Mustafa Necati Bursalı (1941)-(2009) şair, yazar, hattat
1941 yılında Samsun’un Kavak ilçesinin Alaca köyünde doğdu. Küçük yaşta öksüz kaldı. İlkokulu ve hafızlığını aynı köyde bitirdi. Merzifon ve İstanbul’da Kur’an-ı Kerim hıfzı çalıştı. İstanbul'da ilk dinlediği üstad Abdurrahman Gürses oldu. İmamlıkla beraber yazı hayatı da başladı.
Hat sanatına ilgi duyarak Hamit Aytaç’tan icazet aldı. 1965’te Osman Reis Camii imam hatipliğine tayin edildi. 1988’de emekliye ayrıldı.
Yazı ve şiirleri Yeni Asya ve İslam gazete ve dergilerinde çıktı. 1965 yılından bu yana 50'den fazla eser yazdı.
28 Eylül 2009 tarihinde İstanbul’da Sarıyer Yeniköy'deki evinde vefat etti.
ESERLERİ:
1. Bütün şiirlerini Beni Mevla’ya Bırak adıyla yayınladı. 2. Yakın Tarihin Din Mazlumları 3- Adab-ı Muaşeret / Edeb Ya Hu! 4- Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed Aleyhisselam 5- Allah Aşkını Seçenler 6- Büyük İslâmî Rüya Tabirleri Ansiklopedisi 7- Cennetle Müjdelenen On Sahabe 8- Ehl-i Beyt’in Mübarek Hanımları 9- Güzel Ameller Büyük Sevaplar 10- Hanım Sahabeler 11- Hayâtü’s-Sahâbe 12- Hazreti Ebubekir / En Büyük Sıddıkıyet ve Teslimiyet Örneği 13- Hazreti Osman / Haya ve Edep İncisi 14- Hazreti Ömer/Hak ve Adalet Güneşi 15- Hz. Aişe 17- Hz. Ali/Allah’ın Arslanı ve Evliyalar Sultanı 18- Hz. Amine 19- Hz. Bilal-i Habeşî 20- Hz. Fatımai Zehra Ehli Beyt Cennet Kadınlarının Hanımefendisi ve İnsanlık Hurisi 21- Hz. Hatice 22- Hz. Meryem ve Hz. İsa 23- Hz. Yusuf ve Züleyha 24- Onlar Nasıl Kuldu? 25- Peygamberler Tarihi 26- Saadet Devrinde Mübarek Hanımlar 27- İslam’da Kadın Örtünme ve Evlilik 28- Mezhepler Tarihi
Mustafa Necati Bursalı'yla Söyleşi Bünyamin Yılmaz / Milli Gazete Peygamber aşığı
- Hazreti Peygamber (s.a.v)’e yazdığı şiirlerle bilinen Mustafa Necati Bursalı’nın kaleme aldığı tüm eserler, Kutlu insanın hayatından, insanlığa sunduğu güzelliklerden söz ediyor. Çeşitli dillere de çevrilen bu eserlerin en büyük özelliği güzel insanları anlatması. Bursalı çalışmalarını tüm hastalıklara ve sıkıntılara rağmen sürdürüyor. Pek çok hastalığın üstesinden gelen ve mütevazı şartlarda yeni eserler yazmaya devam eden Mustafa Necati Bursalı ile konuşurken, geçmişle bugün arasında gittik geldik. Evin duvarlarında hat ve ebru ustalarının çalışmaları yer alıyordu. Ama en önemlisi galiba Bursalı’nın kendi çalışmaları olsa gerek. Ustalardan ders alan Bursalı artık eskisi kadar hat çalışması yapamıyor. Yine de elleri boş durmuyor ve yeni yetişen nesillere Hz. Peygamber (s.a.v)’i anlatmaya devam ediyor.
Önce biraz geçmişe gitsek diyorum...
