Sevgi Gönül iş kadını Vehbi Koç'un Kızı Koç Holding A.Ş. Eski Yönetim Kurulu Üyesi
1938 yılında Ankara'da doğdu. Vehbi Koç'un dört çocuğundan üçüncüsü. Amerikan Kız Koleji mezunu. 1964 yılında Koç Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi oldu. Erdoğan Gönül ile evlendi. 1970 yılında Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi seçildi. 1980 yılında Sadberk Hanım Müzesi İcra Komitesi Başkanı oldu. Türk Nümismatik Derneği ve Geyve Vakfı Başkanlığı yaptı. Hürriyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. Bir dönem Beşiktaş Belediyesi Encümeni Üyesi seçildi. İngilizce biliyordu. 2003 yılında eşi Erdoğan Gönül'ün ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul'da vefat etti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Görgüsüzlere dayanamıyorum Olay Tan Sabah 28 Nisan 2001
Sonradan zengin olanların görgüsüzlüklerine tahammül edemediğini söyleyen Sevgi Gönül, devlet büyüklerine de seslendi: Vergilerimizi çarçur etmeyin Sanatçı Hülya Avşar'dan sonra Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Sevgi Gönül de SABAH'a içini döktü. 5.1 trilyon kazancına 2.3 trilyon lira vergi vererek 2000 yılının vergi rekortmeni olan iş kadını Sevgi Gönül, "Verdiğimiz vergiler çarçur edilmesin, doğru yerlerde kullanılsın" dedi.
Yaşadığımız bu ekonomik krizde çok hesaplı davrandığını söyleyen Gönül, "Evde bütün ışıkları yakmam. Sonradan görme zenginlerin, gösteriş uğruna gereksiz para harcamaları bence çok aptalca" diye konuştu.
İşte Sevgi Gönül'ün çarpıcı açıklamaları...
KRİZDEN DERS ALMALIYIZ
* Rahmetli babamın söylediği "Memleketim varsa bende varım" sözü büyüktür. Türkiye'de yaşıyorsak, burada kazanıyorsak, ülkemize borcumuzu ödemek mecburiyetindeyiz. Herkes vergisini vermek zorundadır.
* Ancak, büyüklerimiz bu vergileri güzel kullansın. Ülkeyi yönetenlere söylüyorum, vergilerimizi çarçur etmesinler, iyi kullansınlar. Bu vergiler bazılarının cebine değil, ülkemizin geleceği için kullanılsın, yatırımlar yapılsın.
* Ekonomik krizden hepimiz etkilendik. Ama bundan da ders almalıyız.
* Babam evde fazla ampulleri söndürürdü. Bu bize de geçti. Evde gereksiz yanan ampulleri söndürüyorum. Har vurup harman savurmuyorum.
* Herkes iyi bir hayat yaşamak ister ama fazlası anlamsızdır. İnsanlar ne kadar mütevazı olurlarsa daha iyidir.
* Gösteriş yapmak ve hava atmak için haracanan paralar bence çok aptalca bir şey. Dünyanın hiçbir yerinde emeğiyle kazanarak zengin olan hakiki insanlar gösterişe sapmazlar. Havadan kazananlar ve sonradan zengin olanlar görgüsüzlük yapıyor.
Müze heyecanı
Afrodisias Antik Kenti'ne yeni müze kazandırmak için yoğun çaba harcayan Sevgi Gönül 1987 yılında Geyre Vakfı'nı kurdu. Antik kenti kurtarmak için önceki gece Çırağan Sarayı'nda görkemli bir defile düzenlendi. Projesi için heyecanlı olan Geyre Vakfı Başkanı Sevgi Gönül, çalışmalarını şöyle anlattı: "Heyecanla yola çıktık, inşallah hedefimize ulaşırız. Vural Gökçaylı'nın defilesi ikinci etkinliğimiz oldu. Afrodisias'ı kurtarmak için böyle güzel defileler ve konserler yapmaya devam edeceğiz. Müze için 600 bin dolar bağışta bulundum. Desteğim sürecek ve bu 1 milyon doları bulacak."
HAKKINDA YAZILANLAR
Kocası by-pass ameliyatı olurken bile ne yazacağını dert edinmişti Murat Bardakçı Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi
Konu bulmak ümidiyle dostlarını arar. Aldığı cevaplar genellikle ‘‘Şekerim, kendini bu kadar niçin hırpalıyorsun? Çok sıkıştın ise gazeteyi satın al, kurtul!’’ şeklindedir. Sinirlenir ama ilhamı da gelir: Hanımların yüz gerdirmelerini yazacaktır.
Editör arkadaşlar ‘‘Sevgi Hanım'ı yazmak sana düştü’’ dediklerinde şöyle hafiften bir irkilmedim dersem, yalan olur.
İrkilmemek mümkün mü? Eğlendirici bir üslupla anlatmak zorunda bulunduğunuz kişi tek serveti gazetedeki köşesi olan öyle sıradan yazarlardan değildi... Türkiye'nin en büyük sanayici ailelerinden birinin mensubuydu, şirketlerinde onbinlerce kişi çalıştıran bir patroniçeydi, 2000 senesinin gelir vergisi rekortmenleri sıralamasında İstanbul ikincisiydi ve bizim İlber Ortaylı'nın tabiriyle ‘‘Principessa Industriale’’ yani ‘‘Endüstri Prensesi’’ydi.
