1943 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1966).
Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1980'de doçent oldu. 1981 yılında üniversiteden ayrıldı.
İletişim Yayınları’nı kurdu. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu.
Yeni Dergi, Papirüs, Halkın Dostları dergilerinde yazıları çıktı.
Faulkner, James Joyce, Patrick White, Dickens gibi yazarlardan yaptığı çevirilerle tanındı.
Aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’i (ilk sayı: Mart 1975-1980) ve Yeni Gündem dergisini (16.3.1986-9.1.1988, 96 sayı) yönetti.
ESERLERİ:
Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992) ve Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı.
Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (1989) ve Marksist Estetik (1989), Türkiye Dünyanın Neresinde (1992) inceleme kitaplarıdır. Blue Cruise (Mavi Yolculuk, 1991) ve İstanbul Gezi Rehberi (1993)nde gezi yazılarını bir araya getirdi.
AİLE
Demokrat Parti milletveli Burhan Belge'nin oğlu. Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yeğenidir.
HAKKINDA YAZILANLAR
'Darbe oluyor giyin de gidelim' Milliyet 6 Mart 2007
Gazeteci Tûba Çandar'ın, Murat Belge'yle yaptığı nehir söyleşiler bu hafta Doğan Kitap'tan "Bir Hayat" adıyla çıkıyor. Kitapta Belge, 12 Eylül darbesini nasıl öğrendiğini, Edip Cansever'in THKP-C'ye yaptığı mali yardımları, Emin Çölaşan'a benzetilmekten nefret ettiğini anlatıyor
Fatin Rüştü de eleştirdi ama hiç söylemedi Çok gergin günlerden birinde, belki de 28 Nisan olayları yaşanmış artık, babam (Burhan Belge) ve arkadaşları bir adamdan son derece olumsuz bir şekilde bahsediyorlar. "Hayvan" gibisinden ağır lakırdılarla... Meğer Fatin Rüştü'den bahsediyorlarmış. Çünkü Fatin Rüştü o sıralar "Bu böyle gitmez" diye onları eleştirmeye başlamışmış...
İşte onun arkasından verip veriştirirlerdi. Fakat ilginçtir; Fatin Rüştü Yassıada Duruşmaları sırasında böyle bir tavır aldığından hiç bahsetmedi. Ve o da diğerleri gibi asıldı gitti sonunda... Buna mukabil Ethem Menderes ve Şemi Ergin gibileri hatıra defterlerini gösterip "Biz muhaliftik" falan dediler ve hafif cezalarla kurtuldular.
Kontrgerilladaki Çevik Bir olabilir
Bana işkence uygulayanları bu saatten sonra tanımam, ama o zamanlar tanırdım. Çok adam geldi gitti... General Memduh Ünlütürk vardı Kontrgerilla'nın başında. Bir defasında o da geldi odama, yanında üniformalı bir albay, bir de sivil biri, binbaşı...
O bana mekanik bir sesle "Nasılsın?" falan diye sordu. Daha önce de yalnız gelmişti. İyi adam rolünü üstlenen o kişi, Çevik Bir olabilir. Sonradan gördüğüm resimlerine benzettim. Sonradan Kontrgerilla'da dolandığı çok söylenmişti. Bu söylenti işitildiği için "Acaba" diye düşünüyorum, yoksa "Oydu" falan diyemem. Ünlütürk de "Bak sana üniformamla geldim" falan dedi. Ne demek olduğunu hâlâ çözebilmiş değilim.
Sonra da "Babanın yazılarını okurduk, istifade ederdik, beğenirdik" falan dedi. Numara olduğunu da sanmıyorum söylediklerinin...
Edip Cansever'den THKP-C'ye yardım
...Sağlam adamdı Edip (Cansever). Benim siyasete fazla bulaştığımı düşünür, buna karşı çıkardı. Ama sağlam adamdı. 12 Mart oldu. Ben de THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) için çalışmaya başladım. Her şey için olduğu gibi bu iş için de para lazım. Ben de Edip'e gittim ve "Adı lazım değil, bir siyasi direniş örgütlenmesi işinin içindeyim. Para da lazım. Sen bana her ay belli bir miktar verebilir misin?" dedim. Olur dedi ve verdi. Bizim kanunlarımıza göre, böyle bir şey bile ben içeri alınıp da öttüğüm takdirde, onun da örgüt üyeliğinden içeri alınması için yeterliydi. Ayrıca Mina'dan (Urgan) ayda 50 lira alırdım. Rasih Güran'dan, Murat Sarıca'dan da alıyordum...
