Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Oktay Sinanoğlu

kuramsal kimyacı, moleküler biyolog yazar, düşünür

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Oktay Sinanoğlu
Oktay Sinanoğlu
kuramsal kimyacı, moleküler biyolog
yazar, düşünür
akademisyen


25 Şubat 1935 tarihinde İtalya'nın Bari şehrinde doğdu. 1953 yılında Ankara’da TED’in Yenişehir Lisesi'ni bitirdi. TED tarafından Amerika’ya Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de Kimya Mühendisliğini bitirdi. 1957’de Amerika Birleşik Devletlerinde MIT’den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu.

Alfred Sloan ödülünü aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de; Kuramsal Kimya Doktorasını yaptı. doktorasını yaparken iki ödül kazandı. 1959-1960 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalar yaptı. 1961’de hem Harward, hem de Yale’de kendisinin yeni Nicem (“Kuvantum”)Kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey derslerde yeni buluşlarını anlattı.

1962 yılında Batının 300 yılda en genç profesörü oldu (26 yaşında Yale Üniversitesinde).

1962 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti kendisine Danışman Profesör unvanını verdi. Türkiye’de de kuramsal kimya bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde eğitimin Türkçe olması için uğraş verdi.

1964’de Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale Üniversitesi'ne atandı. 1973’te Almanya’nın en yüksek Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü'nü kazandı.

1975’te Japonya’nın Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü'nü kazandı. 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek, Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi.

Amerika Bilim ve Sanat Akademisi'nin üyesidir. Meksika’da aynı seviyede Üçüncü Dünya Bağımsızlığı için çalışmıştır. 1962’den günümüze dek ilk TÜBİTAK Bilim Ödülünü, ilk Sedat Simavi ödülünü, 1992’de Bilgi Çağı, 1995’te İLESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrıca Yılın Fikir Adamı, Yılın Bilim Adamı ödüllerini aldı.

Yıldız Teknik, Yesevi Kazakistan ve benzeri bir çok kuruluşta profesör, mütevelli heyeti üyesi olarak görev yaptı. Atatürk Kültür Kurumu asli üyesi oldu.

250 kadar uluslararası bilimsel yayını, bilim kuramları, çeşitli dillere çevrilmiş kitapları vardır.

Değişik ülkelerde iki kez Nobel’e aday gösterildi.

19 Nisan 2015 tarihinde ABD'de vefat etti.




HAKKINDA YAZILANLAR

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu: Asyalı olmakla övünüyorum
Aydınlık 18 Kasım 2001
SAYI: 748

"11 Eylülden kısa bir süre önce Avrupa'da bilim adamlarıyla yapılan toplantıda bir konuşma yaptım: "AB sizin olsun. Ben Asyalıyım ve Asyalı olmakla övünüyorum" dedim. Bizim sömürge aydınlarımıza duyururum ki beni ayakta alkışladılar. Çünkü insan tabiatında vardır. Kendine itibarı olana herkes itibar eder. Sen kimliksiz, yılışık olursan kimse seni ciddiye almaz. Kendi kafamızla, kendi gönlümüzle birkaç sene içinde Avrupa'nın bir numaralı devleti oluruz."


"Türk Aynştaynı" diye bilinen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Ulusal Kanal'da "Büyüteç" programında Adnan Akfırat'ın konuğu oldu. 26 yaşında ABD'nin en ünlü Üniversitesi Yale'de profesör ünvanını kazanan, kimya, fizik, biyoloji alanlarında çok önemli katkıları bulunan Oktay Sinanoğlu, son yıllarda bütün enerjisini halkı uyandırmaya, kendine güvenmeyi öğretmeye harcıyor. Prof. Dr. Sinanoğlu, "Büyüteç" programında Atlantik uygarlığının ekonomik, kültürel ve bilimsel planda çöküşünü anlattı ve Asyalılığının bilincine varan Türkiye'nin Asya'ya önderlik ederek, ABD ve Avrupa'daki köleleştirilmiş halkları da kurtarabileceğini belirtti. Prof. Oktay Sinanoğlu Amerikan işbirlikçilerine de kuvvetli uyarılarda bulundu.

"Ben yaptıklarımı önce bu halk için yapmışım, sonra insanlık için yapmışım. Hiçbir zaman ben profesör olayım, ünüm ortalıkta dolaşsın diye yapmadım. Hayatımla ilgili kitabı da halkımızın özgüveninin kazanılmasına katkım olsun diye yaptım. Benim kendime yakıştırdığım en güzel ünvan garibandır. Bu samimi bir histir. Bu Asya'da vardır. Samimi olarak vardır. Aşık Veysel ne güzel söylemiş: 'Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa."

ADNAN AKFIRAT- 8 Aralık 1996 günlü Aydınlık dergisinde sizinle yapılan orta sayfa söyleşisinde Amerikan uygarlığının bilim, sanat ve kültür alanında büyük bir çöküşün içine girdiğini saptıyordunuz. 11 Eylül saldırısıyla birlikte bu saptama çok daha fazla kabul görmeye başladı. Atlantik uygarlığı yıldızı hep parlayacak uygarlık olarak tanıtıldı. Nasıl oldu da bu uygarlık çöktü?

PNOF. DR. OKTAY SİNANOĞLU- 1996'da İşçi Partisi'nin düzenlediği Avrasya Seçeneği Kurultayı olmuştu. Ben de orada konuşmuştum. O zaman Doğu ülkelerinden gelenler vardı. Orada şunu söylemiştim: Körfez Savaşı'ndan sonra baba Bush, "tek güç olarak biz kaldık" diyordu. O kadar büyük konuşuyorlardı ki, Osmanlı'nın çöküşünü hatırladım Sokullu Mehmet Paşa zamanında Osmanlı donanması ilk defa büyük bir yenilgiye uğradığında, devletin başındakiler "Bu millet isterse yeni donanmasının yelkenlerini atlastan, direklerini som altından yapar" demişlerdi. O laf çöküşün başlangıcıdır. Şimdi Amerika da böyle çok büyük laflar ediyor. Çöküşünü örtmeye çalışıyor.

Ama çöküşün başlangıcı daha eskilere gidiyor. 1963 yılında Yale Üniversitesi'ndeyim, atom fiziğiyle ilgili nicel kuantumla ilgili yeni kuralları geliştiriyoruz. Bir gün akşam üstü aşağıya ana büroya indim. Baktım sekreterler garip bir halde. Hayrola dedim. Kenedy'yi vurdular dediler. O akşam saat 8.30 sularında çıktım sokakta dolaşıyorum. Baktım Amerika'lılar güle oynaya geziniyor, hiç umurlarında değil. Çok iyi hatırlıyorum. O gün, "Bugün Amerika'nın çöküşünün birinci günüdür" dedim. Çünkü o zamana kadar Amerikan halkı kendi devletine güvenirdi. O gün o güven yıkıldı. Devletin sürekli kendisine yalan söylediğini anladı. İkinci Dünya Harbi'nde Amerika halkı hiç savaşa girmek istemezken Pearl Harbour baskını tezgâhlandı. Donanmayı oturan ördek gibi oraya koydular. Saldırı olacağını kaç gün önceden biliyorlardı. Körfez Savaşı'nın nasıl tezgâhlandığını herkes biliyor. Yine bir tertiple katıldığı Vietnam Harbi'nde de Amerika perişan oldu.

KUKLACILIK BİLİMİNİN KURAMI

Buradan Amerikan işbirlikçilerine geçiyorum. Amerika'nın Güney Vietnam'de birtakım yerli işbirlikçileri vardı. Hiç unutmuyorum: Amerika oradan kaçarkan bu işbirlikçiler, helikopterlerin tekerlerine asılıyorlardı. Aman bizi de götürün diye. Bu sahneyi kimse unutmasın! Amerika daima kendi kuklalarını harcar. Kuklacılık biliminin kuramını yapmıştım. Kukla bir müddet sonra "vay ben neymişim" demeye başlar. Böyle deyince, Amerika 3- 5 sene sonra kuklayı temizler, yerine başkasını koyar.

Kuklalara ilişkin bir Amerikan televizyonunda izlediğim başka bir olay daha var: New York'un ara sokakları çöplüktür, bir caddesi en zenginlerin oturduğu caddedir, bir arka sokağında en sefil insanlar oturur. New York'ta hangi caddede yürüyeceğini bilmelisin. Bilmezsen bıçaklanma ihtimalin çok büyüktür. Televizyonda böyle bir cadde gösteriyor. Orada yaşlı, Asyalı bir adam çöpçülük yapıyordu. Onu göstererek işte diyor "bu adam Vietnam'da çok büyük mevkide görev yapan bir adamdı". Bu sahneyi de kimse unutmasın. Bir ülkeyi mevki için satanlar bilsinler ki önce onlar harcanır.

