2 Şubat 1955 tarihinde Güneyce/Rize’de doğdu. Güneyce İlkokulu’nu bitirdikten (1965) sonra babasından hafızlığını yaptı (1965-67). İstanbul İmam Hatip Okulu’nu (1973), fark derslerini vererek Rize Lisesi’ni (1973); İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü (1977); İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi (1986). Dergâh Yayınları’nda editörlük, yayın yöneticiliği yaptı; Fikir ve Sanatta Hareket, Dergâh dergileri ile Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayınına katıldı (1977-95). 1980-95 yılları arasında Sainte Pulcherie Fransız Kız Ortaokulu’nda (İstanbul - Taksim) Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersi öğretmenliği yaptı.
İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “İslâmcılara Göre Meşrutiyet İdaresi 1908-1914” başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu (1993). Ekim 1995’te öğretim görevlisi olarak M. Ü. İlahiyat Fakültesi’ne tayin edildi. Kasım 2000’de Türk-İslâm Düşüncesi Tarihi doçenti, Haziran 2006’da İslâm Felsefesi profesörü oldu. Halen aynı fakültede İslâm Felsefesi anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Çalışma alanı çağdaş Türk düşüncesi ve çağdaş İslâm düşüncesidir.
ESERLERİ:
Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi-Metinler/Kişiler, 3 C.: I, 1986; II, 1987, İstanbul, Risale Yay.; III, 1994, İstanbul, Pınar Yay. I ve II. ciltleri genişletilmiş 3. bs. İstanbul Kitabevi Yay. 1997. İslâmcıların Siyasî Görüşleri, İstanbul, İz Yay. 1994. Gözden geçirilmiş ve ilaveli 2. bs. İslâmcıların Siyasî Görüşleri I-Hilafet ve Meşrutiyet adıyla İstanbul, Dergâh Yay. 2001. Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye, İstanbul, Kitabevi Yay. 1998; Gözden geçirilmiş ve ilaveli 3. bs. İstanbul, Dergâh Yay. 2002. Amel Defteri, İstanbul, Kitabevi Yay. 1998. Biraz Yakın Tarih Biraz Uzak Hurafe, İstanbul, Kitabevi Yay. 1998. Bir Felsefe Dili Kurmak-Modern Felsefe ve Bilim Terimlerinin Türkiye’ye Girişi, İstanbul, Dergâh Yay., 2001. Güneyce-Rize Sözlüğü-Bir Doğu Karadeniz Köyünün Hafızası ve Nâtıkası, İstanbul, Dergâh Yay., 2001 İslâm Siyasî Düşencesinde Değişme ve Süreklilik-Hilafet Risâleleri, C. 1 ve 2, II. Abdülhamit Devri, İstanbul, Klasik Yay., 2002; C. 3 ve 4, II. Meşrutiyet Devri, 2003 ve 2004; C. 5, Cumhuriyet Devri, 2005. Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, İstanbul, Dergâh Yay., 2003 Gümüşhanevî Halifelerinden Şeyh Osman Niyazi Efendi ve Güneyce Rize’deki Tekkesi, İstanbul, Dergâh Yay., 2004. İlk Rize Müftüsü Mehmet Hulusi Efendi-Rize Hadisesi-Hac Hatıraları, İstanbul, Dergâh Yay., 2005. Sözü Dilde Hayali Gözde, hatıralar-portreler, İstanbul, Dergâh Yay., 2005. Hanya / Girit Mevlevihanesi-Şeyh Ailesi Müştemilatı Vakfiyesi Mübadelesi, İstanbul, Dergâh Yay., 2006. Aramakla Bulunmaz, İstanbul, Dergâh Yay. 2006
Yayına hazırlama:
