Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Russell Means

Amerikan Yerli Hareketi Lideri

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Russell Means
Russell Means
sinema oyuncusu, yazar, aktivist
Amerikan Yerli Hareketi Lideri


1939 yılında Lakota'da doğdu. Amerikan Kızılderili Hareketi'yle birlikte Kızılderili hakları için savaşmaya 1960'ların sonunda başladı. Birleşmiş Milletler'de çalıştığı 12 yıl boyunca tüm dünyayı gezdi, konuşmalar yaptı.

Oglala Sioux kabilesi liderlerindendi. Amerikan Yerli Hareketi'nin 1973 yılında Güney Dakota'da Wounded Knee kasabasının 71 gün süren silahlı işgalinin liderliğini yaptı. İşgal sırasında federal görevlilerle silahlı çatışmalar yaşanmıştı.

Amerikan Yerli Hareketi, ABD yönetiminin, yerli Amerikalılara karşı tutumunu protesto amacıyla ve hükümetin kabilelerle yaptığı anlaşmalara saygı göstermesi talebiyle 1960'ların sonlarında kurulmuştu.

1988 yılında Özgürlükçü Parti'nin başkan adayı olmak için mücadele etti.

Aktörlük kariyerine 1991 yılında 'Son Mohikan' filmiyle başladı. 'Katil Doğanlar'da rol aldı. Animasyon filmi 'Pokahantas'da Şef Powhatan'ı seslendirdi. 'Curb Your Enthusiasm' dizisinde konuk oyuncu oldu.

ESERİ:

Otobiyografisini yazdı, "Where White Man Fear To Tread/Beyaz Adamın Uğrayamadığı Yer" adlı otobiyografisi 11 kez basıldı, en çok satan kitaplar arasında yer aldı.




Mini Biography
Russell Means was born an Oglala/Lakota Sioux Indian. He was the first national director of the American Indian Movement (AIM) in which role he became prominent during 1973 standoff with the US government at Wounded Knee. In 1987, he joined the US Libertarian party and announced his candidacy for the party's presidential nomination. (He lost the nomination to Congressman Ron Paul.) Since 1992, Means has appeared in "The Last of the Mohicans, " "Natural Born Killers" and other movies. He has championed the rights of indigenous peoples in other countries as well as the US. In a televised speech to the 2000 Libertarian Party National Convention, Means said that he prefers the label "Indian" to the more politically correct "Native American." "Everyone who is born in America is a native American, " he said.


Trivia
Ran for President of the United States in 1988 as a Libertarian Party Candidate.

Running for governor of New Mexico as an Independant, was a Libertarian candidate but left party October 21 [2001]

Previous occupations include assistant golf pro, ballroom dance instructor, computer programmer, systems management director, and accountant.

Father of actor Tatanka Means Nataanii Nez Means Scott Means.

In 1976, Andy Warhol made a portrait of Means as part of his "American Indian Series" of portraits. The portrait can be viewed as part of the collection of the Dayton (Ohio) Art Institute, among other institutions.

Personal Quotes
The one thing I've always maintained is that I'm an American Indian. I'm not politically correct. Everyone who's born in the Western Hemisphere is a Native American. We are all Native Americans.

All European tradition, Marxism included, has conspired to defy the natural order of all things. Mother Earth has been abused, the powers have been abused, and this cannot go on forever. No theory can alter that simple fact. Mother Earth will retaliate, the whole environment will retaliate, and the abusers will be eliminated. Things come full circle, back to where they started. That's revolution.

You see the one thing I've always maintained is that I'm an American Indian. I'm not a Native American. I'm not politically correct. Everyone who's born in the Western Hemisphere is a Native American. We are all Native Americans. And if you notice, I put "American" before my ethnicity. I'm not a hyphenated African-American or Irish-American or Jewish-American or Mexican-American.




SÖYLEŞİ

Bu Bir Western Değil

Deniz Yavaşoğulları - Deniz Ülkütekin /
Cumhuriyet Dergi
16.01.2008

ABD'ye dünyada kimse söz geçiremezken isyan ülkenin tam kalbinden çıktı.

150 yıllık antlaşmayı bozan Siyuların sözcüsü Russell Means, halkının bağımsızlığını ilan etti.

