Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Müfit Yüksel

araştırmacı, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Müfit Yüksel
Müfid Yüksel
araştırmacı, yazar

Muş’da doğdu. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1991 Şubatında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmalarını yine aynı bölümde yürüttü.

1995-2001 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Başkan Danışmanı olarak görev yaptı.

Serbest araştırmacı/yazarlık yapmaya devam etmektedir.


KENDİ DİLİNDEN HAYAT HİKAYESİ

Bitlisli bir ailenin çocuğu olarak Muş’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1991 Şubatında mezun oldum. Yüksek lisans çalışmalarımı yine aynı bölümde yürüttüm. 1995-2001 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Başkan Danışmanı olarak görev yaptım.Halen serbest araştırmacı/yazarlık yapmaktayım.

1987 yılında Zaman Gazetesinde başlayarak, bugüne kadar çeşitli gazete, dergi ve mecmualarda bir çok makalem yayınlandı. Interdisipliner bir metod takip ettiğimden makalelerim Siyaset, Din, Kürd Sorunu, Orta Doğu Sorunu başta olmak üzere Dış Politika konularında yoğunlaştı. İmza Dergisi başta olmak üzere, Özellikle 1990’lı yıllarda, Alevîlik-Bektâşîlik, Nakşibendîlik, Kürd Sorunu ve Balkanlarla ilgili bir hayli makale ve tercümelerim yayınlandı.

Ağustos 1993’te, “Kürdistan’da Değişim Süreci” adlı ilk kitabım yayınlandı. (Sor Yayıncılık, Ankara) Haziran 2002’de, “Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin” adlı bir araştırma-inceleme eserim yayınlandı. (Bakış Yayınları, İstanbul) Bektâşîlik üzerine “Bektâşîlik: Ve Mehmed Ali Hilmî Dedebaba” başlığı altında bir çalışmam ise Aralık 2002’de yayınlanmıştır.(Bakış Yayınları, İstanbul) Bunun ardından “Ana Hatlarıyla Alevîlik Ve Bektâşîlik” adıyla kapsamlı bir çalışmam daha yayınlanacaktır.

“Dünden Yarına Kürtler Ve İslamiyet” adlı makalem, Nisan 1992’de Sor Yayıncılık tarafından yayınlanan “Kürd Soruşturması” başlıklı edisyon kitapta yer almıştır.

“Modernleşme Sürecinde 20. Yüzyıl İslamcılığının Serencamı” başlıklı makaleler dizisi Bilgi Ve Düşünce adlı dergide yayınlanmıştır. Yanısıra, “İdris-i Bitlisi Ve Eyüpteki Eserleri” , “ Eyüp Karyağdı Baba Bektaşi Tekkesi” başlıklı incelemeler, Eyüp Belediyesinin Eyüp Sultan Sempozyumunun 6. ve 9. kitaplarında yayınlanmıştır. “Ali Bin Ahmed El-Amidi Ve Erken Dönem Diyarbakır Uleması” başlıklı makalem 2004 Diyarbakır Sempozyum kitabında neşredilmiştir. Yine, “Örfî Hukuk Ve Siyaseten Katl Bağlamında Şeyh Bedreddin’in Katli” başlıklı diğer bir makalem 2002 yılında İslâmiyât dergisinde yer almıştır.

Bunlardan başka, “Şerîf Hüseyin’den Yasir Arafat’a Filistin” ,“İstanbul Bektâşî Tekkeleri” başlıklı, bir bölümü yayınlanmış çalışmalarım mevcuttur.

Ayrıca

“Vefa Semti: Osmanlı Eserleri Ve Modernleşme Süreci” ,

“Fatih İlçesi Tekkeleri” ,

“Yetiştiği Muhit, Bölge Ve Zaman Bağlamında Bediüzzaman: Belgeler Işığında Birinci Said Dönemi” ,

“Arşiv Belgelerinde Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Ve Ailesi” ,

“ Ibn Serrac Ed-Dimeşki’ye Göre Sarı Saltuk” ,

“ Mevlana Ve Sadreddin-i Konevî İlişkileri Bağlamında Konevî’nin Mevlâna’ya Yazdığı Arapça Takriz”,

“A Prominent Naqshbandi-Khalidi Shaikh In Kurdistan: Sayyid Taha Al-Hakkari” , “The Naqshbandi-Khalidi Shaikhs In Istanbul: The Case Of Feyzullah Vidini”

başlıklı çalışmalarım yayınlanacaktır.