Midnight Express'teki Hamido gerçekti
...Şerafettin ile birbirimize kelepçeleyip gönderdiler bizi Sağmalcılar'a... O arada korkunç bir gardiyan dolanıyor etrafta. Yaşı da ileri. Hamido diye bir başgardiyan. Bana da bir kükredi... O arada bu Midnight Express'e konu olan velet de yakalanmış esrardan. Sağmalcılar'da yatıyordu. Orada malını da buluyor olmalı ki rüyada geziyor gibiydi. İşte Midnight Express'teki sadist Hamido bu gardiyandı. Yani hayattan alınma bir adamdı filmdeki... Filmdeki, tip olarak, sahicisine hiç benzemiyordu. Ama ilham kaynağı bu. Aftan 2-3 gün sonra salıverilenlerden biri gidip bu Hamido'yu öldürdü. Kim bilir ne çekmiş ki! "Bu film yalan" diye bağırmak kolay da...
Darbeyi bir gün önce öğrendim
12 Eylül'den bir gün önce, sabah karanlığında kapı çaldı. Baktık, gelen bizim Birikim'deki genç arkadaşlardan biri. 'Darbe oluyor, giyin de gidelim' dedi.... Genç subaylardan biri emri getirmiş. Kadıköy bölgesine gelen bir emirdi... "Memlekette vaziyet kötüye gidiyor, ordu müdahale edecek" falan diyor. Dahası da var. "Ya cumartesi ya pazar; ya 12'si sabahı ya 13'ü sabahı müdahale başlayacak; fakat şimdiden bilmem neleri bilmem nereden bilmem nereye getirin... Harekât pazar sabahı başlayacak, ama yeni bir emirle cumartesi sabahına da çekilebilir" diyor...
Adalet Cimcoz, Ferdi Tayfur ve kokain
Bizim emekçi halkımız esrar sever. O zamanlar elit bir zevk değildi bu. Marihuanalar, LSD'ler falan duyulmamıştı daha. Elit olan zevk kokaindi. Beyaz Ruslar getirmiş kokaini İstanbul'a. Novotni filan gibi eğlence yerlerinin karanlık, uzak köşelerinde kokain dolaşırmış. Adalet Cimcoz, kardeşi Ferdi Tayfur falan kullanırlarmış kokain... Esrar ise emekçi halkımızın yemeklerden sonra sarıp yemeği, rakıyı bastırır diye kahve gibi içtiği bir şeydi adeta. Üstelik de esrarı sevdiği gibi sigara niyetine ikram etmeyi de severdi halkımız. Dolayısıyla biz de nasiplendik. Ve bir iki kere de fena halde çarpıldık hatta... Ama ben hazzetmedim bu esrardan...
İnanç ihtiyacı duysam Hıristiyanlığı seçerdim
İncelediğim çeşitli dinler arasında; inanç ihtiyacı duyan bir adam olsam, muhtemelen Hıristiyanlığı seçerdim veya Uzakdoğu dinlerinden birini seçerdim. Ama herhalde en son seçeceğim Müslümanlık olurdu. Yahudilik de istemem; hikâyesi çok güzel, ama o da korkunç bir şey.
Nasılsınız Emin Bey?
Sakalım var ya, mesela sokakta herifin biri gelir yanıma, "Nasılsınız Emin Bey?" deyiverir. Ve Emin Bey (Çölaşan) olduğum için beni iltifatlara boğar! Bunun benim için ne kadar ağır bir hakaret olduğunun farkında bile değildir. Bunlar ha bire gelir başıma... Bu gibi durumlarda, her şey boş galiba duygusuna kapılıyorsun ister istemez...
