Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Mimar Kemalettin Bey

Ulusal Mimarlık Akımı Öncüsü

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Mimar Kemalettin Bey
Mimar Kemalettin Bey
mimar

1870 yılında İstanbul'da doğdu. İlköğrenimini İbrahimağa Mektebi’nde tamamladı. Babasının görevi nedeniyle Girit’e gitti. Arapça ve Fransızca öğrendi. Şems-ul Maarif ve Numune-i Terakki mekteplerini bitirdi. 

Mühendis Mektebi’ne girdi. 1891’de okulu bitirdi. Sonra öğrenimini tamamlamak için Almanya’ya gönderildi. 

Yurda dönüşünde Mühendis Mektebi’nin Mimarlık ve Yapıcılık hocalığına atandı. Bir süre Seraskerlik Dairesi Başmimarı olarak görev yaptı. 

1908’den sonra Evkaf Nezareti İnşaat ve Tamirat Müdürü oldu. Ankara Evkaf Umum Müdürlüğü Heyeti Fenniye Müdürlüğü yaptı. 

İngiliz Krallık Mimarlar Enstitüsü üyeliğine seçildi. 

Eski Türk mimari üslubunu, yeni ihtiyaçları karşılayacak şekilde geliştirdi. Bu çabasıyla mimaride yeni bir çığır açtı. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın önde gelen isimlerindendir.

1927 yılında Ankara'da vefat etti.


Mimari Eserleri:

İstanbul Vakıf Hanları (ı, II, III, IV), şimdi üniversite kütüphanesi olan Medreset-ül-Kuzzat, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü.




HAKKINDA YAZILANLAR

Türk mimarisine dair ilk kitap: ‘Usûl-i Mîmârî-i Osmânî
Beşir Ayvazoğlu 
Zaman 3 Ekim 2013

II. Meşrutiyet devrinin ilk yıllarında mimaride de milliyetçilik rüzgârları esmeye başlamış, gazete ve dergi yazılarında ihtiyar mermerlerin mânâ ve asaletinden, şiirlerde kemer ve sütunların güzelliğinden dem vurulmaya başlanmıştır.

Ahmet Hâşim, Gurabâhane-i Laklakan’da bir ara bu akıma kendisinin de kapıldığını, eski abideleri görüp nakışlar ve çinilere dair araştırmalarda bulunmak, “nihayet mimarinin tarih ve bediine dair yeni bir keşifle zengin, müstakbel münakaşalar için yerinde toplanmış kuvvetli vesikalarla silâhlı olarak” dönmek için Bursa’ya gittiğini anlatır.

Geçmiş asırlarda vücuda getirilmiş eserlerin değerinden asla şüphe etmeyen Hâşim, bugünün en hünerli mimarlarının birkaç asır önce yaşamış saf ustalara çırak bile olamayacaklarını, Süleymaniye’nin taşlarını ölçen pergeli düştüğü yerden kaldırıp kullanabilecek bir elin kalmadığını, Sinan’ın eserlerine hayran olma kabiliyetinin bile yaşayan en büyük mimar için büyük bir şeref olduğunu düşünmektedir. Ancak “Mürteci Mimari” başlıklı yazısında, böyle bir mimarinin asırlık çınarların gölge saldığı meydanlarda palabıyıklı süvarilerin cirit oynadığı, davulların gümbürdediği, kırmızı ve yeşil bayrakların havalarda sırma ve ipeklerini dalgalandırdıkları bir dünyada anlamlı olduğu kanaatindedir.

Haşim’e göre, “sivri tırnakları çelikten bıçaklar gibi parıldayan matruş çehreli yeni erkekler ve işitilmemiş giranbaha hayvan kürkleri içinden altın renginde yılan gözleriyle bakan yeni kadınlar için cami biçiminde sinema ve türbe biçiminde ‘hal’ inşası”, ancak güzelliğin hidayetinden mahrum kalmış adamların şaşkın hayalinde vücut bulabilir; geçmişe bu tarzda dönüş tereddi ve irticadan başka bir şey değildir.

Bu fikirleriyle Mimar Kemaleddin ve Vedad Beylerin temsil ettiği, sanat tarihçilerinin “Birinci Milli Mimarlık Akımı” dedikleri anlayışı eleştiren Ahmet Haşim’in haklı olduğu taraflar bulunmakla beraber, önceki asırlarda vücuda getirilmiş sanat eserlerini, üstadı Rémy de Gourmont’un fikirlerinden ve ismini hiç zikretmese de ciddi bir biçimde okuduğu anlaşılan Fransız estetikçisi Charles Lalo’nun sosyolojist yaklaşımından fazlaca etkilenerek kendi zamanlarına hapsetmek eğiliminde olduğu anlaşılıyor.

