Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Ömer Seyfettin

hikayeci, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin
hikayeci, yazar
asker, gazeteci

( 28.2.1884)- (6.3.1920)

28 Şubat 1884 tarihinde Balıkesir'in Gönen ilçesinde doğdu. Öğrenimine Gönen'de başladı. Ayancık'ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul'da Aksaray'daki Mekteb-i Osmaniye'ye devam etti. Eyüp'teki Baytar Rüşdiyesi'ni bitirdi. 

Asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi'sine yazıldı (1893). Öğrenimini Edirne Askeri İdadisi'nde tamamladı. Daha sonra İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye geldi. 

Piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu. Teğmenlikle İzmir'de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli'de görev yaptı (1908-1910).

Askerlik'ten ayrılıp Selanik'e geldi. Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı. 

Balkan Savaşı'nda tekrar subay olarak orduya döndü. Yunanlılar'ın elinde 1 yıl esir kaldı. Esareti sırasında öykü yazamaya devam etti. Bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayınladı. İstanbul'a dönünce, ordudan ikinci kez ayrıldı. 

Ölümüne kadar Kabataş Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 

6 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da vefat etti. 

ESERLERİ:

Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayınlandı. 

Ömer Seyfettin'in basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet. 



English Biography

OMER SEYFETTIN 

Famous short story writer Omer Seyfettin was born in 1884 in Gönen. His father was major Omer Bey. After having completed Military College, he was commissioned as a gendermarie officer. He resigned from military service in 1910 and settled down in Salonika and established Genç Kalemler Dergisi magazine. In Balkan War, he became an officer again and was taken captive by Greeks. He went to Istanbul one year later. He resigned from Military Service. He began to earn a living by writing and literature teaching in Kabatas High School. He passed away in Istanbul when he was 36 in 1920. 

Omer Seyfettin is one of the founders of nationalist trend in our literature. He was reputed in his writing life for his nationalism understanding close to Turanism together with Ali Canip Yöntem and Ziya Gökalp even when he was Salonika. However, after some time, he gave up following Ziya Gokalp preferring a realistic nationalist idea. 

The principles set forth by Omer Seyfettin at those times were the same as Ziya Gokalp's principles in the Turkism in Language chapter of Türkçülüğün Esasları book: Eliminating the Arabic and Persian language rules in our language which were common in our language in those times, not complying with the grammar rules of those languages, unbinding phrases built according to grammar rules of Arabic and Persian. Another aspect of Turkism in Language was not to seek origin of a word after it was adopted by the people and if it complied with Turkish phonetics. 

Omer Seyfettin applied such principles in all of his stories and writings. Thus, he provided a simple story style based on Istanbul dialect similar to that of daily conversations and newspaper language. Omer Seyfettin's stories show realistic aspect of life and people. The writer, who said "my genius is funny", mostly included humor in his stories. In fact, Omer Seyfettin, who began to write stories after he came to Istanbul and work as a journalist, wrote 125 stories making ten books between 1917 and 1920.Harem can be added to his novel trials of Efruz Bey and Yalnız Efe. In addition, he has summary supplementary books such as İlyada published by Ministry of National Education. 

The writer selects his themes among daily life events, however, he sometimes turn back to heroism pages of our own history. His stories such as Başını Vermeyen Şehit, Bomba, Hürriyet Bayrakları describe the bitter, sweat, brave or considerable stages of our history. However, in his many stories such as Gizli Mabet, Yüksek Ökçeler, he indicated various scenes from urban life in a ironic way. The first series of his stories included: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Efruz Bey, Beyaz Lale, Mahçupluk İmtihanı, Dalga. 

Considering his age, we can better understand the significance of Ömer Seyfettin. This is because in his period, the country was under dreadful pressure of an enemy. Nobody knew how the future would be. In such days like nightmare, it was a very interesting event that a writer wrote in a very simple and enthusiastic style stories from the hero history of his own nation. Omer Seyfettin was a very humble but a well-informed person who was loved by his environment. In time, he gained the features of a suspicious character. One of his friends who knew his such manner, watched his time of going to the newspaper he wrote an article for each morning and put three of his friends on his way, and those friends, seeming to have been uninformed of each other said seriously to him that they were worried about him "Get well soon, you look bad, you look pale, are you sick?". In the third, Omer Seyfettin believed that he was really sick and turned back home to go to bed not going to the newspaper. 