Aydınlar dilekçesi için Demirel'e gittim
12 Eylül'ün var olan anayasasında tecessüm eden hukukundan mutlu olmadığımızı, bunun yanlış olduğunu, toplumun gelişmesini engellediğini söylüyoruz. Büyük ölçüde anayasayla ilgili bir metin... Tabii uygulamasına ilişkin şeyler de var içinde... Derken imza toplama faaliyeti başladı... Demirel'e gittim imza için... O yıllarda görüşüyorduk biz Demirel ile. Yani bir şey görüşeceğim deyip de, hayır cevabı olmamış hiç. Kalktım gittim bunu da görüşmek için... Ve yan çizdi Demirel. "Hele bir yapın bakalım! Bir yere kadar getirmişsiniz zaten, şimdi bundan sonra olmaz" bilmem ne dedi.
Benim en başından beri söylediğim şey oldu yani: Başından konuşulmazsa bu adamlarla, bunu söyleyecekler, işlerine gelecek; diyecekler ki, "Siz yapmışsınız zaten, şimdi artık devam edin". Ve aynen de öyle oldu. Öbür türlü olsaydı, ne yaparlardı; tabii o konuda garanti verilemez. Gene savsaklayabilirlerdi. Bu Türkiye'de hiç yapılmamış bir şeydir, bu yüzden bilinemez...
6-7 Eylül olayları sanıklığından valiliğe...
Yassıada Duruşmaları sırasında bu 6-7 Eylül Olayları da dava konusu olmuştu. Yargılanan adamlardan biri de Atatürk'ün Selanik'teki evine bombayı atmış olmakla suçlanan adamdı. Adam "Ben İçişleri Bakanlığı tarafından okutulan burslu öğrenciydim ve Yunanistan'da da görevliydim" dediydi. Sanıkken tanık oldu ve bir daha da Yassıada'da görülmedi. Sonradan öğrendiğime göre de daha sonraki yıllarda Emniyet'te bilmem kaçıncı müdür falan, derken vali oldu.
'Bir Hayat' bu hafta kitapçılarda
2000'li yılların en gözde türü arasında yer alan 'nehir söyleşi'lere bir yenisi daha eklendi. Gazeteci Tûba Çandar'ın Murat Belge'yle üç yıl boyunca yaptığı söyleşilerin ardından yazdığı "Bir Hayat" bu hafta kitap vitrinlerindeki yerini alacak. Doğan Kitap'tan çıkacak kitapta Belge'nin doğumundan çocukluğuna, İstanbul'a yerleşmesinden eğitimine, 27 Mayıs'tan, Yassıada duruşmalarına, Marksizmden Hilton Oteli yüzme havuzuna, kaçak meyhanecilik günlerine kadar 60 yıllık yaşamı bütün açıklığıyla göz önüne seriliyor.
Belge'nin hayatıyla ilgili kimi bölümler, büyük gürültü koparacağa benziyor.
HABER
AK Parti burjuvazisi o kadar da ilerici değil Akşam 22 Ağustos 2011
Sosyalizm ve İslam sentezine hayatımda inanmadım
Sivillerin orduyu yenmesini isteyen Prof. Dr. Murat Belge 'Gördüğüm kadarıyla da öyle olacak. Ama sivillerin bu kazanımdan sonra 'Olanları unutalım! Dost olarak yolumuza devam edelim' diyebilmesi de gerekir. Bu da bugün hapiste tutulan pek çok ismin çıkarılmasıyla olur. Ancak o zaman 'Bu iş tamam, oldu' denilebilir' diyor
Terör kaldığı yerden can almaya, yürekleri dağlamaya devam ediyor. Peki diyalogla çözüm ne oldu da yerini silahlara bıraktı? PKK'nın amacı ne? Askerin konumu ne olacak? Yeri doldurulabilecek mi? İşte tüm bu soruları ve terörün gölgesinde kalan diğer sorunları Yazar Murat Belge'yle konuştuk. Belge'nin AKŞAM'a özel çarpıcı açıklamaları şöyle:
CUNTA AŞKI HİÇ BİTMİYOR
l Genelde 'sol-asker' özelde 'sol-darbeler' konusunda söyledikleriniz çok tartışıldı. Solu darbecilikle itham edip özeleştiri yapmaya mı davet ediyorsunuz?
