İmam Şafii'nin adı Muhammed ibnu İdris'tir. İmamı Azam Ebu Hanife'nin vefat ettiği yıl olan Hicri 150 senesinde Filistin'in Gazze şehrinde dünyaya geldi. İttifakla rivayet edildiğine göre İmam Şafii'nin babası Kureyş kabilesine mensup olup, Peygamber efendimiz (s.a.s.)'in dedelerinden Haşim'in kardeşi Muttalip oğullarına dayanır.
İmam Şafii'nin annesi Yemenli Ezd kabilesindendir. Oğlunun yetişip olgunlaşmasında onun büyük bir payı vardır.
Gençliği ve Yetişmesi
Kureyşli bir babanın çocuğu olan Şafii, henüz beşikteyken babasını kaybetmiş ve bu yüzden fakir olarak büyümüştür. Filistin'e sığınmış olan bu fakir aile, hayatla mücadelede birçok zorlukla karşılaştı. Annesi onu Mekke'ye götürdü. Bizzat kendisinin anlattığına göre oraya yerleştiklerinde on yaşında olan İmam Şafii fakir ve yetim olarak büyümüştür. İmam Şafii eğitiminde herhangi bir bozukluk olmadığından kendi özünden gelen bir insiyakla yüksek hedeflere yönelmiştir. Fakirliğe rağmen yüksek bir soya mensup oluşu, kendisini insanlara yaklaştırmış, cemiyete karışmasını sağlamış ve böylece içinde yaşadığı ortamın şartlarına intibak etmesine vesile olmuştur.
Şafii'nin ruhunda yüksek işler yapma isteği mevcuttu. Annesi de onu Gazze'den Mekke'ye gönderirken oğlunu bu yola teşvik etmiş ve gerekli sebepleri hazırlamış oluyordu.
İmam Şafii henüz küçük yaşlardayken Gazze'de ilim tahsil etmeye başlamış ve Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmişti. Mekke'ye gelince büyük hadis üstatlarından Peygamber efendimizin hadislerini ezberlemeye, diğer taraftan da Arapça'yı düzgün ve mükemmel bir şekilde öğrenmeye başladı. Kırsal kesimlerde korunan fasih Arapça'yı öğrenmek için bir süre çölde Huzeyl kabilesinin arasında yaşadı. On yıl kadar süren çöl hayatında, dil öğreniminin yanı sıra ok atmayı da öğrendi. Kendisi bu konuda şöyle der: "Çöldeyken himmetim iki şeyde toplanmıştı. Okçuluk ve ilim. Ok atmakta o kadar maharet sahibiydim ki, on ok atsam hepsi hedefe isabet ederdi." Bunu söyledikten sonra ilim hususunda bir şey demeden sustu. Yanında bulunan biri: "Vallahi sen ilimde, okçulukta olduğundan çok daha üstünsün"dedi.
İşte İmam Şafii'nin ilk eğitimi böyle olmuştur. Bu, o çağdaki Arap terbiyesinin en mükemmel örneğini arz eder: Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek, hadis, fasih Arapça, binicilik ve atıcılık öğrenmek, şehirde ve çölde yaşayanların adetlerini, ahvalini tanımak.
İmam Malik'in Himayesinde İlim Tahsili
İmam Şafii yirmi yaşlarında bir delikanlı iken, ilim derecesi o kadar ilerlemişti ki fetva verecek ve hadis rivayet edecek bir mertebeye ulaşmıştı. Hatta Müslim ibnu Halid Zenci ona fetva vermesi için izin vererek: "Ya Eba Abdillah, artık fetva ver, senin fetva verme zamanın geldi" dedi.
Onun ilim tahsilindeki gayreti, Mekke'nin surlarını aşmış ve bu şehrin ötelerine doğru uzanmaya başlamıştı. Çünkü ilmin sınırı ve ülkesi yoktur. Bu arada Medine'nin imamı Malik ibnu Enes'in adı Şafii'ye ulaşmıştı. Zira bu imamın adı o derece yayılmıştı ki, gelip gidenler hep onu zikrediyorlardı. Bu durumda Şafii'nin gayreti ondan ilim tahsil etmeye yöneldi ve bu yüzden Medine'ye gitmek istedi. Fakat o Medine'ye İmam Malik'in ilminden habersiz eli boş gitmek istemiyordu. İmam Malik'in ismi her tarafa yayılmış olan el-Muvatta adlı eserini temin edip defalarca okudu. Hatta o kitabı ezberlediği bile söylenir. Bu kitabı okuduktan sonra onun İmam Malik'i görme arzusu daha da arttı.