İngilizce, Arapça, Farsça ve Kürtçe bilmekte olup, İbranice ve Yunanca üzerine çalışmalar yapmaktayım.



YORUM


Kürt meselesi ve İslam dininin geleceği
Müfid Yüksel
Yeni Şafak 21 Mart 2015

7-8 Martta, Diyarbakır’da, iki günlük “Kürt Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı” gerçekleştirildi. Çalıştaya ilgi büyüktü ve coşku içinde gerçekleştirildi. Çok geç de olsa bu konu üzerinde bu tür geniş katılımlı etkinliklerin gerçekleştirilmesi, bunların süreklilik kazanması hayati derecede önem arzetmektedir.

Dindar/İslami kesimler içinde Kürt sorunu ile ilgili ilk kapsamlı toplantı/etkinlik, Kasım 1992’de, Ankara’da Mazlum-Der’in düzenlediği “Kürt Sorunu Forumu” ile gerçekleştirilmişti. Aradan 22 seneden fazla bir zaman geçmiş. Kürt sorunu, İslam dünyası için, Müslümanlar için, üzerinde hiç vakit kaybedilmeyecek başlıca hayati meselelerden birisidir. Hatta 1991 Eylülünde bir arkadaşımızla birlikte Diyarbakır ve çevre illere gerçekleştirdiğimiz seyahatte, Diyarbakır’daki bir kitabevi sahibi bize, “Bu meseleye müdahil olmakta geç kaldınız” demişti. O dönemlerde dindar/İslâmi kimliğe sahip çevrelerin Kürt meselesine acilen müdahil olmasının elzem olduğu sürekli, sürekli dillendirilirdi.

Ne olduysa, dindar/İslami kesimler bu meseleye müdahil olmakta bir hayli geç kaldı. Bugüne kadar da adeta çok isteksiz davrandı. O günden bu yana 22-23 yılı aşkın bir zaman geçti. Bu zaman zarfında bölgede/Kürdistan’da İslam açısından durum sürekli vahamet arz etti. Olumlu bir gidiş gözlenmedi. Bölgedeki neredeyse tüm dini grup ve organizasyonlar bu zaman zarfında çöktü. Hatta bu grupların gençlik tabanının çok önemli bir bölümü, seküler-din karşıtı örgüte kayma gösterdi. Bölgenin geleneksel, asırlardır cari olan dînî yapısı ile taban tabana zıt, bu yapıyla kavgalı olup, ideolojik selefî yönelimli radikal/siyasal dini grup ve akımlar 80’li yıllarla, 90’lı yıllarında başlarında zaman ve enerjiyi olumsuz bir rotada tüketip, erimeye mahkum hale geldiler. Bölgede öteden beri var olan tekke/dergah ve medreselerde kümelenen geleneksel dini yapılar ise zamanla büyük aşınmalara, içten çürümeye ve inhiraflara uğramış olduğundan canlılık gösteremediler. Kent ve kasabalardaki kitabevleri çevresinde kümelenmiş radikal/siyasal ideolojik İslamcı Kürt öğrenci gruplarının bölgenin dindarlığıyla yerel dini değer ve gelenekleriyle sürekli kavga ve çatışma halinde olmaları, bölgenin dindar halkından ve bölge gerçeklerinden tamamen kopuk olmaları, hem bu grupların 90’lı yıllarda eriyip kaybolmalarına, hem de dindarların bir şemsiye altında organize olup, aktive olmalarının da önünü kesti. 