Gerçek bir sosyal demokrat parti kurulamadı. 1960'ların sonu 1971 darbesine kadarki süre solun ortam hazırlaması ile geçti. Sağ-sol çatışması, darbe derken bugünlere geldik. Ama ne zaman AKP iktidar oldu o zaman kafalara bir şeyler dank etmeye başladı. Şimdi orduyu hizaya getirmeye çalışan hükümete savaş ilan ediliyor. AKP'den daha kötü bir düşman yok sanki. O zamanlar cuntayı iktidara getirmeye çalışıyorduk şimdi cuntayı Silivri'den çıkarmaya çalışıyoruz. Yani bu cunta aşkı hiç bitmiyor.
l Şu anda 'sol bir kriz içinde' diyebilir miyiz?
Öyle ama kendilerini öyle görmüyorlar. Gidişatın çok da farkında olduklarını sanmıyorum.
l Türkiye'nin asker-sivil ilişkilerinde normalleşme sürecine gelmediğini söylüyorsunuz. Bu sürece geldiğimizi nasıl anlayacağız?
Siyasi bir bilek güreşi var o daha tamamlanmadı. Ve belki son olarak bazı sembolik jestler var onlar yerine getirilebilir.
l Kimler arasında oynanıyor?
Sivil iktidar, demokratik güçler ve silahlı kuvvetler arasında. Kol bir tarafa yatmak zorunda. Bu bilek güreşinin bitmesinde bir de uluslararası konjonktür faktörü var. Ayrıca Genel Kurmay'ın Savunma Bakanlığı'na bağlanması gibi sembolik jestlerle de perçinlenmesi lazım.
l 'Bağlanması doğrudur' diyorsunuz yani... Evet bağlanması şart! Orduyu dokunulmaz kılan başka bir memleket daha yoktur. Kazananın 'gel oturalım konuşalım' diyebilmesi gerek.
l Bu oyunu kim kazanır sizce?
Sivillerin, orduyu yenmesini istiyorum. Öyle de olacak. Ama sivillerin bu kazanımdan sonra 'bir sürü şey oldu bunları unutalım artık! Dost, olarak devam edelim' diyebilmesi de gerek. Bu da hapiste tutulan pek çok ismin çıkarılmasıyla olur. Ancak o zaman 'bu iş oldu' denilebilir.
l Bir yazınızda diyorsunuz ki 'askerin zaten olmaması gereken bir alandan çekilirken bırakacağı boşluğun nasıl bir yapıyla doldurulacağı önemlidir.' Bu boşluk nasıl doldurulur?
Asker dediğin adam askerlik yapar. Ama askerlikten başka her şeyi yapan askerlerimiz var bizim. Bugün onların yapmaya aday olduğu şeyleri çok daha iyi yapacak kadrolar var artık.
l Kim bunlar? Mesela polisler mi?
Polis polislik yapar; asker askerlik. Ancak askerin yapabileceği işler vardır. Bunun için illa yabancı bir ülkeyle savaşmak gerekmez. Kendi ülkende iç savaş mahiyeti gösteren bir durumda polis bir yere kadar destek verebilir.
l O zaman bugün asker yerine polis kullanılmak istenmesinin sebebi ne olabilir?
Asker 'sivildi, hükümetti' demeden kendi bildiği doğrultuda ilerleyebiliyor. Dolayısıyla da provokasyon denilebilecek çıkışlar yaratabiliyor. Polisi bu bakımdan daha kolay kontrolde tutabilirsin. Ama ben 'asker yerine polis kullanılacak' sözünün bir tepki sonucu söylenildiği kanısındayım. Çünkü askeri tamamen ortadan kaldırmak diye bir şey söz konusu olamaz!
TÜRKLER DEMOKRAT OLACAK YA KÜRTLER?
l Bitemeyen teröre ne diyeceksiniz?
PKK bu eylemleri yaparak mı terör estiriyor yoksa biz yıllardan beri Kürt halkına devlet olarak terör mü uyguladık? Soruyu bu şekilde sorarsak sanırım daha doğru bir başlangıç yapmış oluruz. Ama objektif olmak gerekirse Kandil'in icraatlarına, BDP'nin sözlerine baktığım zaman da bir anlam veremiyorum.
l Nasıl yani?
AKP'yi baş düşman ilan etmişler. Boykot falan anlamlı çıkışlar değil! İmralı ile görüşüldüğü gün Silvan'da bilmem kaç adamı öldürülüyor. Sloganlarına bakıyorum. 'Türkiye'ye demokrasi Kürdistan'a özerklik' diyorlar. Yani Türkler demokrat olacak ama Kürtler ne yaparsa yapsın mı denecek? Tabii bunun çaresi Türk yetkililerin yaptıkları da değil!
l Kürt halkı nasıl hissediyor?