Birinci Millî Mimari Akımı, mimaride millî olmayan cereyanları önlemek gibi saygıya değer bir çabanın ürünü olmakla beraber, dinî mimarî elemanlarını sivil mimariye aktarmak suretiyle çok uzun bir geçmişe dayanan geleneği tersyüz ederek yanlış bir çözüme ula­şmıştı. Mimarların bütün ustalıklarını gösterdikleri cephelerde, Selçuklu ve Osmanlı stili kemerlerin, sütunların, baklavalı ve mukarnaslı başlıkların ve çini panoların kullanıldığı bu stil, sadece Haşim tarafından değil, başkaları tarafından da “Evkaf Stili” diye eleştirilmişti.

Aslında Birinci Milli Mimari Akımı’nı daha gerilere götürmek gerekir. 1873 yılında, Viyana Milletlerarası Sergisi için Osman Hamdi Bey’in babası ve Nafia Nazırı Edhem Paşa’nın hi­mayesinde Türkçe, Fransızca ve Almanca olarak hazırlanan Usûl-i Mîmârî-i Osmânî’de Mimar Sinan’ın ortaya koyduğu Osmanlı mimarî tarzı unutulduğundan ve Ermeni mimarların bu tarzı bilmedikleri için bize uy­gun olmayan bir mimari ortaya koyduklarından şikâyet edilmektedir. Bu yozlaşmaya son vermek ve klasik mimariyi ihya etmek amacıyla Edhem Paşa başkanlığında bir heyet tarafından yazılan kitapta, tuhaftır, bu ihya çabasına örnek olarak Montani Efendi’nin Aksaray Valide Camii ve Sarkis Balyan’ın Çırağan Sarayı gösteriliyordu. Kitabı hazırlayan heyetteki isimler şunlardı: Montani Efendi, Bogos Efendi ve Fransız E. Maillard...

Usûl-i Mimârî-i Osmânî, her şeye rağmen bizde Türk sanatı tarihiyle ilgili ilk kitap olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kitapta Türk mimarisi ile ilgili bir yığın bilgi yanlışı bulunmakla beraber, tezyinat, kesit ve planlardan oluşan 189 levha, Türk mimarları arasında çok büyük bir ilgi uyandırmış ve klasik mimarinin canlandırılması yönünde yepyeni bir hareketin doğmasına yol açmıştır. Celal Esad Arseven, Usûl-i Mimârî-i Osmânî’de yalnız cami, türbe ve sebillerin ele alınarak sivil mimariye yer verilmediğini, Türk mimarlarının bu kitaptaki şekilleri kopya ederek sivil mimariye uygulamalarına sebep olduğunu söyler. Bu çizgide inşa edilen Haydarpaşa’daki Tıbbiye Mektebi, Cağaloğlu’ndaki Düyûn-ı Umumiye binası (İstanbul Erkek Lisesi) ve Galata’daki Osmanlı Bankası’nda dinî mimari elemanlarının denendiği, fakat bu de­nemelerde oryantalizmin baskın olduğu görülmektedir.

Kemaleddin ve Vedad Beyler gibi bir sonraki nesilden mimarların daha başarılı olduklarını, eserlerinde klasik üslûbun nispetlerini ve ritmini çok iyi kullanarak nefis eserler vücuda getirdiklerini kaydetmemek haksızlık olur.

Bir ilk olması bakımından büyük önem taşıyan ve mimarimizde XIX. yüzyıl sonlarından itibaren yeni bir yol açan Usûl-i Mimârî-i Osmânî, İlhan Ovalıoğlu, Raşit Gündoğdu ve Ebül Faruk Önal tarafından hazırlandı ve Çamlıca Basım Yayın tarafından 2010 yılında yayımlandı. 2011’de ikinci baskısı da yapılan bu eser, özellikle çizimleriyle kültür tarihimizin önemli kaynaklarından biridir.

Kültürümüzün temel kaynaklarını yeni nesillere ulaştırmak için çok ciddi bir yayın faaliyeti yürüten Çamlıca Basım Yayın’ı tebrik ediyorum.