Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Muhsin İlyas Subaşı

gazeteci, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Muhsin İlyas Subaşı
Muhsin İlyas Subaşı    (1942)
eğitimci, gazeteci, şair, yazar

Muhsin İlyas Subaşı, kökleri Ahıska’ya uzanan bir ailenin mensubu olarak, 25 Temmuz 1942 tarihinde Sivas’ın Şarkışla ilçesinde dünyaya gelmiştir. Ev hanımı Gülgez Hanım ve çiftçilikle uğraşan Bayram Subaşı’nın oğludur.

Subaşı, ilköğrenimini 1955 yılında, Şarkışla’nın Yapıaltı (Gümüştepe) İlkokulunda tamamlamıştır. Lise öğrenimini 1964 yılında Kayseri İmam-Hatip Lisesinde; yükseköğrenimini ise 1972 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde yapmıştır. Halen Kayseri’de yaşamakta olan yazar, evli ve üç kız; ayrıca beş torun sahibidir.

Subaşı, henüz on dört yaşındayken yazılarını yayımlamalarını istediği bir gazeteden olumlu yanıt gelmesi üzerine yazın hayatına başlamış ve duraksamaksızın günümüze kadar devam etmiştir. Henüz lise öğrencisi iken “Kayseri Ekspres” gazetesinin yayın müdürlüğü görevini üstlenmiştir. Sekiz ay yayın yapan bu gazetenin kapanmasının ardından Subaşı, yazmada ısrarını sürdürerek Kayseri’deki hemen bütün gazetelerde yazılarını neşretmiştir. Kayseri’de yayımlanan, Devrim, Ülker, Emel, Akın, Hâkimiyet, Yeni Sabah gibi gazetelerin 1955-1965 yılları arasındaki baskılarında Muhsin İlyas Subaşı imzasına rastlamak mümkündür.

Liseden mezun olan Subaşı, 1966 yılında “Hâkimiyet Gazetesi”nin sorumlu yazı işleri müdürlüğüne getirilmiş, iki yıl boyunca burada, ardından beş yıl süreyle de “Yeni Sabah” gazetesinde sigortalı ve belgeli gazeteci olarak görev yapmıştır. 1973 yılına kadar bu görevi icra eden Subaşı, yükseköğrenimini tamamlayınca bir karar vererek öğretmenliği seçmiş ve 1973 yılında Malatya Atatürk Lisesi’ne atanmıştır. 1974 yılında Kayseri’ye tayin olarak, 1977 yılına kadar Kayseri Mimar Sinan Endüstri Meslek Lisesi’nde; ardından emekli olacağı 1995 tarihine kadar da Kayseri Ticaret Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır. 1995–1997 yılları arasında bölgesel yayın yapan Elif TV’nin Genel Müdürlüğü; 1995-2002 yıllarında da İhlas Haber Ajansı (İHA)’nın Bölge Müdürlüğü görevlerini icra eden Subaşı, TYB ve İLESAM üyesidir.

İlk sayısı 1979 yılının Haziran ayında yayımlanan ve 1981 yılının mayıs ayına kadar devam eden, toplam 24 sayıdan meydana gelen “Küçük Dergi”yi çıkarmıştır. Bu dergi Türkiye genelinde büyük ilgi görmüş, kamuoyunda Anadolu’nun sadece yansıması değil, birikimini de Türk Edebiyatına taşıyan önemli bir yayın organı olarak algılanmıştır. Kültür Bakanlığı’nca her ay 730 adedi Türkiye’nin büyük kütüphaneleri için alınmıştır. 

“Uyan” adlı ilk şiiri 1962 yılında İslam dergisinde neşredilen Muhsin İlyas Subaşı’nın ilk şiir kitabı “Vuslat Türküsü” ise 1968 yılında yayımlanmış ve şair, bu şiir kitabıyla adını duyurmuştur. Sonraki yıllarda şiir ile birlikte, deneme, eleştiri ve inceleme yazıları “Hareket”, “Türk Yurdu”, “Hisar”, “Türk Edebiyatı”, “Töre ”, “Milli Kültür”, “Boğaziçi”, “Kültür ve Sanat”, “Yeni Düşünce”, “Küçük Dergi”, “Berceste”, “Gültepe”, “Erciyes”, “Bruciye Edebiyat”, “Yediiklim”, “Ayvakti”, “Şiirvakti”, “Bizim Külliye”, dergilerinde yer almıştır. Siyasal ve aktüel konulardaki yazıları ise 1965 yılından itibaren, Tercüman, Yeni Devir, Millet, Orta Doğu, Hergün, Bizim Anadolu, Babıalide Sabah, ve Türkiye gibi günlük gazetelerde yayımlanmıştır.

Selçuk Yurdagül imzasını da kullanan yazar, 1981 yılında “Sevgi Donanması” adlı şiir kitabıyla Kayseri Sanatçılar Derneği Şiir Armağanına, 1976 ve 1984 yıllarında araştırma dalında Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü basın ödüllerine, yine araştırma dalında Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’nin 1984 ve 1985 yılları basın ödüllerine layık görülmüştür. “Güneşe Uçan Kelebek” isimli eseri 2001 yılında Aydınlar Ocağı’nın yılın romanı ödülüne layık görüldü. Türkiye Yazarlar Birliği, yazarın ‘Aşk Prensesleri de Öldürür’ isimli eserine 2012 yılı roman ödülünü vermiştir. 2013 Yılında da ESKADER tarafından ‘Toprağın Dili’ isimli eserine yılın monografisi, aynı yıl “Yeni Ufuklar Derneği” Türk Kültürüne hizmet ödülü, 2017 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi, kültür ve sanat üstün hizmet ödülü verilmiştir.

Subaşı’nın çok sayıda şiiri Zekai Tunca, İsmail Ötenkaya ve Mustafa Demirci tarafından bestelenmiş, TRT repertuarına alınmıştır. Şiirlerinin birçoğu Katharine Branning tarafından İngilizceye; Dr. Cengiz Ketene tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Sanatçının lise yıllarında (1962) kaleme aldığı “Alparslan” adlı piyesi ise Malazgirt Zaferinin 900. yılı vesilesiyle ülkemizin büyük şehirlerinde sahnelenip oynanmıştır. “Güneşe Uçan Kelebek” isimli romanı Kırgızistan Devlet Üniversitesi’nde örnek Türk romanı olarak öğrencilere okutulmuştur. “Batı’daki Mevlana” isimli eseri Fransızcaya çevrilip, Avrupa Birliği Hoşgörü Projesinde belgesel eser niteliğiyle değerlendirilmiştir. 1991’de “World Academy of Arts and Culture” (Dünya Sanat ve Kültür Akademisi) ile Kültür Bakanlığı’nın birlikte düzenledikleri “Dünya Şairler Kongresi”ne çağrılan az sayıdaki Türk şairlerden biri olarak katılmış, buradaki, Batı’dan Doğu’dan, Arap Dünyası’ndan elliden fazla ülkenin iki yüzü aşkın şairine Türk şiirinin niteliklerini ve Yunus geleneğinden besleniş biçimini anlatmıştır. Bunun dışında 10’un üzerinde uluslararası toplantıya katılıp çeşitli tebliğler sunmuştur. Merkezi Kazakistan’da bulunan “Türk Dünyası Bilimler Akademisi”, Subaşı’nın “Batı Türk’ü Tanıdıkça” isimli eserini Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin lehçelerinde yayımlama kararı almıştır.

Muhsin İlyas Subaşı, şiiri insan hayatının başından sonuna kadar her durağında başvurduğu bir sığınma yeri olarak görmektedir. Bu bakımdan ona göre şair de önemli bir misyonu üstlenmektedir. Bu misyon, toplumun milli duygularına tercüman olabilmesi ve milletin ortak şahsiyetini samimi, kalıcı biçimde aktarabilmesidir. Şair şiiri ile vermek istediği felsefi disiplin ya da dünya görüşünü bütün şiirlerine yayarak vermelidir. Bunu şiirin şekline değil de iç sesine yerleştirebilirse amacına ulaşmış olacaktır. Subaşı, kendi hayat görüşü, inancı ve fikirlerini şiirlerinin iç sesine yerleştirmektedir. Subaşı’nın şiiri, geçmiş ve gelecek arasında köprü vazifesi görmeyi ve geleceği beslemeyi amaçlamaktadır. Yani şiir aynı zamanda toplumda şuuru besleyici bir hizmet görmelidir. Subaşı, şairlerin toplumun hem his hem fikir dünyalarını aydınlatmaları gerektiği kanaatindedir. Bu bakımdan Subaşı şiirinde ne tamamen fikrin soğukluğu ne de tamamen imgenin belirsizliği vardır. Subaşı şiirinde genellikle toplumu, geleneği, kültürü, inancı, milliyeti merkeze alan bir bakış açısı yakalamaya çalışmaktadır. Milliyetçi muhafazakâr yaklaşımla kaleme aldığı şiirleri toplum hayatına ilişkin mesajlar içermektedir. Şiirlerindeki hâkim temalar: aşk, vuslat, ölüm, toplumsal meseleler, aile, anne ve çocuk, savaşlar, gelecek ve tarihi meseleler oluşturmaktadır.

