İlber Ortaylı tarihçi, akademisyen, yazar Topkapı Sarayı Eski Başkanı 1947 yılında Avusturya'da doğdu. Ankara Atatürk Lisesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şube ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Yeniçağ Tarihi Bölümü'ni bitirdi. Viyana Üniversitesi'nde Slavistik ve Orientalistik Bölümü'nde okudu. Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'nden yüksek lisans diploması aldı. 1979 yılında doçent, 1989 yılında profesör oldu. Paris, Princeton, Moskova, Berlin, Viyana gibi dünyanın en ünlü üniversitelerinde misafir profesörlük yaptı. Yerli ve yabancı dergilerde, 'Şehirler ve İdare Tarihi' üzerine makaleleri bulunuyor. CIEPO (Uluslararası Osmanlı Çalışmaları Topluluğu) Başkan Yardımcısı ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesi.
ESERLERİ:
Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, Türkiye İdare Tarihi, Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu, Gelenekten Geleceğe, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul'dan Sayfalar, Studies On Ottoman Transformation, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti'nde Kadı, Türkiye'nin İdare Tarihi'ne Giriş, Osmanlı Toplumunda Aile.
HAKKINDA YAZILANLAR
Aydın Doğan Vakfı Ödülü Prof.Dr. Ortaylı'ya verildi
AYDIN Doğan Vakfı tarafından her yıl kurucusu adına düzenlenen Aydın Doğan Ödülleri'nin beşincisi, tarih dalında Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya verildi. Prof. Dr.Nurhan Atasoy'un başkanlığında Doç. Dr. Ali Akyıldız, Prof.Dr. Mahir Aydın, Murat Bardakçı, Dr. Filiz Çağman, Doğan Hızlan, Orhan Koloğlu, Dr. Nazan Ölçer, Prof. Dr. Mete Tunçay'dan oluşan Seçiciler Kurulu, 28 Şubat'ta yaptığı toplantıda 35 başvuruyu değerlendirdi.
Prof. Dr. Ortaylı'nın 'Osmanlı Toplumunda Aile' isimli eserini değerlendiren Seçiçiler Kurulu şu açıklamayı yaptı: ‘‘Bu eserin yanısıra tarih alanında 1970'li yılların başlarından itibaren Prof. Dr. Ortaylı'nın yaptığı çalışmaları, yayınladığı makalelerle kitaplarını, tarih biliminin yaygınlaşması çabalarını, tarihi her yaştan Türk insanına sevdirme konusundaki faaliyetlerini, yurtdışındaki bilimsel etkinliklerini ve Türk tarihçiliğinin uluslararası alanda önemli bir ismi olmasını da gözönüne aldık.’’
Hürriyet Medya Towers'da Nisan ayında yapılacak ödül töreninde Prof.Dr. İlber Ortaylı'ya Vakıf Başkanı Aydın Doğan, 15 milyar olan para ödülünün yanısıra 'Tarih Ödülü'nü simgeleyen bir madalyon verecek.
Seçiciler Kurulu ayrıca Mehmet Genç'in 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi' adlı yapıtını da, titiz ve özgün bir çalışmanın ürünü olarak övgüye değer buldu ve kendisine 'Özel Ödül' verilmesini kararlaştırdı.
HABER
ORDU DARBE YAPABİLİR
Prof. Ortaylı'dan şok açıklamalar: "Biz asker milletiz. Asker düşmanlığı pomplanıyor. Açılım lafları boştur. Sivil siyaset olmazsa darbe normaldir."
Prof. Dr. İlber Ortaylı, 'asker millet' olmanın Türklerin en önemli vasfı olduğunu belirterek, ''Askeri vasıflarını kaybetmiş Avrupa, bizde bulunan bu vasfın da yok olmasını istiyor'' dedi. MHP'nin Siyaset ve Liderlik Okulu'nda partililere konuşan Ortaylı, hükümetin demokratik açılımını da eleştirdi.
Ortaylı, son yıllarda Türkiye'de milliyetinden utanma duygusunun, asker düşmanlığının körüklendiğini iddia etti. Bunu Avrupa'nın da kışkırttığını ima eden Ortaylı, şöyle konuştu: ''Türk toplumunun militarist olmasından Belçika'nın, İsviçre'nin ne zararı olabilir? Bizde de resim, heykel sanatı yok, musikiyle uğraşılmaz, filozof yoktur, fakat ölmeyen sanatımız, vasfımız askerliktir.''
ORDU DARBE YAPABİLİR
Ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bunun tarihsel gerçeklik taşıdığını savunan Ortaylı, ''Sivil siyaset kendini geliştiremezse darbe kaçınılmazdır' diye konuştu.
GÜNEYDOĞULU KOPYA ÇEKİYOR
Ortaylı, ''Doğu ve Güneydoğu'da üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini'' öne sürerek, ''Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz'' dedi.
PİS HERİFLER KIZLARI KOVALIYOR
"Bütün kentlere üniversite açılması ahlaksızlıktır" diyen Ortaylı "Ankara'ya 20 okul aç Doğulu çocuklar buranın kültürün görsün" dedi. Ortaylı taşraya üniversite açılmasının zararını ise şöyle anlattı: "Evvela bakkal çakkal çocukları kandırıyor. Ondan sonra oradaki ev sahipleri kazıklıyor çocukları. Ondan sonra her şehirde vardır onlardan bir sürü pis herifler genç kızları kovalıyor."
AÇILIM DEDİKLERİ BOŞ BİR LAFTIR
Demokratik açılım çalışmalarını da eleştiren Ortaylı, sözlerine şöyle devam etti:?''Açılım boş laftır. Açılım isteyenler gitmez de durmaz da. Kimse kimseye kitle dalkavukluğu yapmak için, sempatik görünmek için konuşmasın. Türklere karşı tez geliştirmek için arşive giren kaçıncı ecnebi Türk taraftarı oldu, onlar anladı, bizdekiler anlamıyor. Bunlar tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez.'
SÖYLEŞİ
Beşeriyetin değişmez değerleri vardır Akşam 19 Eylül 2011
Paçozlaşma var ama sokak dili kullanmazdım İlber Ortaylı'dan Alev Alatlı'ya hem destek hem eleştiri:
Prof. İlber Ortaylı, yazar Alev Alatlı'nın Türkiye'de paçozlaşma süreci yaşandığı yorumlarına destek çıktı. Toplumdaki elit değerlerin yok olduğunu belirten Ortaylı, 'Ama paçoz çok sokak dili. Ben bu kavramı kullanmazdım. Niteliksizleştirme denilebilir' görüşünde
Geçen hafta yazar Alev Alatlı ile yaptığım söyleşi entelektüel camiada ve medyada bir hayli ilgi çekmişe benziyor. Röportajın ardından en çok tartışılan, Alatlı'nın nasıl kavramlaştırdığını uzun uzun anlattığı 'paçozlaşma' konsepti üzerinde yapıldı. Her ne kadar yazar Alatlı konuşmamız esnasında 'paçoz' ile 'paçozluk' veya 'paçozlaşma' arasında net bir ayrım yapmış olsa da, söyleşinin ardından yapılan tartışmalardan, bu ayrımın satır arasında yitip gittiğini gözlemledim. Paçozlaşma tartışmasının bir ucunda Beyaz Türkler konsepti de olunca, Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın kapısını çaldım. Topkapı Sarayı Müdürü tarihçi Ortaylı'nın Alatlı'ya hak verdiği yerler kadar, itirazları da var. Bakalım siz ne düşüneceksiniz...
Şenay YILDIZ
Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı ile Topkapı Sarayı'ndaki ofisinde perşembe günü bir araya geldim. Yazar Alev Alatlı'nın ortaya attığı paçozlama konseptinden, Ortadoğu'daki siyasi gelişmelere pek çok konuda Ortaylı'nın AKŞAM'a yaptığı değerlendirmeler şöyle: - Yazar Alev Alatlı'nın geçen hafta yaptığım söyleşide dile getirdiği ve 'paçozlaşma' adını verdiği kavramlaştırmayı nasıl değerlendirdiniz? Şimdi Türkiye'nin mazisini şişirmenin bir anlamı yok. Benim çocukluğum ve benim çocukluğumdan biraz evveline bakarsanız, eski Türkiye çok kitap basılmayan, basılan kitabın da çok kalitesiz olduğu, çevirilerin büyük kısmının gayet kötü yapıldığı bir dönemdi. Büyük sorunlar vardı. Sadece İstanbul ve Ankara'da iki üniversitemiz vardı. Bir de teknik üniversite. Fakat, buralardan çıkan insanlar donanımlı çıkardı. Şimdi ise şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: Türkiye son iki yüzyıldır pek çok şeyler başarmış, çok ileri gitmiş, diplomatını, kimyagerini, askerini, bankacısını yetiştirmiş ama birçok sahada da paçozlaşmış. Maddi medeniyette büyük kademeler kat eden ve zenginleşen bir millet maalesef kendi dilini, Türkçe'yi kullanamıyor. Bir yüksek tahsilli ile bir çamaşırcıyı ayırt edemez hale geldik neredeyse. Paçozluk bu işte! Kültürel açıdan Tanzimat döneminden daha geriyiz. Ben belki aynı tabiri kullanmam ama o ad verilmiş bu duruma.
ÖZKÖK DOSTUM, OKURUM - Paçozlaşma diye kullanmazdım demenizin sebebi nedir? Paçoz sokak lafı, onun için kullanmam. Kavramların çok sarih, tercüme edilir olması veya literatürde kullanılmış olması lazım. Mesela röportajda Dostoyevski'nin Puşlost'unu örnek vermiş... Tamam, o oturur. Çünkü insanlar Dostoyevski okuyorlar ve tabirleri yerleşik oluyor. Rusça'yı aşıyor, İngilizce'ye Fransızca'ya giriyor. Alev (Alatlı) tabii zeki bir kadın olduğu için derhal bunu dengeliyor ve tercüme ediyor. Tamam, o zaman oldu. Paçoz'u kabul ettik. Bu tip bir teşhis ve şikayet doğru. Ama tabii, bu meselenin basına, bugünkü yazarlara dağılımını bilmiyorum. Röportajda saydığı Ertuğrul (Özkök) gibi bir sürü isim benim dostum ve her gün okuyorum da tabii. - Basında kötü örnekler yok mu peki? Çok kötü yazarlar var tabii, o ayrı. Yazmamak için doğrulmuş, hiçbir şekilde entelektüel güvenilirliği olmayan adamlar var. Ama tek tek bunlara girmeme gerek yok. Mesela, bir insan 40 yaşından sonra yön değiştirmez. Ayıp, çok ayıp olur. Öyleleri de var. - 40'ından sonra yön değiştirme furyası bayağı yaygın gerçi bizde... Evet. Sonra, terbiyesiz mesela. Matbuatı kullanıyor. Mesela Taraf gazetesinin bazı internet sitelerini desteklediğini biliyorum ve bunlar açıktan açığa insanlara hakaret ediyor. Bu çok ayıp bir şey! Yani, matbuatta yeri olan bir gazete, oturuyor, internette sorumsuz, yazarı çizeri olmayan belli olmayan bir internet sitesine mali destek oluyor. Bu da Taraf gazetesi diye ilan ediliyor. Matbuatta böyle şeyler olabilir mi? Bunlar tabii hoş şeyler değil, bizim alıştığımız eski gazete değil.