Amerikan hükümetinden henüz bir tepki gelmedi, ama bu bekleme sürecinde yalnız değiller. Emperyalizm karşıtı, eşitlikçi, daha doğru bir dünya düzeni umut eden herkesin kalbi onlarla birlikte atıyor.
Doğaya, hayvanlara, insanlara, tabiata dosttular. Sevecen ve misafirperverdiler... Beş yüz yıl önce, başka bir kıtadan topraklarına gelen beyaz adamı da dostlukla, misafirperverce karşıladılar; ona mısır ve tütün yetiştirmeyi, dağlık arazide hayatta kalmayı öğrettiler.

Ancak beyaz adam biraz güçlendikten sonra değişti, kendisine kucak açan Kızılderililerin ekinlerini yaktı, hayvanlarını öldürdü, topraklarını aldı, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden çoğunu katletti.

Kalanlara ise yaşayacak alan bile bırakmadı. Dünyanın en büyük soykırımı olarak atfedilen Yahudi soykırımında 21 milyon insan öldürüldü, ama bu ürkütücü rakam Amerika'nın yok ettiği Kızılderili sayısının yanına bile yaklaşamıyor.

Çünkü öldürülen Kızılderili sayısı bunun dört katı, 80 milyona yakın.

1492'de başlayan ve 1886 yılına kadar durmaksızın süren soykırım için farklı farklı yöntemler kullanıldı.

ABD'nin resmi makamları Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödedi. Devlete ait binaların bodrumları, Kızılderili kafataslarıyla dolup taştı.

Kızılderililerin açlıktan ölmesi için başlıca yiyecekleri olan bizonların toptan öldürülmesi de, soykırım yöntemlerinden biriydi.

1931-32 yıllarında ise "Gözyaşı Yolculuğu" diye tabir ettikleri sürgüne gönderildiler, o sırada ilk biyolojik silah da onlar üzerinde uygulandı.

Sürgüne gönderilen Kızılderililere yardım adı altında dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda insanın ölmesi sağlandı.

Kimi kaynaklar bugün sadece iki buçuk milyon Kızılderilinin kaldığını söylüyor. Üstelik onlar da hâlâ tehdit altında.

Değişen, yine "Vahşi" beyaz adamın onlara karşı kullandığı silah, yöntem.

Bugün Lakota bölgesinde açlık ve sefalet süregeliyor, bölgedeki intihar oranı ise Amerika ortalamasının yüzde 150 üstünde...

Tüm bu yaşananlar karşısında isyan eden ilk kabile yine Siyular (Lakota Kabilesi) oldu.

1974'te başlayan sürecin ikinci adımı 17 Aralık'ta gerçekleşti. Siyu Kabilesinin sözcüsü Russell Means, bağımsızlıklarını ilan ettiklerini açıkladı. Biz, bunu duyunca çok heyecanlandık ve onlara ulaşmayı denedik, doğrusu umudumuz yoktu, fakat yanılmışız, cevap geldi.

Telefon aracılığıyla, Hollywood filmlerinden de tanıdığımız Siyu sözcüsü Russell Means'le bir röportaj yapma şansına eriştik, sorabildiğimizi sorduk...

- Bağımsızlık ilanınızdan beri ne gibi bir süreç yaşandı?

Bizim hükümetle yapılmış sözleşmelerimiz var. Ancak 150 yıldır yasal haklarımızı ihlal ediyorlar. Bu yüzden halkımızın bize verdiği yetkiye de dayanarak ABD ile olan tüm anlaşmalarımızı 17 Aralık'ta tek taraflı feshettik.

ABD yasalarına, uluslararası tüzüklere ve Laramie anlaşmasına göre artık yasal olarak bağımsız bir ülkeyiz. Komşumuz ABD'nin ortasındaki 5 eyalet Nebraska, Kuzey Dakota, Güney Dakota, Montana ve Wyoming artık bizim topraklarımız. Ülkemiz, aşağı yukarı Bolivya büyüklüğünde.

- Bu topraklar yerleşim yerlerini de kapsıyor mu?

Evet. Birçok kent var ve bunlar kendi özerk yönetimlerine sahipler.