Şafii Medine'ye gitmeden önce, orada herhangi bir zorlukla karşılaşmamak için Mekke valisinden bir tavsiye mektubu alarak yola koyuldu. Oraya vardığında yanındaki mektupla Medine valisinin yanına girdi. Mektubu valiye verip durumu izah ettikten sonra, valiyle beraber büyük imam Malik ibnu Enes'in evine gittiler. Malik onları kapıda karşıladı. Uzun boyu ve heybetli görünüşüyle vakarlı, muhteşem bir zattı. Vali kendisine mektubu takdim etti. İmam Şafii bundan sonrasını şöyle anlatır: "Mektubu alıp okumaya başladı. "...mektubu getirenin işi şu merkezde, onunla konuş ve gereğini yap" sözlerine gelince mektubu elinden attı ve : "Subhanallah, Resulullah'ın ilmi artık bu vasıtalarla mı alınır oldu?" dedi. Baktım ki vali onunla konuşmaktan korkuyor. Ben ileri atıldım ve : "Allah iyilikten ayırmasın, ben Muttalip ailesinden bir adamım. Maksadım şudur" diyerek hayat hikayemi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Onda büyük bir feraset ve sevgi vardı. Bana: "Adın ne?" dedi. "Muhammed" dedim. "Ey Muhammed, Allah'tan kork, günahtan sakın, zira sen yüksek mertebe sahibi bir adam olacaksın. Allah senin kalbine bunu koymuş, onu günahlarla söndürme" dedi. Ve sözünün sonunda: "Yarın buraya gelirsin, seni okutacak olan da gelir" dedi."
Böylece Şafii'nin İmam Malik himayesindeki ilim tahsili başlamış oluyordu. Şafii, Malik'in Muvatta'ını rivayete ehliyet kazandıktan sonra ondan fıkıh almaya, onun fetva verdiği meseleleri öğrenmeye devam etti. 179 senesinde bu büyük imamın ölümüne kadar ondan ders aldı. Şafii o zaman 29 yaşında ömrünün baharında, gençliğinin en olgun döneminde idi. Öyle anlaşılıyor ki Şafii, İmam Malik'ten ilim öğrenmekle beraber, zaman zaman onun derslerine ara veriyor, İslam ülkelerinde seyahatler yapıyordu. Bu seyahatlerinde her zeki yolcu gibi insanların ahvalini, tarihini öğreniyor, içtimai olayları inceleme fırsatını buluyordu. Bu arada Mekke'ye gidiyor, annesini ziyaret ediyor, onun öğütlerini dinliyor, duasını alıyordu. Çünkü o bilgili, anlayışlı, güzel düşünceli, asil bir kadındı. Şafii'nin İmam Malik'in dersine devam etmesi, onun seyahatlerine, şahsi inceleme ve araştırmalarda bulunmasına bir engel teşkil etmiyordu.
Valilikte Görev Alması
İmam Malik ibnu Enes vefat edince, Şafii ilimden yeteri kadarı nasibini aldığı kanaatine vardı. O zamana kadar çok fakir bir hayat sürdü. Kendi geçimini temin edebilmek için bir iş aramaya başladı. Bu sırada Yemen valisi Hicaz'a gelmişti. Kureyş'ten bazıları ondan Şafii'yi beraberinde Yemen'e götürmesi isteğinde bulundular. Vali bu isteği uygun bularak, kendisine bir iş vermek üzere Şafii'yi yanında götürdü. Şafii bu hususta şöyle der: "Annemde bana verecek yol parası bile yoktu. Evi rehin vererek, yol parasını tedarik ettim. Yemen'e varınca vali bana iş verdi. Bu parayı ödemek için çalışmaya başladım."
İmam Şafii'nin dirayeti, bilhassa Yemen valisinin maiyetinde aldığı ve kadılık seviyesinde olan bu görevinde dikkati çekmiştir. Vazifesi Yemen'e bağlı Necran'daydı. Şafii, burada adaleti hakkıyla gerçekleştirmiştir. Her çağda ve her yerde olduğu gibi Necran'da da insanlar, valilere, kadılara, hakimlere yaranmaya çalışıp, onlara yakınlaşmak için yol arıyorlardı. Fakat bu tip insanlar İmam Şafii'den bu konuda gerekli iltifatı göremediler. Şafii bu kapıyı kapatmakla nefsini fesat, şer ve zulümden korumuş oldu. Dolayısıyla uygulanması çok zor görülen adaleti tam olarak gerçekleştirmiş oldu.
