerden sonra, toplumun kafasına dank edince o fikirlerle yeni bir düşünce yapısına ulaşmak mümkün olacaktır.

Yani bu gidişin böyle devam etmesi mümkün değil. Bu belli bir değer yaratıyor, buna rant da denebilir. Bu yaratılan değer; rant, şehirlerin çoğalmasını sağlıyor ama şehirler ortadan kalkıyor.

Şehirlerin Doğu ya da İslam özellikleri kayboluyor. Dolayısıyla nasıl bir kimlik taşıdığını bilemediğimiz bir şehirde yaşıyor hale geliyoruz.”

Turgut Cansever'in kurduğu bir vakfın da bulunduğunu vurgulayan Korkut Tuna, oluşturulan Ev ve Şehir Vakfı'nın çeşitli bilimsel faaliyetler yapmak için kurulduğunu, fakat Cansever'in vefatından sonra aynı hızla devam edemediğini söyledi.

“YÜZ YILDIR AKIL TUTULMASI YAŞIYORUZ”
Bilge Mimar Turgut Cansever adına düzenlenen sempozyuma katılanlardan biri de Cansever'in kızı mimar Emine Öğün'dü. Öğün; Turgut Cansever Vizyonundan 21. Yüzyıl Türkiye Şehirleri oturumunda konuştu. Babası Turgut Cansever'le birlikte çalışmalar da gerçekleştiren Emine Öğün; Türk mimarisini hakkında şu değerlendirmelerde bulundu:

“Son 100 senedir içine düştüğümüz akıl tutulmasının yeni olduğunu kim söyleyebilir? Taş duvar niye yeni olsun, ahşap kerpiç niye eski olsun. Bunlar da teknoloji. Betonarmeyi de kullanabiliriz ama güzel bir çevre yaratmak hedef olmalı. Maalesef son derece kötü bir dönemden geçiyoruz hep beraber.

“ELİMİZDEKİ DEĞERLERİ KORUMALIYIZ”
Tanzimat'tan beri diyebileceğimiz bir dönem ama hem elimizde kalan değerleri korumak mecburiyetindeyiz; İstanbul'u korumalıyız, hem de dengeli büyümek zorundayız. Çok önem taşıyan mesele dengeli büyümemiz. Dengeli büyürken, yeni şehirlerimizi kurmamız gerekli. Bahçeli konutlar dururken, neden berbat, rezil deprem güvenliği olmayan apartmanlara mahkûm olalım? Turgut Bey bütün bunlar için bir çığlıktı.”

Mimar Emine Öğün yaşadığımız çağın mimarisiyle alakalı ağır eleştirilerde bulundu. Yaşadığımız çağın bir red ve kendi değerlerine kör olma çağı olduğunu ve bu durumun sorumlularının yalnızca mimarlar olmadığını söyleyen Öğün sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“AKINTIYA BIRAKIP GİTMEMELİ”
“Bütün suç mimarlarda değil. Mimarları yetiştiren üniversiteler, siyasetçiler ve daha bir dolu nedenleri var. Kendi geleneğimize bakıp oradan ders alıp dünyadaki bütün geleneklerde de alabileceğimiz dersler var, yeniden inşa etmek, görmek, gerekli çabayı göstermekle ilgili. Akıntıya bırakıp gitmemeliyiz, yok oluyoruz çünkü. Bilgiyi yeniden oluşturmalıyız bilgi kayboldu. Sükûnet içinde çalışmalıyız. Bilgi oluştuğunda yeniden güzel şehirleri inşa edeceğiz inşallah.”

GELENEKSEL TÜRK MİMARİSİNİN SON TEMSİLCİSİ
Geleneksel Türk mimarisinin son dönem temsilcilerinden, mimar ve düşünür Turgut Cansever, 1921' de Antalya'da dünyaya geldi. Türkiye’deki ilk sanat tarihi doktora tezinin sahibi usta mimar, inşa ettiği eserlerin yanı sıra ufuk açıcı fikirleri ile de yol gösterici oldu.

1951 ile 1967 yılları arasında Ankara'da, Ertur Yener ile birlikte inşa ettiği Türk Tarih Kurumu Binası ve 1971-1973 yıllarında Ahmet Ertegün evi yenilemesi, O'na 1980 yılında iki Ağa Han ödülü getirdi.

Üçüncü Ağa Han Ödülü ise Bodrum'daki Demir Evleri Projesi ile 1992 yılında aldı. Toplam 3 otel ve 500 evden oluşan Demir Evleri Projesi'nde Usta Mimar'ın kızı mimar Emine Öğün, Feyza Cansever ve damadı mimar Mehmet Öğün'le birlikte çalıştı.

