Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Malik Aksel

ressam, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Malik Aksel
Malik Aksel
ressam, yazar
öğretmen


1903 yılında Selanik’te doğdu. İlkokulu Serez ve İstanbul’da okudu. Darülmuallimin’de öğrenimini sürdürdü. Burada Şevket Dağ resim öğretmeniydi. Çalışmalarını, Şevket Dağ yönlendirdi. 1921’de öğretmen oldu. 

1928 yılında sınav kazanarak Almanya’ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulu'nda Prof. Grossmann’ın atölyesinde çalıştı. 

Yurda dönünce Ankara’da açılan Resim Öğretmen Okulu'nda görev yaptı (1932). Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kuruluşuna katkıları oldu. Uzun yıllar bu okulun Resim-İş Bölümü'nde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 

1951 yılında İstanbul’daki Çapa Enstitüsü'ne atandı. 1968’de emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. 

'Suluboyacı Malik' diye de anılıyordu. 

1987 yılında İstanbul'da vefat etti.

ESERLERİ: 

Sanat Hayatı, Resim Sergisinde Otuz Gün
İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri
Anadolu Halk Resimleri
Türk'lerde Dini Resimler
Sanat ve Folklor
İstanbul'un Ortası




ESER-AYRINTI

Resim Sergisinde Otuz Gün
Malik Aksel
Alaattin Kıral Basimevi 
Ankara 1943 
Sayfa 122-123

21 Sonteşrin 1941 - Malik Aksel 

"Bazı insanlar vardır. Bunlar size "Nasılsın, iyi misin dedikten sonra buna ilave edecek bir söz bulamazlar."

(...)

Fakat bir de resim heveskarları arasında estetik ile meşgul olanlar vardir ki bunların sözlerinden nasıl kurtulacağınızı yanlarına gitmezden önce düşünmeniz lazımdır. Hele bunları dinlemek hevesini gösterirseniz, bulunduğunuz yerde mutlaka akşamı edersiniz. Sergiye gelen estetikçilerden X ...de bunlardan biridir."

(...)

Bu estetikçi, sürrealist bir tablo karşısında şöyle mütalaalarda bulunuyordu:

"İnsanın iki hali vardır. Biri sureti diğeri siretidir. Realistler, natüralistler suretini, ekspresyonistler ve ondan sonrakiler siretini tasvir ederler. İslam telakkisine göre kainatın izafı ve itibarı olduğunu kaydedersek şekil ve suretlerin de aslına benzemeyeceği kanaatı eşyayı ve tabiatı, remzi bir şekilde tersime hatta temsile yol açacağı ve bir islam görüş ve düşünüş alemi meydana geleceği şüphesizdir. İşte bu anlayış, islam sanatının temsili, tabiri diğerle sembolik bir şekilde ifadesine, netice itibarile tabiattan ziyade muhayilleye bağlanmasına sebep oldu. Bundan dolayıdır ki, islam eserlerini natüralizm çerçevesi içerisinde mütalaa etmek hatalı bir harekettir.

Minyatürlerde şekiller muayyendir. Hiç bir zaman tam yüzden (önden) resim yapılmadığı gibi hiç bir zaman da şekillerde gölge bulunmaz.. Külli müsavvirun finnar olduğuna göre bilhassa mukaddes şahsiyetlerin tasvirinden şiddetle kaçınılmış, bunların nikaplı resimler yapılmış, gölgeleri yerlere düşmesin diye bazılarının belden aşağı kısımları bile gösterilmemiştir.

(...)

Gazetelerde sanat teknikleri yapan estetikle meşgul bir münekkitle, bir sanatsever arasında hararetli münakaşalar oluyordu. Meşhur münekkit şöyle söylüyordu:

"Bir heykel, bir resim, bir senfoni karşısında sanatın mücerret ve ilahi güzelliğini tattırmak istiyenler anatomi, perspektiv, gölge, ışık gibi ölçüleri bir kenara bırakmalı, bunu şeklin, rengin, metafizik güzelliğine dağılmak sırrında bulmalidir ki sanat kuru bir mantık, bir nizam ile hareket eden, bir diyapozon hassasiyeti gösteren kanunların ifadesinden sıyrılsın, ondan sonra mikrokozm olan o eserdeki statik, dinamik hatların, satıhların, hacimlerin ahenklerini bulsun, damağımıza bir ölçü ve nizam aramayan güzellik mefhumları yayılsın. Vücudumuzu bir ürperme sarsın..."