1941 yılında Samsun'da doğdum. Küçük yaşta hafızlığımı tamamlayıp sonraki yıllarda İstanbul'a geldim. Başta Hacı Sami Efendi olmak üzere zamanın büyüklerinden icazet aldım. 1957 yılında ağır bir tüberküloz geçirdim. Herkes umudu kesmişken iki cihan serveri Hz.muhammed'i rüyamda gördüm. Bana, 'Korkma, iyileşeceksin' dedi. Ve 1961 senesine kadar hastaneyle ev arasında mekik dokudum. Sonraki yıllarda hastalığımı bir nebze zayıfladı. Yazı hayatım 1965'de başladı. Yeni Asya ve Yeni Nesil gazetelerinde, Beyan ve Eğitim Bilim dergilerinde uzun yıllar yazdım. Bu arada 60'ın üzerinde kitabım yayınlandı.
60 kitapla topluma ne anlatmak istediniz?
Ben 23 sene dört ay aynı camide imam hatiplik yaptım. Orada da, yazılarımda da, insanlara İslamiyetin güzelliğini, saadetin ancak burada bulunabileceğini anlattım. Gençliğin felaket çukurundan saadet caddesine çıkması için çaba harcadım. İnsanlara günlük hayatımızda bizi bunaltan pek çok şeyin çözümünün peygamber ve ailesini örnek almakta ve İslam’ı yaşamakta olduğunu anlatmaya çalıştım.
Kitaplarınız incelendiğinde Hz. Peygamber ve ailesinin sürekli öne çıktığını görüyoruz...
Ağır veremi atlatmamda O'nun etkisi büyük oldu. Ben ayrıca insanlığın kurtuluşunun bu ailenin yaşadığı hayatı yaşamakta olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın ortaya çıkışından bu yana binbir türlü farklı düzen denediler. Elinizdeki ses kayıt cihazını yapanlar, size bir kullanım kılavuzu verirler. Bunu o şekilde kullanırsanız verim alabilirsiniz. Yoksa farklı düğmelerine basmanız, farklı yollarla çalıştırmak için uğraşmanız boşunadır. Allah da insanlığa bir önder ve kitap gönderdi. Ama insanlık kendi kullanım kılavuzunu yok sayıyor. Günümüzde yaşadığımız tüm çilelerin sebebi bu. Ciltler dolusu, sayfalar dolusu kitaplarımda insanlara bunu anlatmaya çalıştım.
Şiirlerinizde ise genellikle tasavvuf temasına değiniyorsunuz...
Evet, şiirlerimde genellikle tasavvuf konusunu işledim. Şimdiye kadar dört şiir kitabım yayınlandı. Şu anda elimde her biri 300'er sayfalık altı şiir dosyası var. Maddi sebeplerden ötürü basacak yayınevi bulamadım. Onlar da hep bu aşk üzerine yazılmıştır: "Ben ne şah ne de beyim/Bir aciz pervaneyim/Artık kimlere gideyim/Sen var iken ey Nebi!"
Bunca yıl sonra, ve bu kadar kitaptan sonra hayata ve geçmişe nasıl bakıyorsunuz? Bu süre içinde huzuru yakalayabildiniz mi?
Tasavvufta "Evvela el karda gönül yarda olacak." diye bir söz vardır. İş Allah'a teslim olmakta yatıyor. Bunu yapsak sorun kalmayacak. Günümüzde en huzurlu yaşayan insanlara bakın, tasavvuf ehilleridir. Sofra, çiçek, bahçe hazır. İş oraya girmekle sonuçlanabilir. Ülkemizin durumuna geldiğimizde ise birkaç yıl önceye kadar ileriye gidiyorduk. Ama 28 Şubat'la 1940'lara, tek parti dönemine döndük. Ülkemizde bir bereketsizlik var. Nasıl bereket olsun. Fatih Sultan Mehmet Han vasiyetinde Ayasofya için 'Her kim ki bu mescidi korumazsa Allah'ın laneti onun üzerine olsun' demiş. Bizse neredeyse Ayasofya'nın kilise olmasına izin vereceğiz.