VİETNAM SAVAŞI ÇÖKÜŞÜ HIZLANDIRDI

Vietnam Harbi'nden sonra özellikle Amerika'da büyük bir ahlaki çöküntü başladı. Aslında ondan önce Amerikan toplumu mazbut insanlardan oluşurdu. Televizyonlarda öyle açık saçık filmler göremezdiniz. Zaman geçtikçe Amerikan televizyonarında ahlak bozucu yayınlar arttı. Toplumun aile yapısı çöktü, iş ahlakı çöktü. İş yapmadan para kazanma anlayışı yerleşti. Bu arada Avrupa ekonomisi toparlandı, Asya ekonomisi büyümeye başladı, Japonya bir atılım yaptı. Daha önce Dünyada bütün teknik mamüller ilk Amerika'da yapılırdı. Fakat son yıllarda ne alsak başka bir ülkenin malı çıkıyor. Amerikan ve İngiliz malına kimse itibar etmemeye başladı.

AKFIRAT- Bahsettiğiniz süreçte yönetici sınıfın da niteliğinin değiştiğini görüyoruz. Ticaret ve sanayi burjuvazisi kenara itildi, tekelci burjuvazinin rantçı, mafyalaşmış kesimi yönetimin merkezine geldi.

SİNANOĞLU- Bu olay Reagan döneminde başladı. Amerika'da da üretim bitti. Avrasya Seçeneği Konferansı'nda şöyle demiştim: "Amerika iki şey üretir, biri silah biri film. Ama asıl silah filmdir" dedim. Amerika'nın içinden çürüdüğünü 1963'den beri anlatıyoruz.

ARTIK BİLİMSEL GELİŞMELERİN MERKEZİ ABD DEĞİL

AKFIRAT- Bilim ve teknolojideki üstünlüğü sürdükçe Amerika'nın yenilmesi mümkün değildir değerlendirmesi yapılıyor. Gerçekten böyle mi?

SİNANOĞLU- 50 senedir büyük şeyler yaratmış bilim adamlarına bakarsanız çoğu Amerika'nın yerlisi değildir. Ayrıca Avrupa'da, Japonya'da da önemli bilimsel çalışmalar var. Son yıllarda Çin'de muazzam bir bilim atılımı çıktı.
Amerika'daki takım da abartıldığı gibi değildir. Bunlar öyle akıllı adamlar da değildir. Kaç tanesine doktora yaptırdık. Hepsi şimde Avrupa'da, Japonya'da profösör. Doktorasını ağzına kaşıkla vere vere yaptık bu adamların.

KÜRESEL KRALİYETÇİ TAKIM

Amerika yüz boyutlu, önemli çelişmelerin yaşandığı bir yer. Tepede birkaç milyon insan var. Amerika'yı Amerika yapan bu ekiptir. Geri kalan 270 milyonun çoğu son derece cahil bırakılan insanlar. Amerikan halkı orada bir çeşit köledir. Üst tabaka ile halk arasındaki uçurum gittikçe büyüyor. Dünyadaki bir çok ülkenin parasını, kaynaklarını elinde tutarak, halkları insafsızca fakirleştiren insanlık düşmanı bir takım var. Ben bunlara yeni dünya düzenci ve "Küresel Kraliyetçi" takım diyorum. Bunlar sadece birtakım çokuluslu şirketlerle, tröstlerle sınırlı değil. Bunların ayrı dini, garip inanışları var. "Tek dünya devleti, tek bayrak" derler ama burda kastedilen bütün ülkelerin insanların katılımıyla gerçekleşen güzel bir dünya değil. Bu bir iki milyon insan, birkaç yüz sene önce gizli cemiyetler kurmuş, "dünyayı biz idare edeceğiz, dünyanın geri kalan insanları insandan bile sayılmaz, bunları istediğin kadar sömür, ne yaparsan yap" inanışında olan insanlık düşmanı bir alçak takımdır.

KÜRESEL KRALİYETÇİLERE İSYANLAR BAŞLADI

AKFIRAT- Bu takım, kapitalizmin emperyalist karakter kazandığında ortaya çıkıyor değil mi?

SİNANOĞLU- Kapitalizmi de ortaya çıkaran aynı zihniyettir. Bu yeni dünya düzeni yeni falan değildir. 11 Eylül'den 10 gün önce Avrupa'da bilim adamlarının katıldığı bir toplantıdaydım. Birçok ülkeden insanlar kendi ülkesinde yapılanları anlattı. Mesela Polonya'da son 10 yıldır seçim kanunları, partiler kanunları falan konmuş. Diyorlar ki bizim seçmiş gibi göründüğümüz ama aslında bizim seçmediğimiz birtakım adamlar bu kanunlarla bir yerlere konuyor ve bunlar da hep yeni dünya düzenci takımın kuyruğu oluyorlar. Bunlar hangi partiden olursa olsun hükümete gelir gelmez anayasayı değiştirelim, toprakları yabancı devletlere satalım önerileri getiriyorlar. Tahkimi getiriyorlar, ulusal hukuk yerine evrensel hukuku getirelim diyorlar. Bizim meslektaşlar ülke elden gidiyor diye ağlaşıyorlar. Tarımı, hayvancılığı yok ettiler diyorlar. Biz bunları dinliyoruz ve "Allah Allah biz bunları bir yerden hatırlıyoruz" diyoruz. Bir İngiliz kadın çıktı İngiliz çiftçisinin durumunu anlattı. İngiltere'de çiftçinin canına okumuşlar. Topraklarını birkaç banka gelmiş ellerinden almış. Kadına "200 yıldır Türkiye'de ne melanet olursa biz İngilizleri suçlardık vay canına size mi yapılıyor" dedik. Meğerse onlara da yapılıyormuş. Şu ülke bu ülke, şu hükümet bu hükümet diye düşünmemek lâzım. Çünkü özellikle son yıllarda bütün ülkelerde Küresel Kraliyetçi, onların maşaları, gizli örgüt üyeleri biryerlere konuyor. Bütün olaylar buradan çıkıyor. Dünyanın parasının büyük çoğunluğu, gıdanın yüzde 80'i iki üç bankaya yakın şirkete ait. Küresel Kraliyetçilere ait. Bu Küresel Kraliyetçi alçaklara karşı bütün dünyada isyanlar başlamıştır.

"Şu ülke bu ülke, şu hükümet bu hükümet diye düşünmemek lâzım. Çünkü özellikle son yıllarda bütün ülkelerde Küresel Kraliyetçiler egemen, onların maşaları, gizli örgüt üyeleri biryerlere konuyor. Dünyanın parasının büyük çoğunluğu, gıdanın yüzde 80'i iki üç bankaya yakın şirkete ait. Küresel Kraliyetçilere ait. Bu Küresel Kraliyetçi alçaklara karşı bütün dünyada isyanlar başlamıştır."

GÜÇLERİ GİZLİLİKTEN GELİYORDU

AKFIRAT- Fakat Küresel Kraliyetçilerin hesaplarının artık tutmadığını, büyük amaçlarına ulaşmaktan giderek uzaklaştıklarını da görüyoruz.

SİNANOĞLU- Benim bir kuramım var. Büyük devletlerin asıl gücü gizlilikten gelir. Burada bir çelişki de ortaya çıkıyor. Gizli olabilmesi için az sayıda insanın bunu bilmesi lâzım, fakat bir sürü iş yapman için de birçok insana ihtiyacın var. Kadroyu genişlettikçe gizlilik azalır. O zaman şöyle yaparsın: Önüne gizli bir cemiyet kurarsın, onun önüne biraz daha az gizlisini kurarsın, onun önüne açık görünen ama gayesi gizli bir cemiyet kurarsın. Üsttekiler altakileri bilir fakat alttakiler üstekileri bilmez. Alttakiler robottur. Bütün bu tedbirlere rağmen bu bilgiler yayılmaya başladı. Güç gizlilikten geldiğine göre gizliliğin bitmesi gücün bitmesi demektir. İstediği kadar parası olsun. Çöküşü önleyemez. Dolayısıyla bu alçakların defterlerinin dürülme safhası başlamıştır. Türkiye burada Asya'ya önderlik edecek böylece Avrupalı, Amerikalı köle haline getirilmiş halkları da kurtaracaklardır.

ASYALI OLMAKLA ÖVÜNÜYORUM

AKFIRAT- Siz bundan birkaç yıl önce Avrupa'daki bir toplantıda "ben Asyalıyım" demiştiniz.