Yanısıra, 80’li yılların sonları ile 90’lı yılların hemen başında bir yandan devletin, din karşıtı ve Kürt kimliğini inkara dayanan resmi ideolojisinin, kolluk kuvvetlerinin, diğer yandan Stalinist örgütün baskısından bunalıp, arayış içinde olan dindar kitleler, MNP, MSP geleneğinden gelen partiye, RP’ye yöneldiler, 1991 yılı yazına gelindiğinde RP’nin bölgede oy oranı yüzde 80’ler civarına dayanmaktaydı. Bu da dindar kitlelerin sığınacak bir liman ve şemsiye arayışının sonucuydu. Ancak, 1991 erken seçimlerinde RP’nin MHP ile seçim ittifakına girmesi bu limanı o dindar halka kapattı. Oysaki, hala Diyarbakır’da düzenlenen Hz. Peygamber’e saygı mitinglerinde yüzbinler toplanmaktadır.

Saydığım sebeplerden dolayı, dindar kitleler bölgede organize olmaktan ve bir şemsiyeden mahrum, limandan yoksun bir durumda kaldılar. Oysa ki, sol-Marxist kökenli laik-Stalinist gruplar öteden beri, 60’lı yılların başlarından bu yana içeride ve diasporada -Avrupa’da- örgütlenme imkanına sahip olmaları, dahası bir kısmının silahlı örgütlenme şansını elde ettiklerinden baskın ve etkin duruma geldiler. Ayrıca, devletin de 80’li yıllardan beri PKK ve uzanımları dışındaki en ılımlı gruplar dahil tüm organizasyonları adeta PKK lehine olacak şekilde sürekli budayıp tasfiye etmesi, hayat hakkı tanımaması 68 kuşağının Stalinist gruplarının Kürt kimliği siyaseti üzerindeki gücünü pekiştirmiştir. 90’lı yılların başından itibaren bazı sol kökenli laik/seküler Kürt yayınevlerinin yayınları ile 25 yıldır oluşan literatür, bu süreçte yetişen Kürt gençliğinin büyük oranda bu yönde evrilmesi sonucunu verdi. Böylelikle, bu gruplar, taş atan çocuklar başta olmak üzere, önemli oranda Kürt gençliğini de devşirip kazandı.

Tüm bunlara bakıldığında, dindar/İslami grupların, siyasi oluşumların Kürt sorununu uzun zaman görmezden gelmeleri, vakıayı görememeleri, bölgede İslam dininin geleceği konusunda iç karartıcı bir tablonun oluşması neticesini vermiştir. Kürdistan coğrafyası İslam tarihinin ilk dönemlerinden beri, İslam dünyasının, Müslüman coğrafyanın kalbi sayılabilecek bir mevkide yer almaktadır. Bu bölgede oluşan/oluşacak siyasi/sosyal değişimler, Müslüman coğrafyayı temelden etkileme, sarsma potansiyeline sahiptir. 

Ulus-devlet tecrübesinin oluşturduğu travmalar, seküler/sosyalist-Arap milliyetçisi Nasırcı Baas rejimlerinin ağır baskıları, Batı/modern eksenli dünya sisteminin baskınlığı; Kürt siyasal hareketlerinin 1950’lerden sonra tedricen modern ideolojik/seküler bir yapıya dönüşmelerine yol açtı. Sol yönelimli, seküler Kürt siyasal gruplarının zamanla iyice örgütlenerek, sahaya hakim olmaya başlamaları Kürt siyasi hareketlerinin Müslümanlıkla aralarına mesafe koyup, zamanla Din’e karşı bir tutum içine girmelerine sebep oldu. Seküler Kürt siyasal grup ve hareketleri, Kürt kitlelerini tümüyle Müslümanlıktan koparmak, İslam’la yollarını ayırmak için olağanüstü bir çaba içerisindeler.