ÜÇ KEZ AĞA HAN ÖDÜLÜ ALDI
Bilge mimar olarak da anılan Turgut Cansever dünyada üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü alan tek mimar. Şehirlerin yeniden inşası konusunda yerellik kavramına vurgu yapan Cansever, geleneksel mimarinin nasıl yeniden yeşertileceği konusuna da dikkat çekti.

Adına çok sayıda panel, sergi ve sempozyum düzenlenen usta mimar, çığır açıcı nitelikte çok sayıda yazılı esere de imza attı. Pek çok makale yayımladı, yazı derlemelerini kitap haline getirdi. Kubbeyi Yere Koymamak, İstanbul'u Anlamak, İslamda Şehir ve Mimari, Osmanlı Şehri, 'Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları' adlı kitaplara hayat verdi. Bilge Mimar, anıtsal bir yapıt olan Mimar Sinan kitabını da 2005 yılında yayımladı. Cansever, 22 Şubat 2009'da hayatını kaybetti.



HAKKINDA YAZILANLAR

Estetik kaygılarla çok az işi kabul etti
Yeni Şafak 22 Mart 2015

Derinliği ve çalışkanlığına kıyasla yeterince anlaşılmamış ve konuşulmamış bir isim Turgut Cansever. Kızı Emine Öğün ve en yakın talebesi Mehmet Öğün, 2009 yılında vefat eden çağın Mimar Sinan’ı olarak da adlandırılan bilge mimar Turgut Cansever’in hareket noktalarını ve çalışma yöntemini anlattı. Mehmet Öğün, Cansever'in çok projeyi 'estetik' kaygıyla geri çevirdiğini söylüyor.

Marmara Belediyeler Birliği bilge mimar Turgut Cansever'in ölümünün 6. Yıldönümünde önemli bir etkinliğe imza atarak iki gün boyunca devam eden Turgut Cansever Sempozyumu düzenledi. Cansever'in gözünden şehir, mimari ve insanın ele alındığı sempozyumun ardından Cansever'in kızı Emine Öğün ve en yakın talebesi Mehmet Öğün'ün kapısını çaldık. Cansever'in dünyasını daha yakından dinledik. 

Önce Turgut Cansever Hoca'yla tanışmanızın hikâyesini konuşalım mı? Yani sizin için baba figürünün dışında Hoca olarak ortaya çıkmasını…

Emine Öğün: Babam evde de sürekli mimari ile ilgilenirdi. Bütün hayatı mesleği ile doluydu. Bizler, çocukları ve iki yeğeni onun izinden gidip mimarlığı tercih ettik. Adadaki evimize vapurla gidip gelirken yol boyunca, denizden göründüğü haliyle İstanbul'un mimarisi üzerine konuşurdu benimle. Sürekli bu dünyanın içindeydim, mimar olmaktan başka bir seçenek yoktu aslında; Akademi'ye girişimle birlikte babamın bürosuna gitmeye başladım. İkinci yılın sonunda, 1979 yılında Mehmet de kendisiyle tanıştı. 

'BİR MABEDE GİRER GİBİ'
Mehmet Öğün: Mimarlık öğrencisi olduğumuz yetmişli yıllarda, birlikte Turgut Bey'in bürosuna gitmiştik bir şey bırakacaktı Emine. Ben de tanıdığım, sevdiğim mimarın çalışma ortamını göreyim diyerek yukarı çıktım. Turgut Bey'in bürosuna ilk girdiğimde, bir mabede girmiş gibi hissettim. Sonra da o havayı 30 yıl kesintisiz hissetmek imkânım oldu. Turgut Bey, ana disiplin olarak mimariyi görürdü. İnsanın çevresini biçimlendirme görevinin çok önemli olduğu söyler, mimarinin asli düzenleyici alan olduğunun altını özellikle çizerdi. Sonuçta mimari sosyal alanın toplumsal ahengini tesis eder. İnşa etmeden var olamıyoruz, barınmaya ihtiyacımız var. Bir şekilde de toplumsal ilişkilerimizi örgütlüyor mimari, bu da kültürün başlıca tezahürü oluyor. Kültür de inancımızın yansıması. Şehir, bütünlüğün bir imajı, onun biçimi insanın kendisini varlıkla bütünleştirme tarzını gösteriyor. Yani neye inanıyorsanız, varlığı nasıl telakki ediyorsanız, yaşamı nasıl tahayyül ediyorsanız, şehir bunun ete kemiğe bürünmüş, eşyaya, maddeye yansıyan halidir. Turgut Bey de bu hususu konuşmalarında ve yazılarında önemle vurgulamıştır.