It is certain that a short-story writer would constitute the subject of some anecdotes while accepting others as themes. Omer Seyfettin also mentioned about some events he experienced in his various stories. Gizli Mabet is one of those, and describes how a French friend of the writer visiting his house thought that the chest room was a secret worshipping place in a pleasant style. 

A word Omer Seyfettin used much was "Cancagızım (My dearly)". Why the writer addressed to every acquaintance lies in his being a humble person open to everybody. Ali Canip Yöntem, one of our valuable poets, was his closest friend. He issued a book containing our famous story-writer's best stories and describing his life, manners and art named Ömer Seyfettin'in Hayatı ve Eseri. The book was published in 1935. In a short time, all of his stories were published as a book series. Those stories are still read with the same pleasure and excitement. 

The famous writer who got sick when he was 36 in 1920 and could not recover is buried in Mahmutbaba graveyard in Kuşdili.




ÖMER SEYFETTİN'İN PEMBE İNCİLİ KAFTAN ÖYKÜSÜNÜN ÖZETİ

KİTABIN ANA FİKRİ
İnsan, yaptığı fedakarlık büyük veya küçük olsun hiçbir zaman övünmemelidir.

KİTABIN ÖZETİ
Osmanlı devletinin başında bu dönemde Şah İsmail adında bir bela vardır.Vezirler bu deli adama elçi göndermek için toplanmışlardı.gönderilecek elçi cesur,ölümden korkmayan,devletin şanına yakışacak bir kişi olmalıydı.Sarayda, Enderunda, divanda böyle bir kişi yoktur.Vezirlerden biri Muhsin Çelebi’nin adını ortaya atar.Bunun üzerine sadrazam Muhsin Çelebinin çağrılmasını ister.

Peki kimdi bu Muhsin Çelebi.

Muhsin Çelebi: Cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, hali vakti yerinde, garibi, zayıfı gözeten bir baba yiğittir.Muhsin Çelebi sadrazamın emri üzerine huzura gelir.Sadrazam ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez.

Sadrazam onun bu hareketine kızmasına karşın ona elçilik teklifinde bulunur.Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder.Elbette ki bu büyük devletin elçisi;atları,hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı.Muhsin Çelebi bu giderleri, sadrazamın ısrarına karşın, kendisinin karşılayacağını söyler.

Çünkü o fedakarlığın karşılıksız olacağına inanıyordu.Giderler için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan on bin altın alır.Bu parayla ihtiyaçları karşılar. Bir de Sırmakeş Toroğlu’ndaki: Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Şah İsmail’in hayatında göremeyeceği pembe incili kaftanı sekiz bin altına alır. Bu kaftanı padişaha hediye etmek için herkes sıraya girmektedir. Muhsin Çelebi hazırlıklarını tamamlar. Karısını iki çocuğunu akrabalarına bırakarak yola koyulur.

Muhsin Çelebi Tebriz’e vardığında halk ve şah onu şaşkınlıkla karşılar. O her zamanki gibi başı dik göğsü ilerde Şah İsmail’in huzuruna varır. Padişahın mektubunu öperek Şaha uzatır.Ayağı öpülmeyen Şah sapsarı kesilir. Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür. Bunun ayakta beklemeye mecbur bırakmak için yapılmış bir davranış düşünerek o göz kamaştıran kaftanını tahtın önüne serer ve üzerine oturur.Şah,vezirleri komutanları ulaşmıştır.

Muhsin Çelebi gür sesiyle:Padişahının hiçbir ecnebi padişah karşısında eğilmeyeceğini ve dünyada Türk Padişahı kadar asil bir padişahın olmadığını söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır.Kapıdan çıkarken Şah’ın askeri kaftanı arkasından getirir.Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz.’diyerek oradan ayrılır.

Muhsin Çelebi sağ salim ülkesine döner.Herkes pembe incili kaftana ne olduğunu merak eder. Fakat o bu yaptığını anlatacak kadar küçük bir insan değildir. Muhsin Çelebi elçilikten kalan malzemelerini satarak küçük bir bahçe alır.Üsküdar pazarında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya başlar.Düştüğü bu acı durum karşısında o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkla övünmemiştir.