Güçlüklerle Karşılaşması
Tıpkı günümüzde olduğu gibi tarihin her döneminde iyi işler yapmaya çalışanlar, adaleti hakkıyla yerine getirenler, fırsatçılara ve zalimlere fırsat tanımayanlar daima zalimlerin ve menfaatperestlerin fiili ve psikolojik işkencelerine maruz kalmışlardır. İmam Şafii söz konusu görevine devam ettiği sıralarda Yemen'e zalim, gaddar bir vali tayin oldu. Bu vali, kendi idaresi altındakilere zulüm yapmaktan çekinmiyordu. Bu durumdan haberdar olup rahatsız olan Şafii, alimlerin elinde keskin bir kılıç olan tenkit vasıtasını çok iyi kullanarak bu valiyi uyarmaya çalıştı. Fakat Şafii'nin bu tavrı valinin onun aleyhine harekete geçmesine yol açtı. Vali ona kin bağlayarak hakkında iftiralar uydurdu. Zira herkes tabiatının gereğini yapar.
Abbasiler, Hz. Ali (r.a.)'nin soyundan gelenlere karşı bir tavır içindeydiler. Bu sebeple herhangi bir valinin Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlere karşı iyi davrandığını tespit ettiklerinde derhal onu ya azlediyor, ya muhakemeye çekiyor, ya da öldürüyorlardı.
Söz konusu zalim vali de Abbasileri bu zayıf noktalarından vurmayı başardı. Şafii'yi Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlerin taraftarı olmakla itham etti. Bu sadece psikolojik bir yıldırmaydı ve her hangi bir fiili duruma dayanmıyordu. Çünkü Şafii'nin Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlere karşı sevgi beslediği herkesçe biliniyordu. Fakat onun bu sevgisi kendisini Şiilik propagandasına ve onların iktidara gelmesi için bir girişimde bulunmaya sevk edecek durumda değildi. Tüm bu gerçeklere rağmen zalim vali, bu konuda ısrar ediyor, Halife Harun Reşid'e mektup göndererek onu Şafii'ye karşı kışkırtıyordu.
Nihayet Şafii eli kelepçeli halde Bağdat'a gönderildi. 34 yaşlarında böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şafii apar topar Halife Harun Reşid'in huzuruna çıkarıldı. Ancak güzel savunması ve İmam Muhammed ibnu Şeybani'nin lehinde şahitlik etmesiyle canını kurtardı.
Yeniden İlme Yönelmesi
İmam Şafii, başına gelen bu olay valilikteki görevini bırakıp kendini yeniden ilme verdi. Okudu, okuttu; ders aldı, ders verdi. İnsanlar için fıkıhta ebedi eserini meydana getirdi. Bağdat'ta Muhammed ibnu Hasan'ın evinde konakladı. Onun eserlerini bizzat kendinden okudu. Böylece hem Irak'ın hem de Hicaz'ın fıkhını birleştirmiş ve çağın en büyük fakihlerinden ders almış oldu. Bu sayede, fıkıh ilminin kurallarını tespit edecek kadar yüksek bir mertebeye ulaştı. Bu konuda muvafık ve muhalif herkes onun bu mevkiini tanıdı. Böylece onun ünü her tarafa yayıldı, itibarı yükseldi ve nihayet, hakkıyla imamlık mertebesine ulaştı. Bağdat'ta oturduğu sıralarda Iraklılarla fıkhi münakaşalar yapar ve kendisini İmam Malik'in talebesi sayardı. Muayyen bir metot ortaya koymazdı. İmam Muhammed dışında, yaşça kendisine denk olanlarla tartışırdı. İmam Muhammed'i ise kendisinin hocası olarak görüyor, onunla tartışmaya girmekten çekiniyordu.