'KÖTÜ OLUŞUMDA NASIL HEYECAN DUYALIM'
Hocanın çok da bilinmeyen özelliklerini konuşalım istiyorum. Cansever, nasıl çalışıyordu mesela?
Emine Öğün: Güzel bir soru, çalışma yöntemi de ilginçti. Mesela, bir proje geldiğinde önce oturup bazı standartlar tanımlamaya çalışır. Konut söz konusu olduğunda mesela şu büyüklükte bir yemek odası, şu büyüklükte bir oturma odası ve sair. Sonra bunların cephe ve zemin ilişkisi nasıl olur ona bakardı. Tüm bunlarla ilgili eskiz üstüne eskiz çalışırdı. İşverenin talebiyle kendi zihninde oluşturmak istediği atmosferi bir araya getiren yoğun bir titizlik gösterirdi. 

Tartışmaya açar mıydı planlarını?
Emine Öğün: Tabi başından itibaren aslında bütün projeleri tartışmaya açık olurdu, soru sorabilirdiniz yani. Hatta dışarıdan gelen ani eleştirileri önemsediği de olurdu. Özellikle alternatifler üzerine sizi çalıştırırdı fakat hep onun zihninde olan şey sonuçta geçerliliğini korurdu. Bu anlamda demokratik olmadığını söylemeliyim. İnancından kaynaklanan temel tercihlerini tartışmaya açmazdı yani.

Mehmet Öğün: Tabi önce Turgut Bey'in bir çalışmaya başlayabilmesi için projeyi kabul etmesi gerekirdi. Turgut Bey'in az proje bitirmiş olmasına rağmen reddettiği çok sayıda iş olmuştur. Mesela, Halaskargazi'de 13 katlı bir otel binası teklifi geldiğinde, ben böyle bir şey yapmam deyip, projeyi getirenlere beş katı aşmamak üzere daha da küçük bir şey yapabileceğini söylemişti. Veya Yeşilköy'de bir apartman teklifi gelmişti. Adam Turgut Bey'e gelip 'Hocam, ne olursunuz lütfedin her şey sizin istediğinizi gibi olacak, ne şartı sunuyorsanız kabul ediyorum' demişti. Bana 'git bir bak bakalım' demişti Turgut Bey, Yeşilköy'de apartman sıralarının arasında boş bir arsa, adam oraya ev yaptırmak istiyor. Turgut Bey fotoğrafları görünce, 'Bu kötü oluşumun içine heyecan duyacak bir şey nasıl yapabiliriz, bizim yapmamızı gerekli kılan bir argüman yok benim kafamda, biz yapmayalım' demişti. Bunun gibi pek çok örnek. 

İbn Arabi, her daim masasının üzerindeydi
Turgut Cansever neler okurdu'yu da konuşabiliriz biraz. Malum kaynakları büyük önem arz ediyor…

Mehmet Öğün: Turgut Bey'i, Turgut Bey yapan birikiminin yoğun olarak bizden önceki dönemde sağlanmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Ben kendisini tanıyınca okumaya çok vakti de kalmamıştı açıkçası. Ama konuşmaya başladığında verdiği referanslar o kadar genişti ki herkesi etkileyecek bir entelektüel düzeyi vardı. 

En çok okuduğu Fusüs'ul-Hikem'miş mesela.
Mehmet Öğün: Fusûs'ul-Hikem ve Fütûhat-ı Mekkiyye zaten masasının üzerinde duran eserlerdi. İbni Haldun ve Gazali de eklenebilir buna. Seyyid Hüseyin Nasr, Ananda Coomaraswamy, Alfred North Whitehead, Titus Burckhardt, okuduğunu hatırlıyorum.

Şiirle rabıtası nasıldı?
Mehmet Öğün: Ahmet Haşim hayranıydı. Ezbere okurdu bazı mısralarını. Tanpınar'ı, Asaf Halet Çelebi'yi beğenirdi. İsmet Özel'i Kanal 7'de program yaptığı sıralarda dikkatle takip ederdi, önemserdi.. 

Emine Öğün: Tabi Turgut Bey, lisede resim hocası olan Halil Dikmen'den pek çok açıdan etkilenmiştir. O sıralarda Halil Dikmen'den ney dersleri alıyor. İki neyi vardı Turgut Bey'in, birini Süleyman Seyfi Öğün'e hediye etmişti. Epey de sevdalıydı müziğe. 'Hayatta bir tek, güzel sesi olan insanlara özendim' derdi. Aslında Turgut Bey, dedemin muhalefetiyle karşılaşana kadar ressam olmak istiyor. Okuma bahsi, üniversite yıllarında ise yine bazı isimler etrafında dönüyor haliyle. Nietzsche çok ilgiyle okuduğu isimlerden biri… Elmalı Hamdi Yazır'ın tefsirini dikkatle okuyor.