Subaşı, romanlarında da yazarın belli bir misyonu üstlenmesi gerektiği görüşünü savunmaktadır. Roman yazarı olarak gelecek nesillere tarih, kültür, benlik ve din bilinci aşılamanın yollarından biri olarak gördüğü romanını bu alana hizmet ettirir. Romanların olay örgüleri, milletin sağlam kalmasını istediği değerlerini mesaj olarak sunmaktadır.
Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi, Muhsin İlyas Subaşı’nı Türk kültür ve edebiyatı hizmetlerinden dolayı, “Üstün Hizmet Ödülü”ne layık gördü. Ödülü Devlet Tiyatrosunda düzenlenen bir törenle kendisine takdim edildi.

Eserleri içinde sayı ve nitelikçe önemli bir yeri haiz olan inceleme ve biyografi eserlerinde Subaşı, gençlik ve gelecek için vermek istediği mesajını ve önemli bir araştırma mesaisinin sonucunda elde ettiği verimi kurgu ya da imgenin arkasına saklamaksızın direkt vermektedir. Yılların birikimini paylaştığı denemelerinde sohbet havasında okuyucusuna fikirlerini sunmaktadır.

Muhsin İlyas Subaşı, 60 yılı bulan kültür ve edebiyat hayatı boyunca aldığı 12 bin dolayındaki kitaplarını Kayseri Melikgazi Belediyesi’ne bağışladı. Belediye Meclis Kararıyla, “Melikgazi Belediyesi Muhsin İlyas Subaşı Kütüphanesi” adıyla bir kütüphaneyi halkın hizmetine verdi.

ESERLERİ: 
Oyun: 
Alpaslan (1962) 

Şiir Kitapları: 
Vuslat Türküsü (1968), Aydınlığın Gözleri (1979), Bu Yüreğin Ülkesinde (1981), Sevgi Donanması (1982), Deryadil (1985), Sevdakâr (1988), Bir Sır Gibi (1991), Aşkistan (2005), Gül Seferi (2013); ( Tohum (2019); Bütün Şiirlerim (2021) 

Romanları: 
Ahtapot (1995), Ben Onurumu Çiğnetmem (2003), Güneşe Uçan Kelebek (2005), Aşkta Yanan Dede (2010), Aşk Prensesleri de Öldürür (2011), Ateşi Gül Eylemek (2015). Aşkımı Taşla Yazdım (2017);Beşinci Halife Ömer Bin Abdülaziz (2019); Anadolu Selçuklu Sultanları (2021) 

Deneme Eserleri: 
Şiirden Şuura (2004), Şehirnâme (2011), Roman Üzerine Notlar (2017). Şehirden Kültüre (2021) 

İnceleme Eserleri: 
Kayseri’nin Manevi Mimarları (1995), Dünden Bugüne Kayseri (2003), Bu Şehrin Hikâyesi (2003), Batı’daki Mevlânâ (2007), Batı İslam’ı Tanıdıkça (2008), Batı Türk’ü Tanıdıkça (2008). 

Biyografi Çalışmaları: 
Taşla Konuşan Deha Mimar Sinan (2004), Ağırnaslı Sinan (2005), İki Mevlevi (2005), Toprağın Dili Âşık Veysel (2013), Gül Devrini Arayan Adam (2016), Oğuzun Altın Sesi (2017) 

Konuşmalar: 
Aydınlığa Çağrı (2017), İnandığım Gibi (2017) 

Seyahatname: 
Gezi Notları (2017) 

Tanıtım: 40. Yılında Kayseri OSB (2017); Geleceğim Okuduğum Okuldadır (2017). 


HAKKINDA YAZILANLAR

Yazar’ın hayatı, sanatı ve bütün eserleri bir doktora çalışmasına konu olmuş ve bu tez çalışması “Ortak Değerlerimizin Dili Muhsin İlyas Subaşı” adıyla yayınlanmıştır. 

Sait Özer; “Edebiyatımızın Çınarlarından Muhsin İlyas Subaşı”, adıyla bir biyografi eseri yayınladı. Ayrıca Katharine Branning, İngilizce ve Türkçe olarak yayımlanan “Ay Sultan” isimli eserini “Her nefesi şiir kokan Üstat Muhsin İlyas Subaşı’na” ifadesiyle kendisine ithaf etmiştir.


KAYNAKÇA:
Prof. Dr. Erdoğan Erbay; Muhsin İlyas Subaşı Şiirde Sorumluluk, Küçük Dergi, Sayı 34.Ekim-2018
Prof. Dr. Âlim Yıldız; Muhsin İlyas Subaşı Sanatı Bir Tohum Gibi Görmüştür. Küçük Dergi, Sayı 35 Kasım 2018
Prof. Dr. Nevzat Özkan; Muhsin İlyas Subaşı ve Kayseri, Vefa İle Donanmak Şiir Vakti Yayınları Kayseri-2019, s.29
Prof. Dr. Celal Kırca; Bir Kuş Gibi İki Kanatlı Olmak, Vefa İle Donanmak Şiir Vakti Yayınları Kayseri-2019, s.39
Prof. Dr. Beyhan Asma; Sayın Subaşı’nın Şiiri Bize Derin Tefekkürü Hatırlatır, Küçük Dergi, Sayı 36 Aralık 2018
Doç. Dr. Esra Kürüm; Muhsin İlyas Subaşı, Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.59.
Yard. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan; Muhsin İlyas Subaşı Başağın Bereketini Taşır, Küçük Dergi, Sayı 36 Aralık 2018
Doç. Dr. Hasan Yavuzer, Sayın Subaşı’nın Adını Bilmemek Bana pahalıya Patladı, Küçük Dergi, Sayı 36 Aralık 2018
Mahmut Bıyıklı; Muhsin İlyas Subaşı Türkiye’dir. Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.81
Selim Tunçbilek; Medeniyetimin Sözcüsü Muhsin İlyas Subaşı, Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.85.
Ahmet Sıvacı; Muhsin İlyas Subaşı’nın Mukaddes Rüyası, Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.91
Mustafa Özçelik; Muhsin Bir Kalem, Muhabbetli Bir Yürek Muhsin İlyas Subaşı Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.101
Yaşar Duran; Çok Geç Tanıdığım Bir Dost İnsan, Vefa İle Donanmak, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri-2019 s.105.
Katharine Branning; Bir İdeal Edebiyat Adamı Muhsin İlyas Subaşı, Küçük Dergi, Sayı 28. Nisan 2018
“Muhsin İlyas SUBAŞI Kimdir?”, Berceste, Sanat ve Edebiyat Hayatının 50. Yılında Muhsin İlyas Subaşı (özel sayı), Sayı: 124, (Ekim, 2012).
Abdullah SATOĞLU, Kayseri Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.
Ahmet KABAKLI, Türk Edebiyatı, Cilt: 4, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları., İstanbul 2002.
Muhsin İlyas Subaşı, Edebiyat Ansiklopedisi, Cilt 7. Dergâh Yayınları
Prof. Dr. Âlim YILDIZ, Sivaslı Şairler Antolojisi: Sivaslılar Vakfı, İstanbul 2003.
Arslan TEKİN Edebiyatımızda İsimler ve Terimler, Ötüken Yayınları İstanbul 1995
Edebiyat Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, İstanbul 1991.
Dr.Esra KÜRÜM, Ortak Değerlerimizin Dili Muhsin İlyas Subaşı- Hayatı, Edebi Şahsiyeti ve Eserleri, Şiir Vakti Yayınları, Kayseri 2014.
H. Fethi GÖZLER, Hece Vezni, İnkılap ve Aka kitabevi Yayınları, İstanbul 1980.
H. Fethi GÖZLER, Yunustan Bugüne Türk Şiiri, İnkılap ve Aka Kitabevi 3. Baskı İstanbul 1981.
Hasan Ali KASIR, Şiir Defteri-1997, Mevla Şiirleri-1997, Ölüm Şiirleri-1998, Peygamber Şiirleri-1998, Çocuk Şiirleri-2000, Denge Yayınları, İstanbul.
İbrahim ASLANOĞLU, Sivas Meşhurları, Sivas Kültür Müdürlüğü Yayınları, Sivas 2006
İhsan IŞIK, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara 2001.
İhsan IŞIK, Yazarlar Sözlüğü, Risale Yayınları İstanbul 1990
İhsan IŞIK, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, İstanbul 2007.
Mehmet ÇETİN, Türk Şiiri Antolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara 2002
Muhsin İlyas SUBAŞI, “Edebiyatta 50 Yıllık Yalnız Yolculuğum”, Berceste, Sanat ve Edebiyat Hayatının 50. Yılında Muhsin İlyas Subaşı (özel sayı), Sayı: 124, (Ekim, 2012), s. 3.
Mustafa MİYASOĞLU, “Muhsin İlyas Subaşı’nın Romanları”, Berceste, Ocak 2005.
Ali Veral, Şiir Defterimde Muhsin İlyas Subaşı, İnandığım Gibi, Şiir Vakti Yayınları Kayseri 2017
Orhan ARDIÇLI, Şairler ve Yazarlar, Damla Yayınları, İstanbul 1997.
Böyle Gördüler, Muhsin İlyas Subaşı, Şiir Vakti Yayınları Kayseri 2017
İnandığım Gibi, Muhsin İlyas Subaşı, Şiir Vakti Yayınları Kayseri 2017
Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, YKY, İstanbul 2003.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt: 8, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998.
Yurt Ansiklopedisi, C. 9, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1982. 
Sait Özer, Edebiyatımızın Çınarlarından Muhsin İlyas Subaşı, Kayseri-2021
Doç. Dr. Esra KÜRÜM



ENGLISH BIOGRAPHY

Biography of Muhsin Ilyas Subaşı 
Poet, writer, historian, journalist, and educator


This prolific Turkish writer was born on July 25, 1942 in the village of Şarkışla in the Sivas province of Turkey. 