HAKKINDA YAZILANLAR

Değeri bilinmemiş Malik Aksel 
Selim İleri
Zaman 23 Ocak 2010 

Behçet Necatigil'le Kemal Tahir'in evine akşamüstü çayına gidecektik. Behçet Hoca'yı İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden alacaktım. Güz sonu bir gündü. Malik Aksel'i ilk ve son kez o gün gördüm. Aksel, Enstitü'de resim ve sanat tarihi öğretmeniydi. 
Bu söylediğim 1967'nin ya da 1968'in sonbaharı olmalı. Malik Aksel'i 15 Şubat 1987 tarihinde kaybetmişiz. Böylesine incelikli, duyarlı bir sanat adamını o süreçte neden tekrar görememişim? Sızı gibi çöktü. 

Malik Aksel'in 1943 tarihli Resim Sergisinde Otuz Gün'ü için Necatigil, bu eserinde "bir edebiyatçı kişiliği de gösterdi" diyor. Resim Sergisinde Otuz Gün çapındaki bazı başka kitaplar da aralarında olmak üzere, Aksel'in kitabı, Ankara Caddesi'nde, eski Dünya gazetesinin sokağında, çok utanç verici ama, kaldırımlardaydı: Ne alırsan 1 liraya!.. Üstelik, 1960'larda. Bu kitaplar, bütün o Hüseyin Rahmi'ler, Abdülhak Şinasi'ler, Nahid Sırrı'lar, yıllar yılı, alıcı, okur beklemiş... 

Resim Sergisinde Otuz Gün'ü İstanbul Eğitim Enstitüsü'ne gittiğim gün çoktan okumuştum. Yine Aksel imzalı İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri (1959), Anadolu Halk Resimleri (1960) kitaplığımdaydı. 

Mimarimize özgü kuşevleriyle tanışmam eşsiz Malik Aksel'in sayesinde. Lâleli'ye, Bursalı Nezihe Halamıza gidip gelişlerimizde, Taş Han'daki kuşevlerini, kuş saraylarını görmüştüm ama onları 'biricik' sanıyordum. İstanbul Mimarisinde Kuşevleri'ni okuyuncaya kadar, imparatorluk başkentinde birçok kuşevinin yapılara işlenmişliğinden haberim yoktu. 

Sonra her birini Aksel'in kılavuzluğunda, bir rüya mimarisinin tadını çıkara çıkara 'yaşadım'. Yaşamakla kalmayıp yazdım da. İlk romanım Destan Gönüller'deki kuşevi bölümü bugün bile hoşuma gider; İstanbul kuşevi gezintilerinin esinleriyle yazmıştım. 

Eşe dosta, bir tek bizim mimarimizde kuşevi olduğunu söylediğimde gülenler çıkmıştı. Sonra ansiklopedilere bakmışlar, özür dilediler. Oysa Malik Aksel, yeni zaman ansiklopedilerinden çok önce, kuşevleri, kuş köşkleri, kuş sarayları üzerinde durmuş. Bilmem kaç kuşak İstanbullu geçinenlerin Katerin (Selânik yakınında) doğumlu Malik Aksel'den habersizliği şimdi beni şaşırtmıyor. 

Aksel'in öz değerlerimize bağlılığı, günün modaları arasında hiçbir zaman yer almadı. Ne dün, ne bugün. 

Aksel kuşevlerinin özelliğini şöyle dile getirir: "Bunlar çok defa küçük oyuncak evciklerdir. Yahut küçük köşkler, camilerdir ki, kuşların barındığı bu evcikleri İstanbul'da Türk mimarisinden gayri eserlerde görmek kolay değildir." 