Üstelik, işin çok daha tehlikeli bir tarafı vardı: Sevgi Hanım'ın ceddinin hışmına uğramak... Malum, ailelerinin şeceresi Hacı Bayram Veli Hazretleri'ne uzanırdı, anlayacağınız evliya soyundan gelmekteydi, maddi güçleri manevi kuvvetlerle donatılmıştı ve gazabına uğradığınız takdirde haliniz haraptı.
Dolayısıyla, ‘‘Estagfirullah, neuzibilláh ve de háşá!’’ diyerek işe başladım!
Sevgi Hanım'ın adı, geçen kış müzeler, eski eserler ve antika mezatları konusunda sözü geçer bir köşe yazarı aradığımız sırada gündeme geldi. Ne de olsa ‘‘Sadberk Hanım Müzesi’’ gibi sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da en seçkin özel müzelerinden biri, ona aitti. Eski eser konusuna en fazla aşina olanlardandı ve bu vasıflara sahip bir başka antika yazarını zor bulurduk.
Yazmaya başladı ama daha ikinci yazısında eski eserler bahsini geri plana itti, başka konulara girdi ama böyle yapmakla da çok iyi etti. Yoksa tutumluluğu herkes tarafından gayet iyi bilinen pederi Vehbi Koç'un bu tutumluluğunun sınırlarından, meselá harflerin boyu hususunda bile idareli davrandığından, küçük kızı Suna Kıraç'ın elyazısının iri olmasından yakınarak ‘‘Bu kız çok müsrif. Büyük yazıp lüzumundan fazla káğıt sarfediyor’’ dediğinden, Sevgi Hanım'ın kürk almak için harcamayı düşündüğü paraları eşi Doğan Bey'in otomobil kolleksiyonuna yatırıp otomobillerin de sonradan Rahmi Bey'in müzesine hediye edildiğinden ve yazarımızın ‘‘Benim kürk paraları şimdi Rahmi'nin müzesinde kuzu kuzu yatıyorlar’’ diye hayıflanmasından nasıl haberdar olacaktık ki?
Sevgi Hanım, ikinci yahut üçüncü yazısının çıkmasından sonra oldukça şaşırdı, zira kendi tahminlerinin aksine bir hayli okunduğunu farketti. Ama her hafta bir başka konu bulma meselesi de başına dert oldu.
Şimdi, her pazar, yazısının yayımlanmasından sonra, öteki hafta ne yazacağının derdine düşüyor. Hele bir de yazı günü gelip çatmış ama henüz yazmamışsa ve o sabah hazırlayıp fakslaması gerekiyorsa, çektiklerini tahmin edemezsiniz.
Eminim, fabrikalarında -Allah korusun- bir grev başlasa yahut hisse senetleri tepetaklak olsa, o kadar teláşlanmayacaktır.
İşte o teláşla masasının başına geçer, yılda iki milyon otomobil üretip altı milyar dolar ciro yapacak olan yeni fabrikalarının projesini biraz ileriye iter ve bilgisayarını açar. O anda New York'taki Metropolitan Müzesi'nde yeni açılan bir antika mücevher sergisini yazmaya karar vermiştir. Aslında mücevherden pek hoşlanmamaktadır, bu yüzden iki yüz altmış yedi karattan büyük taş takmamayı prensip edinmiştir ve bu prensibi köşesinde yeralan fotoğrafında da açıkça görülmektedir. Ama elinde sergi yazısını süsleyecek fotoğraf bulunmamaktadır. Jetini New York'a gönderip hemen bir katalog getirtmeyi düşünür fakat zamanı kalmadığından vazgeçer.
Hálá bir konu bulamamıştır. Fikir verebilirler ümidiyle dostlarını arar. Aldığı cevaplar genellikle ‘‘Şekerim, kendini bu kadar niçin hırpalıyorsun? Çok sıkıştın ise gazeteyi satın al, kurtul!’’ şeklindedir, bu cevaplar onu oldukça sinirlendirmiş ama aradığı konusunun ilhamı da gelmiştir: Hanımların yüzlerini gerdirmelerini yazacaktır.
İşin şaka tarafı bir yana, Sevgi Hanım, yazmaya başladıktan sonra hepimizi şaşırttı. Sade, rahat, yer yer güldüren ama düşündüren bir üslubu vardı. Onu tanıyabildiğim kadarıyla, bu üslubun gerisinde davranışlarındaki rahatlık yatıyor ve bu rahatlık çok önemli iki unsuru yani serveti ve kültürü hazmetmekten kaynaklanıyordu.
Sizler bu yazıyı okuduğunuz sırada, o, New York'ta önemli bir ameliyat sonrasının nekahat günlerini geçiren kocasının, sevgili Doğan Bey'in yanında olacak, yazı günü geldiğinden dolayı da kendi tabiriyle ‘‘konu bulabilmek için kıvranmakla’’ meşgul bulunacak.