He started his primary education in the village of Talıaltın, and completed it in the Şarkışla Elementary School (1956). He then graduated from the Kayseri Imam Hatip High School (1966) and the Kayseri Advanced Institute of Islam (1972). 
Subaşı started his professional life as a journalist from 1966-1973, and then as a teacher in Malatya and Kayseri (1973-1995). 

From 1995 onwards, he has devoted himself entirely to research and writing for his journalistic career. He was the Kayseri representative of the Anatolian Agency and the Turkish News Agency, and was the Chief of the Editorial Department at the Hakimiyet and Yeni Sabah newspapers (1966-1973). It was in these newspapers that Subaşı started his literary career by organizing their art pages.

His first published poem appeared in Islam Magazine in 1962. He became well-known after the publication of his first volume of poety, Vuslat Türküsü (Reunion Folksong). From 1965 on, his poems, essays, critiques and research writing have regularly appeared in publications such at Hareke (1965-1975), Türk Yurdu (1965-70), Hisar (1975-1980), Töre (1975-1980), Küçük Dergi (where he served as the Director from 1979-81 in Kayseri), Türk Edebiyatı (1980-2000) and Erciyes and Somuncu Baba Magazines. His articles on politics and current events have been published in the Yeni Devir, Türkiye andZaman newspapers.

He won the Kayseri Artists Association Poetry Award in 1981 and the Kayseri Journalists Association Press Award for excellence in the field of research in 1984 and 1985.

He has also received the Press Award of the General Directorate of Press and Broadcasting, and in 2013 was honored with the ESKADER Literary Prize. 
Many of his poems have been set to music, and translated into English, German and Arabic.
He also writes under the pen name of Selçuk Yurdagül.

Subaşı currently resides in the Central Anatolian city of Kayseri, where he devotes his time to research and writing and to his beloved family (wife Saadet Hanimefendi, 3 daughters and 5 grandchildren).




ŞİİRLERİNDEN BİR ÖRNEK

SEN ZÜLEYHA MISIN

Sen Züleyhâ mısın bu gece;
Yapıştın gözuçlarıma Yusuf diye?
Halbuki gönül kuyuma gömülüyüm,
Yakubum olsan da çıkmam oradan,
Ben, nice Züleyhâ'nın gülüyüm...

Sen Züleyhâ mısın bu gece?
Rüyâlarıma ses ve ışık kattın.
Halbuki zindandaydı hülyâlarım,
Kervanlardan kiralamıştım onu,
Hasretinle gözlerimi kanattın...

Sen Züleyhâ mısın bu gece?
Kuyudan, kervandan, zindandan geçtim,
Kaç göz bıçak kesildi,
Kaç yürek ateş oldu?
Yırtılan gömleğimi getirdin ortaya,
Kanım Yakubuma gömleğim sana kaldı..

Sen Züleyhâ olarak kal her gece,
Ben Yusuf'tan da ötedeyim şimdi.
Bir başka sevdâya türkü söylerim,
Kaç Yusuf güzelliğinden geçtim bilsen,
Kendi Züleyhâma giderim…




GÖRÜŞ

‘YEDİ GÜZEL ADAM’ MI, ‘YEDİ ÖZEL ADAM’ MI?
Muhsin İlyas Subaşı
13 Ocak 2019

Bir dönem, Cahit Zarifoğlu; ‘Yedi Güzel Adam’ diye bir kavram ortaya attı. Kimdi bunlar? Çoğunluğu Mavera dergisini çıkaran ekiptendi. Bu dergi, 1980’li yıllarda neşredildi ve kendi yayın döneminde güzel bir hareketti.

Buradaki kadro, bir İslami diriliş hareketine öncülük eden isimler olarak takdim edildi. Bunlar, dergi kadrosundan Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Alaettin Özdenören, Rasim Özdenören ve Mehmet Akif İnan’dı. Bu listenin dışından da, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’le bir kadro harekatı algısı oluşturulmaya çalışıldı.

Benim şahsen bu kadroyla bir meselem olmadı, ancak anlayamadığım bir şey var; Bu ülkenin sağda ve İslami düşüncede temayüz etmiş isimleri bunlardan mı ibarettir? Siyasi elitler, neden bu isimlerin dışındakileri görmek ya da göstermek istemezler? Bugün bakıyoruz, ülkenin birçok vilayetinde bu isimleri ön plana çıkaran adlandırmalar yapılıyor. Yapsınlar, iyi de bu ortam bu dostlarımızın çabasıyla mı oluştu? Bugün aramızdan ayrılmış olan Nurettin Topcu’yu, fırsat buldukça Sayın Cumhurbaşkanı’nın Nat’ını okuduğu Arif Nihat Asya’yı, Osman Yüksel Serdengeçti’yi, Mehmet Kaplan’ı, Tarık Buğra’yı, Osman Turan’ı, Erol Güngör’ü, Ahmet Kabaklı'yı, Mustafa Miyasoğlu'nu, Bahattin ve Abdurrahim Karakoç kardeşleri, hatta bir önceki nesilden, Ömer Seyfettin’i, Yahya Kemal’i,Ziya Gökalp’ı, Nihat Sami Banarlı’yı, Ali Nihat Tarlan’ı, Ahmet Hamdı Tanpınar’ı Peyami Safa’yı, Nihal Atsız’ı,Faruk Nafiz Çamlıbel’i, Ziya Osman Saba’yı ve daha birçok ismi görmezlikten gelmek haksızlık değil midir? Bu insanların,tek parti bürokrasisinin zülmüne, yokluklara, sürgünlere, çilelere katlanmaları olmasaydı, bugünkü itibar köşküne oturtulan insanlar için bu ortam oluşur muydu? Tarlayı bu nesiller sürdü, hasadını şimdi yedi özel adama toplatıyorlar! Haksızlık bu! Vefasızlık bu! Hatta geçmişine saygısızlık bu!

Sayın Cumhurbaşkanı, son bir yıl içerisinde değişik zamanlardaki üç ayrı toplantıda, üzerine basa basa; “Kültür ve sanatta bekleneni gerçekleştiremedik”, dedi.

Niye gerçekleştiremediler? Çünkü galiba bilinçli bir şekilde dar bir kompartıman içinde kaldılar. İktidarları adına iş yapanların böyle bir klik odasına hapsettikleri tercihleri, kadroyu genişletip toplumun kabul alanına giremedi.

İnanmış bir Cumhurbaşkanı’ndan böyle bir itiraf yeter mi? Değil elbette! Yedi insan için filmler yapıp, adlarını kurumlara vermek kadar, diğerlerinin de hukukunu koruyamazsak, kültür ve edebiyattaki başarısızlığımız yakamıza bir vebal kelepçesi gibi takılı kalacaktır!



HABER
MUHSİN İLYAS SUBAŞI’NIN
60. HİZMET YOLCULUĞUNA VEFA MADALYASI TAKILDI!

Edebiyatçı hizmetini ‘beni tanısınlar, kabullenip eserlerimi okusunlar’ diye yapmaz, yapmamalıdır da. Siz eserinizi ortaya koylarsınız, sizin eserlerinizden beslenen insanlar çevrenizde bir okur halkası oluşturur. İşte bunlar sizin takipçilerinizdir ve gerçek anlamıyla da sizi hayata bağlayan insanlardır. 1918 Üstün Hizmet Ödülüne bizi layık gördü. Arkasından Kül-tür Bakanlığı’nın talimatıyla, İl Kültür Müdürlüğü ve Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi, bizim için bir “vefa” programına karar verdi. Bu program, 7 Nisan 2018’de Kültür Müdürlüğü Salonunda icra edildi. Burada, gelip çalışmalarımı anlatan dostlarımın fedakârlığı hiçbir şeyle ölçülemez. Benim gerçek anlamıyla madalyam, bu gönül dostlarımın o salonda bir araya gelmiş olmalarıydı. Güzel bir program oldu, beni yüreklendirici önemli tespitlerde bulunuldu.