KİTAPTAKİ KİŞİLER

Muhsin Çelebi: Hikayenin baş kahramanıdır. Muhsin Çelebi 40 yaşlarında, namerde muhtaç olmayacak kadar servete sahip akıllı bir insandı. Tek ülküsü “Allah’tan başkasına secde etmemek, kula kul olmamaktı.” Aynı zamanda savaş zamanlarında Kuba bölüklerinde kumandanlık yapardı. Doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan bir yiğitti.

Vezirler: Kubbe altı vezirleridir.

Sadrazam: Başbakandır. Vezirlerin başıdır.

Şah İsmail: Kurnaz, zalim, gaddar bir adamdır. İran devletinin şahıdır.





HABER

Ömer Seyfettin Sempozyumu
22 Ekim 2011 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde, Türk edebiyatının mihenk taşlarından milli edebiyatçı Ömer Seyfettin'i 'Bir Dünya Yazarı Ömer Seyfettin' konulu sempozyumla anıyor. Bugün 10.00-19.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek sempozyumda Mustafa Miyasoğlu, Prof. Dr. Fatih Andı, Prof. Dr. Nâmık Açıkgöz, Necati Mert, Prof. Dr. Hülya Argunşah, Prof. Dr. Recep Duymaz, Doç. Dr. Alaattin Karaca, Dr. Sakin Öner, Prof. Dr. M. Mehdi Ergüzel, Prof. Dr. Muhammed Harb, Mehmet Miyasoğlu, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, Ömer Seyfettin'i farklı yönleriyle ele alacak.





HABER

Ömer Seyfeddin, İngilizce'den sonra Arapça ve İspanyolca'ya da çevrildi
4 Nisan 2012

Ömer Seyfeddin cephesinden bir güzel haber... Önceki yıl Mehmet Miyasoğlu'nun bir araya getirip İngilizceye çevirdiği "Ömer Seyfeddin Seçme Hikâyeler" adlı eser, geçtiğimiz günlerde Dr. Muhammed Harb tarafından Arapçaya çevrildi. Aynı seçki Perulu Giulliana Elizabeth Ramirez Linan tarafından İspanyolcaya çevrildi. Seçme Hikâyeler'in Arapça ve İspanyolca basımları, İngilizce çevirinin ikinci baskısıyla birlikte geçtiğimiz ay Gönen'de düzenlenen 23. Ömer Seyfeddin Haftası etkinlikleri kapsamında yayımlandı. 





HAKKINDA YAZILANLAR

Ömer Seyfettin ne yaptığının farkındadır
Nazan Bekiroğlu
Zaman 14 Temmuz 2013

Hayat ile dil ve edebiyat arasındaki büyüleyici döngü karşılıklıdır.

Kimi zaman hayat değişir ardından dil ve edebiyatı da değiştirir. Kimi zaman dil ve edebiyat, hayatı değiştirir. Klasisizmin arkasında monarşik yapılanmaları, Romantizmin arkasında Fransız devrimini, Realizm arkasında sanayi devrimini görmemiz kolaydır bu yüzden. İki cihan harbinin bireyde parçaladığı iç dünya edebiyatın aynasını da boydan boya çatlatır, Modernizm bu çatlak aynada yansıtır resimlerini. Postmodernizmin insanı ise belirli bir felsefenin tek merkezine sığmaz artık, onun elinde çok odaklı paramparça bir ayna olduğundan söz etmek zor değildir. Neticede edebiyat, hayat üzerinden seyredilebilecek bir şey. Daha önemlisi hayatı seyrettiren bir ayna.