Duygun sanat adamı kaygısını da gizlememiş: "İstanbul'un hemen her semtinde kuşevleri bulunur. Bununla beraber bazı yerlerde daha sık ve bazı yerlerde seyrek ve sanatkârane olanlarına rastlanır. Perşembe Pazarı'nda, hanlarda görülenlerin birçoğu dökülmüş, sadece bunların yerlerini belirten çubuklar kalmıştır. Bunların eski şekilleri hakkında fikir edinmek güçtür. Ayrıca Fincancılar Yokuşu'nda, Büyük Yeni Valide Hanı ve çevresi, Sandalyacılar Sokağı çeşitli kuşevleriyle süslü bir yoldur." 

Malik Aksel muhakkak ki uyum insanıydı. Resim sanatının etrafında olup bitenlere sevgiyle, iyilikle, hatta şefkatle yaklaşmış. Resim sanatının önemini bize anlatabilenler arasında onun yazıları apayrı değer taşır. Çünkü üslûbu bütün horgörülerden, cahillik suçlamalarından uzaktır. 

İstanbul'un Ortası'ndaki (1977) Mihri Müşfik Hanım portresi bence gizli bir başyapıt. Aksel, adı resim tarihimize geçebilmiş ilk Müslüman Türk kadın ressamın mücadelesini, acı hayat hikâyesini özlü diliyle anlatırken, bir yandan da resim sanatına gönül vermişlerin macerasını söyler. 

Mihri Müşfik Hanım portresinin çizildiği sadece bu birkaç sayfa, Ölü Bir Kelebek'i yazmaya çalışırken, handiyse tek yol göstericimdi. 

Necatigil, dergilerde kalmış yazıları, söyleşileri, deneme ve incelemeleri anıyor. Bir gün biri çıkar, derler umuduyla dergilerin adlarını vermiş: İstanbul, Çığır, Ülkü, Varlık, Sanat ve Edebiyat, Hisar, Türk Edebiyatı... Malik Aksel'den yüzlerce yazı. 

Aksel üzerine tek monografi olan Ressam, Eğitimci ve Yazar Malik Aksel'de, monografinin yazarı Ahmet Köksal da bu, sağda solda unutulup gitmiş yazıları vurgulamıştır. Dahası, 1955'te Tedrisat Dergisi'nde yayımlanmış "Bizde Resmin Geçtiği Yollar"ı alıntılamak ihtiyacını duymuş. 

Köksal'ın alıntıladığı yazıda çok önemli -ama, herhalde, pek bilinmeyen- bir bilgi karşımıza çıkıyor: 

"Askerliğe faydası olur gerekçesiyle resim dersleri mühendishaneye konduktan sonra, ilkin Ferik İbrahim Paşa resim tahsili için Avrupa'ya gönderiliyor. Dönüşte Sultan Mecid'in yüzündeki çiçek bozuklarını rötuş etmeden, âdeta sayarcasına yaptığından bu ressam Bursa'ya sürgün edilmiştir diye Sami Yetik'ten işitiyoruz. Senelerce Avrupa sanat merkezlerinde kalan bu ressamın bugün bu resmi değil, hiçbir resmi bir yerde görülmüyor." 

Resim sanatının hangi kaygılardan geçilerek benimsendiğini çok iyi bilen Aksel, 1947'de bambaşka bir huzursuzluk duymuş: 

"(...) memlekete sanatı sevdireceğimiz sırada fütürizmler, kübizmlerle herkese tepeden bakmaya başladık. Ve neticede topluluğu elden geldiği kadar resimden soğuttuk. Resim gelenekleri kökleşmiş memleketlerden bile aşırı gittik." 

Bazılarına tutuculuk gibi görünen bu huzursuzluk, geçmiş günlerin sancısını iyi bilmekten, özümsemiş olmaktan kaynaklanıyor. Malik Aksel Sanat ve Folklor'da (1971) hocası Şevket Dağ'ı şöyle anlatır: 

"Şevket Bey, memlekette resmin gizli yapıldığı devirlerde o bir pehlivan cesaretiyle göğsünü gere gere resim yapmış, şövalesini istediği yere dikmiş, her türlü tehlikeye karşı koymuş, resmin günah olduğunu söyleyenlere bunun kudsiyetini bile telkin etmiş ve her yerde ressam olduğunu söylemiş, en mutaassıp çevrelerde sergiler açmış, mesleğiyle övünmüş, mesleğini herkese saydırmış, neticede haklı olarak da memlekette şöhret kazanmıştır." 