İmam Şafii daha sonra Mekke'ye döndü ve Harem-i Şerifte ders vermeye başladı. Hac mevsimi gelince nice büyük alimler onunla görüşür, onu dinlerlerdi. İşte bu esnada Ahmed ibnu Hanbel de onunla görüştü. Artık Şafii'nin şahsiyeti yepyeni bir fıkıhla ortaya çıkmıştı. Bu, ne yalnız Medine ehlinin fıkhı idi, ne de yalnız Irak ehlinin. Belki de her ikisinden de alınmış yeni bir fıkıh ki, kitap ve sünnet ilminin olgunlaştırdığı, Arapça'yı ve insanların ahvalini iyi bilmesinin perçinlediği, kıyas ve re'yin geliştirdiği parlak bir aklın hulasasıdır.
İmam Şafii, Mekke ve Bağdat arasında gidip geliyor, büyük üstatlarından almış olduğu emsalsiz ilimle kendi üstün zekasını kullanarak ortaya koymuş olduğu yeni bir fıkhı insanlara aktarıyor, onları bilgilendirmeye çalışıyordu. Etrafında toplanan cemaat bu büyük ilim deryasını can kulağıyla dinliyor, anlattıklarını benimsiyorlardı. Fakat halk tabakasından bazı kişiler ve görüşler, aşırıya giderek İslam'la çelişen durumlara düşmüşlerdi. Bu yüzden İmam Şafii, görüşlerin birbiriyle çarpıştığı ve boğuştuğu Irak'ın gürültülü hayatından uzak kalmak maksadıyla uzun bir süre Mekke'de oturmayı tercih etti.
İmam Şafii, h. 195 yılında 45 yaşlarındayken yeniden Bağdat'a dönmüştür. Gittiği her yerde görüşlerini yaymaya çalışan İmam Şafii'nin bazı görüşleri üstadı İmam Malik'in görüşleriyle çelişiyordu. Fakat üstadına olan saygısından dolayı onu hiçbir zaman eleştirmiyor, sadece kendi görüşlerini dile getiriyordu. Fakat halk arasında İmam Malik'in itibar ve saygınlığına dayandırılan birtakım bidatlere karşı şiddetle mücadele etmiştir.
Şafii bazı İslam ülkelerinde, İmam Malik'ten kalan eserlerin, eşyaların ve elbiselerin takdis edildiğini duydu. Hatta Müslümanlar arasında öyleleri vardı ki, kendilerine herhangi bir konuda Resulullah şöyle buyurdu denildiğinde, onlar da İmam Malik'in sözleriyle itirazda bulunmaya kalkışıyorlardı. Hatta Endülüs'te halk İmam Malik'in sarığıyla yağmur duası yapıyordu. İmam Şafii ise bütün bu bidatlere şiddetle karşı çıktı. Zira, insanlar imamlar konusunda aşırıya giderek tehlikeli bir yola sapmışlardı. Her şeyden önce isabet etmesi de, hataya düşmesi de mümkün olan bir müçtehidin sözleriyle Peygamberin hadislerine itiraz edilemezdi. Ayrıca ilim adamlarına itibar ve değer kazandıran onların geriye bıraktıkları ilim miraslarıdır. Onların sarıklarının, cübbelerinin takdis edilmesi, ilimlerine değil de kılık kıyafetlerine saygı gösterilmesi çirkin bir bidattır.
Ayrıca İmam Şafii bazı konularda İmam Malik'in görüşlerine muhalefet etmiş ve "Hilafeti Malik" adlı bir kitap yazmıştır. Fakat üstadı Malik'e hürmetinden dolayı bu kitabı meydana çıkarmakta tereddüt etti. Ancak bir yıl aradan sonra Allah'tan hayırlısını dileyerek kitabı açıklayıp yaydı. Kendisine: "Bunu nasıl yaptın?" denildiğinde, o: "Üstadım dostumdur, hak da dostumdur, bunlar birbirleriyle karşılaşınca hakkın dostu olmak daha evladır" dedi.
İmam Şafii bu tenkidi Allah rızası için yaptı. Ancak yine de İmam Malik'i tenkit ona çok ağır geldi. Çünkü o, üstadı idi. Bu tenkit Mısır'da fıkıhçıların şiddetli itirazlarına yol açtı. Zira İmam Malik Mısır'da müçtehitler arasında birinci mertebeyi işgal ederdi. Bu yüzden Malikiler Şafii aleyhinde harekete geçtiler. Onu tenkide başladılar. Hatta validen onu memleketlerinden çıkarmasını istediler. Şafii de yanlış fikirlerle mücadeleye girişti.