Yarın, öbür gün başlarına bir şey gelse kimsenin onlara el uzatmayacağı inancındalar. İşte tüm bunlar psikolojik soğuma ve kopmayı da beraberinde getiriyor. Zaten o kıvama geldikten sonra ayrılmak fikri de birden bire anlamlı hale gelebilir.
l Eylemsizlik süreci neden bozuldu?
Barışçı bir çözüme yaklaşmıştık. Yaklaşmak tehlikeli çünkü bunu her iki tarafta da istemeyenler var.
l Kimler bunlar?
PKK içinde Öcalan gibi 'bundan sonra anlaşma olur' diyenler olduğu gibi 'anlaşma olmaz' diyenler de var. Anlaşmayı istemeyenler, bilmem kaç senesini dağda geçirmiş olan adamlar. Ekonomisi kurulmuş, kolay değil! 'Bağımsız Kürdistan'ı kuralım. Ben de iyi kötü bir ulaştırma bakanı falan olurum yani bunca sene emek verdik' diyenler mutlaka vardır. Olmazsa şaşmak lazım.
l Anlaşma istemeyenler Öcalan'dan daha baskın olabilir mi?
15-20 kişi kendi aranda karar verirsin Silvan, Hakkari saldırılarını yaparsın. Belki içlerinde 500 kişi Öcalan gibi düşünüyordur ama sen 20 kişi ile işi bu noktaya getirmiş olursun. PKK'nın iç düzenini tam olarak oturtabilmesi gerekir. Ama yapamıyorlar. Onun için Türkiye'ye demokrasi Kürtlere özerklik sözü burada anlam kazanıyor.
l Karayılan meydan okudu. Öcalan'a bir şey olursa lideriniz kalmaz, Türkiye alt-üst olur dedi. Bu mümkün mü?
Bu sadece PKK'da değil politize Kürtler arasında da böyle bir tavır var. Tabii bu tavır barış için yararlı bir tavır değil! Ama hiçbir şey tek başına izole olmuyor. Türk siyasetinde de onların böyle tavır almalarını provoke eden unsurlar var.
l Peki böyle bir dönemde askerin pasifize edilmeye çalışılması doğru mu?
Her yıl sayısız mezun veren askeri okullar var. Kendileri işi gayet iyi bilen parlak subaylar yetiştirdiklerini söylüyorlar. Ama bu subayların aklı fikri darbe yapmakta. Dolayısıyla ben bu subayların zaten iyi subaylık yapacağını sanmıyorum. Onlar niye yok diye hayıflanmak da bu nedenle çok yersiz.
O KADAR DA iLERiCi DEĞiLLER
l AKP'yi muhafazakar burjuva sınıfı olarak nitelendiriyorsunuz. AKP ile demokratikleşmenin sınırları belli diyorsunuz. Bu sınırları nasıl çizersiniz?
Bu ne Anadolu burjuvazisi ne de cumhuriyetin kuruluşu ile yaşıt olan tekelci burjuvazi! Devletin eteğinin altında büyümüş bir burjuvazi hiç değil! Ama karısı başı örtülü, çocuğu dini eğitim alsın istiyor! AK Parti burjuvazisi Türkiye'nin bürokratik vesayet rejimine karşı kendi iradesini siyasete yansıtmak istiyor. Tabi bu vesayet sistemi aslında gayet diri bir sistem olduğu için AKP burjuvazisi ilk başta ilerici, çağdaş bir görüntü sergiliyor. Ama onları bu mücadele içerisinden çıkartıp daha genel olarak bakmaya başladığınızda 'o kadar da ilerici değil bu adamlar' demeye başlıyorsun.
l Peki bu genel bakış nasıl bir AKP resmi çiziyor bizlere?
Bir kere kendi içlerinde ilişkileri nasıl buna bakmak lazım. Mesela sendika falan istemezler. 'Ben onun babasıyım, bana karşı örgüt mü kuracak. Ben ona bayramdan bayrama bahşiş de para da veriyorum' gibi düşüncelerle hareket ederler. Dini ideoloji içinde devlet doğru düzgün bir vergi sistemi geliştirsin istemezler.