Ressam Malik Aksel, her şeyden önce, suluboya ustasıdır. Öyle bir suluboya ustası ki, 'yerli' kalmayı yaşamı boyunca tek değer ölçütü saymış. Bir başka büyük ustanın, Nuri İyem'in kadirbilir tespitiyle "Avrupa'da eğitim görmesine karşın, Batı özentisi duymadan, belki çok kişisel, fakat bize özgü bir resim anlayışı" yaratmış. Devam ediyor Nuri İyem: "Malik Aksel çok iyi değerlendirilememiş, 'kıyıda köşede kalmış' çok değerli bir ustamızdı." 

Ama bugün, filancayla falancanın resimlerinin 'kaç para'ya satıldığından ötesini göremeyen gazetelerle, televizyon kanallarıyla dolup taştığından, böylesi yürekler acısı bir ortamda yaşadığımızdan, Malik Aksel, artık 'kıyıda köşede' bile kalamıyor, büsbütün unutuluşa, hatta yok edilişe iteleniyor. Bu alçakça itelenişten dolayı da hemen hiç kimse endişe, utanç duymuyor. 

Yetişme çağımın en güzel 'ressam anısı' Zeki Faik İzer, Malik Aksel'in ölümünden sonra, "(...) çok değerli ve vicdanlı talebeler yetiştirdi. (...) yetiştirdiği talebeler tertemiz memleket insanları..." diyor. 

Ben de, alçakgönüllü Aksel'in, eski zaman konsolunun aynasına bakarak saçını tarayan genç kadınını, biz yaştakilerin annelerine o kadar çok benzetiyorum ve ressamın sanatına derin hayranlık duyuyorum.



HABER

Malik Aksel'den kalanlar
22.10.2011 

Türk resminin büyük ustası Malik Aksel, Beşir Ayvazoğlu'nun çabasıyla sanat dünyasının gündemine geldi. Aksel'in kitaplarının yeniden yayımlanmasını sağlayan Ayvazoğlu, yazdığı biyografinin ardından şimdi de bir sergiyi sanatseverlerin ilgisine sundu. Taksim Sanat Galerisi'ndeki sergide Aksel'in 100 kadar suluboya ve yağlıboya eseriyle birlikte halk resimleri koleksiyonu var.Yüksel Arslan'ın 500'ün üzerinde yapıtı ve onlara eşlik eden düşünce dünyası yan yana ve üst üste Santralistanbul'da sergilenmeseydi geçen sene... Cihat Burak'ın 50 yıllık sanat üretimi İstanbul Modern'de bundan tam 4 yıl önce bir araya getirilmeseydi... Bilir miydik, bu kadar iyi tanır mıydık onları? Niye aynı şey Malik Aksel için de geçerli olmasın? Çekirdek hazır. 1987'de kaybettiğimiz Malik Aksel, Taksim Sanat Galerisi'nde açılan 'Ressam-Yazar-Koleksiyoncu' alt başlıklı bir sergiyle anılıyor. Sergide, sanatçının oğlu Murat Aksel'in koleksiyonundaki 100 kadar suluboya ve yağlıboya resimle Malik Aksel'in Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi'ne bağışlanan 81 parçalık taşbaskısı halk resimleri koleksiyonu yer alıyor. 