Bütün bunları Yenikapı’dan Bandırma’ya doğru hızla yol alan bir feribotun denize taraf camının önünde düşünüyorum. Gönen’e geçeceğim. “And” hikâyesinin o güzelim ilk cümlesini, -“Ben Gönen’de doğdum”- hemşehrilerine emsalsiz bir armağan gibi bırakmış, otuz altı yıllık bir ömre üç ömürlük olayı sığdırıvermiş o zarif fakat çilekeş adamın, Ömer Seyfettin’in kasabasına. Önümdeki masada bir tatil kaçamağı niyetiyle aldığım, dünya listelerinin çoksatarı. Kitabı kapatıp yana doğru itiyorum. Aylaklık zamanlarında bile gitmiyor. Filmini seyretmekle kitabını okumak arasında fark yoksa edebiyat da yok. Gözlerimi kapatıp Ömer Seyfettin’in evini, “And”da tasvir ettiği Mahalle Mektebi’ni görür müyüm görmez miyim derken bir buçuk aydır en bireysel olanımızı bile bir şekilde ilgisi dairesine almış gelişmelerin etkisinde, düşünüyorum. Geleceği görmeye çalışıyorum. Nesillerin ruhu vardır, zamanın ruhu. Bu ruh eğer yeteri kadar kuvvetle kendini gösterirse o vakte kadar dikey olarak bölümlenmesine alıştığımız damarları bu kez yatay olarak böler. O zaman farklı mecralardan akan ırmaklar bile kendilerini yatay olarak bölen çizginin altında ortak paydalarda buluşurlar. Sadece Türkiye değil, bütün dünya dalgalanıyor, hoşumuza gitse de gitmese de bu böyle. Bireysel bir edebiyatın, çok satan klişeleri üzerinde tanzim edilmiş popüler bir külliyatın yerine daha toplumsal hatta politik bir edebiyatın kendisini göstermeye başlayacağını tahmin etmek mümkün mü acaba? Bildiğim, güçlü edebi hareketler bir denizin dalgaları gibi takip ederler birbirlerini. Birinin bittiği yerde diğeri başlar. Ve hepsi yükselişe geçmek için kendi zamanını bekler. Tesadüf değildirler.

“Yeni Lisan” makalelerinin Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınan ilki 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler’de yayımlandığında onun teklif ettiği dilde sadeleşme hareketinin bu kadar kolay başarıya ulaşacağı akla gelmemiş olmalı. Fakat Ömer Seyfettin Türklerin şimdi yeni bir hayat devresine girdiklerinin farkındadır. O halde onlara yeni bir lisan lazımdır.

Ömer Seyfettin hayat ile dil ve edebiyat arasındaki ilişkiden hareket etmektedir. Ona göre edebiyatımız şimdiye kadar ya Doğu ya da Batı edebiyatlarını taklit etmiş, dilimiz de safiyetini kaybederek garip, yapay bir hal almıştır. Oysa şimdi artık yeni bir hayat vardır. Öyleyse yeni bir dil ve edebiyat da lâzımdır.

Gerçekten de “Sade Dil-Yeni Lisan” hareketi ideolojik muarızlarını bile saflarına çekerek kısa bir sürede başarıya ulaşır. Tanzimat ediplerince gerçekleştirilemeyen şey yarım asır sonra gerçekleşir. Bu başarı, şartların uygunluğuyla ilgilidir. Bütün dünyayı sarsan milliyetçilik akımı, Balkan kavimlerinin Osmanlı’dan sancılı kopuş süreci, hasta adamın teşrih masasına yatırılması. Kısacası II. Meşrutiyet sonrası Türkçülüğün yıldızını parlatan şey ne ise “Yeni Lisan” hareketini başarıya vasleden şey de odur.

Diğer yandan birkaç ay önce Ali Canip’e yazdığı meşhur mektuptan bu düşüncenin Ömer Seyfettin’deki evveliyatını okuruz. Anlarız ki Ömer Seyfettin ne yaptığının farkındadır. “Yeni Lisan” hareketi tam zamanında doğarken bile onda her şey bilinçlidir, tesadüfi değildir. Ali Canip’e “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl yapalım.” demekte ve eklemektedir: “Âh büyük fikir, çalışma, azim ister.”




HAKKINDA YAZILANLAR

Genç Kalemler (1911-1912)

“On beş günde bir çıkar ... edebî, ilmî mecmua”. 
1911’de Manastır’da çıkarılmaya başlanan, sonradan yayımı Selânik’te sürdürülen Hüsün ve şiir adlı derginin devamıdır. 
O derginin adı 9. sayısında Genç kalemlere dönüştürüldü ve yayını 1-9 numarası ile ve sayfa numaraları da 81’den başlatılarak sürdürüldü. 

Önceleri edebî ağırlıklı olarak çıkan Genç kalemler, bu değişimden sonra, Ömer Seyfeddin’in yazdığı “Yeni lisan” yazısı ile “sade Türkçe” akımının öncüsü oldu, Ziya Gökalp’in yazı ailesine katılması ile de “Türkçü” bir nitelik kazandı.