Bu toplantının dışa yansıyan yüzünü de burada sizlerle paylaşmayı arzu etti. İşte konuşulanlar ve arkasından yazılanlar:

“Sn. Subaşı’na Vefamız İçin Bugün Buradayız”
İl Kültür ve Turizm Müdür İsmet Taymuş, çok özel bir gecede bir araya gelindiğini belirterek “Vefa gerçekten bir toplumun en önemli değerli yargılarından bir tanesidir. Toplu-mu mutlu eden ve güçlendiren temel öğelerden birisidir. Bu şehrin zirve şahsiyetlerine, bu şehrin manevi dehalarına bizler de vefamızı göstermek üzere Muhsin İlyas Subaşı Ağabeyimi-ze hep beraber vefa gecesi düzenledik. Bu şehre odaklanmış, öyküleri romanlaştıran, şiirleriyle, inceleme, araştırma eserleriyle Muhsin İlyas Subaşı’na teşekkür ediyoruz. Bizim gerçekten bu vefa gecesi düzenlememiz bu zirve şahsiyete az bile. Borçlarımızı bir tek vefa gecesi ile ödeyemeyiz. Vefa gönülde olan bir şeydir. Vefayı gönülden taşıyan vefalı dostlar da bura-da. Şehre hizmet edenlere vefa geceleri düzenliyoruz. Muhsin İlyas Subaşı, burada itiraf edeyim, böyle bir anma programının da ötesinde önemli iltifatlara layıktır.” ifadelerini kullandı.

“Medeniyetimizi Sözcüsü Muhsin İlyas Subaşı!'”
TYB Kayseri Şube Başkanı Selim Tunçbilek Muhsin İlyas Subaşı’nı tanıdığımda on beş yaşında bir çocuktum. Ülkü Ocaklarında rahmetli Erdoğan Tanrıöver’in yanında Doğuş dergisinin ufak tefek işlerini yapıyor, böylece edebiyata ve yazıya olan tutkumu dindirmeye çalışıyordum. Küçük Dergi, benim edebiyat açlığımı gideren bir başka dergi oldu. Küçük Dergi’nin çıkacağı günleri sabırsızlıkla beklerdim. Derginin bırakıldığı kitapevlerine günde üç kez uğradığımı bilirim. O zamanlar Emirgan parkının arkasında Kolej caddesinde otururduk. Evimiz şehre yürüme mesafesindeydi. Yalnızca dergiyi aldığım günler otobüsle eve dönerdim. Durakta otobüs gelene kadar dergiyi okuma zevkimi ve heyecanımı tarif edemem. Sonra otobüste en arka köşede şiirlerin içime doldurduğu yaşama sevincini görmeliydiniz. Emirgan parkının arka sokağındaki evimizin iki yüz metrelik mesafeyi yürümek benim için dayanılması zor, hayatımın en uzun işkencelerden biriydi. Bazen bu işkenceye daha fazla tahammül edemez, dergiyi yolda okuyarak gelirdim. Babam ve annem evimizin balkonundaysa beni görüp halime gülerlerdi. En çokta bakkal Ziya amca! Bazen mahallemizden muzip arkadaşlarım önüme iki büklüm engel olarak çıkarlardı. Hiçbirinin üzerinden düştüğümü hatırlamıyorum.
“Sanatı Bir Tohum Gibi Gördü”
İslam’ın anlaşılmasında en önemli rolü oynayanların şairler olduğunu ifade eden Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alim Yıldız, şöyle konuştu, “ Şiiri yazmak kadar okumak da sanattır. Herhangi yerde okunan bir şiirin daha okurken Muhsin Abiye ait olduğunu bilirler. Necip Fazıl’ı, Akif’i bildiğimiz gibi. Sanki kendisini arayan bir gazelhandır Muhsin İlyas Subaşı. Bir secdelik dünyalık coğrafyaya değişmem sözü önemlidir. Şair için sanatçı için bu söz çok önemlidir. Bu topraklara sadece vefa görmedi, bu toprakları ileriye de taşıyandır Muhsin İlyas Subaşı. Allah kalemine güç kuvvet versin. Nice eserler nasip eylesin. Muhsin abi sanatı bir tohum gibi görmüştür. Tohum çatlayıp filiz verecek filiz fidan olacak, fidan büyüyüp ağaç olacak. İyi ki varsın vefalı dost.”

“Ruh İle Yazılan
Şiirin Adıdır Subaşı”
Muhsin İlyas Subaşı’nı bir doktora tezi olması için çalışma yaptırdığını belirten Erzurum Atatürk Üniversite-si Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Erbay, şöyle konuştu; ”Muhsin İlyas Subaşı gibi sanatkârlar olmasaydı akademisyenler herhâlde ekmek yiyemeyeceklerdi. Kendim sanatkârların, yazarların, şairlerin yazdıkları ile geçiniyorum. Her hâlükârda müteşekkirim. Subaşı şiirleri ile alakalı bir hayli yazılar kaleme aldım. Muhsin İlyas Subaşı gibi yazarlar aslında milleti ve devleti için konuşan insanlardır. Eğer söz bir ahit ise Muhsin İlyas Subaşı’nın şiirleri de ahittir tabi ki bana göre. Ahit yerine getirmek manasını taşır. Subaşı’da yazdıkları yazılar ve şiirleri ile ahitlik yapmış yani yerine getirmiştir. Düşünen şiir eğer bize hayal kurduruyorsa, bunu şiir kabul etmişiz demektir. Yaşanıp da yazılan şiirleri hayatımıza yansıtamadık maalesef. Ruh ile yazılan şiirin adıdır Muhsin İlyas Subaşı.“

“Ahtapot Romanı 100 Temel Eser Arasında Olmalı”
Dr. Esra Kürüm, Vefa gecesinde yaptığı konuşmasında Muhsin İlyas Subaşı’na yazdığı kitabı hakkında bilgi verdi. Kürüm şunları kaydetti; “Kendimi karanlık bir zamanda gördüğüm anda karşıma Muhsin İlyas Subaşı çıktı. Bir romanını okudum, önünde kilitli kapılar yoktu. Hiç tanımadığım birisinin eserlerini konuşmak için telefonla aradım. Beni telefonda o kadar büyük bir kabul ile karşıladı ki evet ben bu işi ‘Muhsin İlyas Subaşı hocamla yapabilirim’ dedim. Subaşı kendini gizleyen bir yazar değildi. Ben kitaplarını okurken kendimi okur gibi okudum. Muhsin İlyas Subaşı’yı okurken memleketin toprağında gezer gibi oldum. Dinlerken kendisini annemin ayaklarına başımı koymuş gibiydim. Tastamam bizleri anlatan şiirleri var. Subaşı benim babam gibi biriydi aslında. Subaşı çalışırken hiç yabancılık çekmedim. Düğüm çözmek zorunda değildim. Yaptığım iş çok kolay oldu. Subaşı’nın şiirleri düşünen şiir, okunan romanları misyon romanlarıdır. Muhsin İlyas’sın ilk temel 100 roman arasına Ahtapot romanının mutlaka girmesi gerekir. Özgün bir kurgusu olması, bu manada temel eserler arasında yer almasına yetecek kapasitededir. Üstelik bütün ülke gençliğinin istifade edeceği mesajlarla dolu bir romandır. Böyle bir eseri ilgili bakanlıkların dikkate almasını arzu ediyorum.”

“Her İşin Bir Siyasası Bir de Piyasası Vardır!”
Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevzat Özkan ise; “ Benim dahi haberimin olmadığı 40 yakın eseri yazan edebiyatın kalemlerinden elbette adı Muhsin İlyas Subaşıdır. 60 yıla sığdırılan 40 eser olağan üstü bir emek demektir. Çok küçük yaşlarda hayata gazetecilik ile başlıyor. Gazete ve dergilerde yayımlanmış yüzlerce yazısı olan birisi olduğunu biliyorum. Yazma yeteneği her ne kadar gazeteciliği ile alakalıysa da kendisinin dünya görüşü ve hayata bakışı ve öğretmenliği ile de ilgilidir. Sayın Subaşı’nın; “Her işin bir siyasası bir de piyasası vardır”, sözü benim her zaman hatırımda kalmıştır. Kendisi yazarlığın hem siyasasını hem piyasasını yakından izledi. Bunca esere imza atmış bir edebiyat adamını kutlamak için düşünülen bu programı organize edenleri kutluyorum. Biz edebiyat hocalarının en büyük malzemesi fiilen edebiyatı icra eden bu tür isimlerdir. Onların olumlu katkılarını bizlere yeni nesle aktarırken hem seçici hem de özendirici olmak durumundayız. 35 yılı aşkın bir süredir çalışmalarını yakın-dan takip ettiğim Subaşı ağabeyime daha nice verimli eserler diliyorum. Üretimini reklama dönüştürmeyerek kendini pazarlamayan bir yapıda olduğu için bugün burada anılmaktadır.“ diye konuştu.