Hüseyin Kâzım Kadri, Ziya Gökalp’in Tenkidi, İstanbul, Dergâh Yay. 1989. (aslı yazma). Anonim, Mızraklı İlmihal, İstanbul, Çıdam Yay. 1989. Gözden geçirilmiş ve Arap harfli baskısı eklenmiş 5. bs. İstanbul, Dergâh Yay., 2001. Hüseyin Kâzım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, İstanbul, İletişim Yay. 1991. (aslı yazma); gözden geçirilmiş 2. bs. İstanbul, Dergâh Yay., 2000. Süheyl Ünver, İstanbul Risâleleri, 5 C., İstanbul, Büyükşehir Belediyesi Yay., 1995-1996. Nurettin Topçu Külliyatı, (Ezel Erverdi ile birlikte), İstanbul, Dergâh Yay. 1997-2005, 21 kitap (devam ediyor) Kutuz Hoca’nın Hatıraları - Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası, İstanbul, Dergâh Yay. 2000. İslâm Siyasi Düşüncesinde Değişme ve Süreklilik – Hilafet Risâleleri, 5 cildi yayınlandı (tamamı 8 cilt olacak), İstanbul, Klasik Yay., 2002-2005. Namık Kemal, Osmanlı Modernleşmeseninin Meseleleri-Bütün Makaleleri 1 (Nergiz Yılmaz Aydoğdu ile birlikte), İstanbul, Dergâh Yay., 2005. Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Mahalle / Sıbyan Mektepleri (Ali Birinci ile birlikte), İstanbul, Dergâh Yay., 2005 Nurettin Topçu’nun Fikir Dünyası (Seminer tebliğleri), İstanbul, Dergâh Yay., (baskıda)
HABER
Kara: Kanaat artık İstanbul’da bir lokanta adıdır! Sondevir 21 Mayıs 2014
Prof. Dr. İsmail Kara: “Kanaat artık İstanbul’da bir lokantanın adıdır. Toplumda kanaat diye bir şey kalmadı. Kanaat İslam ahlakının merkezi kavramlarından biridir. İtikadi olarak Allah’a imanla ilgilidir.
Prof. Dr. İsmail Kara, Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği Çağdaş İslam Düşüncesi seminerinin bu yılki son dersinde ahlak kavramına değindi ve ahlak kavramı hiyerarşisinde üst sıralarda yer alan kanaat kavramının değişimiyle konuyu örneklendirdi.
Çağdaş İslam düşüncesinde şirk, küfür, mucize, akıl, ibadet, modern bilim, kadın, zekât konuları üzerinde çok çalışıldığını belirten Prof. Dr. İsmail Kara, çağdaş İslam düşüncesinin ana konularından biri olan ahlak alanına intikal edildiğinde ise büyük bir boşluğa düşüldüğünün, bu alanda çalışmalar bulunmadığını söyledi.
Kara, bir ilmin veya dinin dönüşümünün nasıl takip edileceğine şu sözleriyle dikkat çekti:
“Bir ilmin veya dinin içerisindeki değişimleri iki şekilde takip edebiliriz. Birincisi; ana terim ve kavramların muhtevalarının değişip değişmediğidir.
önemde anlaşılması, algılanması ve yaşanması söz konusu olduğunda, ahlak kavramlarının sırasına, eskiden kullanıldığı içeriğe sahip olup, olmadığına bakmamız lazım.
Buradan ahlak alanına intikal edersek; bugün ahlak alanında çok ciddi bir alt üst oluşun yaşandığını ve bunun farkında olmadığımızı söylememiz lazım.”
Kara ahlak kavramının uğradığı erozyona kanaat kavramı üzerinden örnek verdi:
Kanaat artık İstanbul’da bir lokantanın adıdır “Kanaat artık İstanbul’da bir lokantanın adıdır. Toplumda kanaat diye bir şey kalmadı. Kanaat İslam ahlakının merkezi kavramlarından biridir. İtikadi olarak Allah’a imanla ilgilidir.
Allah’a iman ise akaitte birinci sırada yer alan bir konudur. İnanç söz konusu olduğunda kanaat birinci sıradadır. Fakat bugün toplumda son sıralarda olduğunu görüyoruz. Kavram duruyor lakin hiyerarşik sıralaması ve içeriği değişmiştir.
Kanaat kavramı çok mühim bir kayıp vermiştir. Örneğin ben İstanbul’a geldiğim yıllarda bütün işletmelerde ‘Rızık Allah’tandır.’ levhaları asılı idi.