Vefatı
İmam Şafii, Mısır'da mayasıl hastalığına yakalandı. Aşırı kan kaybından dolayı 20 Ocak 820'ye rastlayan Hicri 204 yılı Recep ayının son gecesi 54 yaşında vefat etti. Kabri Mısır'da Mukattana dağının eteğindedir.
ESERLERİ:
1) El-Ümm: Fıkıh ilmine dair olup, İmamı Şafii’nin içtihat ederek bildirdiği meseleleri ihtiva eden bir eseridir. Yedi cilt olarak basılmıştır. 2) Kitab-üs-Sünen vel-Müsned: Hadis ilmine dairdir. 3) Er-Risale fil-Usul: Usul-i fıkha dairdir. Usul-i fıkhın kitap halinde yazıldığı ilk eserdir. 4) El-Mebsut, 5) Ahkam-ül-Kur’an, 6) İhtilaf-ül-Hadis, 7) Müsned-üş-Şafii, 8) El-Mevaris, 9) El-Emali el-Kübra, 10) El-Emali es-Sagir, 11) Edeb-ül-Kadi, 12) Fedail-i Kureyş, 13) El-Eşribe, 14) Es-Sebku ver-Remy, 15) İsbat-ün-Nübüvve ve Reddi alel-Berahime eserlerinin belli başlılarıdır.
HAKKINDA YAZILANLAR
İMAMI ŞAFİİ
Ehli sünnetin dört mezhebinden biri olan Şafii mezhebinin imamı. Adı, Muhammed bin İdris bin Abbas bin Osman bin Şafii bin Saib Kureyşi’dir. Künyesi Ebu Abdullah’tır. Anne ve baba tarafından soyu Peygamber Efendimizle birleşmektedir. Dördüncü dedesi Şafii’nin ismine nisbetle ona da Şafii denildiği için bu isimle meşhur olmuştur. 767 (H.150)’de Gazze’de doğdu. 820 (H.204)de Mısır’da vefat etti.
Daha beşikteyken, babasının vefat etmesi üzerine annesi onu Mekke’ye götürmüştür. Dokuz yaşındayken Kur’an-ı kerimi ezberledi. Sonra ilim tahsiline başlayıp, Mekke’de bulunan büyük hadis alimlerinden yazmak ve ezberlemek suretiyle hadis öğrendi. Bu hususta çok gayret göstermiştir. Henüz çocuk yaştayken tahsilini ilerletince, Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için çölde yaşayan Huzeyl Kabilesinin arasına gitti. Bunu kendisi şöyle anlatmıştır: “Ben Mekke’den çıktım, çölde Huzeyl Kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım. Mekke’ye döndüğüm zaman birçok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahib olmuştum.”
Bundan sonra kendini tamamen ilme verip Mekke’deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid ez-Zenci gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı. Mekke’de gördüğü bu tahsili ve sonrasını şöyle anlatmıştır:
Kur’an-ı Kerim'i hatim ettiğim zaman alimlerin meclisine gidip, onlarla sohbet eder, konuşurdum. Hadis-i şerif ve fıkıh meseleleri öğrenirdim. Çok fakirdim. Kalem, defter alacak param yoktu. Bazan bir kemik parçası alıp onun üstüne yazardım. İlk zamanlar Müslim bin Halid’den fıkıh öğrendim. O sırada Medine’de bulunan Malik bin Enes’in büyüklüğünü ve Müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan Muvatta’nın bir nüshasını Mekke’de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz gecede ezberledim. Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes’e vermek üzere iki mektup alıp Medine’ye gittim. Medine’ye varınca Medine valisine mektubu verdim ve onunla birlikte İmamı Malik’in yanına gittik. İmamı Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu İmam’a takdim etti. Mektupta: “Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir ve hali şöyle şöyledir...” diye yazılı olan kısmı okuyunca: “Subhanellah! Resulullah’ın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp sorulup talep olunur.” dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed’dir, dedim. “Ey Muhammed!” dedi; “İleride büyük bir şanın olacak, Allahu Teala senin kalbine bir nur vermiştir. Onu masiyetle söndürme! Yarın birisi ile gel sana Muvatta’yı okusun.” buyurdu. Ben de; “Onu ezberledim, ezberden okurum.” dedim. Ertesi gün İmamı Malik’e gelip okumaya başladım. Her ne zaman, İmamı üzme korkusundan okumayı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır; “Ey genç daha oku!” derdi. Kısa zamanda Muvatta’yı bitirdim.”