Nesimî Sarım yönetiminde çıkan dergide, Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin, Ali Canip (Yöntem) düşünce yazıları, hikâyeleri ve şiirleri ile etkili olurken, Âkil Koyuncu, Ali Naci (Karacan), Celâl Sahir (Erozan), Edhem Hidayet, Enis Avni (Aka Gündüz), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmed (Aykaç), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Hüseyin Dâniş (Pedram), Hüseyin Nâmi, Hüseyin Siret (Özsever), Hüseyin Suad (Yalçın), İsmail Neşat, Kâzım Nâmi (Duru), M. Zühdü, Mustafa Halûk, Raif Necdet, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Şahabeddin Süleyman, Tahsin Nahit (Duru), Tevfik Fikret, Yûnus Nadi (Abalıoğlu) da yayınına katkıda bulunanlar arasında idi.

Genç kalemlerin yayını 4 ciltte tamamlandı. Derginin yeni Türk harflerine dönüştürülmüş basımı Türk Dil Kurumu’ca gerçekleştirildi.

2. Meşrutiyetten sonra Selanik’te yayımlanan Yeni Lisan hareketinin savunucu olan dergidir. 
15 günde bir çıkan edebi ve milli bir mecmuadır. 
Türkçülük ideolojisinin yayın organıdır. Üyeleri edebi faaliyetlerinin siyasi boyutlarını gizlemeyi düşünmemiştir. 

Dilde sadeleşme adına sistemli hareketi gerçekleştirmişlerdir. İstanbul şivesini esas tutmuşlardır. Artık Türk edebiyatının taklit safhasından yaratma safhasına geçmesini savunmuşlardır. 

Dergide yeni lisan tanıtılmaya çalışılırken eski ve sade dille yazılmış eserleri de karşılaştırmalı olarak incelemiş ve yayımlamıştır yazarlar. Ayrıca dergide Batı dillerinden yapılan tercüme eserlerde yayımlanmıştır. Bu anlamda dergide var olan diğer anlayış “Batıcılık” tır. 

Dergi toplam 33 sayı yayımlanmış ve balkan savaşları sebebiyle kapatılmak zorunda kalmıştır. 
Yeni lisan hareketinde bu derginin küçümsenmeyecek bir yeri vardır.

Dergiyi çıkaranlar arasında Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Akil Koyuncu, Aka Gündüz bulunmaktadır. Genç Kalemler dergisi 11 Nisan 1911 ile Eylül 1912 yılları arasında yayımlanmıştır. 

Selanik Beyaz Kule ’de bir çay bahçesinde toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp bu derginin temellerini atmışlardır.

Genç Kalemler dergisinin maksadı konuşma dilini yazı dili haline getirebilmekti. Onlara göre Türkler çok güzel ve düzgün konuşuyordu. Fakat yazılarında secili, sanatlı bir anlatım vardı. İşte bu durumu ortadan kaldırıp dilde sadeliği gerçek anlamda sağlamayı hedeflediler.

Genç Kalemler dergisinde yazan Ömer Seyfettin’e göre ihtiyaç duyulan kelimeler dışarıdan alınabilirdi. Fakat bu kelimeler Türkçenin ünlü uyumlarına göre dile kazandırılmalıdır. Örneğin “Keraeste” kelimesini olduğu gibi Türkçeye almak değil de bu kelimeyi “kereste” olarak dilimize almak. Yani Genç Kalemler dergisine ve Ömer Seyfettin’e göre başka dillerden dilbilgisi kuralları alınmamalıdır. Örnek olarak “mektub” Arapça bir kelimedir. Bu kelimenin çoğulu ise “mektubat” tır. Türkçede çoğul olarak “mektuplar” kelimesi varken Arapça kurallarıyla çoğul olan kelimeyi kullanmak hatadır. Ömer Seyfettin bu düşünceyle başka dilden kelimenin alınmasında bir sorun olmadığını sadece başka bir dilin dilbilgisi kurallarıyla kelimelerin dilimize geçemeyeceğini savunmaktadır.

Genç Kalemler dergisinde 18 tane yazı yayımlanmıştır. Bu yazıların 6 tanesi Ömer Seyfettin’e aittir. Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” makalesinin sonun soru işareti (?) vardır. Yeni Lisan makalesinin Ömer Seyfettin’e ait olduğunu biz daha sonradan Ali Canip’ten öğreniyoruz.

Peki Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” makalesine imza atmamasının sebebi neydi? Bu sorunun cevabını şu şekilde verebiliriz: Bu yeni hareketi tek bir isme bağlı göstermemek, bu makalenin dergideki tüm yazarların görüşünü yansıttığını anlatmak içindir.