Bir Kuş Gibi İki
Kanatlı Olmak!

İlahiyat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Celal Kırca’da konuşmasında, Subaşı’nı nasıl tanıdığını ve ondan beklentilerini anlattı:

“Muhsin İlyas’ı, herkes edebiyatçı kimliği ile tanır. Oysa onun bir de ilahiyatçı kimliği vardır. Muhsin İlyas’ı günümüzün edebiyatçılarından ayıran en belirgin özelliği de onun bu kimliğinde saklıdır. O çift kanatlı kuş misali, hem ilahiyatçı olan bir edebiyatçı; hem de edebiyatçı olan bir ilahiyatçıdır. Onun edebiyatçılığı, ilahiyatçı olma kimliğinden soyutlayarak ne anlaşılabilir ne de tanımlanabilir. Zira onu, Muhsin İlyas yapan da edebi kimliğinden ziyade edebi kişiliğidir. Onun fıtri yetileri, edebi kimliğinin oluşumunu; tahsil hayatı ise ilahiyatçı kişiliğinin oluşumunu sağlayan iki önemli faktördür.

Muhsin İlyas, görünürde edebiyatçı kimliği bulunsa da, kişilik olarak daima ilahiyatçı kalmaya özen göstermiştir. Nite-kim o, bir taraftan bir edebiyatçı olarak şiir, roman ve makale yazarken diğer taraftan bir ilahiyatçı olarak da cami yaptırmak-la meşgul olmuştur. Onu sadece edebiyatçı kimliği ile tanıyanların, cami işleriyle meşgul olduğunu duyduklarında şaşkınlıkla karışık hayret içinde kaldıklarına şahit olmuşumdur. Bunlara göre edebiyatçı, şiiri ile, romanı ile uğraşan; yazılarında dine ve camiye fazla yer vermeyen veya senaryo gereği yer veren kişidir. Bir edebiyatçı nasıl olur da cami ile cemaatle meşgul olabilir? Şaşkınlıkları ve hayretleri bu yüzdendi.


Muhsin İlyas Subaşı’nı eserlerinden tanıdığım diğer edebiyatçılardan ayıran en belirgin özelliği de, onun bu yönü, yani ilahiyatçı kimliğinden beslenen idealizmidir. Ben onu edebiyatçı kimliği olan bir ilahiyatçı ve idealist bir insan olarak tanıdım. Zira her idealist insan gibi Muhsin İlyas da; dava adamıdır, anlaşılmak ister; inanır, inancından ve fikirlerinden güç alır; düşünceden ve tefekkürden beslenir; tenhada yaşamayı tercih eder. Sadece kendi davalarının bir neferidir; hesabi değil hasbidir; gelecek nesillere eserlerini miras bırakmak ve eserleriyle yaşamak ister. 

Eserlerinde, “Sanat, toplum içindir”, anlayışı hakimdir. Bu nedenle inanç ve düşünce dünyasına ait olan ne varsa, onu şiir ve romanlarına yansıttığı görülür. Bir başka ifade ile onun eserlerini besleyen ana kaynak, sahip olduğu dini değerlerdir. Fakat o, bu dini değerleri, doğrudan anlatma yerine, çayın içindeki şeker gibi okuyucusuna yansıtılır. Onu görmezsiniz ama okurken hissedersiniz, tadını alırsınız.

‘Bir Avuç Buğdayın Nesli Sonsuza Kadar Sürer”
Muhsin İlyas Subaşı ile yollarının Kayseri’de kesiştiğini söyleyen Dr. Ahmet Tevfik Ozan “Ankara Hacettepe’de okurken öğrencilerin dernek başkanlığını yapardım. Gözaltına alındım. Tutuklandım. Ellerimde kelepçe ile Kayseri’ye indim. Kayseri’yi hiç görmemiştim. Döndüm baktım Erciyes’i gördüm. Haşmetli yapısı vardı. Zirvesinde de kar vardı. ‘Bir buzlu beyaz güvercin’ diye Erciyes’e bir şiir yazdım. Subaşı, sadece şiir yazmamış Mimar Sinan’ı yazdıkları yazıyla resmetmiş. Ben hayatım boyunca buğday yetiştiren insanlar ile buğday alıp satanları sevdim. Çünkü buğday yetiştiren insanlar çuval çuval un satan insanlar gibi değiller... 10 ton un alırsınız bu biter. Fakat bir avuç buğday alırsınız o sonsuza kadar devam eder. Hal böyle olunca hayatın kıymeti anlaşılıyor. Hayata hizmet eden Muhsin İlyas Subaşı dâhil, hepimiz burada toplandık. Bu salonun görünmez misafiri var, nedir o? Hayattır. Hayat medeniyetlerin beşiğidir. Muhsin İlyas Subaşı hiçbir karşılık beklemeden hayata hizmet eden, imana hizmet eden birisidir. Yükselen nesillere karış karış çok şeyler vermiş. Subaşı ile, Elif TV’de program yapmıştık. Bu programlardan eser çıkarmış. Yüreğine sağlık”, şeklinde konuştu.

Muhsin İlyas Subaşı Diyalogdan Yanadır!
O yıllar siyasal kamplaşmaların çok keskin yaşandığı yıllardı. Muhsin Abi, Nazım Hikmet ve Peyami Safa kavgasını dindirmek isteyen cesur kültür adamlarımızdandı. Bu düşüncelerini daha Sonra şiire de döktü. “Artık Dost Kalacaklar” adıyla 1980 öncesinde yazdığı şiiri Küçük Dergi’de yayınlanmıştı.

Şiir yayınlandıktan sonra böyle bir yaklaşımı benimsemeyen bazı kesim tarafından eleştiriler yapılmıştı. Ayrıca bu şiir, diyalogdan yana olan Muhsin İlyas Subaşı’nın olaylara ve insanlara bakışındaki tavrını belirleyen en önemli unsurlardan birisiydi.

Ülkenin derdi ve kaygısı Muhsin İlyas Subaşı’nın en temel derdi ve kaygısı olmuştur. O yıllarda bizler çocuk heyecanı ile ülke kurtarma derdindeyken sakinlik ve dinginlik düşüncesinin önemine vurgu yapan birini Küçük Dergi’de tanıdım. Dikkat ve itidal kavramını ilk zamanlar onun vasıtasıyla tanıdım. Kesif çatışmaların yaşandığı bir dönemde iç barıştan söz etmek ve değerler üzerinden kavgaya girişmenin yanlışlığına işaret etmek cesurca bir hareketti. Muhsin İlyas Subaşı bu özelliği ilk sergileyen cesur kalemlerden biridir.

Sonra 12 Eylül 1980 ihtilalini yaşadık. Ardından milliyetçe muhafazakâr kesimin Anadolu’daki sesi olan “Kültür Sanat” dergisi Mahmut Çağlıgöncü kardeşimizin sahipliğinde çıkmaya başladı. Bu derginin yine en önemli kalemlerinden biri rahmetli Muin Feyzioğlu, Muhsin İlyas Subaşı ile Bekir Oğuzbaşaran oldu. İlk şiirlerim bu dergide bu isimlerin onayıyla yayınlandı. Muin Abi beni dergi toplantılarına davet etti. Sonra ev oturmalarına katılmaya başladık.

“Çok Geç Tanıdığım Muhsin İlyas Subaşı”

Söze, Subaşı ile tanışmasıyla başladı Yaşar Duran ve şunları anlattı:

Ben Muhsin İlyas Subaşı üstadı bundan altı ay önce tanıdım. Bir gün Prof. Dr. Celal Kırca “Seni Muhsin İlyas Subaşı Beyle tanıştırmak istiyorum”, dedi. Ben; “şahsen tanımıyorum, fakat yazar olduğunu biliyorum”, karşılığını verdim. Bir gün buluştuk, birlikte Üstadın bağ evine gittik ve bizi tanıştırdı.

Peki, tanıştım da ne oldu? Benim üstadı anlatmaya ne bilgim ne de kelime hazinem yetmez. Onu kendi gibi bir Üstadın ağzından, yani Yusuf Has Hacib’in ağzından anlatmak istiyorum. Bir gün Ay-Toldı, Hacibe gelir ve kendini tanıtır. Ayrılıp gittikten sonra:

“Hangi şey nadirse o şey azizdir, insan aziz olan bir şeye sahip olmak için çok zahmet çeker de yine elde edemez.

Hükümdar için böyle kişiler gereklidir; hükümdara gereken, memleket için de gereklidir.”