AİLE TERBİYELERİ EKSİK - Peki siz Beyaz Türklerin küsmesi gibi bir durum gözlemliyor musunuz? Valla, Beyaz Türkler kılık değiştiren bir toplumda umumiyetle küserler. Çünkü Türklerin kendine göre bir ataleti, yavaşlığı ve seçiciliği vardır. Şimdi ben de mesela İstanbul'da sağda solda yapılan binalara küsüp, Türkiye'den gideyim. Bu olur mu? 'Hükümeti beğenmem' diyorlar. Peki o zaman? Kendin siyaset yaparsın ama yapmıyor. Beyaz Türk dediğiniz garip kültürü olan bir insan. Çünkü, bunların anne baba terbiyeleri eksik. Bunların anne baba terbiyesi genellikle 'Buradan gidin ve kendinizi kurtarın' şeklindedir. 'Buradan gidin' demek için çocuk yetiştirilir mi? Buna Beyaz Türk deniyor bizde. Aslında o çoğu Beyaz Türk'ün de nitelik bakımından beyaz meyaz olduğu yok. Mesela 'Beyaz Alman' kiliseyle gitmese bile kiliseleri, halk edebiyatını, felsefesini bilir. Türkiye'nin Beyaz Türk'Ünde böyle bir noksanlık var: Kendini tanımaz, bilmez. Bunların bağları zayıftır, intibaksızdırlar. Onun için gittikleri yerlerde de fazla bir şey olmazlar.
ELİT DEĞERLER YOK OLUYOR - Ülke kabuk değiştirirken kültürel hayatımızda yaşananları siz nasıl tanımlarsınız? Elit değerler tamamen siliniyor, yok oluyor. Yerine onun kalitesinde olmayan başka bir şey geliyor. Paçoz, çok sokak kelimesi. 'Sasıma' veya 'niteliksizleştirme' gibi başka bir ad bulursun. Niteliksiz insan niteliksiz olduğu için her yere sızabilir, bulaşabilir; her türlü kalitesizliğe, kötülüğe karışabilir. Beyaz Türk dediğin de bundan bozulup gidiyor. Ama Beyaz'ın ne kadar beyaz olduğu tartışmalı olduğu için işler düzelmiyor. İşte Alev Alatlı onu diyor. Bugün toplumun Tanzimat tipi bir münevveri, oturması yazması olan bir yüksek sosyetesi yok.
YENİ BURJUVAZİ - Sizin daha önce dile getirdiğiniz yeni bir Müslüman burjuvazisi konsepti var... Evet, ama ne getiriyor bize bu Müslüman burjuvazisi? İçlerinde çok kayda değer insanlar var. Ama mesela bunlar bize İslamiyet'i, İslami yaşayışı yeni bir yorum, güzellikle, şıklıkla getirebiliyor mu? Daha önemlisi kendi yaşamadığı, iştirak etmediği, benimsemediği başka yaşam tarzları ve kültürü doğru düzgün ve ciddi biçimde muhakeme edebiliyor mu? Önemli olan budur. Yani, bir şeyi yaşamadığın zaman onu bilme mükellefiyetin ortadan kalkmıyor.
BİDON GÜRÜLTÜSÜ - Entelektüel veya Beyaz Türkler gibi kavramları tarihsel atıflarla tanımlıyorsunuz. Toplum dönüşürken, bu kavramlar da dönüşmez mi? Hayır. Çünkü, beşeriyetin değişmez değerleri vardır. Beşeriyet, çok dolu, sözü-sazı yerinde, inandırıcı insanı dinlemek ister. İnandırıcı insan sadece laf ebesi değildir; belirli köprüleri geçip, arkasındakilere cesaret ve yol gösterebilen adamlardır. Bunlardan çok nadirdir bizde. Ama bütün tarih boyunca bu böyledir ve değişmez. Mesela Cicero'nun sırf nutukları değildir insanları çeken. Bir köprü atlamıştır: Roma Senatosu'nda darbeci, komplocu gruplara karşı hakikaten kelleyi ortaya koyarak konuşmuştur. Büyük komutanlar, mareşaller, padişahlar... hepsi öyledir. Onun için bu üniversal boyuttur ve kolay değişmez. O boyutu yakalamayan insanlarınki teneke tırıltısıdır, yani bidon gürültüsüdür. Bir süre için götürebilir ama uzun vadede hiçbir tesiri olmaz. - Bizdekiler bidon gürültüsü mü? Bidon çoktur, evet. (gülüyor.)
KABUK DEĞİŞTİRİRKEN ROTAMIZ YOK - Siyaseti, ekonomisi ve basınıyla dönüşen Türkiye kentlileşiyor diyebilir miyiz? Hayır, kentlileşiyor değil. İrlanda'daki patates kıtlığı sırasında açlıktan kurtulmak için önüne buldukları gemiye atlayan insanlara benziyoruz! O insanların gemi hangi yöne gider, indiği yerde ne olur, gerçekten oraya varabilir mi, hiçbir fikri yoktu. Türkiye'nin kabuk değiştirmesi de buna benziyor. Hiçbir planı ve bilgisi yok. Şimdi insanları 'Kendi İslami kökleriyle ilgisi yok' diye tenkit ediyorlar. Peki, sizin kaçınızın var? Kaçınızın çocuğu gidip Ortadoğu'da Arap, Fars Edebiyatı öğrenip, bölgeyi tetkik ediyor? Bunların en bilinçlisi, yeni İslamcı entelektüel takımından olanları, gidip Amerikan üniversitelerinde Ortadoğu öğrenirler!
Erdoğan Nasır'dan daha başarılı - Bir tarihçi olarak Arap Baharı'nın bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bahar gelir mi gerçekten? Arap toplumlarında seni beni cebinden çıkaracak kadar çok entelektüel insan vardır. Bizim Türkçe bilmediğimiz yerde Arap toplumlarında nefis Arapça konuşan insan vardır. Ama, Arap toplumu üretmez. Üretemeyen toplumlar örgütlenemezler. Böyle toplumlar 50 tane bahar yaşasalar, arkasından kızgın yaz sıcağı ve soğuk gelir. Evvela, toplumun üretmesi lazım. Bu olmadıkça, buralara bahar kolay gelmez.
KAVGA HEP SÜRECEK -Eski emperyal devletler diktatörlerin devrildiği ülkelerin üzerine çöreklendiler. Emperyalizm döneminden hiç çıkamadı mı aslında dünya? Valla, insanlar ekmek, enerji, yiyecek, su, kısaca kaynak kavgasında. Dünya cennet değil, her istediğin yok. İnsanların üretim gücü de sınırlı. Dünyayı kirletmesen, aç kalıyorsun. Bu kavga hep sürecek. - Başbakan Erdoğan'ın Ortadoğu turu çok ilgi çekti. Erdoğan'ın Mısır'ın en önemli liderlerinden Nasır ile kıyaslanmasını nasıl yorumluyorsunuz? Bence, Erdoğan Nasır'dan çok daha başarılı ve tutarlı. Çünkü Nasır'ın arkasında böyle bir Türkiye yoktu. Nasır'ın arkasındaki Mısır nüfus artışı ve patlamasının sınırına gelmiş; eğitim ve sağlıkta inanılmaz sorunları olan, Arap dünyasına sahip çıkamayacak kadar fakir ve boyundan büyük yük altına giren bir Mısır'dı. Nasır'ın çözümü küçük maaşlarla herkese iş vermek oldu. Birtakım çözümleri çok çocukça, birtakım yerlerde de çok iddialı ideolojileri vardı. Arkasındaki Suriye, Mısır bir hiçti. Tayyip Erdoğan'ın arkasındaki Türkiye mukayese kabul etmez o dünyayla. Türkiye'de birçoğunun beğenmediği bir ordu, bir yönetici sınıfı, bir Dışişleri, bir kültür var. Arkamızda 1940'larda, 50'lerde halledilen bir sağlık devrimi var ve iyi kötü bir şeyler becerilmiştir. Bunlar çok önemlidir. Bunların hiçbiri o dünyada yok.
GÖVDE GÖSTERİSİ - Yeni kurulmakta olan Ortadoğu'da Türkiye Mısır'dan liderliği alır ve götürür mü? Efendim, Türkiye kimseden liderliği almaz. Çünkü Mısır zaten lideri değil! Türkiye kimseyle çekişmez. Türkiye saygın ve kuvvetli bir ülke. Ama Türkiye birtakım şeyleri yerine getirebilir mi, ona bakmak ve onun söylemine dikkat etmek lazım. - Ne kastediyorsunuz? Yani, son günlerde yapılanlar çok yanlış mı? Bence değil. Nihayetinde bir memleketin gövde gösterisi de hakkıdır. Ama tabii bir gövde gösterisinde söylenenleri yaygınlaştırır ve çok ciddiye alırsan iş değişir. Yani gövde gösterisinde edilen sözlerin bir tesiri olabilir ama onun dozunu bileceksiniz!
İstanbul'u hödükler doldurdu - Topkapı Sarayı oldukça korunaklı bir yer. Saray'dan çıkıp İstanbul'a bakınca estetik açıdan ne düşünüyor, ne hissediyorsunuz? İstanbul, estetik olarak ayvayı yemiş, bitmiştir. Çok güzel yerleri var ama inşaatlardan dolayı bitecek. Maalesef İstanbul'la alakası olmayan hödükler doldurdu bu şehrin her tarafını. 'Hödükler İstanbul'a geliyor' diye şikayet edenlerden değilim. Öyle bir şey olmaz. Burası bir metropol. Elbette ki ekmeğini arayan insanlar gelirler ve sen onları almak zorundasın. Fakat biz onları eğitemiyoruz. Çünkü İstanbullu diye bir zümre yok artık. Ve o gelenlerin hiçbir eğitim görme endişeleri yok! Büyük bir arogans içinde bir yarım yamalak rejisörle, bir yarım yamalak müteahhit istediği yere istediği binayı dikiyor, istediği filmi çekiyor, program yapıyor. Ne yapayım yani? Bu çok namüsait bir durum, sıkıntı yaratıyor. Elbette ki insanları iş-aş, eğitim, sağlık hakkından alıkoyamazsınız. Ama hiçbir yerde de böyle bir elit olmadan birtakım insanlar gidip başköşeye oturup pisleyemez! Bu evde de olmaz, bir ülkede de olmaz. Ama, maalesef Türkiye böyle.
HABER
Ortaylı: Suriçi'ne özel statü 16 Mart 2012
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Suriçi'nde dünyanın en önemli müzeleri ve abidelerinin bulunduğunu belirterek, bu bölgeyi seçilmiş belediye başkanlarının değil, atanmış kişilerin yönetmesini istedi.