SİNANOĞLU- Ben önce Amerika ile Avrupa ile çok haşır neşir oldum. Fakat 1975 yılında Japonya üstün bilimci ödülünü vermişlerdi, Japonya'ya gittim. Kendimi çok rahat hissettim. Kendi kültürümüze çok benziyor. Asıl uygarlığın Asya'da olduğunu gördük. 11 Eylülden kısa bir süre önce Avrupa'da bilim adamlarıyla yapılan toplantıda bir konuşma yaptım: "Şimdi siz diyeceksiniz ki 'biz bunları AB'ye almıyoruz', bana acıyorsunuzdur falan dedim. Ama ben AB falan istemiyorum. Halkımızın çoğu da istemiyor. Yine sizin dediğiniz gibi bizim de başımıza konulan birileri kaç senedir illa AB'ye gireceğiz falan diyor. AB sizin olsun. Ben Asyalıyım ve Asyalı olmakla övünüyorum" dedim. Bizim sömürge aydınlarımıza duyururum ki beni ayakta alkışladılar. Çünki insan tabiatında vardır. Kendine itibarı olana herkes itibar eder. Sen kimliksiz yılışık, olursan kimse seni ciddiye almaz. Kendi kafamızla, kendi gönlümüzle birkaç sene içinde Avrupa'nın bir numaralı devleti oluruz.

"Amerika daima kendi kuklalarını harcar. Kuklacılık biliminin kuramını yapmıştım. Kukla bir müddet sonra "vay ben neymişim" demeye başlar. Böyle deyince, Amerika 3- 5 sene sonra kuklayı temizler, yerine başkasını koyar. Bir ülkeyi mevki için satanlar bilsinler ki önce onlar harcanır."

ASYA KÜLTÜRÜNDE BİREYCİLİK YOK

AKFIRAT- İş Bankası yayınlarındançıkan sizin hayatınızı konu alan "Türk Aynştaynı" kitabınızı hazırlayan Emine Çaykara özel hayatınızla ilgili bilgi almanın çok zor olduğundan şikayet ediyor. Bu da bir Asya kültürü. Siz 26 yaşında profösör olmuşsunuz, dünyanın çeşiti yerlerinde öğrenciler yetiştirmişsiniz. Kamuoyu bunları bilmiyor.

SİNANOĞLU- Ben bunları önce bu halk için yapmışım, sonra insanlık için yapmışım. Halkımızın özgüvenin kazanılmasına katkım olsun diye yaptım. Hiçbir zaman ben profesör olayım, ünüm ortalıkta dolaşsın diye yapmadım. Bu kitabı da halka faydası olacağını umduğumuz meseleleri anlatmak için görev olarak hazırladık. Deneyimlerimizden çıkan sonuçları, onların yolunu açmaya faydası olabilir diye anlatıyoruz. Kendimizi övmek için değil. Benim kendime yakıştırdığım en güzel ünvan garibandır. Bu samimi bir histir. Bu Asya'da vardır. Samimi olarak vardır. Aşık Veysel ne güzel söylemiş: "Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa"

AKFIRAT- Çok teşekkür ederiz.




HABER

Oktay Sinanoğlu yoğun bakımda
11 Nisan 2015

Türk Aynştaynı olarak adlandırılan kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun yoğun bakımda olduğu açıklandı.

Sinanoğlu’nun Facebook hesabından eşi Dilek Sinanoğlu tarafından paylaşılan mesajda şöyle denildi: “Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu bakım evinde taburcu edilmeden bir gün önce beslenme tüpünün içindeki gıdaların akciğerlerine dolması ve zannedersek geç fark edilmesi üzerine komaya girdi. Solunum cihazına bağlı yaşatılıyor. Elini ayağını oynatabiliyor. Bizim söylediklerimizi anladığını ifade ediyorlar. Beyin oksijensiz kaldığı için hasar oluşmuş. Doktorlar 4-5 gün daha cihaza bağlı kalabileceğini söyledi.”




VEFAT-HABER

Oktay Sinanoğlu hayatını kaybetti
20 Nisan 2015

Türkiye'nin Einstein'ı olarak adlandırılan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'ndan üzücü haber geldi. Oktay Sinanoğlu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nun ölüm haberini Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu verdi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, resmi Twitter hesabından, "Prof. Oktay Sinanoğlu'na Allah'tan rahmet diliyorum. Cenazesinin ülkemize nakli için Miami Başkonsolosluğumuz gereken işlemleri takip ediyor" açıklamasını yaptı.

Türkiye'nin Einstein'ı olarak adlandırılan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, geçtiğimiz günlerde ABD'de kaldırıldığı hastanede yoğun bakıma alınmıştı.

Facebook'taki Oktay Sinanoğlu sayfasından yapılan açıklamada ise "Sayın hocamız değerli bilim adamı, ülkemizin gururu onuru, Türkçe savaşçısı, ülkesine milletine aşık Oktay Sinanoğlu gece saat. 03:00 sıralarında vefat etmiştir" denildi.

Eşi Dilek Sinanoğlu daha önce yaptığı açıklamada, ünlü profesörün sağlık durumu için şu bilgiyi vermişti: "Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu bakım evinde son gün taburcu edilmeden bir gün önce beslenme tüpünün içindeki gıdaların akciğerlerine dolması ve zannerdersek geç fark edilmesi üzerine komaya girdi. Solunum cihazına bağlı yaşatılıyor"




HAKKINDA YAZILANLAR

Türk Aynştayn'ı kaybettik
Tayfun Er
Takvim 21 Nisan 2015

Türkiye, Oktay Sinanoğlu adını New York Herald Tribune" gazetesinde 1963'te yayınlanan "Yale Üniversitesi'ndeki Yeni Harika Çocuk" yazısıyla öğrendi. Yazıda, 161 yıl sonra Yale'de ders veren en genç profesör olduğuna dikkat çekiliyordu. Oktay Sinanoğlu'nun babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu diplomat, annesi Rüveyde Hanım da gazeteci ve çevirmendi. Nüzhet Sinanoğlu'nun ağabeyi ve ilk evliliğinden doğan üç çocuğundan ikisi Latince Profesörü Samim ve Yunanca Profesörü Suat, diğeri de diplomat Aydın Sinanoğlu'ydu. Sinan ismi baba dedesinden geliyordu. Babası Haşim Paşa ve Selanikli Osman Hamit'in torunuydu.

ESİN AFŞAR'IN AĞABEYİ

Kavala'da doğup büyüyen, Yunan ve Roma Mitolojisi üzerine kitap da yazan Nüzhet Sinanoğlu'nun Rüveyde Karacabey'den doğan diğer çocuğu Esin Afşar da ünlü bir müzik yorumcusuydu. Kardeşi Esin gibi o da babasının görevi nedeniyle 1935'te İtalya'nın Bari şehrinde doğdu. 4 yaşında Türkiye'ye dönen Sinanoğlu, 6 yaşında babasını kaybetti. Ankara TED Koleji'ni bitirdikten sonra 1953'te burslu olarak Yale Üniversitesi'ne gitti, 1956'da Kimya Mühendisi olarak mezun odu. Bir yıl sonra MIT'den Yüksek Mühendis, 1959'da da Yale'den doktor unvanı aldı. 1962'de de profesör oldu.

DÜNYA ÇAPINDA BİR ZEKA

Teorik Kimya ve Moleküler Biyoloji üzerinde evrensel çapta bir ün kazanan Oktay Sinanoğlu, 1966'da TÜBİTAK ödülünü ve yurt dışından da çok prestijli bilim ödülleri kazandı. ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü'ne katkılarda bulundu. Bir ayağı Türkiye'de olmak üzere iki kürsü sahibi olduğu ABD'de çok sayıda üniversitede ders ve konferans veren Sinanoğlu, hayatı boyunca Türkiye'deki yabancı dille eğitime karşı çıktı. 1994'te Yıldız Üniversitesi'ne atanan Sinanoğlu'nun 8 uluslararası kitabı 300'e yakın bilimsel makalesi yayınlandı. Oğlu Murat'ın annesi Paula Armbruster'le 1963'te evlendi ve 1 yıl sonra da ayrıldı. Armbruster soyadını kullanan oğlundan Karacabey Levni, Elif, Selma ve Murat adlarında torunları vardır. Oktay Sinanoğlu son olarak Dilek Sinanoğlu'yla evliydi.




OKTAY SİNANOĞLU KRONOLOJİSİ

25 ŞUBAT 1935

Babasının başkonsonsolos olarak görevli bulunduğu İtalya’nın Bari kentinde doğdu.

1939

Annesi Rüveyde Hanım (Karacabey), babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu ve kızkardeşi Esin ile Il. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte Türkiy e’ye döndüler.

1941

Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu vefat etti.

1953

Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesi’nde burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bur-suyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti.

1956

ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.

1957

MIT’yi sekiz ayda birincilikle bitirerek Yüksek Kimya Mühendisi oldu.

1959

Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de iki yılda kuramsal kimya doktorasını tamamladı.

1959-1960

ABD’de Atom Enerjisi Merkezi’nde araştırmalar yaptı; araştırmaları uluslararası dergilerde yayınlandı, pek çok üniversiteden teklifler almaya başladı.

1960

Yale Üniversitesi’nde ”yardımcı profesör” olarak çalışmaya başladı.