Üstatla tanıştıktan sonra zaman zaman bir araya geliyoruz. Benim kendi çapımda bir çalışmam var. Çalışmalarımdan kendisine bahsederim. Her zaman büyük bir sabırla dinler. Bana fikirlerini söyler. Bir konuyu bana anlatırken, sakin sakin kelimeleri yerli yerinde kullanarak anlatır. Bilgisinin ve kendi-sinin farkında olduğu için kendisini ispatlama ve beğendirme kaygısı taşımaz. Ağırbaşlı ve vakur duruşu seni mıknatıs gibi kendine çeker. Yılmadan, bıkmadan, usanmadan uzun uzun izah eder. Okumamı istediği kitapları önerir. Benim için bunları bir defa iki defa yapsa, “ ne var bun da? Her insan dostu için bu gibi yardımlarda bulunur”, dersiniz. Üstat bunu ara sıra değil, sürekli yapıyor. Yani benim için bir kaygı taşıyor. Çabama şahit oluyor, eksiğimi görüyor ve Tamamlamam için önerilerde bulunuyor.

“Dedem Muhsin İlyas Subaşı”
Muhsin İlyas Subaşı’nı, ailesi adına torunu Merve Kor anlattı:
“Saygıdeğer Büyüklerim, Hepiniz Hoş geldiğiniz.

Bu yıl Sevgili Dedemin 60. Sanat yılı ve 76 yaşı, benim ise dedem gibi bir değerle geçirdiğim için kıvanç duyduğum 19. yaşım.

Bugün yapacağım konuşmada ise Muhsin İlyas Subaşı’nı size ‘Dede’ sıfatıyla anlatmak istiyorum:

“Gözlem”; bundan yıllar önce dedemin bana ilk öğrettiği şeydi. Bunu tabii ki hiçbir zaman karşısına alıp anlatmadı. Gözlemde aslında benim dedemi gözleyerek öğrendiğim bir şeydi.

İnsanlarla ilgili yaptığı yorumların, bizlere verdiği öğütlerin hepsi derin bir duygusal gözlem gerektiriyordu. Bunu küçük yaşlarda fark etmiştim:

“Güzellik”, biraz daha büyüyünce dedemin bana ikinci şeydi. Karşısındaki kim olursa olsun, güzel kalplere, güzel değerlere, güzel düşüncelere çok büyük bir saygı duyuyordu. Güzel ve iyiye sevgisi kuşkusuzdu şüphesiz. Ama saygı duymasına çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Ve şimdilerde fark ediyorum ki, dedemin, güzele, iyiye ve estetiğe tutkun olan ruhunu körükleyen gözlem yeteneği. Ortaya onun hayranlık duyduğum özgün sanat imajını yaratmış. Bana çok şey öğretmesinin yanında, büyük bir sevgi ile bana zaman zaman anne, zaman zaman baba olan dedemin bizlere zaman ayıramadığı ona üzüldüğümüz, hatta sinirlendiğimiz zamanlarda, onun kendini sanata ve edebiyata adadığını fark ediyorum ve onula gurur duyuyorum. Seni çok seviyorum dedeciğim, birlikte nice sanat dolu yıllara.”




İDEAL BİR EDEBİYAT ADAMI 
KATHARİNE BRANNİNG
Yedi İklim 27. Cilt 296. Sayı, Kasım 2014, Sayfa 81

Türkiye’de bir idealist edebiyat adamını tanıtırken evvela iki farklılık arasında sıkışmış durumda bulunan duygularımdan söz etmek isteyeceğim. Çünkü edebiyatçı hep yaşadığı ortamın ortak dilini kullanır. Ait olduğu sosyal yapının içinde farklılığı, onu ait olduğu toplumun değerlerinden uzaklaştırmaz. Bu bakımdan bu iki sosyal şema önemlidir. Bunlardan birincisi şudur:
Ben Mısır’a, Fas’a, Tunus’a, Afganistan’a, Pakistan’a bakıyorum, oradaki fakirliğin dışarıda İslam’dan kaynaklandığı yolunda bir algı var. Bu defa, Türkiye’ye bakıyorum, çalışkan bir millet, zengin bir ülke, kalkınmış, medeniyeti yakalamış ve Müslüman bir devlet. Demek ki, gerilik İslam’da değil. İnsanların İslam’ı anlamalarında ve yorumlamalarındadır. Türkiye’ye ilk defa 1978’de gelmiştim. Konya’yı, Kayseri’yi, Sivas’ı o yıllarda görmüştüm, küçük şehirlerdi ve doğru dürüst kaldırımları bile yoktu. Şimdi bakınız 2012’de, bu şehirler modern bir kimlik kazanmış ve çok da gelişmişler. Bu şehrin insanı o yıllarda da Müslüman’dı, bugün de Müslüman. Bunları düşündüğünüz zaman anlıyorsunuz ki, geriliği getiren din değil, İslam değil. İnsanların dini algılama ve yaşama biçimidir. Türk insanı zeki ve çalışkan olduğu için başardı bunu diye düşünüyorum. Çünkü o günkü dindarlığı bugün gerilemiş olsaydı, o zaman diyebilirdiniz ki; ‘bunlar İslam’dan uzaklaştıkları için medeniyete yaklaştılar.’ Hâlbuki öyle bir şey yok. İnsanlar o zaman da dindardı, bugün de dindarlar. Hatta bugün biraz daha dini meselelerde hassasiyetleri artmış durumdalar. Sonra benim ilgi alanım Selçuklu medeniyetidir, Selçukluların muhteşem başarılarının altında da bugünkü Türk insanının atalarından gelen zekâ ve çalışkanlığını görüyorum, dindarlığı görüyorum. Türkler, Selçukludan aldıkları merak duygusu, gelişme azmi ve yücelme idealini devam ettirdikleri sürece yarınlarda daha ilerilere gideceklerdir, bunda hiç kuşkum yoktur!

İkinci anlayamadığım husus da şu oldu: Türkiye’ye 35 yıldan buyana sürekli geliyorum. Çok insanla tanışım. Büyük dostluklarım oldu. Her tarafta farklı insanlarla karşılaştım. Türkiye gibi büyük bir ülkenin değişik insanları da olacak elbette. Çünkü coğrafya geniş, deniz, göl, dağ insan hayatında etkili oluyor. Bu da değişimi getiriyor. Ben İstanbul’da beyefendileri ve birçok Anadolu vilayetinde, ülkenin doğusundan batısına kadar birçok bölgesinde birbirine benzemeyen eğilimleri olan insanları gördüm. Adam alkol alıyor, ama ‘Müslüman’ım’ diyor, adam oruç tutmuyor o da ‘Müslüman’ım’ diyor, kadınların bir kısmı çok dekolte giyiniyor, açık kıyafetlerle geziyor, soruyorum onlar da Müslüman olduğunu söylüyor. Ben bunların hangisinin İslam’ı temsil ettiği konusunda çoğu zaman tereddütler yaşadım. Yani farklılıkları var, ama ortak özellikleri hepsi Müslüman. Ancak bunlar İslam’ın neresindedir onu bilemiyorum? Ben Amerikalıyım, Amerika’da beyazından zencisine, Hıristiyan’ından Müslüman’ına, Yahudi’sinden Budist’ine kadar birbirine uymayan inançta ve karakterde insan var. Bunlar bana şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü bu insanların etnik ve dini yapısında zaten ayrılıkları var, ama Türkiye öyle değil. Davranış farklılıklarına rağmen, tek özellikleri, ‘Ben Türk’üm ve Müslüman’ım’ demeleridir. Neden bu davranış farklılıkları ortaya çıkıyor bunu çözmekte zorlanıyorum. Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede ben bunların hangisine göre davranış tayin edeceğim, diye düşünüyorum. Kapalı bir bayanın yanında ben açık kalıyorum, açık bir bayanın yanında kendimi kapalı hissediyorum bu çelişkiyi anlamak çok zor! Ege sahillerinde daha çok batılı tipte insanları, doğuda köylü anlayışında olanları gördüm. 

Bu iki makas arasında ulaştığım önemli sonuç şu oldu: Anadolu insanı değerler bakımında Türkiye’nin bozulmamış saf bir görünümünü yansıtıyor. İşte bu coğrafyada tanıdığım bunca insanlar arasında, beni evine evinin bir ferdi gibi kabul eden ve on yıla yakın bir zamandır her yıl gelip birkaç gün kaldığım aile dostum, arkadaşım Muhsin İlyas Subaşı var.