Oysa ki, Kürtler ve Kürdistan, İslâm dini için, İslam dünyası için hayati bir öneme sahiptir. Açıkça ifade edebiliriz ki, Anadolu ve Mezopotamya’da İslam dininin geleceği/istikbâli Kürt meselesinin çözüm şekline bağlıdır. Kürt meselesinin salt seküler bir zemin üzerinden okunup dillendirilmesi, sorunun çözüm çaba ve süreçlerinde Müslümanlığın ötelenmesi/ıskalanması uzun vadede İslamiyet’in Anadolu ve

Mezopotamya’dan/Kürdistan’dan tümüyle kovulup, Arap yarımadasına hapsedilmesi projesinin tahakkuk etmesi sonucunu verecektir. Anadolu ve Mezopotamya’nın/Kürdistan’ın Müslüman vatanı olmaktan çıkması, Endülüsleşmesi kimin yararına olacaktır? Dindar gelenekten gelen bir kısım siyasi çevrelerin bu soruyu iyice teemmül etmeleri gerekmez mi?





SÖYLEŞİ

Müfid Yüksel: Hem İran yanlısı hem Vehhabi insanlar var! 
DOĞAN ERTUĞRUL
Zaman 2051 Temmuz 2015

Sosyolog Müfit Yüksel, Ak Parti politikaları, çözüm süreci ve İslamcılık konusunda önemli değerlendirmeler yaptı. 

2005'teki Diyarbakır konuşması (Erdoğan) sonrasında Ak Parti'nin bölgede çok yüksek oy aldığını ve ‘Kürt meselesinin sahibi benim' deme fırsatı bulduğunu söyleyen Yüksel, “Ama iktidar, 2009'dan sonra Kürt meselesinin sahibi olma söylemini bıraktı.” dedi. Bu değişimin sadece milliyetçi oyları kaybetme kaygısıyla açıklanamayacağını vurguladı, “Altan Tan, neden HDP saflarına itildi?” diye sordu. “Çözüm süreci, PKK'nın güçlenmesi ve alan hâkimiyeti sağlaması dışında işe yaramadı. Ak Parti, Kürtleri PKK'ya doğru süpürdü.” diye konuştu.

Suriye meselesinin, Arap Bararı'ndan önce İslamcı gruplarda bölünmeye yol açtığını anlatan Yüksel şöyle devam etti: “İran, Hama katliamında (1982) Suriye'yi arkalayınca kırılma başladı... Arap Baharı'nda ise AKP iktidarı İhvan'ın tüm bölgeye hakim olacağını sandı. ‘Biz de onlarla birlikte bölgeyi dizayn ederiz' diye düşündüler. Neo ittihattı İslamcılık dediğim bu.”

Kürdistan'ı PKK'ya İslamcılar mı teslim etti?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisinin kurduğunu söylediği masayı bir kez daha devirdi ve ‘Dolmabahçe mutabakatını kabul etmiyorum.' sözleriyle Kürt sorununda çatışmacı dile tekrar döndü. Hedef belli ki erken seçim. Oysa iktidar çözüm sürecinin başından itibaren yöneltilen her iyi niyetli eleştiriyi çözüm karşıtlığı olarak sunmuştu. Gelinen nokta eleştirel yaklaşanları haklı çıkardı. Yüksel ile hem PKK'nın neden bölgedeki tek güç haline geldiğini hem de İslamcı hareketi konuştuk.

AK Parti ve İslamcılar Kürdistan'ı bilinçli bir şekilde PKK'ya teslim etti, diyorsunuz. AKP'den başlayalım. Sizce çözüm süreci bölgeyi PKK'ya mı teslim etti, yoksa süreç mi doğru işletilmedi?

Şimdi bakın, çözüm süreci başka türlü işletilse, PKK ile müzakere edilecek şeyleri sınırlasalar sonuç alınabilirdi. Mesela Kandil'dekilerin evine dönmesi, Öcalan'ın ve cezaevlerindeki PKK'lıların geleceği... Bunlarla sınırlı tutmak varken Kürtlerle ilgili her şeyi PKK ve Öcalan'la müzakere ettiler. Kürtlerin haklarına ilişkin en küçük bir düzenleme dahi PKK ile müzakere edildi. PKK da bölgede ‘biz bu hakları silahımızın ve bileğimizin gücüyle aldık' propagandası yaptı. Oysa 2005'teki Diyarbakır konuşması sonrası AK Parti bölgede çok yüksek oy almıştı. O zaman Kürt meselesinin sahibi benim deme fırsatı bulmuştu. Ama 2009'dan sonra iktidar Kürt meselesinin sahibi olma söylemini bıraktı.