1961-1962

”Öğecik (atom) ve özdeciklerin (moleküllerin) çok eksicikli (elektronlu) kuramı” ile profesörlüğe adım attı. Temel fizik kanunlarından başlayarak çeşitli maddelerin kimyasal ve fiziksel özelliklerini bulmak için gerekli bu temel kuramla, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırmış oldu. Ve profesörlüğe yükseldi.

1962

Yale Üniversitesi’ndeki profesörlüğünün yanında Harvard Üniversitesi’nde kendisinin bulduğu ”yeni kuantum (nicem) kimyası ve fiziği” üzerine üst düzey dersler verdi. 26 yaşında, son 300 yıldır Batı’da en genç yaşta profesör olan kişi olarak Yale Üniversitesi tarafııidan dünyaya tanıtıldı.
Türkiye’ye geldi ve Haziran ayında Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni (ODTÜ) ziyaret etti.
"Alfred P. Sloan" Ödülü’nü aldı.

TEMMUZ 1963

Yale Üniversitesi’nde resmen "tüm" profesör oldu.

TEMMUZ 1964

ODTÜ’ye danışman profesör oldu. Eğitimin Türkçe yapılması gerektiği üzerine konuşmalara başladı.

1964

Yale Universitesi’nde ikinci kürsüye atandı; bu kürsü dünyada yeni kurulmaya başlanan ”Moleküler Biyoloji” idi. Kalıtımı sağlayan DNA molekülünün yapısının neden çift sarmal olduğunu ve bunu bir arada tutan kuvvetlerin ne olduğu üzerine yaptığı çalışmasıyla (”solvofobik” - ”çözgen iter kuvveti” kuramı) moleküler biyolojinin kurucuları arasına katıldı.
İstanbul’da, 19 Ağustos ile 5 Eylül tarihleri arasında uluslararası bilimsel yaz okulunu düzenledi. Bu yaz okulu ”Nicem Kimyası” üzerineydi; savaş sonrası ve soğuk savaş nedeniyle birbirinden kopuk olan dünyanın dört bir yanındaki bilimcileri böylece bir araya getirdi ve bu alandaki alışverişle bilimsel anlamda yeniliklere adım atılmasını sağladı.
Tamamen ayrı bir saha olan yüksek enerji fiziği üzerine çalışmaları sonucu ”yeni sekiz mezon (maddeyi oluşturan temel taneciklerden sekizi) ve özellikler kuramı”nı buldu.

KASIM 1964

NIH‘ye (Amerikan Ulusal Sağlık Bilimleri Kurumu) danışman oldu.

1964-1965

Ulusal Bilimler Akademisi’nde "Kuramsal Kimya" Üst Komitesi’ nin üyesi oldu.

HAZİRAN 1964

Teksas’da Ulusal Fiziksel Kimya Sempozyumu’nda çağrılı ana konuşmalardan birini yaptı.

TEMMUZ 1964

DNA üzerine Gordon Araştırma Merkezi’nin konferansına konuşmacı olarak katıldı.

EKİM 1964

New York’ta Amerikan Kanser Araştırma Merkezi’nde ”Biyopolimerler üzerinde suyun ve diğer çözgenlerin etkileri’ ‘üzerine konuşma yaptı.

1965

İstanbul, Yeşilyurt’ta Çınar Oteli’nde ikinci uluslararası yaz okulu düzenledi. Bu defa Yüksek Enerji Fiziği üzerıne...

NİSAN 1965

Detroit’teki Amerikan Kimya Derneği’nin sempozyumunda konuşma yaptı.

EYLÜL 1965

İngiltere’de, Faraday Society’nin ”Sıvılardaki intermoleküler güçler” tartışma toplantısına katıldı.

1965-1966

Miami Üniversitesi, Coral Gables, Florida’da hem fizik, hem moleküler biyoloji bölümlerinde ziyaretçi prof. olarak bulunup yoğun bir şekilde yüksek enerji fiziği üzerinde çalışırken, orada ”Kurumsal Bilimler Merkezi”nin kurucularından oldu.

1966

TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alan ilk kişi oldu.

HAZİRAN 1966

Ağustos aylarında Colorado’da, Kaliforniya’da yüksek enerji fiziği üzerine üst düzey konuşmalar yaptı.

ŞUBAT 1967

İsrail’de CERN ve Weizmann Enstitüsü’nün düzenlediği konferansa davet edildi.

MAYIS 1967

Fransa’da Paris’te Uluslararası Moleküler Biyoloji Konferansı’nda davetli konuşmacıydı.

HAZİRAN 1967

Kanada’nın Montreal kentinde Nicem Kimyası Sempozyumu’ nun onur komitesine seçildi.

TEMMUZ 1967

İtalya’da, Frascati’de NATO’nun Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü’nün düzenlediği atom ve moleküllerin etkileriyle ilgili uzmanlara üst düzey seminerler verdi.

AĞUSTOS 1967

Çekoslavakya’da Kutna Hora kentindeki Nicem Kimyası üzerine uluslararası sempozyuma özel konuşmacı olarak katıldı.

ARALIK 1967

New York Bilimler Akademisi’nin moleküler biyolojiyle ilgili konferansına konuşmacı olarak davet edildi.

ARALIK 1967

Yale Üniversitesi’nde çeşitli üniversitelerden kimya alanındaki bilim adamlarının katıldığı üç günlük bir seminer düzenledi.

1967-1970

ABD, Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarları’nda sadece beş bilimcinin seçildiği Teftiş Kurulu Üyesi.

HAZİRAN 1968

ODTÜ’de Kuramsal Kimya Bölümü’nü kurdu.
New York’ta ilk olarak düzenlenen Atom Fiziği Uluslararası Konferansı’na başkonuşmacı olarak katıldı.

NİSAN 1969

Minnesota’da Amerikan Kimya Toplululuğu’nun toplantısına davetli olarak katıldı.
Kanada’nın Ontario Eyaleti’ndeki Waterloo Üniversitesi’nde Kimya ve Uygulamaları Matematik Bölümleri’nde konuşmalar yaptı.
İllinois’te Chicago Üniversitesi’ndeki The James Franck Enstitüsu ne ve Ohio’daki Battelle Memorial Enstitüsü’ne konuşmacı olarak çağrıldı.

1969

İzmir, Urla’da üçüncü yaz okulunu yaptı. Bu bilimsel toplantının adı ”Atom Fiziğinde Yeni Yönler”di ve dünyada atom fiziğinin babası olarak bilinen Edward Condon’a adanmıştı. Sovyet Bilimler Akademisi’nin davetlisi olarak bu ülkede bilimsel konuşmalar yaptı, kuramlarını tüm Sovyetler’den özel olarak toplanan üst düzey bilimcilere anlattı.

1970

Atom Fiziği üzerinde çalıştı; atomların temel yapısı üzerine çok ayrıntılı bir kuram geliştirdi; ”Atom fiziğinde atomların yapısı ve elektronik özellikleri kuramı”nın gökfizik alanındaki uygulamalarıyla güneş ve yıldızlardaki kimyasal öğeler hesaplanabilir oldu. ABD Ulusal Standartlar Kurumu’nun kataloglarındaki yanlış bilgiler düzeltildi.

1970-1973

ABD Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarı’nın başkanlığını yaptı.

EYLÜL 1971

Aralık ayına kadar Paris’te, ancak çok üst düzey matematikçi ve fizikçilerin kabul edildiği ”Institut Des Hauts Etudes Scientifiques”te kimyaya matematiği sokma alanında uzun yıllar sürecek çalışmalarına başladı. Bulduğu yeni matematik temeller, farklı alanlarda bilim dünyasına bü y ük katkı sağladı.

1971

Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne üyelik için seçildi.

1971

ABD, Washington, Savunma Stratejileri Kurulu Üyesi.

OCAK 1972

Florida’da Nicem Kimyası, Nicem Teorisi üzerine uluslararası sempozyuma davetli konuşmacı olarak katıldı.

MAYIS 1972

Boulder’de Kolorado Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’nün kollokyumuna davet edildi.

TEMMUZ 1972

Meksika’da Latin Amerika Fizik Okulu’nda atom ve moleküller üzerine konuşmalar yaptı.

AĞUSTOS 1972

Kanada’nın Vancouver kentinde Teorik Kimya Kanada Uluslararası Sempozyumu’na katıldı.

EKİM 1972

Arizona’da atom fiziğinde yeni keşfedilmiş olan ”ışın-yaprak (beam-foil) tayflaması” sempozyumunda danışma kurulu üyesi.

1973

Boğaziçi Üniversitesi’nde MEB’in teklif ettiği rektörlüğü reddedip danışman profesör olarak çalıştı.

OCAK 1973

Florida’da Gainesville’de E.U. Condon’un onuruna düzenlenen uluslararası atom sempozyumuna davetli olarak katıldı.

MART 1973

İtalya’nın Trieste kentinde Atomlar, Moleküller ve Lazerler üzerine seminerler verdi.