Subaşı, Türkiye’de tanıdığım farklı isimlerden birisi oldu. Önce iyi bir edebiyatçı, iyi bir aile reisi, iyi bir Müslüman kimliği var. Çok çalışkan ve çok üretken bir yazar. İnsanlara mutasavvıf büyükleri gibi bakıyor ve kimseyi inançlarından dolayı yargılamıyor. Ben Türkiye’de gerçek anlamıyla Türk ve Müslüman tipini onda gördüğüm için evine kabul edilip edilemeyeceğimi sordum, memnuniyetle kabul etti. Eşi ve çocuklarıyla güzel bir aile ortamı var. Herkese hoşgörü ile bakıyorlar, herkese yardımcı oluyorlar. Muhsin İlyas Bey, iyi bir inanmış adam; oruç tutuyor, namaz kılıyor ama kendisi gibi olmayanları dışlamıyor. Normal bir insan, ama onun için İslam önemli. Bizim hayatımızda din zenginliktir. Muhsin İlyas Bey, Müslüman olarak kendi inancına ne kadar sahip çıkıyor ise, ben de bir Hıristiyan olarak kendi inancımla bu evde kabul görüyorum, bu güzel bir şeydir. Ben inancıyla hayatını bütünleştiren Muhsin İlyas Bey gibi insanların Türkiye’de gerçek Müslümanlığı temsil ettiğini düşünüyorum. Bu bakımdan başka yerlerde gördüğüm farklılıkların İslam’dan değil insanların kendi eğilimlerinden doğduğunu anladım. Çünkü yardımseverlik, hoşgörü, çalışkanlıkla İslam’ın insan davranışlarına nasıl yansıdığını burada gördüm. Benim için esas İslam bu işte.

Burada itiraf edeyim, son on yılımda Muhsin İlyas Subaşı’yı tanıyınca araştırdığını kendi özel notlarında tutan ve Amerika’da makaleler yazan bir aydın olmaktan çıkıp, bunları yazan bir Yazar konumuna taşındım. Bunu, yazdığım ”Bir Çay Daha Lütfen” isimli kitabımda da anlattım:

Muhsin İlyas Bey, bir gün bana; ‘Ketrin Hanım, siz Lady Montagu’yu çok andırıyorsunuz. O üç asır kadar önce gelip burada gördüklerini ülkesindeki dostlarına mektuplar olarak yazmış. Siz de son 25 yılda gördüklerinizi bu tarzdaki mektuplar halinde yazsanız sanırım ilgi gören bir çalışma olur”, dedi. Ben önce anlamsız buldum, ama sonra düşündüm, bu benim için de faydalı bin deneyim olacak ve oturup yazdım. “Bir Çay Daha Lütfen”, bu şekilde doğdu. Kitabım Amerika’da İngilizce, Türkiye’de Türkçe olarak aynı anda basıldı ve bugüne kadar beş baskı yaptı. Şimdi ben, Amerika’da her hafta sonu bir eyalete davet ediliyorum, üniversiteler benden bu çalışmamla ilgili konferanslar istiyor. Singapur’a Filipinler’e gittim. Danimarka’ya ve çağrıldım. Mesela, bu yıl beş defa Türkiye’ye sırf bu kitap için gelip konuşmalar yaptım ve imza günleri düzenlendi. Bütün bunları sağlayan Muhsin İlyas Bey’in beni yönlendiren o samimi girişimi oldu. Bu bakımdan ben gerçekten samimiyetle Muhsin İlyas Bey’e teşekkür etmek istiyorum. Benim yayın ufkumu Muhsin İlyas Bey genişletmiş oldu.

Burada ben bir önemli hususa daha işaret etmek isteyeceğim: Muhsin İlyas Subaşı’nın “Batı Türk’ü Tanıdıkça, Batı İslam’ı Tanıdıkça ve Batıdaki Mevlana” isimli eserleri, bana göre çok önemli bir çalışmadır. Bu kitaplar, aslında Türk okuruna değil, Batılılara hitap ediyor. Bu kitapların İngilizce’ye çevrilip yayınlanması halinde, Batı’da İslam’a ve Türklere karşı bazı insanlarda ortaya çıkan aşırı kötümserlik düşüncesi, hatta radikal gruplardaki nefret duygusu ortadan kalkabilir. Çünkü bu kitaplarda Batılı aydınların Türk kültür ve medeniyeti ile Türklerin İslam medeniyetine katkıları çok ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Ben kitapları inceledim ve oldukça faydalı buldum. Türkler belki bu tür kitaplara ilgi duymayabilirler, ancak Batılılar birkaç asırdır Türk ve İslam medeniyeti için yazılan kitapların hepsini bir arada okumadığı için yazanların etkisi arzu edilen şekilde görülmemiştir. Bu kitaplar, işte bu dağınık malzemeyi bir araya toplayıp sunuyor. Bir edebiyat adamının kendi ülkesinin ve inancının kültürünü Batılı kaynaklara dayanarak böylesine özgün bir çalışma ile ortaya koyması çok önemli bir hizmettir.

Benim hayatımda üç ülkem var. Amerika, Fransa ve Türkiye! Amerikalıyım; Amerika’da yaşıyorum. Eğitimimi Fransa’da yaptım, Kendi ülkemdeki Fransız Akademisinde yönetici olarak çalışıyorum. Türkiye’yi ise aşk derecesine seviyor ve her yıl tatilimi geçirmek için buraya geliyorum. Türkiye, benim gerçek vatanım gibidir ve burada bir dost kapım var. Hatta bir evim de diyebilirim buna. Çünkü ben bu eve ailenin yeni bir ferdi olarak kabul edildim. Son on yıldır Türkiye’ye her geldikçe, dinlenmek için bu eve gelirim ve burada birkaç gün kalırım. Mutfağında Muhsin İlyas Bey’in sevimli eşi Saadet Hanım, sevgili kızlarıyla birlikte yemek yaparım, sofra kurur ve kaldırırım. Ben bu evi öylesine benimsedim ki, kitabımda bir bölümü buna ayırdım. En çok ilgi gören bölümlerden birisi de bu sayfalar oldu. Niye ilgi gördü? Çünkü burada samimiyeti anlattım, Türk misafirperverliğinin kendi özel hayatını bir yabancı dostuna açma cömertliğini anlattım. Bir ailenin ortak duygularını özenle yansıtmaya çalıştım. Bu kabul, bende öylesine derin bir iz bırakmış oldu ki, kendi sitemde, (muhsinilyassubasi.org) diye ek bir site açtım ve burada Muhsin İlyas Bey’in görüşlerine, hakkında yazılanlara yer verdim. Kendisiyle uzunca bir konuşma yaptım ve burada yayınladım. Şiirlerinin bir kısmını, şiir çevirisinin çok zor bir iş olmasına rağmen, İngilizce’ye çevirdim, Amerikalı ve Batılı edebiyatçıların dikkatine sundum. 
Burada Muhsin İlyas Subaşı’nın şiiri hakkında da birkaç cümle ile söz etmek istiyorum: Muhsin İlyas Bey’in mükemmel bir şiir dili var. Tasavvufi terim ve terkipleri çok iyi kullanıyor ve başarılı bir şiir örneği sunuyor bizlere. Mistik bir öze sahip. Mevlana ve Yunus geleneğinin devamı olarak görüyorum ben onun şiirlerini. Bu bakımdan bu şiirlerin İngilizce’ye çevrilmesi çok zordur. Çok az Türkçe biliyorum, buna rağmen, bu şiirleri Türkçe olarak iyi anlıyorum ancak İngilizce’ye aktarmakta bu şansımız pek yok. Bu bakımdan onun çevirdiğim şiirleri genellikle somut konulara dayanan şiirleridir. Soyut kavramların karşılığını İngilizce’de bulsak bile, bunların İslami özü yansıtması mümkün değil. Tabii burada şu gerçeği de göz ardı etmemek lazım: Her şair şiirini kendi ülkesinin insanı için yazar. Zaten şiirin çevrilmez oluşunun nedeni de budur. Ben, Batı’ya Türk şiirinin, romanının, hikâyesinin iyi anlatılması halinde, kalite bakımından Batı’dan hiç de geri olmayan bir edebiyatla dünya edebiyatını zenginleştirmiş oluruz diye düşünüyorum. 

Sonuç itibariyle şunu söylemeliyim: Şair ve yazar Muhsin İlyas Subaşı, beni yazarlığa teşvik ederken ülkesine de paha biçilmez bir hizmeti sunmuş oldu. Çünkü ben kitabımda ön yargılardan uzak, tamamen objektif ve samimi olarak Türklere, Türkiye’ye bakışımı anlattım. Bunu, sadece Türkiye için değil, dünya kamuoyu için yaptım. Benim kitabımın İngilizce Baskısı Amerika’da en çok satılan kitaplardan birisi oldu. Türkçe baskısını okuyanlardan da hemen her gün bir mesaj alıyorum… Yazar ve edebiyatçı, eserlerini kendisi için verirse, o eserler sahibi ölmeden ölür ve hayattan çekilir. Eğer eserini insanlığın faydalanması için verirse, üzerinden asırlar geçse de unutulmaz. Nasıl ki Lady Montagu Sayın Subaşı’nın teşvikiyle üç asır sonra bana ilham kaynağı oldu ise, öyle inanıyorum ki, benim ve Muhsin İlyas Bey gibi insanların eserleri de yarın başkalarına ilham kaynağı olacaktır. Türkiye bu tür aydınlarını çoğalttıkça, insan kalitesi bakımından dünyanın en önde gelen ülkesi olmaya devam edecektir. Çünkü Türkiye bugün bunu hak eden bir ülke konumuna gelmiş durumdadır. Ekonomik zenginliği yanında kültürel zenginliği de bunu göstermektedir. Ayrıca bu iki zenginliği birden fark edebildiğim ve otuz yılımı Anadolu Bozkırında geçirerek bu ülkenin adım adım nasıl gelişme kaydettiğine şahit olduğum için kendimi şanslı hissediyor ve bir dost kapısı bulduğum için de mutlu sayıyorum!