Biz bu yönetimlerle birlikte hareket etmek istiyoruz. Ancak kabul etmezlerse bu topraklardaki tüm gayrimenkuller üzerinde hak talep edeceğiz. Herhangi birisi gayrimenkulünü satma girişiminde bulunursa bu konuda yasal girişimde bulunacağız.

Eğer böyle bir durum olursa da bu beş eyaletteki gayrimenkul piyasası altüst olur. Bu yükün altından kalkamazlar. Eyalet yönetimlerini bu konuda ikaz ettik. Amacımız gayrimenkul piyasasını çökertmek değil, tek isteğimiz birlikte ve ekonomik olarak herkesin çıkarına uygun hareket etmek.

- Diğer yerlilerin tepkisi nasıl? Örneğin bazıları otel yöneticiliği veya kumarhane işletmeciliği yaparak iş dünyasında boy gösteriyor. Bütün bu kişileri bağımsızlık için mücadele etmeye ikna etmek zor değil mi?

Evet çok zor. Bu insanlar sömürgeleştirilmiş. Halkımızın sadece yüzde dokuzu özgür olmak istiyor. Diğerleri ise bu harekete ya şüpheyle yaklaşıyor ya da destek vermiyor.

- Bir hükümet kurmayı hedefliyor musunuz?

Kurduk bile. Her şeyin yerli yerine oturması zaman alacak. Ancak bu cesaretimizi kırmıyor. Kurduğumuz devlet vergi almayacak. Yerel yönetimler oluşturacağız ve bu yönetimler özerk olacak.

- 1974'ten bugüne kadar doğru zamanın gelmesini mi bekliyordunuz? Yoksa günümüzdeki şartlar mı sizi bu girişimi yapmaya zorladı?

O dönemki liderlerimiz topraklarımızda düzenlenen Uluslararası Sözleşme Görüşmeleri'ne katıldı.

Bu konferansta iki talepleri vardı. Birincisi uluslararası topluluklar tarafından tanınmaktı.

Geçen ekim ayında Birleşmiş Milletler yerlilerin haklarını yeniden düzenledi. Bunun için 1977'den beri büyük bir çaba gösteriyorduk.

İkinci talep ise özgür ve bağımsız yapılanmamızın yeniden oluşturulması için çalışmaların başlatılmasıydı. Bu yüzden bağımsızlığımızı ilan etmemiz bugüne kadar sürdü ve bunu ABD'deki başkanlık seçimlerinden önce yapmak istedik.

- ABD, yerlilere karşı nasıl bir tutum içerisinde?

1800'lerden beri süregelen sömürgeci bir ırk ayrımı sistemi var.

Hitler, ABD'nin zayıf ırklara karşı mükemmel bir politika izlediğini söylemişti. Toplama kamplarını da ABD'nin yerliler için tasarladığı rezervasyon bölgelerinden esinlenerek uygulamaya koydu.

Yine Güney Afrika'daki ırk ayrımı uygulamaları ABD'deki örneklere benziyor. Bugün var olan yönetim modelleri de bunların rol modelleri. İnsanlarımız yavaş yavaş yok oluyor.

Rezervasyon bölgesinde yaşarken ABD anayasası güvence vermiyordu. Yerli olmayan insanlar karşısında bizi koruyan hiçbir yasa yoktu. İnsanlarımız arasında işsizlik oranı yüzde 93. Bu da bir diaspora oluşmasına sebep oluyor. İnsanlarımızın yüzde yetmişi doğup büyüdüğü topraklardan göç etti.

Çünkü buradaki yaşam koşullarını karşılayacak ekonomik güçleri yok. 20 yıl önce Yüksek Mahkeme, dinimizin koruma altında olmadığına karar verdi. Dilimizi de kaybediyoruz, çocuklarımız beyaz adamın okullarına gitmeye zorlanıyor. Bir zamanlar Afrikalı kölelerin yaşadığı durum gibi. Tek başımıza, dilimiz ve dinimiz olmadan ölüyoruz. Özgür olursak bir zamanlar olduğu gibi kendine ait bir kültürü olan bir toplum olabiliriz.

- ABD'nin sizinle yaptığı anlaşmaya uymadığını söylerken yerlilere karşı yapılan soykırımı ve insanlarınızın son derece kötü koşullarda yaşamaya zorlandığını mı kastediyorsunuz?