NİSAN 1973

Michigan’da kolokyum yönetti.
İsviçre’nin Burgenstock kentinde Organik Kimyanın Kuramsal Temelleri üzerine konuşma yaptı.

MAYIS 1973

Almanya’nın en yüksek bilim ödülü olan ”Alexander von Humboldt Bilim Ödülü”nü aldı. Bu ödülü alan ilk bilimciydi .

TEMMUZ 1973

Fransa’nın Menton kentinde düzenlenen ilk uluslararası nicem kimyası kongresinde konuşma yaptı.
Yugoslavya’nın Ljubljana kentindeki Nicem ve Bilgisayar Teknolojisi üzerine ko~ıuşmalar yaptı.

AĞUSTOS 1973

NATO’nun Araştırma Merkezi’nin Kanada’nın Quebec eyaletinde düzenlediği toplantıda konuşmacı olarak bulundu.

1973

Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne seçilen ilk ve tek Türk oldu; kendisiyle aynı yıl Soljenitsin ve Fellini de seçilmişti.
Meksika’da teörilerini anlatmak için Kuramsal Fizik Yaz Okulu’na katıldı, bu ülkede üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlığı için çalışmalar yürüttü. Aynı yıl Meksika Hükümeti’nin yüksek bilim ödülü ”Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi. Ertesi yıl bu ödülü kazanan kişi ünlü fizikçi E. Wigner oldu.

1974

Milli Eğitim Şurası’na katıldı ve bilim ve teknoloji eğitiminin Türkçe olması gereği üzerine konuşmalar yaptı.

1975

Asya’yı keşfetti. Japon Hükümeti’nin ”Uluslararası Seçkin Bilim Adamı” ödülünü almak için gittiği bu ülkede altı ay boyunca çeşitli bilimsel konuşmalar yaptı, iki ülke arasında (Türkiye ve Japonya) kültürel ve bilimsel ilişkinin kurulması için çalıştı. Neredeyse tüm Japonya’da ”İpek Yolunun İki Ucu: Türkiye ve Japonya” başlığını taşıyan ve iki ülke arasındaki kültürel ve tarihi benzerlikleri an l atan konuşmalar yaptı. Japon televizyonu NHK ile İpek Yolu projesini başlattı.

1976

Hindistan Hükümeti’nden ”Devlet Misafiri” olarak aldığı davet üzerine bu ülkeye gitti. Bayan Gandi’nin bakanları ve cumhurbaşkanı Fakruttin Bey ile yine iki ülke arasında güçlü bağların oluşması için çalışmalar yaptı.
TC Unıversitelerarası Kurulun verdiği ”Türkiye Cumhuriyeti Profesörü” unvanını aldı.
Balıkesir’de askerliğini yaptı.

1977-1978

İki yıl iü Kimya Fakültesi’nde görev yaptı.
Türkiye’de çeşitli bilimsel araştırmalar yürüttü.
Roma Kulübü’nün İstanbul’da yapılan toplantısına özel davetli konuşmacı olarak katıldı.

1980

1970’lerde Almanya’da başladığı matematik temelleri geliştirmeye ve kimyaya yeni bir bakış açısı getirmeye yönelik çalışmalarının sonucunda ”Kimya’nın temellerini yeni matematik-lere oturma kuramı”nı buldu. Yeni nicem kanununu geliştirerek kimyayı ezber yerine yeni matematik fizik temellerine bağladı.

1982-1988

Yale’de düzenlediği kimyanın matematik temelleri üzerine bir dizi seminere çeşitli ülkelerden bilim adamlarını davet etti. Böylece ”matematiksel kimya” diye yeni bir dalın ortaya çıkmasına, J. Mathematical Chemistry dergisinin ve uluslararası kurultayların örgütlenmesine önayak oldu. İlk kurultayda açılış konuşmasını yaptı. Derginin yayın kurulu üyesiydi.

1984-1986

İsviçre’nin Davos kentindeki EMF’de (Avrupa Yönetim Forumu) katılımcı.

1985

Yaklaşık on yıldır üzerinde çalıştığı ve teorisinin matematiğini 180 teoremden çıkardığı araştırmasını anlatmak üzere dünya turuna çıktı. ABD, Kanada, Batı ve Doğu Almanya, İsviçre, Japonya ve Kore’nin çeşitli üniversite ve kurumlarında konuşmalar yaptı.

1986-1989

Florida Uluslararası Bilim ve Sanat Merkezi kurulması için çalıştı.

1988

Türkiye’ye davet ediler ek Milli Eğitim Şurası’na katıldı.
Amerikan basını, 180 teoremden çıkardığı ve fizik ve kimyaya yeni bir bakış getiren teorisini çocuklara resimli oyunlarla anlattığı için kimyayı herkesin türetebileceğini ispatladığını yazdı.

1990

Annesi Rüveyde Sinanoğlu vefat etti.

1991

TC Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü aldı.

1993

Merkezini Yale Üniversitesi’nden Türkiye’ye taşımaya karar verdi.

1994-1995

Yıldız Teknik Universitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümu nde profesör ve rektör danışmanı.

1995

ILESAM ”Üstün Hizmet Ödülü”nü, GESİAD ”Yılın Bilam Adamı Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği ”Yılın Fikir Adamı” ödülünü aldı.

EYLÜL 1995

Kaş’ta düzenlenen Ulusal Türk Fizik Kurultayı’na onur başkanı ve konuşmacı olarak katıldı.

1996

Türk-Kazak Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi oldu.

1999

Elazığ’da düzenlenen 1. Türk Dünyası Matematik Kurultayı’na katıldı.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çok sayıda öğrenciye kimya, matematik, moleküler biyoloji alanlarında doktora, lisans tezi yaptırdı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Elazığ Fırat Üniversitesi ve İstanbul Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fen Bilimleri’nde konuşmalar yaptı. Malatya’da halka ”Dünyada ve Türkiye’de Eğitim” konuşması yaptı.

EYLÜL 1999

Samsun’da düzenlenen XIII. Ulusal Kimya Kurultayı’nda çağrılı tebliğini sundu.
DPT Yükseköğretim ve İktisadi Gelişme Uzmanlar Kurulu’na katılan yüzü aşkın akademisyen tarafından başkan seçildi.

1999-2000

Miami Üniversitesi Matematik Bölümü’ne ”adjunct profesör” yapıldı.

2.000

Yale Üniversitesi’nde ”Kimyanın yeni temel kuramı ve organik ve anorganik kimyaya uygulamalar” lisans üstü dersler verdi.

ŞUBAT 2.000

Teksas Austin’de ”Uluslararası Molekül Yapıları Kurultayı”nda çağrılı tebliğ sundu.

NİSAN 2000

TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı DPT’nin 40. yıldöııümü ve 8. Beş Yıllık Planın başlatılması münasebetiyle bir konuşma yaptı: ”Bilimsel Araştırmanın İktisadi Gelişmeye Katkısı”

EYLÜL 2000

XIV. Ulusal Kimya Kurultayında Diyarbakır’da çağrılı kimya konuşması yaptı.

2001

Halen ABD Yale Üniversitesi’nde iki kürsü (fiziki-kimya, moleküler biyokimya / biyofizik) profesörü. Kuramsal Fizik Merkezi ’nın üyesi. Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nde profesör.

NİSAN 2001

Çanakkale Üniversitesi’nde iki bilimsel konuşma yaptı.




HABER

Türkiye'nin Einstein'ı Oktay Sinanoğlu son yolculuğuna uğurlandı
Zaman 26 Nisan 2015

Tedavi gördüğü ABD'de vefat eden Türkiye'nin Einstein'ı olarak bilinen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (81) Üsküdar Şakirin Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından son yolculuğuna uğurlandı.

Geçtiğimiz günlerde ABD'de vefat eden Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu için önce Caddebostan Kültür Merkezi'nde tören düzenlendi. Ardından Sinanoğlu'nun, Üsküdar Şakirin Camii'nde öğle vakti cenaze namazı kılındı. Cenaze törenine; Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Sinanoğlu'nun ailesinin yanı sıra dostları ve sevenleri katıldı. Namazın ardından omuzlarda taşınan Sinanoğlu'nun naaşı, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Oktay Sinanoğlu'ndan çok şey öğrendiklerini belirten MHP'li Celal Adan, "Hocamız Türkçe sevdalısı, Türk sevdalısı bir bilim adamıydı. Milletimizin başı sağolsun. Ondan çok şey öğrendik. Çocuklarımız çok şey öğrenecekler. Allah rahmet eylesin." dedi.