Sadece mütedeyyinlerin değil, bugün mütedeyyin diyemeyeceğimiz insanların dükkânlarında da asılı görürdünüz. Şimdi bütün dükkânları gezin fotoğraf çekmek için bir tane bulamazsınız. Bugün bir finans kurumunun duvarına böyle bir levha asarlar mı?
Mesela finans kurumları hat yarışmaları yapıyor. Bir yarışmada da bu konuyu işlerler mi? Veya bir AVM Peygamberimizin hadisi olan ve eskiden dükkânlarda gördüğümüz “Kanaat tükenmez bir hazinedir” levhasını acaba duvarına asar mı?”
Birinci derecede bir İslam kavramının İslam’ın yükselişte olduğu bir dönemde toplumun dilinden, günlük hayatından kaybolduğunu söyleyen Kara, buna kimsenin işaret etmemesinin daha ciddi bir problem olduğunu şu sözleriyle ifade etti:
“Türkiye’de yer yerinden oynuyor, dindarlaşma yükseliyor, şu kadar imam hatip açılıyor, başörtülüler her yerde fakat bu nasıl bir yükselişse “Kanaat tükenmez bir hazinedir” hadis-i şerifi de artık ortadan kalkıyor.
Türkiye’de ve İslam toplumlarında ahlak alanında çok büyük bir çöküntü var ve çöküntüye kimse işaret etmiyor, ciddi olarak uğraşmıyor.”
SÖYLEŞİ
Prof.Dr. İsmail Kara: Türkiye, dinî alanda yaşanan tahribatın yeterince farkında değil DOĞAN ERTUĞRUL - PAZARTESİ KONUŞMALARI Zaman 30 Mart 2015
Siyasî merkezle mütedeyyin insanlar arasındaki güvensizlik açısından tek parti yıllarına döndük. İktidara yakın dinî gruplar da güven içinde olduklarını düşünseler de tek partili yıllara doğru bir temayül olduğunu hissediyorlar.
Cumhuriyet tarihi boyunca siyasi iktidarlar dini grupları zaman zaman yasaklama yoluna da başvurarak kontrol altına almak istedi. Şimdi ilk kez bir iktidar cemaatleri kendi şemsiyesi altında toplamak istiyor. Neden?
Bir iktidarın grupları kendi kontrolü etrafında toplamaya çalışması anlaşılmayacak bir şey değil. Hatta iktidar tam da böyle bir şeydir. Belki araçlar ve üslup farklılaşır. Modern iktidar anlayışı sadece kendi dar siyasi alanıyla sınırlı kalarak varlığını sürdüremeyeceğine inanır. Bu anlayış siyasi, iktisadi, medyatik, askeri, bürokratik, sosyal vesaire tüm alanlardaki güç odaklarını, kendisine yakınlaştırmak, kontrol altına almak ve bunu yapamıyorsa saf dışı bırakmak üzerine kuruludur. İnsanlık bu konuda fazla mesafe alamadı.
Türkiye’nin tek partiden bu yana süren devlet geleneği de böyle ama bunun demokratik bir temeli ve meşruiyeti var mı?
Hayır yok, hukuken yok. Peki ya fiilen? Türkiye ile daha düzgün işleyen siyasi yapılar arasındaki fark iktidarın her yere uzanıp uzanmamasında değil bence, müdahale biçiminde. ABD ve Avrupa’da da böyledir ama bize göre daha usturuplu yapılır. Baksanıza her taraf kan, her yer zulüm. AK Parti döneminde bunu mübalağalı hale getiren şey, 60 yıldır görülmemiş uzun bir iktidar dönemi olması.
Devletin dini grupları baskı ile kontrol altında tutma politikası ile iktidar partisinin İslami bir retorikle kendi şemsiyesi altında toplamak istemesi arasında devlet refleksi açısından fark yok mu?
Bence esasta yok. Mesela muhafazakârların çok sevdiği Özal ile AK Parti’nin tutumları arasında nitelik farkı yok. ANAP döneminde, ki 12 Eylül demek o, cemaat ve tarikatların, dindar çevrelerin ne hale geldiğini, getirildiğini kimse görmek istemiyor. Herkes maddi ve sayısal yükselişlere bakıyor. Özal bu bakımdan AK Parti’nin başlangıcıdır. Demirel de dini cemaatlerden büyük destek gördü, onlara destek verdi. Arkada da devlet var.