* Geride bıraktığınız yaşamı hesaba çektiğiniz zaman ne görüyorsunuz?
İnsanın dünya çemenine gelişi kendi elinde olmadığı gibi, erkek veya kadın olarak vücut bulması da kendi elinde değildir. Yine İstanbul’da veya Medine-i Münevvere’de doğması, Arap olması, Türk olması hep İlâhî kudretin tecellîsidir. Evet, gençlik bir bahar faslı, bir mavi düştür ki göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Her ihtiyar genç olmuştur. Fakat her gencin ihtiyar olması, yani uzun yaşaması mümkün olmaz. Ölüm nice zühre yüzlü güzelleri daha gençlik çağında bu dünyadan almıştır. Onun için gençliğin, boş vaktin, sıhhat ve âfiyetin kıymetini bilmek lâzımdır. Kuş kafeste iken tutup bağla, uçtuktan sonra nedâmet etmek kuşu geri getirmez. İşte bizim de gençliğimiz bir rüya faslı gibi geçip gitti. Şimdi başımıza karlar yağdı. Rabbimin keremine şükür.
* Sizi, bütün zorluklara rağmen ayakta tutan, çok az kişiye nasip olacak şekilde eserler yazmanızı sağlayan güç nedir?
Evet, hicran arkına düşüp çile değirmenlerinde un olduğum günler vardı. Gariplik boynumuzu bükmüştü. Böyle anlarda insan daha çok Rabbine sığınır, Rabbinin rahmet nazarını her lâhza üstünde hisseder, O'na karşı aşk ve muhabbeti arttıkça artar, artık bütün zorluklar hiç gelir. Hayatımızın Kerbelâ günlerinde hep Yüce Yaratıcının dergâhına yüz tuttum ve ümit gecemin sabahını bekledim. Cenâb-ı Hakk bana nice sabahlar lütfetti...
* Eserlerinizde daha ziyade Peygamber aşkı var...
Aşk, evet aşk. Bugün aşkın sadece adı var. Keşke o güzel aşkın safasını sürebilsek. Aşk anlatılmaz ancak yaşamakla bilinir. "Aşk nedir?" diye soranlara Mevla, "Ben ol da bil!" demiştir. Siz gönlünüzde iştiyak ateşleri yakarsanız can mumu Cenab-ı Mustafa'nın aşkı ile tütecektir. Âşık sevgilisinin ismini dilinden düşürmediği gibi, Rasul-i Zişan'ı anmak, salât u selamlarla O'na halini arz etmek kişiye devlet kapısını açacaktır. Başka kapı aramaya ne gerek var!
* Düşünce dünyanızı nasıl kurdunuz? Hangi eserlerden istifade ettiniz? Şu anda da “hâlâ okuyor ve istifade ediyorum” dediğiniz kitaplar hangileridir?
Daha beş altı yaşlarında bir çocukken Kur’ân-ı Kerîm’le hemdem oldum. Çok küçük yaşta Yüce Kitabımızı hıfz etmeyi Allah Teâlâ bana ihsan buyurdu. Demek ki, bütün benliğimi saran kaynak budur. Böyle olunca da ömür nefeslerimiz Kur’ân-ı Kerîm’in ikliminde akıp gitti. İstifade ettiğim ilk eser yine Allah’ın kitabıdır. Zaten âlem dolusu kitap O'nun kudsî nağmeleriyle doludur ve hep O'nun için kaleme alınmıştır.
Yine Rahmet Nebi (Aleyhisselâtu Vesselâm) Efendimiz’in mübârek dudaklarından dökülen hadîs-i şerifleri bizim en şaşmaz rehberimizdir. Hem Kur’ân-ı Kerîm, hem hadîs-i Nebeviler mahşer sabahına kadar insanlara nur ve hidâyet rehberi olmaya devam edecektir. Başka başka kapı ve rehber arayanların murâda erdiği görülmemiştir.