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp ise, "Çok üzgünüz. Sinan hocamla dosttuk. Akademik dünyada dosttuk. İkimizde aşağı yukarı benzer çizgileri paylaştık. Yurtdışında çalışmalar yaptık, Türkiye'mizin adını duyurduk. O benden çok öndeydi. Yeterince anlaşılamadığını düşünüyorum. Erken kaybı Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur. Umarım ülkemiz bundan sonra bu gibi beyinlerle, özellikle yurtdışına kaçırdığımız üstün vasıflı beyinlerle daha yakından ilgilenir. Bu durumda ülkemizin üst noktalara yürümesine büyük katkı yapar. Hepimizin başı sağolsun." ifadelerini kullandı.

Sinanoğlu'nun eşi Dilek Sinanoğlu da, "Son anına kadar bilimle uğraştı, çok çalıştı. Sürekli bilimsel çalışmalarını devam etti. İyiydi kendine dikkat ediyordu ama bazı şeyler böyle oldu. Ömrü bu kadarmış. Hakka kavuştu." şeklinde konuştu.





HAKKINDA YAZILANLAR

Devşirilemeyen Türk: Oktay Sinanoğlu
Mahmut Çetin
28 Nisan 2015

1.Sınıfsal olarak Sinanoğlu

Sinanoğlu, Batılılaşma Dönemi’nin standart sınıf ve düşünce gelişimine göre Pozitivizm’den Sosyalizm’e evrilmesi tasarlanan bir kuşağın temsilcisi.

Babası Nüshet Haşim, Atatürk döneminde görevli bir diplomat, annesi Rüveyda Karacabey Akşam gazetesinde köşe yazarı.

Kardeşlerinden biri Latince profesörü Samim Sinanoğlu diğeri ise Yunanca profesörü Suat Sinanoğlu… Suat Sinanoğlu, ‘Türk Hümanizmi’ kitabını yazmış. ‘Türk Hümanizmi’; Atatürk Dönemi değil, İnönü Dönemi kültür politikasının bir sonucu. İnönü Dönemi kültür politikası, Batı Medeniyeti’ni tek evrensel medeniyet kabul eden bir bakış açısını içerir.

Kısacası Sinanoğlu Ailesi tasarlandığı gibi Batıcı bir yönelim içinde olmuş.

Kız kardeşi Esin Afşar da Sol bir çizgide yer alır. Eserleri arasında ‘Nazım Hikmet Şarkıları’ ve ‘Ruhi Su’ya Türkü’ albümleri yer alır. Ömrünün sonuna doğru Afşar da Oktay Sinanoğlu gibi yerli bir içerik arayışına girmişti. Hatta bir ara Namık Kemal Zeybek’in çıkardığı Ayyıldız gazetesinde yazılar yazdı.

2.Büyük dedesi Karaca Bey, Haçlılar’a karşı savaşan Selçuklu komutanı

Tayfun Er’den öğrendiğimize göre Sinanoğlu Ailesi, baba tarafından Selanik’in Türk eşrafından Haşim Paşa ve Selanikli Osman Hamit’in torunu.

Anne tarafları ise Ankara’nın yerleşik ailelerinden Karaca Bey Ailesi’ne mensup. Ankara Hamamönü’ndeki Karacabey Hamamı ve Camii ailenin yaptırdığı eserlerden.

Sinanoğlu’nun anne tarafından büyük dedesi Karaca Bey, Haçlılar’a karşı savaşan komutanlardan biri. Karaca Bey, Osmanlı’yı yıldıran Haçlı Orduları Komutanı Hünyadi Yanoş’u öldüren bir komutandır.

3.Pozitivistler; yetiştirilme biçimlerinden dolayı başka türlü olamayanlar

Süleyman Hayri Bolay, düşünce tarihinde materyalizm’e en büyük desteği Pozitivizm’in yaptığını söyler.

Bürokrasi; Robert Koleji’yle, Galatasaray Lisesi’yle, Tıbbiye ve Mülkiyesi’yle başka türlü olamayacak kadrolarını yoğurur. Ankara’da kurulan TED Koleji de bu minvalde bir okuldur. Oktay Sinanoğlu bu okulda okur. Bu okul vasıtasıyla yurtdışına gönderilir.

Cemil Meriç, Pozitivizm’den Sosyalizm’e zorunlu gidişi görenlerdendir: “Sosyalizm, Tanzimat’la başlayan batılılaşmanın en tabii sonucu değil mi? İmanını kaybeden, tarihten koparılan genç nesiller için son kurtuluştu sosyalizm.”

Erol Güngör de, pozitivist inkılapçılık geleneği içinde yetişenler için, Sosyalizm’den başka açık kapı kalmadığını işaret eder.

Pozitivist inkılapçı nesillerin, Sosyalizm’e yönelmeleri ve bunun sonraki nesillerce kabulü, tabii bir gelişme olmuştur… Çetin Altan bu değişmenin iradi bir tercih değil tarihi bir zorunluluk olduğunu söyler. “Bir ayrıma muhtacız. Ateizm başka şeydir, paganizm başka. Ateizm insanın kendi iradesiyle Tanrıtanımazlığı felsefi olarak benimsemesidir. Biz paganlar ayrı bir vak’ayız. Paganlar başka türlü olmaları mümkün olmadığından, yetiştirilme biçimlerinden Tanrıtanımaz olanlardır. Türkiye’de ateizm yoktur, paganlar vardır.”

Pozitivizm-Sosyalizm bağlantısına ilginç örneklerden biri de, Hava Kuvvetleri Eski Komutanlarından Reşat Mater ve oğlu Tayfun Mater arasındadır. Babası kuvvet komutanıyken Tayfun Mater, Dev-Genç yönetiminde yer alır. Tayfun Mater’in eşi de meşhur Avrupa işbirlikçilerinden Nadire Mater’dir.

4.Sinanoğlu’na karşı olduğum bir yön var!

1990’lı yılların sonlarında Sinanoğlu’nun dönüşüm sürecinde tanışma imkanım oldu. İstanbul’da Türk Ocağı, Tarih ve Düşünce, Yazarları Birliği gibi ortamlarda sohbet etme imkanı buldum.

Sinanoğlu’nun anti-Batıcı söylemine yaşadığımız süreçte karşı oldum. Karşı oluşumun temel nedeni Sinanoğlu’nun doğru tespitlerinin Sağ’da algılanış biçimiydi. Bu algı biçimi beni ürkütmüştü.

Sağ’ın temel sorunlarından biri Batı’yı doğru algılaya-ma-ma sorunu.

Batı’yı doğru algılama için elimizdeki tek araç elbette yabancı dil.

Yabancı Dil’le Eğitim’le Yabancı Dil’e karşı olmanın birbirine karıştırılması Sağ’ın giderek getto’ya itilmesi demek.

Gettocu anlayışın Osmanlı Dönemi’ndeki sonucu Skolastik Tıkanma… Skolastik Tıkanma ile Zorunlu Pozitivizm birbirini besleyen iki çıkmaz yöneliş. (Necip Fazıl’ın devrim yobazı ve ham yobaz tabirlerini hatırlayalım.)

Kadir Cangızbay’ın Dil Devrimi’ni anlatırken Türkiye Günlüğü dergisinde kullandığı Zorunlu Pozitivizm tanımlaması bizim yaşadığımızı birebir ihata ediyor.

Sinanoğlu’nun Batı’dan eve dönerken duyduğu tepki, Sağ’da gettocu anlayışın (ham yobazlığın) kabullenilmesine yol açıyor. Bu minvalde Cemil Meriç’in de yobazlık övgüsünü Bu Ülke’den okuyoruz.

Sağ oluşumlar İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği’nden Sinanoğlu’na dönüşüm sürecinde ödüller verildiğini hatırlayalım.

5.Devşirilmeye isyan eden adam

Oktay Sinanoğlu için ‘Devşirilemeyen Türk’ tabirini ilk kullanan Attila İlhan’dır.

Yukarıda söylediğim gibi Sinanoğlu ve kuşağının Sosyalizm üzerinden Kozmopolitizm ile bütünleşmesi tasarlanmıştı.

Ancak Sinanoğlu’nun Türkiye, ABD ve Japonya’da yaşadığı kişisel tecrübeler daha ‘keskin gözlemler’ yapmasını sağladı.

Sinanoğlu, Batı’da yetişmesine rağmen anti-Batıcı bir eksene oturdu.

Dindarlar, laikler ve milliyetçiler arasında bir aklı selim köprüsü kurmaya çalıştı. 28 Şubat 1997 sürecinden sonra kendince bir inşa faaliyetine girişti.

6.Paralel Yapı’nın şerrinden yeniden ABD’ye sığındı

Cemaat Hareketi’ne genel bakışım olumsuz değil, başta yurtdışı Türk Okulları başta olmak üzere bir çok faaliyetlerinin yanındayım. ‘Hizmet’ sınırları aşılınca sorunlar çıkıyor.

Cemaat Hareketi’nin sınırlarını aşarak Devlet içinde Paralel Yapı faaliyetlerine girmesi ve yerli olan bir çok insanı ‘Ergenekoncu’ olarak nitelemesi Sinanoğlu’nun hayat alanını daralttı.