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı, Fatih Belediyesi sınırlarında bulunan Suriçi bölgesinin özel bir kanunla yönetilmesini savundu. İstanbul semtleri grubunun toplantısında konuşan Ortaylı, Suriçi'nin İstanbul'un genelinden idari ve bütçe olarak da ayrı ele alınmasını önererek şunları söyledi: "Payitaht bu modelle idare edilemez. Suriçi'nin seçim sistemi dışına çıkarılması gerekiyor. Bu bölge için demokrasiden vazgeçilsin. Bu atamayı iktidar da yapabilir, cumhurbaşkanı da. Burası ancak özel yetkilerle idare edilebilir. Suriçi İstanbul suriçinde kalmayacak kadar herkesin şehridir. Dünyanın en önemli müzeleri, abideleri buradadır. Onunla ilgili gelişme ve düzenlemeler hepimizi ilgilendirmelidir. Bütçesi, kadroları ona göre düzenlenmelidir."
'DUYGUSAL BAĞ ÖNEMLİ' Ortaylı'nın bu önerisine farklı bir yaklaşım sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu'ndan geldi. Sabah gazetesinin haberine göre Göncüoğlu, "Mesele atanmışlık seçilmişlik değil. Darbe döneminde atanan belediye başkanları görev yaptı. Seçilenler de partinin atamasıyla seçiliyor. Tarihi yarımadayı yönetmeye talip olanların İstanbul'la geçmiş duygusal bağları olması gerekir. Valisi de belediye başkanı da tam görevleri sona ererken İstanbul'u öğreniyor" diye konuştu. Gazeteci-yazar Beşir Ayvazoğlu Ortaylı'nın önerisine kısmi destek verdi: "Seçilmişler tarafından yönetilmesi taraftarıyım. Ama tarihi yarımadaya özel statü kazandırılmasını da düşünenlerdenim. Atanmışın Suriçi bölgesini yönetmesi için ciddi kanun değişikliği gerekir. Ama ben seçilmişlerin yönetmesini tercih edenlerdenim. Tarih şuuru yoksa ister atanmış ister seçilmiş hiçbir şey değişmez. Önemli olan şehri yönetenin şehri bilmesi, tanıması, tarih şuuru ile yönetmesidir."
HABER
Ortaylı'dan Topkapı Sarayı'na veda 1 Temmuz 2012
2005 yılından bu yana Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı'nı yürüten İlber Ortaylı, yaş haddinden emekliye ayrıldı.
Ortaylı, bugün Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü'nde verilecek kokteylin ardından görevi bırakaak. Kokteyle, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da katılacak.
HABER
İlber Ortaylı'dan Orhan Pamuk'a soykırım eleştirisi 30 Ağustos 2012
Kimine göre kalemin efendisiydi... Kimine göre de akıcı bir dile hakim değildi. İşte edebiyat dünyasının "pamuk yazarı" Orhan Pamuk'a ce ünlü oyuncu Metin Akpınar, sonra da tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan farklı bir eleştiri geldi.
Orhan Pamuk kimmiş ya!" dedi. Sonra da "Pamuk'u? Okuyamıyorum... Okunmuyor. Birkaç tane kitabını okumak için direndim. Ama olmuyor. Akmıyor. İstismar sezdim" diyerek ünlü yazarı eleştirdi.
Türkiye ünlü güldürü ustasının Pamuk tespitlerini tartışırken bir eleştiri de tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan geldi.
CAMİDE BALKON!
TAKVİM'e konuşan Ortaylı, şunları söyledi: "Söz konusu kişinin kaleme aldığı bir eserde şu ifade geçiyor; 'İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu.' Şimdi bu toplumda yaşayan her insan bilir ki, namazın saati olmaz vakti olur. Camilerde balkon diye bir yer yoktur minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki kişiler, içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar. Bana göre, Pamuk, Türkçe'yi de İngilizce'yi de bilmiyor.''
SÖZDE DİL!
Orhan Pamuk'un "jenosit" sözleri de İlber Ortaylı'nın dikkatinden kaçmadı. Prof. Dr. Ortaylı, "Ermeni olaylarıyla ilgili Genocide (soykırım) yorumu yapanlar 'jenosit'in kelime anlamını bile bilmiyorlar. Ermeni soykırımı söz konusu bile değil" dedi. Yani İlber Hoca, Pamuk'un kelimelerin anlamlarını bile bilmediğini söyledi.
TOPLUMDAN HABERİ YOK
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Pamuk'un yaşadığı toplumdan da haberi olmadığını söyledi. İlber Hoca, "Toplumunun alışkanlık ve kültüründen haberi olmayan bir yazarın, Nobel ödülü almış bile olsa doğru eserler ortaya koymuş olması mümkün değildir'' dedi.
HABER
Ortaylı, 2. Mahmud'dan 2. Abdülhamit'e Siyaset ve Toplum'u anlattı sondevir 14 Şubat 2013
Tarihçi Prof. Dr. Ortaylı, önlem alınmaması durumunda Doğu illerindeki göçlerin Karadeniz ve Orta Anadolu'dan da yoğun olarak gelecek yıllarda yaşanabileceğini bildirdi.
Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, şu anda AB'de birkaç ülkenin dışında Türkiye'nin iktisadi, kültürel açılımının faydasına olacak ülke bulunmadığını belirterek, ''Hatta ayak bağı olacak çok sayıda ülke var'' dedi.
Ortaylı, Kepez Belediyesi'nin kültür ve sanat etkinlikleri kapsamında Erdem Bayazıt Kültür Merkezi'nde düzenlediği ''2. Mahmud'dan 2. Abdülhamit'e Siyaset ve Toplum'' konulu konferansta, Türk sanayisinin 19. yüzyılın başlarında askeri ihtiyaçlar silsilesi sonucu sanayinin gelişme göstermeye başladığını ifade ederek, ''Türkiye'nin modernleşmesi askeri bir toplumun modernleşmesidir'' ifadesini kulandı.
Osmanlı Devleti'nin himayeci bir politika güttüğünü anlatan Ortaylı, ''Yerli üretimin güçlendirilmesi için son dönemlerde ciddi gümrük duvarları oluşturuldu. Ancak bu bile ekonomik yönden çok büyük sorunlar altında bulunan devletin çöküşünü engellemedi'' diye konuştu.
Ortaylı, Sultan 2. Abdülhamit'in tahta çıktığı sırada devletin mali açıdan iflas ettiğini belirterek, Düyun-u Umumiye (Borçlar İdaresi) aracılığıyla alacaklı devletlerin borçlarını sistematik bir şekilde geri aldığını kaydetti.
Osmanlının son dönemlerinde kurtuluş için ciddi mücadeleler yürütüldüğüne de değinen Ortaylı, Osmanlı Devleti'nin çağdaşlarına göre, son derece demokratik bir yapıya sahip olduğunu belirtti.
O dönemde ve günümüzde bazı istisnalar hariç hiçbir devletin parlamentosunda üçte biri farklı din ve azınlıktan oluşan milletvekili bulunmadığını ifade eden Ortaylı, ''Bir arada yaşama örneğinin bariz bir şekilde görüldüğü bu ortam bile devleti yıkılmaktan kurtaramamıştır. Buna rağmen birilerinin iddia ettiği gibi Türkiye ırkçı ve milliyetçi bir devlet değildir. Bunu söyleyenler tarih bilgisinden uzak kişilerdir'' dedi.
Ortaylı, Avrupa Birliği'nin güçlü üyesi Fransa'nın Ermeni meselesini ortaya koyarak bir yere varmak istediğine de işaret ederek, Fransa'nın bugün Türkiye üzerinde nüfuz kurabilecek, politika çevirecek, iktisadi açılımlar ve menfaatler temin edebilecek bir ülke olma özelliğini kaybettiğini belirtti. Ortaylı, ''Şimdi Fransa 100 yıl önceki Fransa değil. 100 yıl önceki Fransa'da bu mümkündü bugün bu mümkün değil'' diye konuştu.
Avrupa Birliği'ne üyelikle ilgili tartışmaların yaşandığı bugünlerde Türkiye'nin bu konuyu bir kez daha düşünmesi gerektiğini vurgulayan Ortaylı, şöyle konuştu:
''Şu anda AB'de birkaç ülkenin dışında Türkiye'nin iktisadi, kültürel açılımının faydasına olacak ülke yok. Hatta ayak bağı olacak çok sayıda ülke var. Buna tarihte 'işe yaramaz müttefik' tanımı yapılır. İktisadi sıkıntılar yaşayan ülkeler Türkiye'ye bile zarar verebilir.
Biz AB standartlarını isteyebiliriz ancak bunu isterken de bazı ülkelerle sorunlar yaşayabiliriz. Örneğin Yunanistan ikili ilişkiler kurarak birlikte hareket edebileceğimiz bir ülke ama bir iktisadi sistem içinde bunlarla ortak hareket edemeyiz. Bugünkü durumları ortada.''
-''Dinamik toplum olmak büyük avantaj''-
Ortaylı, Türkiye'nin enerji sorununu kalıcı yatırımlarla çözmesi gerektiğini de belirterek, hükümetin cesur ve kararlı adımlar atıp bu işin altından kalkabileceğini vurguladı.
Türkiye'nin enerji meselesini halletmek zorunda olduğunu anlatan Ortaylı, ''Doğru seçimlere karar vermek zorundadır. Bugünkü enerji edinim yolları tamamen geçicidir. Toplumu kısa sürede sıkıntıya sokar. Ama artık birisi hem teknik hem de politikalar bakımında cesur hareket etmek zorundadır'' ifadesini kullandı.
Bazı büyük kentlerde nüfusun yoğunlaşmaya başlamasının da geleceğin Türkiyesi açısından büyük bir sorun olacağına işaret eden Ortaylı, mülkiyet sorunlarının çözülerek buna göre altyapı çalışmalarının yapılması gerektiğini belirtti.
Ortaylı, önlem alınmaması durumunda Doğu illerindeki göçlerin Karadeniz ve Orta Anadolu'dan da yoğun olarak gelecek yıllarda yaşanabileceğini bildirdi.
Ortaylı, Türkiye'nin çevresindeki ülkelere göre oldukça iyi bir durumda olduğunu belirterek, dinamik bir toplum olmanın büyük bir avantaj teşkil etiğini söyledi. İlber Ortaylı, geleceğe daha güvenle bakabilmek için sanayide ve üretimde ara tabaka eleman yetiştirilmesine ihtiyaç olduğuna dikkati çekti.
Eğitimde de ilerlemenin beklenilenden çok yavaş sürdüğünü kaydeden İlber Ortaylı, ''Tanzimat döneminde Mithat Paşa ile başlayan Sanayi Mektebi seferberliğini maalesef Türkiye Cumhuriyeti devam ettirememiştir. Bu hız 1950'lerde tamamen durmuş. Bugün de istenilen seviyelerde değil'' diye konuştu. Etkinlik sonunda Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, Ortaylı'ya çiçek verdi.
HABER
İlber Ortaylı: Demokrasiye sahip olmak istiyorsanız devlete önem vereceksiniz 13 Temmuz 2013
Bandırma’da düzenlenen Ramazan sohbetlerinde konuşan Prof. Dr. İlber Ortaylı, son dönemlerde çekilen tarih konulu dizilerde ecdadın yanlış anlatıldığını belirterek, “Türkler maalesef tarihi filmler yapamaz. Bizim senaristlerimiz fevkalade zayıf” dedi.