Evet. Dünyada hayattan beklentileri en az olan ulusuz. Bir sürü salgın hastalık yaşıyoruz ve bu hastalıkların hiçbiri ABD'de görülmüyor. Rezervasyon bölgelerinde bu hastalıklar yüzünden çok insan öldü. Kabile yönetimlerinin başında bulunma görevine atanmış insanlar sorunlarımız hakkında en ufak bir bilgiye sahip değiller. Sömürgeci bir yapı var. İnsanlarımız hiçbir şey elde etmeden ölüyor, yaşayanlar ise özgür değil.

- Bağımsızlık girişiminiz, dünya çapında nasıl karşılandı?

Gerçekten çok büyük bir destek var. Dünyanın dört bir yanından insanlar bize internet üzerinden ulaşarak desteklerini belirtiyor. ABD'de medya bizi sansürlüyor, ama internet ve radyo bize çok yardım etti. Amerikan halkından da büyük destek geldi. Venezüella, Şili ve Bolivya devlet bazında bizimle temasa geçti, hareketimize son derece ciddi yaklaşıyorlar. l

SİYULARIN DİRENİŞ TARİHİ...

ABD'deki yerli halk arasında istilacılara en çok karşı koyanlar Siyulardı.

1860'larda beyazlarla birçok savaşa giren Siyu kabilesi, 1876 Fort Lamarie antlaşması ile Siyah Tepeler olarak bilinen bölgenin hâkimiyetini kâğıt üstünde güvence altına aldı.

Ancak burada altın bulununca birçok hazine avcısı bölgede kamp kurmaya ve Siyu kabilesinin varlığını tehdit etmeye başladı.

1876'da ABD hükümeti Siyuların koruma altına alınan bölgeye çekilmesini emretti, aksi takdirde işgalci sayılacaklardı. Siyular, efsanevi lider Oturan Boğa'nın liderliğinde bu uyarıyı dikkate almadılar, birçok kabilenin desteğiyle Rosebud Savaşı'nda ABD birliklerini bozguna uğratmayı başardılar.

Big Horn Nehri civarındaki savaşta da 200 ABD askeri hayatını kaybetti. Ancak ilerleyen günlerde ordu kontrolü sağladı ve birçok Siyuyu teslim aldı. Böylece Kızılderililerin ABD'ye karşı olan direnişi fiilen sona erdi. l

OTURAN BOĞA'NIN HİKÂYESİ...

Oturan Boğa yaşamı boyunca ABD istilasına ve doğanın yok edilmesine karşı mücadele etti.

1877'de ABD ordusundan kurtulan yandaşlarıyla birlikte Kanada'ya kaçtı. Ancak burada olumsuz yaşam koşulları nedeniyle fazla dayanamadı ve 1881'de teslim oldu.

İki yıl hapis yatan Oturan Boğa, daha sonra Vahşi Batı Sirki'ne katılarak ABD'yi dolaştı. 15 Aralık 1890'da bir yasaya uymadığı gerekçesiyle yerli bir polis tarafından öldürüldü.

Oturan Boğa beyazlar üzerine yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:

"...sahip olma isteği onlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar zenginlerin bozabileceği, ama fakirlerin bozamayacağı birçok kural koymuşlar.

Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirlerle güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, yani toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından taşarak yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor..."



HABER

'Son Mohikan'ı kaybettik
ntv 22 Ekim 2012

Oyunculuk kariyerine 'Son Mohikan' filmiyle başlayan eski Amerikan Yerli Hareketi lideri Russell Means, geçen sene yakalandığı gırtlak kanseri hastalığına yenik düştü.

Oglala Sioux kabilesinin sözcüsü Donna Solomon, eski Amerikan Yerli Hareketi eylemcisi olan, 1973 yılında ABD hükümetine karşı ayaklanmaya liderlik eden ve Hollywood filmlerinde rol alan Russell Means'in, 72 yaşında Güney Dakota'daki çiftliğinde hayata veda ettiğini söyledi.

Means, 2011 yılında ameliyat edilmesi mümkün olmayan gırlak kanserine yakalandığını, hastalığını geleneksel yerli ilaçlarıyla ve alternatif yöntemlerle tedavi etmeye çalıştığını açıklamıştı.