Sinanoğlu, Paralel Yapı’nın Sağ’ı Devlet’le çatıştırma stratejisine karşı çıktı. Türkiye için kurgulanan Dindarlık-Laiklik çatışmasının Türkiye’yi küresel rekabetin dışında bırakacağına inanıyordu.

Bu süreçte Sinanoğlu’na Sağ’ın kapıları bir bir kapandı. Ak Parti medyası ve kurumları Paralel Yapı’nın oyununa gelerek Sinanoğlu’nu yalnızlaştırdı. MHP’nin Oktay Sinanoğlu’nu içselleştirebilecek bir kültür sanat faaliyeti zaten yok. Giderek yalnızlaşan Sinanoğlu sadece Perinçek’in Aydınlık dergisi sayfalarında yer bulabildi.

Çemberin daraldığını gören Sinanoğlu, ‘Ergenekoncu’ suçlamasından kurtulmak için yeniden ABD’ye Yale Üniversitesi’ne dönmek zorunda kaldı. Bu bir nevi kaçıştı ama başka çaresi yoktu. Burada dursaydı Kuddusi Özkır’a döndürülecekti.

7.Hatime: Batı ile çatışmadan kendimiz kalmak

Batıcı yabancılaşma’nın yol açtığı kimliksizleşme korkusu eve dönen aydınlarımızda yobazlığı da içine alan ölçüsüz bir yerlilik savunmasına yol açıyor.

Cemil Meriç’ten Oktay Sinanoğlu’na bu ölçüsüzlük, bizi daha fazla getto’ya iten bir yaklaşım.

Oysa bizim içe kapanmaya değil Batı’yı doğru anlamaya, dünya ile birlikte yaşamayı içselleştirmeye ihtiyacımız var.

Batı ile çatışarak ne kimliğimizi ne de devletimizi koruma şansımız var.

Batı ile çatışmadan da kendimiz kalmanın yolunu bulmak zorundayız.

Oktay Sinanoğlu’nun belirttiği gibi bugün de Türkiye kendi iç çatışmalarıyla vakit kaybediyor.

Sinanoğlu’nun öngörüleri hala canlılığını koruyor. Çatışarak yeni bir medeniyet tasavvurunu oluşturmak mümkün değil.

Devşirilemeyen Türk Oktay Sinanoğlu, yaşarken bize derdini anlatamadı. Ama inşallah bundan sonra onun kaos’tan nizam’a, şirk’ten tevhid’e yönelişini anlamak nasip olur.

İnanıyorum ki, Haçlı sürülerine karşı direnen büyük dedesi Karaca Bey’in ruhaniyeti onunla birliktedir. Oktay Sinanoğlu ile Sevgili Peygamberimiz’in liva-i hamd sancağının altında bulaşacağız inşallah.

Mekanı cennet olsun.




HAKKINDA YAZILANLAR

Bir garip öldü diyeler
Mehmed Niyazi
Zaman 4 Mayıs 2014

Böyle büyük bir ilim adamına bu yapılanı havsalam almıyor. Devlet ricalimiz, cemiyetimiz bu kadar önemli bir bilim adamının değerini bilse, genç nesillerimiz ona gıpta etmez mi?

İlimde geri kalmamız devletimizin bütün kurumlarını etkilemiş, bu yüce milleti perişan hale getirmiştir. Son yüzyıllarda ülkemizin yetiştirdiği iki-üç önemli ilim adamımızdan biri, belki de en önemlisi Oktay Sinanoğlu’dur. Bir film artistine, bir şarkıcıya, bir politikacıya gösterilen rağbet, ne yazık ki onun ölümünden kıskanılmıştır. Aslında basın ve yayın organlarımız kendilerine yakışanı yapmıştır.

Amerikan tarihinde ender görülecek şekilde 28 yaşında profesör olmuş, elli yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını çözerek adını matematik tarihine yazdırmış, 1973’te Almanya’nın en prestijli ödüllerinden olan ‘Aleksander von Humboldt’ ödülüne layık görülmüştür. Amerika Bilim ve Sanat Akademisi’nin ilk ve tek Türk üyesi olan Oktay Sinanoğlu iki kez kimya dalında Nobel’e aday gösterilmiştir. Siyasi sebeplerden dolayı hak etmesine rağmen Nobel’i alamadı; güzel milletimize bühtan etseydi, şanlı tarihimizi aşağılasaydı, ona Nobel değil, daha kim bilir neler verilirdi…

Almanya’nın ARD televizyonu Oktay Sinanoğlu’yla röportaj yapacağını duyurunca, saatini bekleyip ekran başına geçtim. Oktay Bey anadili gibi İngilizce konuşuyor, spikerin suallerine çatır çatır cevap veriyordu. İş Nobel ödülüne geldiği vakit Oktay Bey; “Bunun cevabını ferasetinize bırakıyorum.” dedi. Bunun üzerine spiker şu soruyu yöneltti: “Siz aşırı milliyetçisiniz, neden bilimsel çalışmalarınızı Amerika’da yapıyorsunuz?” Oktay Bey’in cevabı ibretlikti: “Bütün Avrupalılar milliyetçidir; ama bu soruyu sadece bana soruyorsunuz. Çeşitli sebeplerden dolayı milletimiz fakir düştü; devletimiz bilimsel kaynaklara yeteri kadar kaynak aktaramıyor. Ayrıca ben Amerika’da hangi üniversite ile anlaşma yaparsam, bulduğum sonuçları kendi devletimle paylaşacağıma dair kayıt koyduruyorum.”

Bu röportajdan bir süre sonra Kimya Enstitüsü’ne gitmiştim. Orada iki akademisyenin Oktay Sinanoğlu ile Einstein’ı bilimsel olarak mukayese etmelerine kulak misafiri oldum, kütüphanede kendisinin makalelerinin tercüme edildiğini, ‘Die Gesetze von Sinanoğlu’ (Sinanoğlu Kanunları) adı altında kitap olarak yayınlandığını görünce iftihar ettim.

Sayın Namık Kemal Zeybek kültür bakanı idi, Türk bilim adamlarına ödüller verilmişti. Bu münasebetle Oktay Bey de Türkiye’ye gelmişti; törenden sonra Beyazıd Devlet Kütüphanesi’ne uğradı. Birkaç gün önce bir gazetede kendisinin Budist olduğuna dair yayınlanan bir haberi hatırlatarak neden yalanlamadığını sordum. Kendisini yakından tanıyordum, manevi değerleri dört dörtlüktü. Çantasından bir gazete çıkardı, yolladığı tekzip metnini kuşa çevirmişlerdi, hiçbir şey anlaşılmıyordu. Bizim gazetelerimize göre Müslüman’dan bilim adamı olmazdı; en azından bu fikri milletimize aşılamak istiyorlardı.

Ağır bir bel fıtığı rahatsızlığı sebebiyle evde istirahat ettiğim günlerde, yalnız olduğum için iki-üç günde bir ziyaretime gelirdi. Vatanın, milletin derdiyle dertlendiğini, kahrolduğunu yakından biliyorum. Saatlerce bıkıp usanmadan anlatır, milletin ilimde, sanayide, kültürde bir adım ileriye gidebilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan kendini ileriye atardı.

Almanlar böylelerine ‘Weltfremd’, yani ‘dünya yabancısı’ derler. Böyle bir insanın iyi bir evladı, yeğeni, eşi yoksa işi çok zordur. Çünkü onun kafası bir yerlerle meşguldür, belki de rüya alemindedir, dünyanın dalaverelerine aklı pek ermez.

Oktay Bey bir hazine idi; milletimizin çocuklarının ondan istifade etmeleri gerekirdi. Arkadaşlarının, öğretim üyesi olarak Türkiye’de bir üniversitede görev alması için ısrarları sonucu, müracaat etti. Başvurusu kabul edildi, kendisine çay ocağının yanında bir oda verildi, telefonu da çay odasının telefonu ile paraleldi; çalışırken telefon çalıyor, karşıdaki ses ‘Falanca odaya iki çay!’ diyordu. Türkiye’deki ciddiyetsiz üniversite ve bilim ortamına fazla tahammül edemedi, istifa etti. İlim adamının değerini, ancak ilim adamı bilebilirdi.

Yunus Emre şu dörtlüğü herhalde Oktay Sinanoğlu ve onun gibiler için yazmıştır: “Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar/Soğuk su ile yuvalar/ Şöyle garip bencileyin.”

Üstadım, ne yapalım ki biz senin kıymetini bilemedik; ama ilim tarihindeki yerin ve değerin yüzyıllar geçse de minnetle ve saygıyla anılacak. Ruhun şad olsun…




HAKKINDA YAZILANLAR


Ne diyordu Oktay Sinanoğlu?
Mahmut Çetin
8 Mayıs 2015

Oktay Sinanoğlu, fen bilimlerinde dünyaca ünlü bir bilim adamı. Ama o bilimsel çalışmaları yanında düşünceleriyle de ülkesine katkı sunan bir fikir adamıydı.