Cumhuriyet Meydanı'nda gerçekleştirilen etkinlikler kapsamından Ramazan sohbetlerine katılan İlber Ortaylı, “Son günlerde birtakım eski solcular, muvaffak olamamış sözde solcularla bir şekilde muhafazakar kanattan güya birtakım insanlar oturmuşlar. Bunlar hayatlarında ne siyasi ne de felsefi olarak muvaffak olamamıştır ama Türkiye de devlet fikrine saldırıyorlar. Demokrasi başka, kanunlar başka, hukuk başka. Devleti katlayamazsınız bu kadar açık. Demokrasiye sahip olmak istiyorsanız kanuna ve devlete önem vereceksiniz. Bunun olmadığı yerde demokrasi olmaz. Kaos olur. Kaos ortamında da sadece insanlar, Suriye gibi birbirini keserler. Suriye de devlet yok, insanlar birbirini kesiyor. Mısır’da ne olacağı belli değil. İran maalesef, bırakın demokrasiyi kanuni bir rejime kavuşmak için bile daha çok uzun zaman beklemek zorundadır” dedi.
"SON DÖNEMDE ÇEKİLEN TARİHİ DİZİLER ECDADIMIZI YANLIŞ TANITIYOR" Konuşmasını tamamladıktan sonra söyleşiye katılarak kendisini dinleyenlerin sorularına yanıt veren Ortaylı, tarihi dizilerin ecdadı yanlış tanıttığını söyledi. Bir vatandaşın, “Ülkemizde çekilen film ve dizilerde ecdadımızın yanlış tanıtıldığını düşünüyor musunuz?“ sorusunu yanıtlayan Ortaylı, "Düşünüyorum. Türkler maalesef tarihi film yapamazlar. Bir İtalyan bir Fransız sinemasının, bir Macar sinemasının, Polonya’nın büyük rejisörleri senaristleri vardır. Bu adamlar büyük tarihçiler gibidirler. Bu tür insanlar Türkiye’de yok. Bizim senaristlerimiz fevkalade zayıf. Sağcı olsun, solcu olsun, kendi hastalıklarıyla malul adamlar. Bir meseleyi maalesef encamı ve efradıyla tetkik edip değerlendirmekten, uygun ve uygunsuz yönleri ayıklamaktan bihaberler” şeklinde konuştu.
Balıkesir’in Erdek ilçesine bağlı Hamamlı köyünden özel bir televizyon programında yayınlanan “Kim 1 milyon ister?” isimli yarışmaya katılarak 30 bin lira kazanan Ümmiye Gürbüz’ün sorduğu, “Ermeni katliamları ile ilgili iddialar konusunda ne düşünüyorsunuz?“ sorusuna cevap veren Ortaylı, “Ermeni olayları konusunda bizi tutmayan çok ama tutanlar da (destekleyen) var. Ermeni olayları 1. Cihan Harbi içinde meydana gelen trajik olaylardır. Ordunun emniyeti bakımından Doğu Anadolu'da bu sürgün yapılmıştır. Çok da kanlı olmuştur. Aslında sürgünü yapan ordunun bile mecali yoktur” açıklamalarında bulundu.
ERMENİ SOYKIRIMI TEPKİSİ Batı ülkelerinden Ermeni soykırımı iddialarına destek veren devletlerin kendi ayıplarını kapatmak amacında olduğunu söyleyen Ortaylı, “Bilhassa Fransa ve Almanya kendi Yahudi kıyımı ayıplarını örtmek için tarihte böyle vakalar arıyor. Türkler bu suçu kabul etmediler çünkü biz kazandık. Bu savaşı kazandık. Muzaffer olduk. Muzaffer insana kendi kaprislerinizi dayatamazsınız” dedi.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında sağlam durulması gerektiğini de söyleyen Ortaylı, “Bu iş kabul edilemez. Bakıyorum sağda solda, hatta hükümet kanadında ve muhalefette bile bilip bilmeden bu işi böyle kabul etmeye meyyal insanlar var. Bunlara iltifat etmememiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
HABER
Ortaylı: Goethe mi Faust’u, Faust mu Goethe’yi yazmıştı? Zaman 9 Kasım 2013
Türkiye ile birlikte Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Gürcistan, Türkmenistan’dan çok sayıda romancı edebiyat araştırmacısı ve tarihçiyi bir araya getiren “II. Milletlerarası Tarihî Roman ve Romanda Tarih” sempozyumu önceki gün Dolmabahçe Sarayı’nda başladı.
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TBMM Milli Saraylar Müzecilik, Tanıtım Başkanlığı’nın desteğiyle düzenlenen üç günlük sempozyumun açılışında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mehteran Takımı bir konser verdi. Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, açış konuşmasında, 10 yıl önce ilki gerçekleştirilen sempozyum hakkında bilgi verdi. Tarih ve roman üstüne düşüncelerini dile getiren Doğan, “Tarih bizim tecrübe alanımız değil. Geçmişi bırakın, bugünün olaylarını bile tamamıyla görmemiz, müşahede etmemiz adeta imkânsız. Tarihi roman bir dışa bakıştır. Ne zaman ki, olaylara atılan kişilerin hissiyatı yansıtılır, o zaman içe bakış ve gerçek roman olur.” dedi. Sempozyumun Prof. Dr. İlber Ortaylı başkanlığında gerçekleşen ilk oturumu, bilgilendirici sunumların yanı sıra eğlenceli anekdotlara sahne oldu. Edebiyat zevki ile tarih merkezli ilmi tecessüsün bir araya geldiği sempozyumda gazeteci-yazar Nuriye Akman, Geceden Doğan romanının zihninde canlanma merhalelerinden bahsetti. Her adımda farklı bir konuyu araştırıp öğrenmesi gerektiğini anlatan Akman’ın ardından oturumu yöneten tarihçi İlber Ortaylı, “Böylece bir romancının ilmi çabasının bir akademisyenden, bir araştırmacıdan daha az ve çeşitsiz olmadığını, onlardan daha az emek harcamadıklarını görmüş olduk.” dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Özlem Kumrular da romanın sosyolojik araştırmalar bakımından önemli bir boşluğu doldurduğunu belirtirken, öğrencilerine bazı konuları anlamaları için roman tavsiyelerinde bulunduğunu söyledi. Bu tavsiyelere dair bir anısını anlatan Kumrular, bir öğrencisinin dersten sonra yanına gelip “Madame Bovary’nin hangi romanını okuyacaktım?” dediğini söyleyince salonda gülüşmeler yaşandı. Bunun üzerine araya giren Ortaylı, “Goethe mi Faust’u, Faust mu Goethe’yi yazmıştı, hep karıştırıyorum.” sözünü duyduğunu anlattı. Romanlarda tarihi veriler kullanılırken tarihi gerçekliğin ihmal edilmemesi gerektiğine dikkat çekilen sempozyumda ‘tarihi kurguya katıp katmamaktan çok eserin niteliği önemli’ fikri üzerinde duruldu. Bazı romancıların tarihi gerçekliği ihmal ettiği eleştirilerine değinen Prof. Dr. İlber Ortaylı “Anakronizme düşmemek gerekir, bunun için neyin ne zaman olduğunu araştırmak lazım.” dedi. Dün, yerli ve yabancı romancı ve akademisyenlerin sunumlarıyla devam eden sempozyum, bugün yapılacak toplantılarla sona eriyor.
HABER
Dışişleri, Ortaylı’nın beratlarını kaybetti Hürriyet 19 Kasım 2013
Dışişleri Bakanlığı’nın, tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, yasa gereği devlete bildirmek için teslim ettiği, Rusya ve Avusturya cumhurbaşkanlarının imzalarını taşıyan madalya beratlarını kaybettiği ortaya çıktı.
Memurların, yurtdışından aldığı madalyaları devletine bildirmek zorunda olduğunu kaydeden Ortaylı, şunları anlattı: “Bir madalya verdikleri zaman onun bir beratı, belgesi olur. Örneğin İtalya Cumhurbaşkanı onu imzalar. O belgede o madalyanın resmi olur. Sana verildiği yazılır. Altına da İtalya Cumhurbaşkanı imzasını atar. Beratı alan gider koyar evine onu. Halbuki kanuna göre, devlet memurları bunu devletine bildirmek, icazet almak durumundadır. Tarihçi olduğum için ben biliyorum. Kanun var kimse bilmez onu.
"BÖYLE REZALET OLABİLİR Mİ?"
Putin’in imzaladığı Puşkin Nişanı’nı ve Avusturya Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı ‘Avusturya Kültür Nişanı’nı aldım götürdüm, Protokol Genel Müdürlüğü’ne. Beratların aslının noter tasdiklisini verdim. Oradaki büyükelçi kadın ‘Hayır, bunun aslını getireceksiniz, Başbakanlık aslını istiyor’ dedi.
Çerçeveden çıkardım, aslını götürdüm. Başbakanlık’tan ‘Alınmıştır, kabul edilmiştir’ diye yazı geldi. ‘Aslını verin’ dedim yok. Ayıptır söylemesi benim madalya beratlarımı kaybettiler. Böyle bir rezalet olabilir mi? Madalyalarımın beratları gitti.”
HABER
ORTAYLI FENALAŞTI Hürriyet 28 Ocak 2014
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın konuşması sırasında İlber Ortaylı birden fenalaştı. Hollande konuşmasını yarıda kesti. O sırada salında bulunan bir doktor Ortaylı’ya ilk müdahalede bulundu.
Ortaylı, ilk müdahalenin ardından hastaneye kaldırıldı.
YORUM
Kırım sorunu İlber Ortaylı Milliyet 16 Mart 2014
Türkiye, Kırım’a müdahalesi nedeniyle Rusya ile çatışmaya giremez. Bu oradaki kültürel azınlığımızın selameti için de gereklidir
İki haftadır Rusya’nın Kırım’a müdahalesi konuşuluyor. Gerçi Putin yarımadaya gönderdiği kuvvetleri geri çekme planını açıkladı. Bununla birlikte, ön planda Kırım Yarımadası’ndaki Ruslar askerlerin orada bulunmasını istiyor ve “Başka kuvvetler geri çekilsin, Rusya ordusu kalsın” diyorlar. İki milyonu aşkın nüfusun yüzde 60’ı Rus asıllı. Bunların hepsinin aynı duyguları taşıdığını söylemek mümkün değil.
Rusya İmparatorluğu’nun tarihi ilginçtir. İşgal edilen bölgelere yerleşenler İngiliz ve Fransız kolonilerindeki hatta Orta ve Doğu Avrupa ve Baltık’taki Almanlara benzemezler. Yerli halkla tevazu içinde kaynaşır, onların dillerini ve adetlerini benimserlerdi. Fakat Sovyet devrinde yerleşen yoğun işçi ve köylü kitleleri kendi dillerini tuttular hatta yerli halkları etkilediler, Rusça onların günlük dili haline geldi. Her halükarda Kırım’daki Ruslar Stalin’in büyük ölçüde Kuban bölgesinden ve diğer bölgelerden getirip yerleştirdiği Ruslardır. Kuvvetli milliyetçi duyguların yanında belki Sovyet ideolojisinin bile halen en kuvvetle yaşadığı kesim burasıdır. Şüphesiz onlar gibi düşünmeyen bir kitle de var.