Eskiden kahvehane ve evlere asılan bu taş baskısı halk resimleri, 1910 yılından itibaren matbaalarda basılmış ve Malik Aksel tarafından toplanabildiği kadar toplanmış. Bir daha bir araya getirilmesi mümkün olmayan eserlerden oluşan ve Türk kültürü açısından epey önem taşıyan bu koleksiyon, ilk defa 1958 yılında Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde sergilenmiş. Sonra da kaybolup gitmiş. Uzun süre nerede olduğu bilinmeyen eserler; Beşir Ayvazoğlu, Malik Aksel'in kitaplarını yayına hazırlarken, Murat Aksel'in evinde büyük bir paketin içinde bulunmuş. Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi'ne bağışlanan resimler, bakım ve onarım çalışmalarının ardından çerçeveletilerek geçtiğimiz bahar Bursa'da sergilendi. Peki ses getirdi mi sergi? Aksel'in külliyatını yayına hazırlayan ve onun biyografisini de yazan Beşir Ayvazoğlu'na göre: Hayır. 

AKSEL'İN KAÇ ESERİ OLDUĞU BİLİNMİYOR 

Taksim Sanat Galerisi'nde sergilenen 100 kadar yağlıboya ve suluboya eser arasında, Malik Aksel'in "Anadolu Yurt Gezileri" sırasında Sivas ve Denizli'de yaptığı 20 civarında resimden sadece 3 tanesi var. Bu eserlerin çoğunun nerede olduğu bilinmiyor. Bu sergide 1939 yılında Sivas'ta yapılmış 3 yurt resmi yer alıyor: "Kale Mahallesi", "Sivaslı Genç Kız" ve "Harman Yeri", diğer adıyla "Kağnı". "Biz sadece oğlu Murat Bey'in koleksiyonundaki eserleri sergiliyoruz. O da Murat Bey'in imkânlarıyla... Sadece Bursa Büyükşehir Belediyesi resimlerin nakliye işlerini üstlendi. Hassa Mimarlık da kokteyli..." diyen Beşir Ayvazoğlu'na göre Aksel'in Devlet Resim Heykel Müzelerinde de önemli resimleri var. Tabii, özel koleksiyonlarda da... "Toplam kaç eseri olduğunu da maalesef bilmiyoruz." diyor ve ekliyor Ayvazoğlu: "Bunu bilmemize imkân da yok. Aksel'in eserleri özel koleksiyonlara dağılmış; kayıt yok, günlük yok. Varsa da elimizde değil." 

Aslında hatıraları dahil, pek çok şeyi kayda geçirmiş biri Malik Aksel. Araştırmacı bir yazar. Bu noktada Ayvazoğlu'nun yayına hazırladığı ve Kapı Yayınları tarafından 5 kitap halinde yayımlanan Malik Aksel külliyatını hatırlamalı: 'Sanat Hayatı: Resim Sergisinde Otuz Gün', 'Anadolu Halk Resimleri', 'Türklerde Dini Resimler', 'İstanbul'un Ortası', 'Sanat ve Folklor'... 

Bütün bunlardan önce ressam, dahası bir suluboya ustası Aksel. Beşir Ayvazoğlu'nun anlatımıyla: "Özellikle suluboyada Türk resminin en önemli isimlerinden, suluboyanın ilklerinden. Suluboyayı kimse ciddiye almazken o suluboyaya yönelmiş. Bu önemli." 1903 Selanik- Katerin doğumlu Aksel'in suluboyaya, hatta resme yönelmesinde Darülmuallimin'deki (Erkek Öğretmen Okulu) hocası Şevket Dağ'ın etkisi büyük. Hocası aracılığıyla tanıdığı Güzel Sanatlar Birliği'nin gerçekleştirdiği Galatasaray sergilerine düzenli olarak katılan Aksel'in şiarı da hocasının, "Gittiğim yol ve branşım hiçbir Avrupalı ressamın taklidi değildir, sırf kendi mahsulümdür" sözü. 

Gözünü hariçten ziyade memlekete çeviren Aksel'in hiçbir akıma bağlı olmayan ve ısrarla yerli ve gündelik hayatı işleyen resimleri alabildiğine iddiasız. Küratörlüğünü Mehmet Lütfi Şen'in, danışmanlığını Beşir Ayvazoğlu'nun yaptığı ve 2 Kasım'a dek Taksim Sanat Galerisi'nde görülebilecek bu sergi, belki Malik Aksel retrospektif sergisi için adımların atılmasına da vesile olur.