Buralıydı, yerliydi, bizdendi.

Sinanoğlu’nun görüşlerini Kemal Çiftçi, Coşkun Yılmaz ve Dilek Uğuz’un söyleşilerinden özetledim.

1.Türkçe, başka dillerde olmayan bir matematik yapıya sahip

Her milletin kendi kültürüne ve geçmişine bağlı bir ekolü var.

Bizim kimyacı, fizikçi başarılı Türk bilim adamları sadece matematik yapıyorlar. Yani kimyanın, fiziğin matematiğini… Bence bu bizim kültürümüzden geliyor. Çünkü Türkçe, başka dillerde olmayan bir matematik yapıya sahip. Türklerin yaptığı matematikte belli bir stil var.

Bakın sanatımızda bile geometri var.

2.Yabancı Dil’le Eğitim ihanettir

Alman Üniversitesi Almanca, Japon Üniversitesi Japonca eğitim yapar.

Dünyada eğitim dilini İngilizce yaparak yabancı dil öğretme yöntemi diye bir yöntem yoktur! Sömürgeler hariç dünyada hiçbir ülkede böyle bir yabancı dil öğrenme yöntemi yoktur!

Dili İngilizce olan üniversite Türk Üniversitesi değildir.

Yabancı Dil anaokuluna inerse iş biter

Yabancı Dil anaokuluna indiği zaman ne Türk, çocuğuyla Türkçe konuşabilecek, ne Kürt, çocuğu ile Kürtçe konuşabilecek.

Fransızlar, Cezayir’de aynısını yaptı, Arapça bitti. Cezayir’de gazeteler bile Fransızca çıkıyor.

İngilizce şiir, bir şeye benzemez

Ben Yabancı Dil öğrenmeyi çok severim. Her gittiğim ülkenin dilini öğrenmeye çalışırım. Öğrendiğim zaman insanlarla çok daha yakın ilişki kurabiliyorum.

Çeşitli dillerin olması insanlık için bir kazanç. Her çeşit dil, her çeşit kültür olacak. Yoksa her taraf hamburgerci, benzin istasyonu olurdu. Bundan insanlık kaybeder. İngilizce şiir, bir şeye benzemez. Araba parçası kılavuzları Amerikanca’da iyi olur.

3.Türkler’in başarısı tasavvuf teşkilatından geliyor

İnsanlar büyük bir gayeyle, imanla, azimle, inançla bir taraflara yöneliyorlar. Büyük işler başarıyorlar. Bunlar olmadığı zaman insanlar kendi dertlerine düşüp birbirlerinin gırtlağına yöneliyorlar. Biz de büyük devletler kuran milletiz.

Devleti de emperyalist duygular için değil, insanlara hizmet etmek için kurmuş bir milletiz.

İngilizler sahte mezhepler, tarikatlar kurar

İngilizler 1700’lerde, ‘Bir avuç Türk bir sürü işler yapıyor, büyük devletler kuruyor. Bunun sırrı nedir?’ Demişler. Ve araştırmaları neticesinde ‘Haa bu Türklerin sırrı tasavvuf teşkilatından geliyor” demişler.

Bu tespiti yaptıktan sonra bu gücü yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Bir defa İslam ülkelerinde sahte mezhepler üretmişler.

Ondan sonra tekkelerin kaldırılmasını çok istemişler. Bundan şüphe yok. Kendi kitapları söylüyor.

Dolayısıyla bu işler karışıktır.

Transtandal meditasyon aslında tasavvufun kopyası

1970’li yıllarda transtandal meditasyon moda oldu... Şimdi bunlara tarikat-tasavvuf desen ‘laiklik elden gidiyor’ diye ayağa kalkarlar. Halbuki bunlar uydurma şeyler.

Tasavvufun aslı astarı bizde varken, tutup da kopyasını Amerika’dan almanın ne manası var.

4.‘İlim ile gönlü’ yeniden birleştireceğiz

Biz dört sene Davos Konferansları’na katıldık. Orda gençliğin çok kötü duruma düştüğü, şehirlerin yaşanmaz hale geldiğinden bahsediyorlar.

Biz ‘bir şeyler söylemek istiyoruz’ dedik. Ben İmamı Gazali’nin eserlerinden ve Mevlana’nın eserlerinden iki hikaye anlattım, bir takım kavramlar söyledim. İnsanların hem dünyevi hem manevi konularda gelişmesi gerektiğini anlattık.

Sadece maddi ilerleme insanları mesut etmeye yetmiyor. Amerika’da görüyoruz. Zengini, fakiri yüzde 90’ı mesut değil ve üstelik bunun sebebini de bilmiyor.

Onlara biraz maneviyattan bahsedince hayretler içinde kalıyorlar.

İmamı Gazali

İmamı Gazali hazretlerinin Kimya-yı Saadet’inin okuduğum zaman, demek ki dedim o zaman biz ruhsal-toplumsal konularda şimdiki Batı’nın 500 sene ilerisindeymişiz.

Oxford ve Cambridge üniversiteleri bizim Karatay Medresesi’ni örnek almıştır.

5.Belli konularda uzmanlaşmalıyız

Türkiye olarak her konuda bir numara olamayız. Buna gücümüz, kaynağımız ve insanımız yetmez. Ama belli konular tespit edilir ve o konularda dünyada bir numara olmaya azmedilirse, bunu başarabiliriz.

ABD, kendini Harp Sanayi’ne göre yönlendirmiştir. Harp Sanayi için lüzumlu olan bütün bilim dallarına öncelik veriyorlar.

Bu kadar bilim adamıyla, mevcut kaynaklarımızla Türkiye dünyada hatırı sayılır bir ülke olabilirdi.

Tabii bu, millet olarak kendimize güven duymamızı gerektirir.

Sanki başkalarını taklit etmek zorundaymışız gibi bir düşünce var.

İşimizi zorlaştıran acente kafalar

Bir ülkeyi doğrudan maddi sömürgeleştirme yapsan, millet uyanır sömürgecileri sepetler. Ama insanların kafasını acente kafa yaptın mı iş daha zor.

Bir ülkeyi ilelebet müstemleke yapmak istiyorsanız eğitimini yabancılaştıracaksınız.

Bunu kırmak için planlama ile sanayi arasında bir irtibat olmalıdır.

TÜBİTAK’ın kuruşu sırasında biz de görev aldık. Başlangıçta çizdiğimiz perspektiften uzaklaşıldığını gördük. Baktık devreye Ford Vakfı girmiş.

6.Batı ancak bizim gibi ülkeleri sömürerek yaşıyor

Türkiye tarihte birçok şey yapmış. Ayrıca genç bir nüfusu var. Batı, ‘Bunlar bir uyanırsa kendi durumumuz yok olur’ diyor. Çünkü onların ülkeleri içerden çökmüş. İstanbul’daki kültürel faaliyeti dünyanın hiçbir yerinde bulamazsın.

Şimdi bir de Türk Dünyası’nın Müslüman dünyasıyla bütünleşmesi var. Onların ülkesi Konya kadar.

Bu ülkeler ancak bizim gibi ülkeleri sömürerek yaşıyor.

Kaynaklar buralarda, pazarlar buralarda.

Bu kaynakları bir kessen, Batı ülkelerinin hepsi perişan olur.

7.Hatime: Bilinçsiz hain insanlara Türkiye’yi bırakamayız!

Türkiye bir takım dönüm noktalarında, buralarda bizim bir katkımızın olması lazım.

Bu atalarımıza borcumuzdur.

Dünyada iddialı, kendini bilen bir Türkiye istenmiyor.

Türkiye’nin azametli bir devlet olmasından korkuyorlar. Üstelik böyle bir potansiyel olduğunu da çok iyi biliyorlar. Bu korkular gayet normal.

Biz de herkesle dost geçineceğiz, gerektiğinde işbirliği yapacağız. Ama haysiyetli olmak zorundayız. Kendi kültürümüzü de bileceğiz, başkalarının kültürünü de bileceğiz.

Burası bizim kendi memleketimiz

1970’lerde Türkiye’nin hayrına çalışmayan bir iki bakana ‘Siz bizi kapıdan kovsanız biz bacadan gireceğiz, bu memleket bizim, siz nereden geldiniz’ diye tavır aldım.

Türkiye’yi uçurumlara götürecek bilinçsiz hatta hain insanlara bırakamayız. Burası bizim kendi memleketimiz.

Biraz da iddia sahibi olabilseydik

Her gelişimde Türkiye’yi daha gelişmiş görüyorum. Gerçekten büyük bir ilerleme var. Bununla iftihar ediyoruz.

Biraz da iddia sahibi olabilseydik meseleleri kolayca çözerdik.