Gerilimli hayat şartlarının nedenleri
Ukrayna, Rusya ve Kırım’ın halkı ihtiyar bir nüfustur. Savaşçı bir dünya görüşüne sahip değiller. Sovyetler Birliği’nin tasfiyesinden sonra iktisadi hayatın sarsıntılar geçirdiği ve geçimin elan çok zor olduğu bir coğrafya kesimidir. 1980’lerin sonundan itibaren başta Orta Asya ülkelerindeki sürgün yerlerinden dönen Kırım’ın Tatar Türkleri olmak üzere zorlu bir hayat sürenler problemleri artırıyor. Gelenlerin bilhassa tarımda aktif olmaları ve tüketim alanına girmeleriyle gruplar arasındaki iktisadi rekabet de artıyor. Yerleşme problemleri son safhadadır. Diğer sorun yani çocukların ve gençlerin ulusal dilde eğitimi çözülmemiş durumdadır. Bunlar herhangi bir azınlık grubunun gerilimli hayat şartları içinde yaşaması için yeterli sebeplerdir.
Ukrayna halkı himayemiz altında
Bunlara rağmen kriz Kırım Yarımadası’nda değil Ukrayna’da patladı. Ukrayna eski Rusya İmparatorluğu’nun tahıl ambarıdır, bereketli ve zengindir. Bugünkü Ukrayna’nın batı kesimi yani Galiçya, Avusturya İmparatorluğu’nun; güneydeki Karpatlar Ukrayna’sı Macar Krallığı’nın idaresindeydi. Besarabya bölümündeki Ukrayna ise yine Avusturya’nındı. Bu bölgeler Avusturya-Macaristan’ın zengin yerleri değildi fakat tamamen Alman ve Macar kültürüne açık biçimde yaşardı. Üstelik Galiçya Katolikti.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya idaresine geçti. Kavgalı ve ayaklanan bir bölgeydi. Molotov-Ribbentrop Anlaşması’nı izleyerek Polonya ortadan kaldırıldıktan sonra Sovyet Ukrayna’sına bağlandı. İşte Ukrayna milliyetçiliği de o günden beri sönmez bir şekilde bu ülkede yayıldı.
Ukrayna fakir, enerji kaynakları yetersiz. İşletmeler iflas halinde. Çiftçilik kendini toparlayamıyor, ağır çevre sorunları var. Demokrasi denemesi sadece haydutları iş başında tutmaya yaradı. Ukrayna ayaklandıkça ülkenin doğusundaki Ruslar ve Ruslaşan Ukraynalılar da karşı hareketi desteklemeye başladı. Rusya müdahale ettikçe de Kırım’daki Tatar komitesi Ukrayna’yı ve onun bağlandığı Avrupa Birliği’ni tercih ettiğini açıkladı.
İşin ilginç yanı, Ukrayna bağımsız olduğu zaman Süleyman Demirel, ziyareti sırasında becerikli bir devlet adamı olduğunu gösterdi ve bu halkı tarihin geleneklerine uygun biçimde kültürel azınlığımız olarak Ukrayna ile yapılan anlaşma gereği himayemiz altına aldı. Ne var ki Ukrayna’nın bağımsızlığından söz eden Avrupa Birliği’nin üyeleri çatışma ihtimali arttıkça yan çizmeye başladı. Merkel bunun en ibretlik örneğini teşkil ediyor. Galiba protektora görevimizi yerine getirmek için sadece Avrupalı ve NATO üyesi müttefiklerle değil, Putin’le de pazarlığa oturmamız kaçınılmaz.
Türkiye’deki Kırımlı varlığı sorgulanıyor 1783’ten beri, yani Kırım’ın II. Katerina tarafından işgal edildiği yıldan beri Osmanlı topraklarına büyük ölçüde göç olmuştur. Bu göçler ilk önce Balkanlar’a yönelikti. Balkanlar elden çıktıkça da bu göçler Anadolu’ya yöneldi. Son günlerde yabancı basın çevreleri Türkiye’deki Kırımlı varlığını soruşturuyor. Ürdün veya Lübnan’da Filistinli varlığını aramaya benziyor bu tutum; aynı niteliği bulmak mümkün değil ama halen Orta Asya ülkelerinde Kırım’dakinin iki misli Kırım Tatarı nüfusu var. Onlar memleketlerine dönmek istiyor; bu şartlarda bir ülkeye nasıl dönebilecekleri ise şüphesiz bir soru. Türkiye Rusya Federasyonu ile herhangi bir Batı Avrupa ülkesi gibi çatışmaya giremez, ölçülü ve iki taraflı müzakereleri izlemek zorundadır. Bu oradaki kültürel azınlığımızın selameti için de gereklidir.
HABER
"Dörtnala Tarih" sempozyumu başladı 17 Nisan 2014
Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkçede atlarla ilgili çok sayıda sözcük bulunmasına rağmen filolojik yönden bu geniş mirasın yok olduğunu belirterek, "Sayısız atla ilgili kelime Türk gencinin kafasında yoktur" dedi.
Ortaylı, Bilkent Üniversitesi'nde düzenlenen "Dörtnala Tarih/Galloping History" sempozyumunun açılış konuşmasında, imparatorluklar kuran Doğu toplumlarının Batı'dan en büyük farkının atın bir savaş, iktidar aracı ve estetik unsuru olmasını vurgulayarak, Batı'da atın üretim aracı olarak kullanıldığına işaret etti.
Endülüs İspanya'sında ve Doğu seferlerinde at kullanmayı çok iyi öğrenmeye başlayan Batı Avrupa'nın, ilk defa 12. asırdan itibaren atı ziraatte kullanmaya başladığını bildiren Ortaylı, "Bu Batı üretiminin bütün yapısını değiştirdi ve giderek o asil at, adi işler yapan, ulaşımda kullanılan bir araç haline dönüştü" diye konuştu.
Türkiye'de de 19. ve 20. yüzyılda atın hızla terk edildiğini ve gösteri aracı olarak kullanıldığını anlatan Ortaylı, her şeye rağmen atların kullanımının yaygınlaşmasını istediklerini söyledi.
Ortaylı, Türklerin menşeinin at göçebeliğinin yarattığı bir hayat tarzı olduğunu anımsatarak, şöyle konuştu:
"Ama ne hazindir bugün o toplumdan geriye kalan miras şudur; filolojik yönden bu geniş miras yok olmuştur. Atla ilgili sözcüklerin çok kalabalık olduğunu biliyoruz, bu kaybolmuştur. Sayısız atla ilgili kelime Türk gencinin kafasında yoktur. Türkler ata binmeyi uzun zamandır ihmal etmektedirler oysa az sayıdaki ırk kardeşleri hala at sırtındalar. Anadolu coğrafyası içinde atın sadece bir spor aracı olarak değil, toptan bir dinleme, tedavi, tarz-ı hayat olarak geliştirilmesinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Binicilik federasyonlarına ve onunla ilgili teşekküllere teşekkür ederiz ama inşallah ileride bu iş için bazı bakanlıklara ve bazı eğitim kurumlarına da teşekkür edebilelim. "
"At Türkün kanadı" Türkiye Jokey Kulübü (TJK) Genel Sekreteri Osman Hattat da ata mirası atın tanıtılmasını amaçladıklarını belirterek, atın Türk kültüründe "Türkün kanadı", "murat" olarak görüldüğünü, Türkün ata saygınlık kazandırarak sanatında, edebiyatında ve müziğinde yer verdiğini söyledi.
Türkiye'deki yarış ve yetiştiricilik tarihini anlatan Hattat, Türkiye Jokey Kulübünün kuruluşu, amaçları, faaliyetleri hakkında da bilgi verdi.
Hattat, ata ve at yarışlarına ilginin arttığını ve sektörün son bir yılda yüzde 10 civarında büyüdüğünü bildirdi.
Dörtnala Tarih Sempozyum kapsamında "Kahraman Atlar-Adsız Kahramanlar" isimli sergi de ziyarete açıldı. Sempozyum dolayısıyla yerleşkeye getirilen TJK'ya ait farklı cinslerdeki atlar da katılımcılar ve öğrenciler tarafından yoğun ilgi gördü.
"Dörtnala Tarih: Algılar ve Yaklaşımlar", "Osmanlı İmparatorluk Atları", "Asaleti Yetiştirmek", "Cephede Nal Sesleri", "Atların Dünyasına Dair", "Hanımlar, Atlar ve Kültür", "Atlardan Kalan", "At, Tarih, Kültür ve Gündelik Yaşam" konularıyla devam edecek sempozyumda, yurt içi ve dışından 30 bilim insanı sunum yapacak.
Sempozyum 18 Nisan Cuma günü sona erecek.
HABER
Ortaylı: Türkler tarihle ilgilenmiyor! Zaman 8 Mayıs 2014
Londra'da katıldığı konferansta konuşan Prof. İlber Ortaylı, eğitime ivme kazandırılması gerektiğini, Türkler'in tarih okumadığını ve tarihle ilgilenmediğini dile getirdi.
Prof. İlber Ortaylı, İngiltere'nin başkenti Londra'da 'Birinci Dünya Savaşının 100'üncü Yıldönümünde İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyet'in Kuruluş Öyküsüne' konulu bir konferans verdi. Ortaylı, hiçbir ülkenin aslında savaşa hazır olmadığını kaydederek, "Osmanlı savaşa girmeseydi veya geç girseydi kimse bizi kolay kolay rahatsız edemezdi. En büyük zenginliği nüfusu kendine kalır, Kudüs ve Hicaz Türklerin elinde bulunur, Arap dünyası daha iyi olurdu." diye konuştu. Almanya'nın izlediği siyasetin dikkatle izlenmesi gereken bir politika olduğuna da dikkat çeken tarih profesörü, 'yeni Osmanlıcılık' konusunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ciddi bir bilgi birikimi olmadığını öne sürdü. Son yıllarda Yeni Osmanlıcılık akımının çıktığının ifade edilmesi üzerine Ortaylı, "Dışişleri bakanının ciddi bir tarih bilgisi birikimi olduğunu zannetmiyorum." dedi.
TÜRK ORDUSU, İNGİLİZ ORDUSUNU 4 YIL TUTTU; TARİHİNDE BENZERİ YOK
Birinci Dünya Savaşı sonunda Britanya, Avusturya-Macaristan imparatorlukları, Rusya ve Fransa'nn durumunu ele alan Prof. Ortaylı, savaşların, bazı ülkelerin donanmalarının işe yaramadığını ortaya koyduğunu, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın bağımsızlık isteğini ortaya çıkarttığını söyledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordularının muhteşem performans ortaya koyduğunu ve Kurtuluş Savaşı başarılarının bundan dolayı oluştuğunu kaydeden Ortaylı, "Türk ordusu İngiliz ordusunu 4 yıl tuttu ve İngiliz ordusunu Britanya tarihinde 4 yıl tutan başka ordu yok. İngilizler bunu beklemiyordu. Savaş sonunda, daha önce kaybedilen Kars, Ardahan, Artvin bize kalsa da, ham hayallerimizin hiçbiri gerçekleşmedi. Çiftçilerimizi, askerlerimizi, zanaatkarlarımızı tamamen kaybettik ve Türkiye bunu ancak 50 yılda telafi edebildi. Birden, bir kalite düşüşü oldu. Türkiye bu yavanlığından kurtulmak için çok uğraştı, Atatürk'ü de bu yavanlığımız hasta etti." dedi.