Ama Erbakan örneği dışında hiçbir lider, dini cemaatlerin biat etmesini beklemedi.
Bu doğru değil. Aralarında sadece üslup ve derece farkı var.
Cemaatler Demirel veya Özal’ı biat edilmesi gereken dini bir lider olarak görmedi.
Bu da doğru değil. Biat kelimesini Erbakan kadar yukarı çıkarmadılar ama bu beklenmediği ve istenmediği, karşı tarafın da vermediği manasına gelmez.
DP’den itibaren liderler dini cemaatleri oy potansiyeli nedeniyle kontrol etmek istedi. Ama kendileri ve partileri için İslami bir argüman kullanmadılar. Sadece Erbakan, Esad Coşan Hoca ile yaşanan gerilim bağlamında kendisine biat bekledi. Merkez sağ partiler ile dini cemaatler arasında bugünkü gibi bir biat beklentisi olmadı. Yanılıyor muyum?
Erbakan’la birlikte tablonun epeyce değiştiği manasında doğru. Ama Erbakan sıfır noktasından başlamadı. İçeriye karşı biat ve hilafet kelimelerini kullandığını biliyoruz. Bu ton artışını yenilik gibi görenler var ama bence doğru değil. Zaten Erbakan ve arkadaşları Adalet Partisi’nin içinden çıktı fakat kendisini dinilik ve millilik üzerinden farklılaştırdı.
Menderes de CHP içinden çıktı. Ama destek veren dini cemaatler Menderes’i halife ya da dini bir figür olarak görmedi. Bu Erbakan örneğinden çok farklı değil mi? Erbakan dini söylemi yeniden kurdu ve biat istedi.
Bu kısmen doğru. Sıfır noktasından başlamadığının altını çiziyorum.
Dinî cemaatler tedirgin ve bıçak sırtında Bugüne gelirsek. Şimdiye kadar hiç bir lider kendi vakıfları, dernekleri aracılığı ile kendi cemaatini kurmaya çalışmadı.
Kuramadı yoksa istemedi değil. Bugünkü durum Türkiye’nin değişen şartları ve çok uzun süren AK Parti iktidarı ile ilgili biraz da. Esas mesele kontrol altında tutmak ve olabildiğince kendine bakan yüzünü kuvvetlendirmek... Bu ortak paydadır.
Kontrol ve gerekirse saf dışı etmek iktidarın doğasında var diyorsunuz. Bu tek cemaatlere baskıyı meşru görme riski taşımıyor mu?
Niçin meşru görsün, ben baskı gören ve muhalif taraftayım. Sadece teşhis için olanı önce bir görelim diyorum.
AK Parti iktidarında dini grup ve cemaatlerin risk altında olduğu söylenebilir mi?
Hayır. AK Parti’nin Fethullah Hoca cemaatiyle yaşadığı hadise dolayısıyla diğer cemaatlerle olan muhtemel ilişkiler abartılıyor. Ben yapısal bir değişiklik olduğunu düşünmüyorum.
Bugün başka cemaatler Hizmet Hareketi’nin başına gelenler bizim de başımıza gelebilir kaygısı taşımıyor mu?
Bu başka bir şey... Dini cemaatler, tarikat yapıları ya bilinçli ya da insiyaki olarak bu riskleri hesaba katar. Fethullah Hoca cemaati hadisesinden sonra bu tehdidi içlerinde daha fazla hissediyorlardır, bunda şüphe yok. Cemaatler tedirgin ve bıçak sırtında.
Yaşanan bu tahribatın bir hasar tespitini çıkarırsak tablo ne durumda sizce?
