1888 yılında İstanbul'da doğdu. Bank-i Osmani veznedarlarından Mehmet Halit Bey'in oğludur. Vezneciler'de Şemsu'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te okudu. Ayrıca özel dersler aldı. Mekteb-i Sultani'yi terketti. Mekteb-i Hukuk'u da yarıda bıraktı. Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908'de katipliği bırakarak, Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı. Bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı. Ancak bunu on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı. Servet-i Fünun'a yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde, Sada-yı Millet'te, bilahare Cem'de 'Kirpi' müstear ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı.
Gazeteci Ahmet Samim'in 9 Haziran 1910'da katledilmesi üzerine İştirak adlı gazetenin 13 Haziran 1910 tarihli nüshasının buna ilişkin yazılara ayrılmasını sağladı. 'Kirpi' müstear ismiyle yazdığı, İttihat ve Terakki Fırkası'nı yerden yere vuran yazılarını 'Kirpinin Dedikleri' adıyla bir kitapta topladı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın elindeki Beyoğlu Belediyesi'nde yedi ay süreyle Başkatip olarak çalıştı. Mahmut Şevket Paşa'nın katlinden hemen sonra Sinop'a sürüldü (1913). Bilahare Çorum, Ankara ve Bilecik'e gönderildi. Bilecik'teyken ongünlük bir izinle İstanbul'a geldiğinde Ziya Gökalp'in yardımlarıyla sürgünlüğü son buldu (1918).
Robert Kolej'de bir yıl Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınladı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde Mütareke'den hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Posta ve Telgraf Genel Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttu. Bu yüzden İstanbul'un işgalden kurtuluşunun ardından 9 Kasım 1922 tarihinde Beyrut'a kaçtı. Yüzellilikler listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye'nin vatandaşlığını kabul etmek zorunda kaldı. Halep'te yayınlanan Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti.
Af Kanunuyla 1938 yılında yurda döndü. Yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam etti. 18 Temmuz 1965 tarihinde İstanbul'da öldü.
Roman: İstanbul'un İç Yüzü (1920-Sonraki basımda İstanbul'un bir yüzü), Yizidin Kızı (1939), Çete (1939), Sürgün (1941), Anahtar (1947), Bu Bizim Hayatımız (1950), Nilgün (3Cilt:Türk Prensesi Nilgün (1950), Mapa Melikesi Nilgün (1950), Nilgün'ün Sonu (1952), tek cilt 1960), Yer Altında Dünya Var (1953), Dişi Örümcek (1953), Bugünün Saraylısı (1954), 2000 Yılının Sevgilisi (1954), İki Cisimli Kadın (1955), Kadınlar Tekkesi (1956-İki Cilt), Karlı Dağdaki Ateş (1956), Dört Yapraklı Yonca (1957), Sonuncu Kadeh (1957), Yerini Seven Fidan (1977), Ekmek Elden Su Gölden (1980), Ayın On Dördü (1980), Yüzen Bahçe (1981).
Mizah ve Hiciv: Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915), Kirpi'nin Dedikleri (1916), Ago Paşa'nın Hatıratı (1918), Ay Peşinde (1922), Tanıdıklarım (1922), Guguklu Saat (1925).
Fıkralar: Bir İçim Su (1931), Bir Avuç Saçma (1939), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikayet (1944).
Oyun: Kanije Müdafası ve Tiryaki Hasan Paşa (Müfit Ratip'le, oynandı, basılmadı), Deli (1929).
Anı: Minelbap İlelmihrap (1946), Bir Ömür Boyunca (1990).
ESER-AYRINTI
Bir Ömür Boyunca Refik Halid Karay İletişim Yayınevi / Anı Dizisi
...İlk baskısı yayınevimiz tarafından yapılan Bir Ömür Boyunca, yazarın 1922-1938 arasındaki sürgünlük yıllarını kapsayan anılarıdır. Ama anlattıkları bu yıllarla ve bu dönemin olaylarıyla sınırlı değildir. Beyoğlu'nun lokanta adabı, Sinop'taki sürgün dünyası kadar Resneli Niyazi'nin meşhur geyiğinin akıbetini de Refik Halid'in güzel ve özgün üslubundan okuruz. Bir Ömür Boyunca, yazarın ölümünden sonra yayınlanan en güzel ve önemli eseridir.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Kendi Yazılarıyla Refik Halid Hikmet Münir Ebci
HABER
Mektuplar, çekmecelerden çıkıyor Zaman 1 Mayıs 2014
ÖZELLİKLE SON İKİ YILDA TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATINDAN HER BİRİ EDEBİYAT TARİHİNE DÜŞÜLEN BİRER NOT NİTELİĞİNDE PEK ÇOK MEKTUP KİTAP OLARAK YAYIMLANDI.
Kitaplaşan mektupların sayısında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Orhan Veli’den Ahmed Arif’e, Enis Batur’dan İlhan Berk’e, Sabahattin Ali’den Refik Halid’e pek çok yazarın mektupları okurla buluşurken; Cemal Süreya, Tezer Özlü ve Kafka gibi yazarların mektupları birbiri ardına yeni baskılarla çıkıyor. Yayıncıların ve okurların ilgi gösterdiği mektuplar edebiyat tarihine de not düşüyor.