İmamı Şafii, İmamı Malik’in yanına geldiği zaman yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmamı Malik onu himayesine alıp dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir seviyeye ulaşan Şafii, Mekke’ye dönünce Mekke’ye gelen Yemen valisi onu Yemen’e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra tekrar Bağdat’a giderek ilmini ilerletmek için İmamı Azam’ın talebesi olan İmamı Muhammed’den ders almaya başladı. İmamı Muhammed onu kendi himayesine alıp yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle Irak’ta tedvin edilen (düzenlenen) fıkıh ilmini ve Irak’ta meşhur olan rivayetleri öğretti. İmamı Şafii bu hususta şöyle demiştir: “İlimde ve diğer dünya işlerinde İmamı Muhammed kadar bana kimse faydalı olmamıştır.” Ebu Ubeyd Kasım bin Sellam şöyle demiştir: İmamı Şafii’den duydum, buyurdu ki: “İmamı Muhammed’den öğrendiğim meselelerle ve ilimle bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak alimlerinin, Irak alimleri de Kufe alimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.” Yani bir babanın çocukları için lazım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi Ebu Hanife de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur. İmamı Şafii ayrıca Selim-i Rai’nin sohbetine kavuşup vilayet (evliyalık) makamlarına da kavuştu.
İmamı Şafii, Bağdat’ta İmamı Muhammed’den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke’ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke’deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat’a gitti. Bu sırada Bağdat İslam aleminin önemli bir ilim merkeziydi. Burada bulunan alimler, İmamı Şafii’ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat alimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke’de İmamı Şafii ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmet bin Hanbel ona talebe olmuş, onun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine Şafii ile emsal olan İshak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu. Ders ve fetva vermekte uyguladığı metod, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) metodu olan usul-i fıkıh ilmiydi. O bu sayede açık lafızlara dayanarak kapalı olan manaları ortaya çıkarıyordu. Güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve tesir bakımından çok güçlüydü. İmamı Şafii, Bağdat’ta bulunduğu bu sırada El-Kitab’ül-Bağdadiyye adını verdiği eserini yazdı. İmamı Şafii’nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak ondan ders alıp ilim öğrenen pekçok talebe vardır. Ahmet bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Zaferani, Ebu Sevr İbrahim bin Halid, Ebu İbrahim Müzeni, Rebi’ bin Süleyman-ı Muradi gibi pekçok alim kendisinden hadis-i şerif rivayet etmişlerdir.
İmamı Şafii, Bağdat’taki siyasi ve fikri kargaşalıklar sebebiyle Mısır’a gitti. Ömrünün sonuna kadar burada ilim öğretip talebe yetiştirdi, fetva verdi.
İmamı Şafii, İmamı Malik’in ve İmamı Azam’ın talebesi İmamı Muhammed’in derslerine devam ederek, İmamı Azam’ın ve İmamı Malik’in içtihat yollarını öğrenip bu iki yolu birleştirdi ve ayrı bir içtihat yolu kurdu. Kendisi çok beliğ, edip olduğundan, ayeti kerimelerin ve hadis-i şeriflerin ifade tarzına bakıp kuvvetli bulduğu tarafa göre hüküm verirdi. İki tarafta da kendi usulüne göre kuvvet bulamazsa, o zaman kıyas yolu ile içtihat ederdi. Böylece Müslümanların ibadetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere, yani gösterdiği bu yola “Şafii Mezhebi” denildi.
Hanefi mezhebinden sonra en çok mensubu bulunan Şafii mezhebi, İmamı Şafii hayattayken Mekke, Medine ve Filistin’de yaşayan Müslümanlar arasında yayıldı. Şimdi Mısır, Suriye, İran, Maveraünnehr, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filipinler, Malezya, Endonezya Adaları gibi ülkelerde yayılmıştır. Yurdumuzun Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde de yaygındır.
İlmini ve mezhebini Mısır’da da yaymak suretiyle bir müddet de Mısır’da İslam’a hizmet etti. 820 (H. 204) yılında elli dört yaşındayken cuma gecesi vefat etti. Vefat edeceği zaman hali sorulduğunda, buyurdu ki: “Dünyadan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kötü amellerimle karşılaşacağım, ama Kerim olan Rabbime gidiyorum.”