TÜRK ORDUSU, İNGİLİZ ORDUSUNU 4 YIL TUTTU; TARİHİNDE BENZERİ YOK
Birinci Dünya Savaşı sonunda Britanya, Avusturya-Macaristan imparatorlukları, Rusya ve Fransa'nn durumunu ele alan Prof. Ortaylı, savaşların, bazı ülkelerin donanmalarının işe yaramadığını ortaya koyduğunu, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın bağımsızlık isteğini ortaya çıkarttığını söyledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordularının muhteşem performans ortaya koyduğunu ve Kurtuluş Savaşı başarılarının bundan dolayı oluştuğunu kaydeden Ortaylı, "Türk ordusu İngiliz ordusunu 4 yıl tuttu ve İngiliz ordusunu Britanya tarihinde 4 yıl tutan başka ordu yok. İngilizler bunu beklemiyordu. Savaş sonunda, daha önce kaybedilen Kars, Ardahan, Artvin bize kalsa da, ham hayallerimizin hiçbiri gerçekleşmedi. Çiftçilerimizi, askerlerimizi, zanaatkarlarımızı tamamen kaybettik ve Türkiye bunu ancak 50 yılda telafi edebildi. Birden, bir kalite düşüşü oldu. Türkiye bu yavanlığından kurtulmak için çok uğraştı, Atatürk'ü de bu yavanlığımız hasta etti." dedi.
MİKRO MİLLİYETÇİLİKLERİN SONU YOK
Birinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın küçüldüğünü, etnik parçalanmaların olduğunu ve bugün bunun hâlâ devam ettiğini belirten Prof. Ortaylı, "Dünyada 5 bin adet dil konuşuluyor. Mikro milliyetçiliklerin sonu yok. Bunların üzerinde durulması gerekiyor. Avusturya-Macaristan imparatorluğu kalmadı. Britanya İmparatorluğu eskisi gibi olmadı ancak kuvvetli demokrasi, özgün parlamenter sistemi kuvvetli olduğu için devam etti. Ancak birçok müttefiki bu vasfını koruyamadı. Osmanlı imparatorluğu'nun gücü tükendi. Para sistemi çöktü. Kadınlar çalışma hayatına girdi. Osmanlı İmparatorluğu kadın memur almaya başladı. Feminist hareketçilik, sosyalist harekete eskisi gibi kötülük yapamadılar. Arap dünyası 3 günde dağıldı, manda idareleri kuruldu. Osmanlı eğer 15-20 sene dayanabilseydi, coğrafyaları da bugünkü gibi zayıf olmazdı." diye konuştu.
ALMANYA'NIN POLİTİKASI DİKKATLE İZLENMELİDİR
Konuşmasında Birinci Dünya Savaşına niye girildiğinin muamma olduğunu, İkinci Dünya Savaşı'na girişin ise haklı nedenleri olduğunu belirten Prof. İlber Ortaylı, "Bu gibi ülkelerin tekrar tekrar dünya idaresine el atmaları tehlikelidir. Şimdi ortaya Çin çıktı. Almanya'nın politikası dikkatle izlenmesi gereken bir politikadır. Avrupa'nın iktisadi entegrasyonunu kendi politikaları ile engelliyorlar." dedi.
Bir soru üzerine Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa hazır olduğunu, hem Galiçya, hem Afrika, Mezopotamya, hem Suriye, Kafkaslarda imparatorluğu ordunun savunduğunu söyledi. Ortaylı, "Ancak hiçbir devlet aslında savaşa hazır değildir. Savaşların sonunda para el değiştirdi, ülkeler tarihi bilmiyorlardı. Maalesef Türkler tarih okumuyor, tarih okumayı da sevmiyor. Osmanlı düşmanlığı deyimi boş şeyler, gülünç.." diye devam etti.
HABER
İlber Ortaylı'dan Soma için ağır eleştiriler 17 Mayıs 2014
Soma'da yaşanan maden faciasıyla ilgili Prof. İlber Ortaylı, attığı tweetlerde ağır eleştirilerde bulundu. Ortaylı, '200 sene önceki facialardan örnek verenler, tarihte bu tür büyük hatalarını makamı ya da canıyla ödeyen vezîr-i âzamları bilmezler mi?' dedi.
Ortaylı, ' 200 sene önceki facialardan örnek verenler, tarihte bu tür büyük hatalarını makamı ya da canıyla ödeyen vezîr-i âzamları bilmezler mi?... Açıklamalar olacak gibi değil. Yüreğim kaldırmıyor, televizyonu izlemiyorum. Öyle şeyler söylemek istiyorum ki, mahkemelik olabilirim... Böyle zor zamanlarda düzgün konuşmak, sakin hareket etmek, halkı anlamak gerekir ve bu da devlet adamı tecrübesi ister... Düne kadar milletin hizmetçisi olduğunu söyleyenler bugün milletin efendisi gibi hareket eder oldular...Ölen çocuk 15 değil 19 yaşındaymış. Peki bu felakete imza atanlar, bu madene yetki verenler kaç yaşında acaba?'
HABER
Ruslar, İlber Ortaylı'nın kuzenini gözaltına aldı 24 Ekim 2014
Ünlü tarihçi İlber Ortaylı'nın Kırım'daki kuzeni Tahir Smedlayev gözaltına alındı.
Akmescit (Simferopol) Tutukevi'ne konulan Smedlayev'in Rusya Ceza Kanunu'na göre "devlet yetkilisine karşı şiddet kullanmak" ile suçlandığı belirtildi.
Sabah gazetesinin haberine göre, Kırım Tatar Milli Kurultayı Merkez Seçim Komisyonu Başkanı Zair Smedlâyev, kardeşinin bugün mahkemeye çıkarılmasını beklediklerini söyledi.
Smedlayev'in Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu'nu Kırım girişinde karşılayanlar arasında olduğu için tutuklandığı sanılıyor.
HABER
İlber Ortaylı’nın gençlik fotoğrafı Boğaziçi sergisinde Zaman 16 Nisan 2015
Boğaziçi Üniversitesi, kurumsal hafızasını oluşturan yazılı ve görsel belgeleri ilk kez kapsamlı bir arşiv sergisiyle gün ışığına çıkardı.
Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi’nin 1830’lu ile 1980’li yıllar arasındaki yazılı ve görsel dokümanlarından oluşan “Bavullardan Kataloglara Boğaziçi Arşivlerine Doğru” başlıklı sergiyi ilginç kılan yönlerden birisi de ünlü isimlere ait belgelere yer vermesi. Tarih, edebiyat, resim, mimarlık, arkeoloji ve dış politika gibi alanlardan belgelerin yer aldığı sergide, İlber Ortaylı’nın gençlik fotoğrafından Adalet Ağaoğlu’nun özel mektuplarına, Halet Çembel’in öğrenci kimliğinden Alman ressam Traugott Fuchs’un tablo ve yazılarına kadar birçok doküman bulunuyor.
9 arşivin yer aldığını söyleyen serginin küratörü Doç. Dr. Cengiz Kırlı, “Bunlar kamuoyunda çok bilinen arşivler değil. Bu şekilde bu kurumsal arşivleri hem tanıtıp, ardından da kataloglara basılarak araştırmaya açılmasını istiyoruz. Bunların çoğu ilk gez gün yüzüne çıkıyor.” diyor. Serginin bir diğer önemli tarafı ise çok çeşitli alanlarda belgeler bulundurması. Sergide yer alan belgelerin 1-2 sene içinde kataloglanıp, araştırmacıların hizmetine sunulacağını söyleyen Kırlı, “Bu arşivi bir seri olarak değerlendirmek lazım. Arkeoloji tarihiyle ilgilenenler için Aziz Ogan ve Halet Çembel’in, edebiyat tarihi ile uğraşanlar için Adalet Ağaoğlu’nun, diplomasi tarihi için Melih Esembel’in, mimari çizimler için Abtullah Kuran’ın arşivleri var. Türkiye’de yaşamış Amerikalı, İngiliz ve Almanların tuttukları günlükler ve tarih anlatıları da var. Bunların hepsi bir hayat hikâyesinden geriye kalan ve onların gözünden tarih yazmak açısından önemli belgeler.” ifadelerini kullanıyor.
HABER
İlber Ortaylı: Demirel'in tek hatası Çiller'di 18 Haziran 2015
İlber Ortaylı, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i anlattı: İyi adam seçerdi ve de çok vefalı bir liderdi. Korkunç bir hafızası vardı. İnsanları çok iyi tanırdı. Tek yanılgısı Çiller’di.
Süleyman Demirel’i "Türkiye’deki Anadolu elitinin ilklerinden birisi" olarak tanımlayan Ortaylı’nın kişisel Twitter hesabından yaptığı Süleyman Demirel yorumu şöyle;
"TEK YANILGISI ÇİLLER'Dİ"
“Süleyman Demirel bir Anadolu çocuğuydu. Türkiye’deki Anadolu elitinin ilklerinden biriydi. Gayretli, zeki ve mühendis bir Anadolu çocuğu...
Demirel iyi adam seçerdi ve de çok vefalı bir liderdi. Korkunç bir hafızası vardı. İnsanları çok iyi tanırdı. Tek yanılgısı Çiller’di. Demirel bazen lügatli bir Türkçe'yle konuşur, “fuzuli şagil (işgalci)” der; bazen de “Eyisiniz, eyisiniz” diye halk ağzıyla konuşurdu.
Demirel halka öğretmeye kalkmaz, milletin diliyle konuşurdu. Başka siyasetçiler gibi halkı keşfetmesine gerek yoktu. Demirel sabırlı bir kişiydi; tenkit ve protestoya sert tepki göstermez; şaka ve nükteyle iğneler, soğukkanlı davranırdı.”
YORUM
Yunan Ekonomisi İlber Ortaylı Milliyet 5 Temmuz 2015
Ekonomik krize giren komşumuz Yunanistan’ın borcunu Türkiye ödeyemez. Allah saklasın ama yakın gelecekte ne olur? Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 10’ları geçiyor. Kendi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayriye himmet ede!
Maalesef çağdaş Türkçede oldukça küçümseyici hatta tahkir edici anlama bürünen bir kelime vardır; kopuk... Bu deyim eski Türkçede “kopaymak”tan gelir. Görüntünün üstünde iddialı olmak, iktidarının üzerinde fedakarlık denemesinde bulunmak, yüksek perdeden konuşmak ve nümayiş yapmak anlamındadır.
Klasik Osmanlı metinlerinde “kopuk”, sokak adamı, lümpen anlamında kullanılmasına rağmen halk dilinde bir tür iddiacı gibidir. Kendini Jeanne d’Arc zanneden hatun veya bir Roosevelt olarak gören, dünyayı doyurma programına girişenler böyle olabilir. Yunanistan’a 1.6 milyar dolar neredeyse bağış vererek ona komşuluğumuzu göstermek ve Ege sorunlarının çözüleceğini beklemek böylesine bir üsluptur. Üstelik daha gerçekçi zannettiğimiz bazı arkadaşlar da bu teklifi destekliyor.