Paul Celan’dan gelecek bir mektup için yalvaran Ingeborg Bachmann’ın “Bir şeyler yaz bana” diye seslenişi, bütünüyle insana özgü bir tavra işarettir. Bir zamanlar hayatı daha yaşanılır kılan ve edebiyat tarihimizde kökü bir hayli eskilere dayanan mektubun yerini şimdilerde başka iletişim araçları alsa da mektup çok zaman önce diğer edebi türlerle yakından ilişki içindeydi. Selim İleri, geçtiğimiz hafta sonu köşesinde mektuplar meselesine değindi. Yaşar Nabi Nayır’ın 1972’de yayımladığı ve birçok ünlü edebiyatçının seçme mektuplarının yer aldığı Dost Mektuplar’ını andığı köşe yazısında, Hasan Bülent Kahraman’a kendisinde kimsenin mektubu olmadığını ve mektupların tümünü yok ettiğini aktarıyordu: Yazısının bir yerinde şöyle diyordu İleri: “Mektupların sakıncasızca yayınlanması bizde hâlâ yanlış anlaşılmaktadır.”
Selim İleri’nin “Mektuplar korkunçtur” yazısı, son dönemlerde saklı çekmecelerden çıkıp birbiri ardına yayımlanan mektupların çokluğunu akla getirdi. Özellikle son iki yılda Türk ve dünya edebiyatından her biri edebiyat tarihine düşülen birer not niteliğinde pek çok mektup yayımlandı. Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar (İş Kültür), Orhan Veli’den Nahit Hanım’a Mektuplar (YKY), Yusuf Atılgan’ın arkadaşı Halil’e mektupları (Edebi Şeyler); Sabahattin Ali’nin eşi ve kızına yazdığı mektuplar, Canım Aliye, Ruhum Filiz (YKY); William Faulkner’ın Mektupları (Hece); Franz Kafka’nın Milena’ya mektupları hem yeni çevirilerle hem de yeni basımlarıyla (Can, Timaş, Say, Tutku, Panama); Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin Mektupları (Hece); İlhan Berk’ten Enis Batur’a Mektuplar (Noktürn); Bilge Karasu’nun dostları Jean Nicolas ve Gino Harsh’a gönderdiği Mektuplar (Metis); Metin Altıok’tan kızı Zeynep’e Mektuplar (Kırmızı Kedi); Paul Auster ve J. M. Coetzee mektuplaşmaları (Can) ve Beat yazarlarından Jack Kerouac ve Allen Ginsberg’ün Türkçede yeni yayımlanan “Mektuplar”ı (İthaki) ve Refik Halid’den Rıza Tevfik’e Mektuplar-Aziz Feylesofum (Dergâh Yayınları)... Uzunca bir liste oluşturan bu kitapların yanı sıra Cemal Süreya’nın eşi Zuhal Tekkanat’a yazdığı Onüç Günün Mektupları (YKY) on birinci, Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün mektuplaşmaları Her Şeyin Sonundayım (Sel Yayıncılık) ise beşinci baskısını yenilerde yapmış durumda.
“Mektuplar önce insanı anlatır”
Özellikle edebi mektuplar sahibine daha içeriden bir bakış vaat ederken, Ömer Erdem’in yerinde tespitiyle: “Mektuplar önce insanı anlatır. Bizim onlara atfettiğimiz dil ve edebiyat değeri onların bu insanilikleri yanında üsluplarıyla iç içe geçer.” Fakat yayıncıların ve okurların bu mektuplara ulaşması biraz zaman alabiliyor. Hasan Bülent Kahraman’ın sözünü ettiği ‘aitlik’ meselesi mektupların sahibine, geride kalanların bunları nasıl değerlendirdiğine ve biraz da yayıncının maharetine bağlı. Uzunca bir direnişten sonra mektupları 2010’da yayımlayan Ferit Edgü, bu bekleyişi şöyle açıklamıştı: “Bu isteklere pek sıcak bakmadım. Yayımlanmaya değer bulmadığım için değil. Her yazarın kendine ait bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı alan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için.”
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a mektuplarını yayıma hazırlayan Murat Yalçın’ın değerlendirmeleri ise mektupların yayıncı ayağının nasıl işlediğini anlatıyor. Yalçın, Orhan Veli’nin kardeşi Füruzan Hanım’ın, Nahit Hanım’ın bu mektupların yayımlanmaması ricasında bulunduğundan ve kendisinin de ağabeyinin edebî kişiliğini zedeleyebileceği endişesi taşıdığından söz ediyordu: “Ne var ki, gönlümüz mektupların daha fazla gömülü kalmasına razı olmazdı – üstelik bu kadar yakınımızdayken. (...) Mektup yayımlamak her zaman netameli bir iştir. Bir kere, mahremiyete el atmaktır. Sonra, hukukî sonuçlara gebedir.”
Mektup türünde yayımlanan kitapların artacağını söylemek zor değil. Paul Celan’ın Bachmann’a söylediği gibi “Mektup beklemek zordur.” Biz okurlar için de edebiyat tarihine mal olmuş isimlerin çekmecelerde kalmış mektuplarının gün yüzüne çıkmasını beklemek elbette zor oluyor.