Kahire’de El-Mukattam Dağının eteğinde Kurefe Kabristanına defnedilmiştir. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapılmıştır. Türbesi üzerinde bulunan şimdiki muhteşem kubbe, Eyyubi sultanlarından El-Melik el-Kaim tarafından; hicri 608 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından da türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır.
İmamı Şafii’nin menkıbeleri ve güzel sözleri çok olup Menakıb-ı İmamı Şafii adlı kitapta ve diğer kitaplarda uzun anlatılmıştır.
İmamı Şafii şöyle anlatır: Bir gece rüyamda Peygamber Efendimizi görmekle şereflendim. Bana buyurdu ki: “Sen kimdensin?” Cevabımda; “Ben senin kabilendenim.” dedim. “Bana yaklaş.” buyurdular. Yanına gittim. Mübarek ağzının suyunu dilime, ağzıma ve dudaklarıma sürüp; “Hadi, Allahu Teala’ sana bereket versin” buyurdular.
Kendisi anlatır: Çocukluk zamanında Mekke’de rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm. Tam bir heybetle Mescid-i Haram’da insanlara imamlık yapıyorlardı. Namaz bitince yanlarına gidip; “Bana da ilim öğretiniz.” dedim. Bunun üzerine kaftanının altından bir terazi çıkarıp: “Bu senin içindir” buyurup bana hediye ettiler. Bu rüyamı tabir ettirdim. Dediler ki: “Sen, ilimde imam olursun ve sünnet üzere olursun. Zira Mescid-i Haram’ın imamı bütün imamların üstünüdür. Terazi ise, Peygamber Efendimizin hakikatına kavuşacağına alamettir.”
“Bir gün rüyamda, Hazreti Ali Efendimizi gördüm. Parmağından yüzüğünü çıkardı, parmağıma taktı. Bu hareketi, kendi ilminin ve Resulullah’ın ilminin bana geçmesi alametiydi.”
İmamı Şafii, altı yaşındayken mektebe gitmeye başladı. Zahide bir annesi vardı. İnsanlar emanetlerini ona bırakırlardı. Bir gün iki kişi gelip, bir bohça verdiler. Daha sonra biri gelip bohçayı istedi. Gelene bohçayı verdi. Biraz sonra diğeri gelip, bohçayı istedi. Bohçanın arkadaşına verildiğini söyleyince: “Biz ikimiz beraber gelmeyince bohçayı vermeyin demiştik. Bohçayı niçin verdiniz?” dedi. Annesi üzüldü. O sırada İmamı Şafii geldi. Annesinin üzüntülü olduğunu görünce sebebini sordu. Annesi olanları anlattı. Bunun üzerine annesine; “Sen üzülme ben şimdi bohçayı isteyenle konuşurum.” dedi. Bohçayı isteyen şahsın yanına gelip dedi ki: “Sizin bohçanız olduğu yerde durmaktadır. Git arkadaşını getir.” Adam aldığı cevap karşısında şaşırıp, geri dönüp gitti. Bir daha da gelmedi.
İmamı Şafii, on üç yaşındayken, Harem-i şerifte; “Bana istediğinizi sorunuz?” derdi. On beş yaşındayken fetva verirdi. Hanbeli mezhebinin kurucusu İmamı Ahmet ibni Hanbel, ondan ders almaya gelirdi. Buyurdu ki: “Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahu Teala’, bu kapıyı, kullarına İmamı Şafii ile tekrar açtı.” Bir kerre de; “İslamiyete, şimdi Şafii’den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum.” dedi. İmamı Ahmet, yine buyurdu ki: “Allahu Teala’ her yüzyılda bir alim yaratır, benim dinimi, herkese onun ile öğretir.” hadis-i şerifinde bildirilen alim, İmamı Şafii’dir. Bir başka hadis-i şerifte; “Kureyş’e sövmeyiniz. Zira Kureyşli bir alim yeryüzünü ilimle doldurur.” buyruldu. İslam alimleri, bu hadisi şerif, İmamı Şafii’nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.
İmamı Şafii bir kere ders verirken, ders esnasında on defa ayağa kalktı. Sebebini sorduklarında, buyurdu ki: “Seyyidlerden bir çocuk, kapının önünde oynuyor. Kapının önüne gelip, kendisini gördüğüm zaman ona hürmeten ayağa kalkıyorum. Resulullah’ın torunu ayakta dururken oturmak reva değildir.”