TURGUT BEY'İ KOMÜNİST OLMAKLA SUÇLADILAR
Hocanın eserlerinin dışında, belediyede danışmanlık yaptığı sırada İstanbul'a pek çok kez dokunduğunu biliyoruz. Küçük çaplı projeler ama bunları toplu olarak görme imkânı söz konusu mu?
Mehmet Öğün: Maalesef, büro çalışmaları değil, belediye bünyesinde yapılmış çalışmalar bunlar. Turgut Bey'de olsa olsa belki bir kopyası olur. Ancak o zaman toplu yayın söz konusu olmadığı için bilinebilir değil. En çok önemsediği bildiğiniz gibi Beyazıt Meydanı Projesi. Hatta 1984'te Venedik Bienali'ne davet edilen bir proje o. Ama Türkiye'de üstü örtüldü o projenin. Biliyorsunuz, yapıldığında Turgut Bey, doğal tarihi çevreye uyum göstersin diye, meydanın tabanını kırmızı kiremitlerle kaplamayı planlıyor ancak komünist diye yaftalaNıyor, 'Kızıl Meydan yapmak istiyor' diye. 

Bu yüceliğe kalbim dayanmıyor

Turgut Cansever'in Osmanlı müziğine de özel bir ilgisi olduğunu biliyoruz. 

Emine Öğün: 2000 senesi sanıyorum, bir gün Bodrum'da akşam saatlerinde, çok da güzel bir gece idi, Abdi Coşkun'un tambur kaydını dinliyorduk. Turgut Bey konuşturmazdı kimseyi müzik dinlerken. Abdi Coşkun'un icrasını çok önemsiyordu, 'Mehmet'cim, bu yüceliğe daha fazla kalbim dayanmıyor, ne olur ara verelim' demişti. Abdi Bey'in bir kaseti vardı Turgut Bey'in dosyaları arasında bulmuştuk. Tabi daha sonra biz Abdi Bey'i stüdyoya soktuk, yeni kayıt yaptırdık. Abdi Bey, yapması gereken şeyi, tam yapmaya gayret eden, işinin hakkını veren bir tambur ustası idi. 

Son projesi adalet sarayı idi

Benim zihnimde şöyle canlanıyor eskiden beri, Hoca boşluk bulduğunda İstanbul'da düzeltilmesini istediği bir yer varsa oturup oraya proje çalışıyordu…

Mehmet Öğün: Belediyede 50'li yılların sonunda, mesela Beyazıt'tan başlayıp ta Fatih'e kadar, bütün oraları kendi el çizimleriyle düzenliyor. Oturup kendi kendisine ödev vermiş yani.

Şu anda Hoca'nın bu el çizimleri elimizde değil mi? Yani bir yetkili buna kulak vermek isteyecek olsa...
Mehmet Öğün: Harika olur ama o kadar zayıf bir ihtimal ki... Beyazıt Meydanı, o projenin küçük bir parçası sadece ona bile müdahale ediliyor malum.

Turgut Cansever'in son projesi neydi, uygulandı mı?
Emine Öğün: Adalet Sarayı projesi. Kartal'da yapılan Anadolu Sarayı projesi. Bir külliye olarak ele alıyordu. Hoca'nın bizzat çalıştığı son projesidir o. Kabul edilmedi.




ENGLISH BIOGRAPHY

Prof. Dr. Turgut Cansever was born in Antalya in 1920. He graduated from Galatasaray High School and studied architecture in Istanbul State Academy of Fine Arts. In 1949, he received his doctoral degree with his thesis “A Stylistic Analysis of Ottoman and Seljuk Column Heads” at Istanbul University. He established his own architectural firm in 1951. In 1960, he became an associate professor with his thesis “Problems of Modern Architecture” at his alma mater. 

Between 1959 and 1961, Dr. Cansever served as the planning consultant for Istanbul Municipality. He started the regional planning studies in Turkey with a group of professionals. He worked as the head of the Istanbul Metropolitan Planning Authority during 1974-1975. In 1974-1976, he was also a member of Turkish delegation to European Council. Dr. Cansever served as the consultant at the Istanbul Municipality for many projects such as resettlements, tourism investments, conservation, restoration programs, transportation and planning of the harbor and infrastructure from 1975 to 1980. In 1979-1980, he also served as the consultant at the Ankara Municipality. In 1983, he was one of the member of Master Jury for the Aga Khan Architectural Awards together with Charles Moore, Roland Simounet, James Stirling, Parid Wardi bin Sudin, Rifat Chadirji, Habib Fida-Ali, Mübeccel Kiray, and Ismail Serageldin. Dr. Cansever is the only architect who holds three Aga Khan Awards. In October 2008, he was awarded the President’s Culture and Art Grand Award in Architecture for 2008 by the Presidency of the Turkish Republic.