Bunun nedeni milliyetçi oyları kaybetme kaygısı mı?

Bu dönüşüm sadece milliyetçi oylarla açıklanamaz. Bu söylemine rağmen referandumda Orta Anadolu AK Parti'yi destekledi ve evet dedi. Altan Tan neden BDP saflarına itildi? Neden başka yere gitmesine izin verildi? Aday seçimlerinde neden bu kadar büyük hata yapıldı? Çözüm süreci PKK'nın güçlenmesi dışında ve alan hakimiyeti sağlaması dışında hiçbir işe yaramadı. AK Parti, Kürtleri PKK'ya doğru süpürdü. Bunu planladı, bilerek PKK'ya yönlendirdi demiyorum. Muhtemelen önüne geldi.

İslamcıların bölgeyi PKK'ya terk ettiğini neden düşünüyorsunuz?

Çünkü İslamcılık Kürtler arasında geniş taban buldu. Hatta bugün de İslamcılığı ayakta tutan Kürtlerdir. Ama bir dönem çok etkin olan Kürt İslamcılar zaman içinde PKK'ya kaydı. Üstelik bu kayma PKK ile siyasal ittifak şeklinde de olmadı. Mesela Azadi hareketi PKK'ya eklemlendi. Dinder Kürtler neden PKK'ya destek veriyor? Çünkü PKK çok organize... Bu kadar basit... Oysa 80'lerde kitabevleri çevrelerinde kümelenen İslamcıların potansiyeli bile PKK'nın 5-6 katıydı. Bugün PKK'ya kayışa engel olacak araçları yok. Gençlik yok, taban yok... 

Kürt İslamcılar neden dindar halk üzerinde etkili olamadı?

Çünkü o ideolojik selefi İslam anlayışları nedeniyle dindar halka nüfuz edemediler. Mesela çocuk 5 vakit namaz kılan babasını Seyyid Kutub'un çizdiği Mekke Dönemi metaforu üzerinden tekfir ediyor. Radikal İslamcılar bölgede tüm enerjilerini Şafiiliği ve özellikle tarikat geleneğini dışlamaya harcadıkları için halk içinde etkili olamadılar. Bölgedeki dini yapılanmaları din dışı ilan ettiler. Bin yıldan fazladır gelen Müslümanlığı şirk, küfür ve cahiliye ilan ettiler. Selefi enternasyonal Müslümanlık anlayışı çerçevesinde o dönemde Kürtlük hiç gündemlerinde olmadı. 

Bir dönem Milli Görüş'te bölgede güçlüydü. Neden kalıcı olmadı?

Evet, 1970'lerde Şeyh Said'in oğlu Erbakan ile miting miting dolaşıyordu. Kürt hareketinin öncüleri aileleri, sembol şahsiyetleri Erbakan'ın yanındaydı. Yani Kürt kartı Milli Selamet'in elindeydi. Ardından 90'larda Kürtler sığınacak bir liman aradı ve bu kez de Refah Partisi'ne yöneldi. Ama Refah, MÇP ile ittifak yaparak bu desteği heba etti. Korkunç bir psikolojik kırılmaya eden oldu. Refah'ın ileri gelenlerinden birine ‘Neden MÇP ile ittifak yaptınız?' dedim. Öyle olmasa Kürt partisi olarak bilinecektik, dedi. O fırsat milliyetçi saiklerle heba edildi. İlk zamanlar AK Parti de ciddi oy alıyordu ama kitleleri koordine edecek araçları olmadığı için kaybetti.

Risale-i Nur geleneğinin bölgede koruyucu bir etkisi olmadı mı?