Talebelerinden biri anlatır
“Bir bayram günü İmamı Şafii hazretleriyle beraber mescitten çıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selamı olduğunu ve bunu kabul buyurmasını rica etti. İmamı Şafii hazretleri keseyi kabul etti. Biraz sonra biri gelip; “Hanımım bir çocuk dünyaya getirdi. Yanımda hiç param yok. Sizden Allah rızası için biraz para istiyorum.” dedi. İmamı Şafii hazretleri keseyi hiç açmadan olduğu gibi o şahsa verdi. Halbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parası yoktu.”
Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: “İmamı Şafii’nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplamından fazladır.” Abdullah-ı Ensari diyor ki: “İmamı Şafii’yi çok severim. Çünkü evliyalıkta hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum.”
Harun Reşit, her sene Bizans İmparatorundan vergi olarak çok para ve mal alırdı. Bir sene İmparator, alimlerle münazara etmek için ruhbanlar gönderdi: “Eğer bizi yenerlerse onlara vergilerimizi vermeye devam edeceğiz. Yok biz yenersek vermeyiz.” dedi. Dört yüz Hıristiyan geldi. Halife, bütün alimlerin Dicle kenarında toplanmasını emretti. İmamı Şafii’yi çağırarak; “Hıristiyan ruhbanlara sen cevap ver!” dedi. Herkes Dicle kenarında toplandı. İmamı Şafii seccadeyi omuzuna alıp nehre doğru gitti. Seccadeyi nehre atıp üzerine oturdu ve; “Benimle münazara etmek isteyenler buraya gelsin!” dedi. Bu hali gören ruhbanların hepsi Müslüman oldu. Bizans İmparatoru adamlarının İmamı Şafii’nin elinde Müslüman olduğunu öğrenince; “İyi ki, o buraya gelmedi. Yoksa buradakilerin hepsi Müslüman olurdu, kendi dinlerini bırakırlardı” dedi.
İmamı Şafii'nin Sözleri
“Ömrümde doyuncaya kadar yemek yemedim. Çünkü, tokluk vücuda ağırlık, kalbe kasvet verir, zekayı giderir, uykuyu getirir, kişiyi ibadet etmekten alıkoyar. Kulluğun başı az yemektir”.
“Dünyayı ve Yaradanını bir arada sevdiğini söyleyen kimse yalancıdır”.
“Üç meziyete sahip olanın imanı kamil olur: 1) Emr-i bil-maruf yapmak, yani Allahu Teala’nın emirlerini yapmak ve yaymak. 2) Nehy-i anil-münker yapmak, yani Allahu Teala’nın yasaklarını yapmamak ve yapılmaması için uğraşmak. 3) Her işinde Allahu Teala’nın dinde bildirdiği hudutlar içinde bulunmak.”
“Dünyada zahid ol, dünya malına bağlanma! Ahireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allahu Teala’yı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve te’viller ile uğraşan alimden fayda gelmez.”
“İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbini razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.”
“İlmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi, tevazu için, alimlere ve insanlara hizmet için isteyen elbette felah bulur, kurtulur.”
Biri, İmamı Şafii’den nasihat isteyince buyurdu ki; “Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O malına ve parasına hasretle ölür. İbadeti ve taatı çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da az sonra ölcekleri için onların dünyalıklarına özenmeye değmez.”
“Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Madem ki böyledir, o halde Allahu Teala’ya itaat edenlerle beraber bulun, onları sev!”
“İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır.” “Resulullah’ın ve Eshabının yolunda olmayanı havada yürür görsem, yine doğruluğunu kabul etmem.”
“Herkese akıllı denmez. Akıllı ona derler ki, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.”
“Kalbine ilahi bir nur penceresinin açılmasını isteyen şu dört şeyi yapsın: 1. Günün muayyen bir vaktinde yalnız kalsın ve huzura dalsın. 2. Midesini pek fazla doyurmasın. 3. Sefih kimselerle düşüp kalkmayı bıraksın, kötü kimselerle arkadaşlık etmesin. 4. İlimleri ile yalnız dünyalık arzu eden kimselere buğz etsin.”
İmamı Şafii orta halli giyinirdi. Heybetli bir görünüşü vardı. O bakarken yanındakiler su dahi içemezlerdi. Yüzüğünde, “El-bereketü fil-kana’ati= Bereket, kanaat etmektedir” yazılıydı.