Yunanistan 1975’ten beri Avrupa Birliği’nin müşfik kollarında büyüdü. Yakın zamanlara kadar karşılıksız hibeler aldı. Bunlarla gerekli altyapı yatırımlarının hiçbirini gerçekleştirmedi; demiryolunu ıslah etmedi, hatta gerekli otobanlar bile çok yakın zamanlarda ancak Simitis’in başbakanlığından itibaren yapıldı. Telekomünikasyon sisteminde dahi Turgut Özal döneminde Yunanistan’dan daha iyi hamleler yapıldı. Buna karşılık Yunan halkı zenginleşti.
Yunan halkının hayat tarzı bizden farklıydı
Gelen yardımlar, bilhassa zirai destek abartıldı. Köylülere destekli tarım fiyatları görülmemiş bir alımla verildi, memurların maaşları devamlı yükseltildi. Yunanistan’ın geleneksel turizm ve deniz taşımacılığında bile buna uygun bir atılım ve düzenleme gerçekleştirilmedi.
Yardımlar zamanı gelip kesilince, Yunanistan kendi durumundaki üyelerin aksine gerekli birikime ve sanayi altyapısına sahip olmadığından borçlanmayı seçti. Bu borcun ödeme vadesi malum krizi yarattı. Halen gerekli kısıtlamalar yapılamıyor. Kolay değil; insanlar yaşadıklarından, alıştıkları hayattan vazgeçemezler.
Zaten 1950’lerde neredeyse Türkiye kadar fakir olan Yunanistan halkı o vakit de Türklerden daha masraflı bir hayat tarzına sahipti. Halen Türkiye’deki asgari ücretle karşılaştırılamayacak kadar yüksek bir emekli maaşı tabanı var ve öte yanda da işsizliğin vurduğu, ümitlerini yok ettiği bir Yunan gençliği...
Dünyanın en hazin görünümlerinden biri; yeni girdiği işte hafta sonunda alacağı yevmiyeyle cici elbiselerini giyip partiye gitmeyi düşleyen bir kızın iki saat sonra evine yollanmasıdır.
Öteden beri pek sinirli davranışları olan Atina halkının yüzü şimdi hakikaten asık, endişeli ve hayatı kem görüyorlar. Eğlenmesini bilen ve bazı yönleriyle bizi imrendiren bu kavmin içine düştüğü durum herkesi üzüyor. İkinci Cihan Savaşı’nda açlık çeken ve işgalci Almanların bütün tarım ürünlerine el koyduğu Yunanistan’da, Atina ve Selanik halkı sokaklarda açlıktan ölüyordu. O günlerde kendisi de karnını pek doyuramayan Türkiye gereken komşuluğu yapmaya çalıştı; Pire limanı Türk yardım gemilerini hatırlar.
Kopukluktan vazgeçelim, hayalperest olmayalım
Birçok kimse de hatırlamayabilir. “İyilik yap, denize at, balık bilmezse Hâlik bilir” demişler. Lakin bu seferki talep öyle değil, borçlu komşunun dişinin kovuğuna gitmeyecek milyar dolar meblağını Türkiye ödeyemez. Allah saklasın ama yakın gelecekte ne olur? Yüzde 10’ları geçen Türkiye işsizlerinin komşuya ne yardım yapacağını yazının başlığı ifade eder; kendi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayriye himmet ede.
Akdeniz milletleri acayip tabiatlıdır. Böyle yardıma aferin diyen kitlenin yanında “Bu Türkler bizimle alay etmek için sadaka veriyor” diye döviz taşıyanlar da çıkar. Bazı âkil Yunan dostlarım bundan 20 sene evvel bile “AB’ye neden gayretle girmek istiyorsunuz, hiç o kadar da hoş bir yer değil” demişlerdi. Tecrübeye binaen öyle konuşuyorlardı, bize karşı değillerdi. Hayalperest politikalar, safdil jestler ve gösterişçilikten, yani kopukluktan vazgeçmemiz gerekir. Yunanistan’a en iyi yardım kendi de beter olan vergi mükellefinin ödediğiyle değil, tatilinizi Yunan adalarında ve Yunan kıtasında geçirmekle olur. Yani balık tutanın balığını satın alırsınız. Bir de coğrafyadan bilgisi zayıf olan halkımız bu sayede Yunan adalarını, Yunanistan’ı ve Yunan coğrafyasını tanır.
Sincan’dan göçü planlamak lazım
Malum, dünyanın nüfus haritaları vardır ve bunlar geçen asırlarda olduğu gibi sadece dışişleri-içişleri bakanlıklarının ve meraklı bilginlerin malumatı dışında beynelmilel kuruluşların, bilhassa Birleşmiş Milletler’in yan örgütlerinin kontrolü ve takibi altındadır. Bir devlet belirli bölgeye nüfus yığılmasını örgütlüyorsa bu izlenir ve gerekli önleyici tedbirlerin alınmasına çalışılır. Yalnız bu daha çok üçüncü dünyaya veya Balkanlar’daki küçük devletlere yönelik bir kontroldür. Koca Çin’in ne yapacağını kimse bilemez. Hatta yaptığı bile çok sorgulanamaz.
Yakın zamanlarda enerji kaynakları için ümit vâdeden Sincan bu durumdadır. 1949’dan beri Çin’in mutlak kontrolü altındaki bu bölgede gayet iptidai bir hayat sürülürdü. İmkanlar bütün Çin’de olduğu kadardı. Şimdi ise Çin’den nüfus akıyor, Sincan giderek yaşanabilecek bir bölge durumunda ve etnik çatışma başladı. İki grubun birbiriyle kaynaşması mümkün değil. Kültürel kalıntılar ve hayat tarzı ciddi bir engel.
Türkiye’de son 15 yıldır idare Ortadoğu dünyasını düzenlemekle meşgul olduğundan Türk tarih ve kültürü için önemi büyük olan bu bölgeyle yani Uygur medeniyetiyle pek alakadar değil. Nutuklar noksanlığı örtmeye yetmez. Kimse Çin’e etkin bir müdahale istemiyor, bu zaten mümkün de değil. Bölgedeki Uygur Türklerinin nüfusu üzerindeki hesaplamalar birbirini tutmuyor. Ama hepsi de 10 milyondan başlayarak 20’ye doğru çıkıyor. Büyük bir kaçış olmaz ama muhtemel bir göçü düşünmek ve planlamak lazım. Bunun sözünün edildiğini duymadım.
ENGLISH BIOGRAPHY
Prof. Dr. İlber Ortaylı was born in Bregenz, Austria in 1947 and came to Turkey when he was two years old. He finished his primary and middle school in Istanbul and Ankara and graduated from Ankara Atatürk High School in 1965. After graduating from the Faculty of Political Sciences (1968) and the Department of History in the Faculty of Language, History, and Geography at Ankara University, he pursued his study at the University of Vienna. He completed his master′s degree at the University of Chicago under Prof. Dr. Halil İnalcık. Ortaylı received his doctoral degree in the Faculty of Political Sciences at Ankara University in 1978. In 1979, he was appointed as an Associate Professor at Ankara University. He has lectured at many universities in Turkey, Europe, the US, and Russia, and given numerous seminars and conferences. Prof. Ortaylı returned to Ankara University in 1989 and received his Professorship. He became the Head of the Section of Administrative History. After teaching at Galatasaray University from 2002 to 2004, he taught at Bilkent University. From 2005 to 2012, Prof. Dr. Ortaylı served as President at the Topkapı Palace Museum. Currently, he teaches at Galatasaray University.
Prof. Dr. Ortaylı has published numerous articles on Ottoman and Russian history, especially emphasis on cities and the history of public administration, diplomatic, cultural and intellectual history. In 2001, he received the Aydın Doğan Foundation Award. Prof. Dr. Ortaylı is a member of the Foundation for International Studies, the European-Iran Examining Foundation, and the Austrian-Turkish Academy of Sciences.
His publications: Tanzimat′tan Sonra Mahalli İdareler (1974) Türkiye′de Belediyeciliğin Evrimi (İlhan Tekeli ile birlikte, 1978) Türkiye İdare Tarihi (1979) Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu (1980) Gelenekten Geleceğe (1982) İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (1983) Tanzimat′tan Cumhuriyet′e Yerel Yönetim Geleneği (1985) İstanbul′dan Sayfalar (1986) Studies on Ottoman Transformation (1994) Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı (1994) Türkiye İdare Tarihine Giriş (1996) Osmanlı Aile Yapısı (2000) Tarihin Sınırlarına Yolculuk (2001) Osmanlı İmparatorluğu′nda İktisadi ve Sosyal Değişim (2001) Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiye′sine (Taha Akyol ile birlikte, 2002) Osmanlı Barışı (2004) Barış Köprüleri Dünyaya Açılan Türk Okulları (2005) Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek 1 (2006) Kırk Ambar Sohbetleri (2006) Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek-2 (2006) Eski Dünya Seyahatnamesi (2007) Avrupa ve Biz (2007) Batılılaşma yolunda (2007) Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek-3 (2007) Mekan Ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı (2007)
SÖYLEŞİ
İlber Ortaylı: Gençler, oturup Türkiye'nin keyfini çıkarın, rezaleti önleyin Radikal 8 Kasım 2015
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı: Çoluk çocuğumuzu nasıl bir yere bırakıyoruz, onu bilemem. Umut nedir? Kim Almanya'nın o hale geleceğini düşünebilirdi 1933'te. 1938'de Avusturya'nın o hale dönüşebileceğini?
RADİKAL - 1 Kasım Seçimleri toplumun psikolojisini derinden sarstı. Bir taraf zafer sarhoşu… Diğer taraf ise umutsuzluğa ve korkuya gömüldü. “Bu ülkede yaşanmaz, çekip gideceğim”diyenler bile var. Peki bu seçim ülkenin kaderini değiştirecek mi? AK Parti rakiplerine karşı kesin bir galibiyet aldı mı? Toplum baskının artmasına nasıl tepki verir? Kutuplaşma nasıl biter? Türkiye Mısır’ın, Suriye’nin durumuna düşer mi? Bu meselelere günlük siyasetten daha geniş bir pencereden bakmak gerekiyor. Bizi nelerin beklediğini Hürriyet Pazar'dan Çınar Oskay Türkiye’nin ikonik tarihçisi Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya sordu. Oskay'ın söyleşisi şöyle:
Hocam, 1 Kasım seçimlerinde ne oldu? Laikler, demokratlar, AB yanlıları, AK Parti karşıtları dükkânı kapayıp, kapağı başka bir yere mi atsın?
- Tam manasıyla partisiz ve silahsızlar. Onları temsil etmesi gereken partilerin bilgi birikimleri, politik görgüleri, teşkilatlanma gelenekleri, tecrübeleri sıfırın altında. Nasıl bir kasaba İslam’ı varsa, karşısında kasaba ilericiliği, kasaba sosyalizmi de var. Mesela çevre politikasını mı eleştirecek? İl başkanlarını biliyorum, hepsi kasaba müteahhidi! Nasıl alternatif olsun?
Toplumda da yok mu bilinçli bir tepki?
- Var ama toplumu biri organize eder, şekillendirir. Toplum sokağa çıkıp Lamartine’lik yapamaz, Victor Hugo’luk yapamaz. Hiçbir yerde yapamamış. İnsanlar ortaya çıkmış, toplumun şikayetlerini formüllendirmiş.