AN IDEAL MAN OF LITERATURE: MUHSİN İLYAS SUBAŞI
KATHARİNE BRANNİNG


Before depicting the portrait of an ideal man of literature, I would like to point out two issues relative to cultural and social structure that I have encountered in Turkey, and which are reflected in the language and content of this writer.

When outsiders look at Muslim countries such as Egypt, Morocco, Tunisia, Afghanistan and Pakistan, they often blame Islam for the social problems encountered in these areas. On the other hand, Turkey is a rich country with an advanced civilization created by a hardworking people. It, too, is a society in which Islam plays a significant role. It would thus seem that any issues relative to development are not due in fact to Islam, but rather people’s misinterpretation of the impact of Islam. I came to Turkey for the first time in 1978. The cities of Konya, Kayseri and Sivas in those years seemed like small towns, often without paved sidewalks. Today, in 2012, they have earned their place as modern and advanced urban centers. Then, as now, the citizens of these cities were Muslims. Since Islam has always played a significant part of the daily lives of their citizens, it seems that the former undeveloped state of these cities could not have been due to the effects of Islam, but rather other socio-economic factors. The Turkish people are intelligent and have earned their economic success through hard work, and Islam appears not to have hindered the advancement of their country. People were pious then as they are today, and we can even say that today, they are more sensitive to religious life than in past decades. I look at other historical witnesses: my main interest in Turkey is the study of the Seljuk Empire. I am convinced that the vision, diligence and faith of the Seljuks laid the groundwork for the spectacular success of the country of Turkey we see today, which will continue to develop with perseverence in the future, I am certain of that!
Another issue is the wide variety of people living in Turkey, and their differing relationship to Islam. I have been traveling to Turkey for 35 years, and I have met many people and developed deep friendships. I have had the opportunity to encounter people of many different backgrounds, for Turkey is a large and varied country, with a diverse geography: its seas, lakes and mountains have all influenced the people living there, creating a population composed of different traits, from Istanbul to the Anatolian provinces, from east to west. Some Turks drink alcohol yet say they are Muslims; some do not fast during Ramadan but claim they are Muslims, and some women wear provocative clothing, yet believe that they are pious Muslims. Sometimes I am confused about what defines a true Muslim in this country. With so many different types of people all claiming to be Muslims, where do I find the truth? I am an American, a country full of people of all colors, backgrounds and faiths, which has led to an incomparable richness and depth. These variations do not seem strange to me because these ethnic and religious differences are an integral part of the structure of our society and are the accepted norm. But America is not Turkey. In Turkey, a country that is 99% Muslim, despite the differences of the people, most can say 'I am a Turk and a Muslim'. Yet what exactly does this mean, and which interpretation paints the true picture?

However, these issues aside, I have come to understand that the best values of Turkey are reflected in the exemplary character of its people, and I have especially have come to understand this purity because I have been accepted as a guest into the home for the past 10 years of my friend, Muhsin İlyas Subaşı.

Muhsin İlyas Subaşı stands apart from other men I have met in Turkey. He is first and foremost a reputed writer, but also a solid family man and a man of faith. He is industrious and prolific in his production, and looks to all with tolerance, no matter what his beliefs. Many years ago, I had the fortune of receiving an invitation to come to his home, which I accepted with gladness. A warm and cordial atmosphere reigns among his family. They all look after each other and help each other in their daily lives. Muhsin İlyas Bey is also a spiritual man, for whom the Islamic faith is important. He prays daily and considers that religious conviction is a great richness in life, and has demonstrated this encompassing creed by accepting me, a Christian, into his home. Such a tolerant view of others is perhaps one of the most tangible aspects of Islam in action in Turkey. In this regard, I have come to see that misunderstandings tend to stem from individual people and not Islam as a whole. The best of Islam is reflected in the benevolence and trust in human behavior such as I see in the home of a Muslim such as Muhsin İlyas Subaşı.

Over the past thirty-five years I have kept copious notes in my travel journals, and they served as the framework for the book of essays I wrote on Turkey entitled, “Yes, I would love another glass of tea”, the genesis of which was suggested by Muhsin Ilyas Subaşı. He said to me one day'Katharine, in many ways you remind me of Lady Mary Montagu, who visited our country 300 years ago. Like her, you have traveled in Turkey for 35 years and I think you, too, should write your impressions of this country, which might be an interesting for readers.” At first I was not conviced that this would be of interest to anyone, but then I began to see that my impressions potentially could offer insight, so I sat down and wrote the book. This work has been published in Turkish, German and Arabic, and is in its 5th printing in English. Now I am invited to give lectures about this work in many different states in the US and foreign countries, such as the Philippines, Denmark and Singapore, and, this year alone, I traveled five times to Turkey for speeches and booksignings. I sincerely thank Muhsin Ilyas Subaşı for expanding my horizons.
Furthermore, I would like to point out three important works of Muhsin Ilyas Subaşı that I particularly admire: “Turks as seen by the West”, “Islam as seen by the West” and “Rumi as seen by the West.” These books are of interest to Turks, but even more so to Westerners. If these books could be translated into English, they would certainly constitute a step into fostering a better understanding of Islamic thought and for helping dissipate the hatred of radical groups. These books assemble writings by Western intellectuals on Turkish culture, civilization and its contribution to Islamic thought. Turks will appreciate these detailed explanations by outsiders, for they show how positively their culture has influenced the Islamic world over the centuries. By assembling the writings of many Western sources on the topic, these three works are quite original in their approach, and serve as a significant testament to a literary man’s belief in the value of his own country and its culture as reflected in the eyes of foreigners.

I have three countries have in my life: America, France and Turkey. I am American and I live in America. I completed my university studies in France, and I work in a French cultural organization in my own country. I also love Turkey, where I spend my annual vacation and where I have found a friendly and open door leading to this homeland. I certainly can say that I have found a home here, for I have been accepted as a member of the family of Muhsin Ilyas Subaşı for the past ten years. I come here for a few days each year to relax and spend time with his gracious wife, Saadet, and his dear daughters, who tend to the table from cooking to clearing with great love. I describe my experiences in this home in one of the chapters of my book, in which I hope I successfully expressed the sincerity and friendliness of Turkish hospitality that I discovered in an everyday setting and its effects on a total stranger. I was left with such a deep impression of Muhsin Ilyas Subaşı and his life that I created a website dedicated to his literary work (muhsinilyas Subaşı.org). I carried out a long interview with him that is published on the site, as well as some translations of his poems so that Western readers can become more aware of his literary work.

Here I need to say a few words about the poetry of Muhsin Ilyas Subaşı, which is often very difficult to translate, due to the fact that he uses a poetic language which is loaded with references to Sufi terms, phrases and philosophy that are not often well-known to people outside of the Islamic faith. I do not feel that I know Turkish well enough to render his poems their just translation. For this reason, I have chosen instead to translate poems which deal with more concrete issues, as it is quite challenging to translate the abstract concepts of Islam to those not initiated into the faith. Yet Muhsin Ilyas Subaşı describes their mystical essence with elegance, and, as such, he continues in many ways the tradition of the great Turkish poets Mevlana and Yunus Emre. Every poet writes for the people of his country, and for this reason, their work is not often translated into foreign languages, yet I believe that world literature would be significantly enriched if poetry, short stories and novels were more readily translated into other languages and brought to light for curious readers.

Lastly, I would like to note that the poet and writer Muhsin Ilyas Subaşı has been an inspiration to both his country and me personally, offering to all a priceless encouragement. I tried in my book to present an objective outlook disengaged from prejudice, with the hope that not only Turks, but the entire world would undertand the sociability of the Turkish people. The English edition of my book has met with great success in America and internationally, and I receive countless letters from readers all over the world. I hope it will have a long life for readers for years to come, for every author dreams that his work will live on and benefit humanity through its echo over the centuries. Just as Lady Mary Montagu’s letters were a source of inspiration to me, in the same way I am certain that Muhsin Ilyas Subaşı’s work will encourage others in the future. More outsiders need to become aware of the human qualities and cultural richness present in the Republic of Turkey, which has now become a country of note on the political and economic stage of the world. I have been enriched by the contact with the Anatolian steppes over the past thirty-five years, and how grateful I am that this door of amity was opened to me!