Erbakan-Esad Coşan arasındaki gerilim tüm unsurları benzemese de bu yaşananlara benzer bir örnekti. Ayrıca Erbakan’ın o tekkeye bağlı olması gibi bir durum da vardı. Buna rağmen o zaman yaşananların yaptığı tahribat bugünle kıyaslanamaz ama bir cemaat çok geriletildi. Erbakan o krizde çok politik ve sorumlu davrandı. 1970 ve 80’lerin en güçlü cemaatini etkisiz hale getirdi ama dış tahribata yol açmamak için fazla sızdırmadı. Bugün geldiğimiz noktada hem iktidar hem de cemaatin tutumlarıyla artan tahribatın algıladığından çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Siyasi merkezle mütedeyyin insanlar arasındaki güvensizlik açısından tek parti yıllarına bizi döndük. Güvensiz, tedirgin ve biçimsiz. Tarafların ve Türkiye’nin meselenin büyüklüğünü anlama kapasitesi bence çok düşük.
Bunun nedeni dini cemaatlerin büyük bir kısmının iktidara yakın durması olabilir mi?
İlahiyatçıların, aydınların, Diyanet’in, üniversitenin, basının algısı da düşük. Fethullah Hoca cemaatinden fiili ya da hissi düzeyde haksızlık gördüğünü düşünen insanların çoğu cemaate yapılana seviniyor olabilir. Ama cemaat ve tarikat yapıları böyle değil. Bu yapıların hafızası farklı çalışır. Birçok zor tecrübeden geçtikleri için acıları ve korkuları da koruyucu, belki yapıcı bir unsur olarak aktarırlar. Varlıklarını sürdürmelerini sağlayan da o hafızalarıdır. Bu hafıza nedeniyle, şu an ne kadar güven içinde olduklarını düşünseler de, tek partili yılara doğru bir temayül olduğunu hissetmemeleri düşünülemez. Mesela Risale-i Nur cemaatinde Bediüzzaman merhumun yaşadıkları canlı bir tecrübe olarak yaşamıyor mu? Aynı şey Erenköy cemaatinde de, diğerlerinde de var. Mezarı kayıp olan sadece Bediüzzaman değil, Esad Efendi’nin de mezarı kayıp. Bu hafızanın hareket halinde olmadığını ve şu an iktidara yakın olmalarının bu güvensizliği ortadan kaldırdığını düşünmek doğru değil. Şunu söyleyelim yalnız; bu son operasyon mesela CHP yahut MHP eliyle yapılsaydı AK Partililer dahil şu anda iktidarın yanında saf tutanların hepsi cemaatin yanında olacaktı.
‘Yalancı peygamber’ ifadesi ahlaken kabul edilemez Diyanet ve ilahiyat camiasının bu süreçte sessiz kalmasını neye bağlıyorsunuz?
Evet, iki tarafa da mesafeli hocaların çözüm bulucu ciddi bir çaba içine girmemesi düşündürücü. Belki taraflar da tam istekli davranmadı. Ama sanıyorum başka psikolojik sebepler de devreye girdi. Cemaat daha önce ilahiyat fakültelerini ve Diyanet’i rencide etti, fiilen veya hissiyat olarak. Ayrıca bu iki kurum da resmi kurumlar, iktidara daha bağlılar. Yine de ahlaki tutum devreye girmeliydi. Başbakan Erdoğan Diyanet ve ilahiyat camiasının hazır bulunduğu bir toplantıda, eski bir Diyanet mensubu olan Fethullah Hoca için ‘yalancı peygamber’ dedi. Ön sırada oturan ve cemaatin, benim mesafeli durduğum diyalog ve Abant toplantılarına katılmış kişiler de dahil kimseden ses çıkmadı. Bu kabul edilemez.
Cemaat’in üslubunda neyi tenkit ediyorsunuz?…
Bu kriz başladığı zaman cemaatten tanıdığım bir kaç kişiye, kendinizi savunmak hakkınız ama bunu kendi üslubunuzda ve geleneklerinize uygun yapın, görsel ve yazılı medyanızda kullandığınız dil ve üslup sizin değil, üzerinizde hiç iyi durmuyor dedim. Cemaatin tutumu iktidarın işini kolaylaştırıyor. Bu tarz cemaatin tabiatına aykırı bence. Hiçbir yapı kendine yabancı bir dili, bir üslubu kullanarak, başkasını taklit ederek varlığını sürdüremez.