Bölgede öyle sanıldığı kadar güçlü bir Risale-i Nur geleneği yoktu. Med-Zehra 90'lı yıllarda çıktı. Kürtlüklerini fark ettikleri anda Risaleler içinde Kürt geçen yerlere dikkat kesildiler. Çoğunun Risalelerle bağları nominal... İslam değil Kürlük ön plana çıktı ve genç taban peyderpey PKK'ya kaydı. 

Sonuç olarak bölgede PKK dışında güç kalmadı…

Öyle görünüyor. 1982'de Milli Güvenlik Konseyi'nde, bölgede var olan çok sayıda farklı grubun azaltılması görüşü benimsendi. Çoğu sol gruptu. Birkaç tane İslami grup vardı. PKK dışındaki bütün gruplar budandı. Bir kısmını PKK budadı. Devlet bölgede PKK'yı rakipsiz bıraktı.

Zayıf da olsa bir AKP-MHP iktidarı ihtimali süreci nasıl etkiler?

Şiddetle karşıyım. Çünkü çok kısa sürede Sivas'ın ötesinde bağımsız bir devlet kurulur. Kısa zaman içinde Güney Sudan modeli bizde de devreye girer. Bu sonuç için bir plebisit yeter. Şu konjonktürde o sonuç çıkar.

Bu dönüşümün nedeni ne? İktidarın önüne koyan kim?

Erdoğan bu süreçte devletin içinde farklı iktidar odakları olduğunu gördü. Şu anda iktidarda İslamcıların olmadığının farkında... Çünkü iktidar çeşitlendi...

İktidar çeşitlendi derken ne kastediyorsunuz?

Eski devlet, devletin çekirdeği çok güçlendi bu dönemde... Ama hâlâ AK Parti dışında bir alternatif de yok... Bu nedenle ancak AK Parti içinde yeni bir kadro hareketi ortaya çıkarırsa, tekrar biriken sorunları çözebilir. Ama bu dönüşüm eski radikal İslamcılarla olmaz. İslami hassasiyeti yüksek ama radikal İslamcı olmayan bir kadro gerekir. En kolay ideolojik itirafçı olacak adamlar radikal İslamcılardan çıkıyor. İdeolojik itirafçılardan sağlam bir iktidar yapısı inşa edilemez.

Devlet tarafından devşirilme anlamında mı söylüyorsunuz?

Radikal İslamcılar herkes tarafından devşirilebilir. Onlar her şeye dönüşebilir.

Çeşitlenen iktidar yapısı içinde İslamcıların iktidarda gücü ne?

Belli köşeleri tuttukları kesin...

Köşe başlarını tutanlar devşirilen İslamcılar mı?

Devlet ta 60'lı yıllardan itibaren bazı İslamcıları kendine çekti. Hatta Nurcu gruplardan insan devşirdi. Milli Mücadele Birliği zaten devlete entegre hale gelmişti. Çeşitli gruplarda ciddi sızmalar olduğu muhakkak. Ama asıl önemlisi İslamcı gruplara özellikle 80'li yıllardan sonra kriptolar sızdı... Çok da etkili oldular. 

İslamcı ideolojinin devlete entegre olması ilginç değil mi?

İslamcıların o kadar ilginç birlikleri, evlilikleri oldu ki... Biraz Şii ve biraz Selefi olabilen bir ideolojiden söz ediyoruz. Milli Mücadele çevresinde de bir taraftan milliyetçi bir taraftan da Hizbu't-Tahrir'den gelen Selefi damar var.

Milli Mücadeleciler Aydınlık grubunun sağ versiyonu, derler...

Yanlış bir tespit değil. Cemil Çiçek kendisi de söyledi bir röportajında... Devletin Milli Mücadelecilere ne kadar nüfuz ettiğini anlatırken... Bir yakını vardı Cemil Çiçek'in, o da milletvekiliydi. Mehmet Çiçek. Fatih Camii'nde vaaz verirdi, Milli Mücadeleci vaaz derlerdi ona. 70'li yıllarda camide DGM'lerin yeniden kurulmasını savunurdu. Ben çocukken bu sözlere şahit oldum. 