Hayat boyu istifade ettiğim kaynak eserler Allah’ın kitabı ve Resûlünün kelâmıdır. Sonra üstadlarımızın eserleri... Şu anda “Hak Dini Kur’ân Dili” isimli merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır Hocaefendi’nin muhteşem tefsirini yeni baştan okuyorum. İmam Gazâlî Hazretleri’nin İhyâ’sını da daima elimin altında bulunduruyorum. Risale-i Nur’lardan ve bu sahada yazılmış kıymetli eserlerden her zaman faydalanmışımdır. Bir de Cenâb-ı Hakk’ın ikramı olarak Hacı Sâmî Efendi Hazretleri gibi zatların sohbetlerinde bulundum ve onlardan mânevî gıdalar aldım. Böylece gönül geceleri saadet fecrine erişti.
* Sabır ve vefa kelimelerini nasıl tanımlarsınız? Sizin için ne ifade ediyor?
Sabır acı, meyvesi tatlıdır. Ve sabır aydınlığın anahtarıdır. İnsanda sabır olmadıkça hiçbir nimet eline girmez. İbadetler dahi sabır işidir. Bir düşünelim ki, ömür boyu günde beş defa abdest almak, beş defa namaz kılmak, tatlı uykulardan kalkıp seherlerde divan durmak az şey midir? Bir de haramlara karşı sabretmek var. Günah ve haramların seller gibi aktığı bir devirde nefsi dizginlemek erlik ister. Yine felâketlere karşı da sabır kalkandır. İnsan sabretse de etmese de o felâket üzerinden gelip geçer. Sabrederse mükâfatını görür, kolay atlatır. Sabretmezse eline sadece nedâmet geçer. Hastalıklar da sabırla tatlılaşır. Çünkü sabır cennet hazinesidir. Vefâ, sözde durma, vadinden dönmeme, dostluğu devam ettirme mânâlarına gelmektedir. Evvelâ, Yaratanımıza karşı vefâ borcumuz vardır. Yine O’nun Resûlüne vefa ile mükellefiz. Hazret-i Bilâl (Radıyallahu Anh)’in aşkı, Selmân ve Ebû Zer’in vefası âlemde en güzel örneklerdir. Kısaca söyleyecek olursak vefa, dostunu kendi nefsinden daha aziz tutmandır.
* Hastalıkla iç içe bir ömür, size ne öğretti?
Hayatımızın bir başkasının elinde olduğunu. Çok kere “benim gözüm, benim kulağım, benim gönlüm, benim elim” deyip duruyoruz. Hâlbuki gözümüzün nurunu Cenâb-ı Hakk söndürecek olsa, bize kim bir göz bağışlayabilir? İşte hastalıklar insanda olan âfiyet nimetinin daima hatırlanmasını sağlıyor ve kulu Hâlikına daha çok bağlıyor. Hiç bir eksiği olmayan, her nimete mazhar olan kimseler çok defa hüsranın yaylasına çadır kurup mezarlarda geçecek günleri unutuveriyorlar. Hâlbuki insan sabaha çıktığında akşama ereceğini bilemez. Hattâ bir dakika sonra başına ne gelecek, onu bile tahmin edemez. İki Cihanın Saâdet Güneşi Efendimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm), Abdullah b. Ömer’e şöyle dedi: “Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama çıktığın vakit de sabahlayacağını hatırına getirme. Hayatından ölümün ve sıhhatinden hastalığın için –zaman– ayır. Yâ Abdullah! Yarın adının ne olacağını bilemezsin!” Evet, günümüzdeki bütün kavgalar, gürültüler ölümün unutulmasından, hesap gününün hesaba alınmamasından ileri gelmektedir.
Şunu da ifade edeyim ki, hastalıklar ölüm sebebi değildir. Ancak eceli gelenler ölür. Benim başımda ölümümü bekleyen nice sağlam insanlar senelerce önce ebediyete kanat açtı. Hayatı yaratan Allah Teâlâ olduğu gibi, ölümü yaratan da yine O’dur. O halde ne gam!..