'Dinimizde zekat var ben de zekatımı veriyorum daha devlet ne karışıyor' zihniyeti gelişmiştir. AK Parti, demokratik olmayan ileri olmayan biçimler üreten, pek çok şeyde olduğu gibi karşıt ögeleri barındıran bir burjuvazi.
l O zaman bu muhafazakar yapıyı demokratikleşmeye engel mi görüyorsunuz?
Tamamen değil ama engelleyecek özelliklere de sahip tabi. Ama çok fazla şey gördüler. Bu nedenle 'biz galiba bu işi öyle değil de böyle yapmalıyız' gibi bir değişim sürecine girdiler. Her şey değişir.
l Sırrı Süreyya Önder'e göre İslamiyet ve sosyalizm arasında özsel ve tarihsel benzerlikler olması, İslamcılıktan Kürt sorunu için çözüm üretilebileceği inancını doğuruyor. Gerçekten de öyle mi?
Sosyalizm ve İslam sentezine hayatımda inanmadım. Olmaz böyle şeyler. Kürt sorununu İslamiyet'le bağdaştırmak biraz daha mümkün gibi görünüyor ama o da bir yere kadar! Yani ben Kürt sen Türk olarak sıkıştığımız bir noktada ne yapacağız? İslam bize ne diyecek? Sosyalizmi İslam'a dayandırmak ise büsbütün olmayacak bir şeydir.
HİZMETKARINI SEVER GİBİ
l Peki sizce Türk toplumunu en iyi yansıtan düşünce sistemi hangisi?
Muhafazakarlık, milliyetçilik.
l Bu düşünce sistemi içerisinde Kürt sorunu tam olarak nerede duruyor?
Osmanlılardan yani emperyal bir ırktan geliyor bunlar. Dolayısıyla Kürtlerin hafta sonları gelip ellerini öpmesini 'işte sen olmasan ben ne olurdum ağam, berhudar ol başımızdan eksik olma' falan demesini bekliyorlar. Ancak o zaman anlaşma sağlanacak. Yani Kürtleri hizmetkarını sever gibi sevecek.
l Kürt sorununun çözüleceğine inanıyor musunuz?
Bu ancak eğitimle ve uzun vadede olabilir. Ana dillerinde eğitim almalarını da doğru buluyorum. Tabi bu arada Kürtlerin de bir sürü şeyi değiştirmeleri gerekir.
l Mesela?
Kendini ezilen bir etnisite olarak gördüğünde o etnisite ile bağdaştırdığın gelenekler birden bire çok değer kazanır. Geleneklerine daha çok sarılırsın. Diğer yandan Kürt halkının PKK'nın bütün davranışlarını onayladığı kanısında da değilim! Ama öyle bir hiyerarşik ilişki var ki halk boyun eğmek zorunda kalıyor. Bunlar da işte Kürt tarafının önemli eksiklikleri bence. Onların da almaları gereken epey bir mesafe var. Sadece mazlum olmak yetmiyor.
l Peki BDP ile ilgili tam olarak ne düşünüyorsunuz?
Bir Kürt sempatim var, her zaman iyimser bir gözle bakıp yorumlamaya çalışıyorum. Ama bu son zamanlardaki politikalarını ben onaylamıyorum. Kandil'e karşı yeterince mesafeli değiller! Gelin konuşalım dendiği zaman 'ben konuşmaya yetkili değilim' diyorlar. O zaman ne diye parti kurdun?
MURAT BELGE KİMDİR?
Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yeğenidir. 12 Mart döneminde iki yıl cezaevinde kaldı. 1974'te üniversiteye döndü. 1980'de doçent oldu. 1981'de YÖK yasasının çıkmasından sonra üniversiteden ayrıldı. 1983'te Yeni Gündem dergisinin ve İletişim Yayınları'nın genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Prof. Dr. Murat Belge İstanbul Bilgi Üniversitesi 'Karşılaştırmalı Edebiyat' programı başkanı. Bölüm, 'Batı' edebiyat ve medeniyetini resim ve müziğin tarihiyle birlikte dilbilime, düşünce tarihine, semiyoloji ve eleştiri teorilerine de geniş yer vererek aktarmayı amaçlıyor. Son sınıfta modern Türk edebiyatı ve çağdaş dünya edebiyatı da ele alınıyor.