Türkiye'de İslamcılığın seyrini nasıl görüyorsunuz?

Bu seyir hiç hayra alamet görünmüyor. İslami hassasiyet değil kastettiğim, radikal İslamcılık. Radikal İslamcılık hiçbir zaman yapıcı inşa edici olmadı.

Ehli Sünnet anlayışı ile İslamcılık arasında nasıl bir fark var?

Radikal İslamcılık Ehli Sünnet anlayışının tahrip edilmesidir. Ehli Sünnet anlayışını devletçi gösterdi. Yok öyle bir şey. Günümüz cemaatlerinin devletle ilişkileri Ehli Sünnet anlayışının devlet anlayışı olarak sunulamaz. Gazali'ye saldırdılar, Geylani'ye saldırdılar, Mevlana Halidi Bağdadi'ye Bediüzzaman'a saldırdılar. Radikal İslamcılık bunlara saldırdı. Bunlarla barışmazsa İslamcıların tasfiyesi gerekir. Ehli Sünnet ile barışmayan radikal İslamcılığın tasfiyesi lazım. Çünkü İslam, İslam'ın ana omurgası onlardır. Sen İslam'ın ana omurgasına düşman ideolojik garip bir İslam anlayışı çıkarıyorsun... İslam'ın ana omurgasıyla kavga edilerek İslamcı da Müslüman da olunamaz. İslam'ın ana omurgasını tasfiye etmek demek İslam'ı tasfiye etmek demektir.

SURİYE'DE ISRARIN NEDENİ NEO İTTİHATÇI İSLAMCILIK

İslamcılar arasında başından bu yana İran'a yakın olanlar ya da Selefi çizgide olanlar var mıydı. Yoksa bu ayrım Suriye krizi sonrasında mı çıktı?

Bu yayınevlerinden bir kısmı İran'a bir kısmı Selefi/Vehhabi anlayışa yakındı. Düşünün hem İran yanlısı hem Vehhabi insanlar vardı. İran da İhvan literatürünü Mevdudi'nin kitaplarını çevirdi. Seyyid Kutub'un Mekke dönemi metaforu bir tiyatro haline geldi. Kutub'un görüşü ideolojik filtreden, imbikten geçmiş bir Selefilik'tir. Mevdudi Kutub'a nazaran çok daha Tekfirci bir isimdir. Kur'an'a Göre 4 Terim kitabı tamamen Tekfirciliğin doktrini sayılır. 12 Eylül bir anlamda radikal İslamcı hareketlerin önünü açtı. Mesela Atasoy Müftüoğlu o dönemde bu görüşü en fazla yayan insanlardan biriydi. Aynı dönemde İran'a sempati besleyen ve Selefiliğin etkisiyle tasavvufa cephe alan radikal İslamcılar Humeyni'nin kitaplarını filan görünce çelişkiye düştü. Daha çok İhvan çizgisine yakın olan radikal İslamcı gruplar arasında Hama katliamından sonra bölünme oldu. İran o katliamda Suriye'yi arkalayınca kırılma başladı.

Yani Suriye Arap Baharı'ndan çok daha önce İslamcıları böldü...

Tam olarak öyle... Arap Baharı'nda iktidar tüm bölgede İhvan'ın hakim olacağını, yönetime onların geleceğini sandı. Biz de onlarla birlikte bölgeyi dizayn ederiz diye düşündüler. Neo ittihattçı İslamcılık dediğim bu... Milli Görüş kökenliler de bu hedefe sempati duydu. Onlar da çünkü yıllardır Arap dünyasında halk İslamcı sadece devletler baskıcı ve Batı yanlısı sanıyor. Oysa bunun Araplar arasında karşılığı yok. İhvan'ın Mısır'da bile cami cemaatinde karşılığı yok... Bu görülemedi ve İhvan'ın peşine takıldılar. Suriye'de bulunan İhvan ağırlıklı Suriye diasporası da iktidar çevrelerini yanılttı. Onlar bizdeki İslamcıları Esed'in birkaç aya gideceğine ikna etti.