Şimdi ne olacak peki? İktidar balkon konuşmasında vs. yine uzlaşma mesajları verdi.
- Başbakan “Biz sizi kucaklıyoruz” dedi, Erdoğan’dan duymadım. Televizyonlarda görüyorsun... Türkçeyi, özendikleri Osmanlıca’yı telaffuz edemeyen adamlar, “Bizi küçük görenler bu dev başarıdan ders alsın” diyor. Başarı dediği, yüzde 49.5. Yüzde 50.5’un kendisinden bile sinirli olduğunun farkında değil. Bu tehlikeli bir provokasyon. “Haddini bilsinler” diyor, sanki kendileri hadlerini biliyormuş gibi. “Oto kritik yapsın, sonra oturup konuşuruz” diyor. Dolayısıyla hiç de barışçı bir hava görmüyorum. Bir arkadaş yazı yazdı, “Devlete karşı isyan yok Türk tarihinde” diye.
Doğru mu?
- Yani bu kadar isyan kime karşı olmuş? Devlet dediğin, gökteki görünmez bir peri mi? İç harp dediğin devlete karşı isyan değildir. Kim kimi vuruyor, belli değildir. Sovyet harbi literatürde yazıldı. İspanya ve Yunanistan bazı şeyleri hatırlamıyor. Bilhassa Yunanistan için yüz kızartıcı bir şeydir. Böyle şeyleri tartışmak, bilmek gerek ki, uzak durabilelim.
BİR ŞEY ORTAYA ÇIKAR PARÇALANMA NOKTASINA GELİNİR
Gerilim bu kadar büyük mü?
- Teşvik ediyorlar. O aşamaya getiriyorlar.
Neden böyle yapıyorlar?
- “Herkes kendine gelecek!” diyor. Öyle bir şey olur mu ya! Sen yüzde 49.5’sun. Yüzde 50.5 da öbür tarafta... Nedir yani? İnsanların çok dikkatli olması şart. İyi niyetinden emin olduğum Başvekilin, hükümetin ipin ucunu kaçıran matbuata yön vermesi gerekir. Birtakım iş çevrelerinin, grupların kendilerine hâkim olması gerekir. Aksi takdirde hepimize çok yazık olacak.
Kendisi de sizin gibi bir profesör olan Ahmet Davutoğlu bir gazeteye baskın yapan birini yanında oturttu ve birlikte poz verdi.
- Genel Yayın Yönetmeni’ne “Sen korkaksın” demişti. Yok, eline tahta kılıç alıp fırlayacaktı. Korkunç bir şey. Herhalde “Bizim yaramaz çocuk, bizim deli oğlan” diye bakıyorlar. Bir yerde bir kolon devrilirse, altında kim kalır belli olmaz. Bizim gibi kalabalık ve sorunlu ülkelerde herkesin, her partinin, en başta hükümetin fevkalade dikkatli olması gerekir. Küçük provokasyonlar, çatlamalardan büyük şeylere gidilebilir. Bunu unutmamak lazım.
İktidarın genel vizyonu ne? Türkiye’nin dümenini Doğu’ya çevirmek mi?
- Doğu moğu, bunları bilmiyorlar. Maalesef hükümetlerimiz dünyayı tanımıyor. Mesela bir ilahiyatçıyla konuştum. Bana Halep Türkmenlerinin Şii, dolayısıyla Nusayrilerle bir olduğunu, bunun da Özgür Suriye Ordusu’nu kızdırdığını söyledi. Özgür Suriye Ordusu’ndaki ahmaklar Halep Türkmenlerini dövmekle meşguldü o ara. Dedim ki, “Affedersin, bu masalı başka birine anlat. Senden dinleyecek değilim.” Bu tür politikalar fevkalade bilgisizliğe dayanıyor.
Türkiye, Mısır’ın, Irak’ın, Suriye’nin durumuna düşebilir mi?
- Hayır, düşemez. Her şeye rağmen bir devlet var, ordu var. Gelenek, üretim, işçi sınıfı var. Çok ezilmiş olsa da bir köylü sınıfı var. Böyle bir ülkenin Irak, Suriye olması mümkün değil. Ama bir şey ortaya çıkar, parçalanma noktasına gelinir. Bunun sonunda da kimse mutlu olmaz.
İktidara yakın bazı çevreler 200 yıllık, 250 yıllık bir davadan söz etmeye başladı. Hesaplaşma Cumhuriyet ile sınırlı kalmayacak, sanki Tanzimat’a kadar uzanacak.
- Bunların böyle bir söylemi vardır. Kitap okumazlar. İmam Hatiplerde Osmanlıca öğretilmez. İmlası doğru Arapça da öğretilmez. En zeki, en çalışkan çocuk bile yanlışsız yazamaz. Onların kabahati değil bu. Yeterince Arapça hocası yok. Osmanlıca dediğin bu harflerle Türkçeyi okumaktır. Bunu çok az adam yapar. Dolayısıyla tarihle ilgileri yoktur. Tanzimat’la ilgili basılı, basılmamış malzemeyi okumazlar. Var olduğu halde gazete de taramazlar. Ecnebilerin yaptığı tetkikat vardır, onları da okumazlar. Kulaktan dolma, abuk sabuk sloganları, kahve köşelerinde, kasabalardaki kitapçı köşelerinde tekrarlar dururlar. Televizyonda görüyorsun, kitap okumamış, düşünmemiş insanlar oldukları belli. Kelimeleri yanlış telaffuz ediyor. Yüzünde kitap okumuş insanların düşünme ve ıstırabının verdiği çizgiler yok. Yemek, içmek için yaşıyor. E, bu adamların size ta 200 yılın yorumunu yapacak hali yok. Bu zor bir şeydir, Avrupa bile kendini yorumlayamıyor.
UZLAŞMA DEĞİL TAHAMMÜL İSTİYORUZ
Kutuplaşma ülkeyi ortadan yardı sanki. Bu iki kesim nasıl uzlaşacak?
- Vallahi, biz uzlaşmalarını değil, birbirlerine tahammül etmelerini istiyoruz. Batı’da bile böyle. Almanlar iflah olmazdır, “A, o kırmızı” derler sosyalist partiliye. Avusturya’da “Brown” derler faşist parti için. Fakat bunlar devlet dairesinde kavga etmez. Tayinlere bu işler karıştırılmaz. Bir okulda o öğretmen, bir okulda bu öğretmen olmaz. Millet birbirine tahammül eder. “Ben muhafazakârım, bu kadın sosyalist” diye iyi bir manikürcüyü dışlayamazsın. Tırnakların ona muhtaçtır. Türkiye’de buraya daha buraya gelinmedi. Yeni açıldı, bir neslin içinde şehirleşti. İlhan Tekeli buna “beğenelim, beğenmeyelim, başarıdır” diyor. İyi ama birtakım şeyleri de bulamıyorsun işte. Şehrin gerektirdiği konsensüs, uyum yok. Dışlama olabilir ama varlığını kabul edeceksin. Bu balans çok önemlidir. Onu yapamıyoruz, bütün sorun oradan geliyor.
Bu ülkede Başbakan miting meydanında muhalefet lideri için “Biliyorsunuz Alevi” demişti, ölen bir Alevi çocuğun acılı annesi yuhalandı...
- O ona bugün Alevi der, öbürü de kalkar başka bir şey der. Türkiye kıtasındaki insanların bu ayrımları kristalize olmamıştır. Fakat, erimiş bitmiş de değildir. Öyle kötü huylara başlarsanız, herkes herkesi öyle bir giydirir ki şaşarsınız. Binaenaleyh çenenizi kısacaksınız.
Başbakan, balkon konuşmasında Mevlana’ya atıf yaptı. Anadolu İslamı’ndan bahsedildiğinde Yunus Emre’ye gönderme yapılıyor. Peki bunları hayatımızda ne zaman göreceğiz? IŞİD’e gidenleri görüyoruz. Nerede bu Yunus Emre’nin, Mevlana’nın torunları?
- O zaman onlar gibi yaşaman gerekir. Beş-on kişinin ezberlemesiyle, benimsemesiyle olacak bir şey değil bu.
Basına, diğer kurumlara ağır baskı oldu. Toplum bu kurumları yeterince korudu mu?
- Her gün her hastanede hekim dövülüyor. Birtakım adamlar, 80 yaşında amcası öldü diye kabile halinde basıyor doktorun ofisini. İnsaf birader yani! Takım halinde önce doktoru, onu bulamadıysa hemşireyi, hastabakıcıyı dövüyorlar. Hastaneye giden öbür insanların sesi çıkmıyor. Şimdi bunu İngiltere’de düşünebilir misin? Böyle hödükler doktor dövecek, o poliklinikten hizmet alan halk “Bana ne” diyecek.
Neden “bana ne” diyorlar? Korkaklıktan mı?
- Korkaklık ve alakasızlıktan. Bunların kendisiyle ilgisini de ölçemiyor.
TÜRKİYE’DE GEÇMİŞE MAZİ DERLER MEŞHUR SLOGANDIR
Kemalist Cumhuriyet dindarları çok mu ezdi? Bugünkü kutuplaşmada bunun payı var mı?
- Dindarlara “Maşallah, namazı niyazı kılıyorsunuz, orucu tutuyorsunuz. Sayenizde varız” falan diyen olmadı. “Mürtecidir” diyen oldu. Birtakım manasız insanların alay etmeleri filan var. Fakat benim anlamadığım, Stalin Rusya’sı, Enver Hoca Arnavutluk’u gibi bir manzara çiziyorlar. Annem anlattı, ablam anlattı... Böyle tarih yazarsan ucu bir gün sana da dokunur.
İktidarı kaybedersek bunlar yine canımıza okur gibi bir bakış olabilir mi?
- Yok canım... Dikkatli hareket ederlerse kimse de canlarına okumaz. Türkiye’de “geçmişe mazi” derler. Meşhur slogandır.
Bazı laiklere, Kemalistlere şaşıyorum. Dünyayı gezen, iyi okullarda okumuş insanlar ama...
- Kusura bakma, laiklerin hiç dünyayı gezdiklerini ve iyi okuduklarını zannetmiyorum. Türkiye’de eğitim herkese verilir ama kalitesiz olarak verilir. Bir toplumu dejenere etmek istiyorsan yarım eğitim vereceksin. Maalesef biz öyleyiz. İmtiyazlı olduğunu zanneden hariciyeciler bile... Rusya’da Rusça bilen yoktur, öğrenmez. Arap ülkesinde Arapça öğrenmez. Bizim millet öyle dünyayı görmüş, iyi eğitim almış filan değil. Dünyayı görse de bavul gibi görür, eğitimi yarım ve çeyrek çepelek alır. Coğrafya bilmez bizim çocuklar. Hiçbir şeyiyle ilgilenmez o ülkelerin. Ucuz gemiyi bulmuş, biner.
YAŞADIĞIMIZ DÖNEM POPÜLİZM DÖNEMİ
Yaşadığımız döneme tarihçiler bir ad verse ilerde, ne olur?
- Aman ‘restorasyon’ filan deme, neyin restore edildiğini kendi de bilmiyor.
Siz ne ad verirdiniz?
- Belki popülizm dönemi derim. Arogans* dönemi de olabilir. *(kibir)
YORUM
Suriye denklemi İlber Ortaylı Milliyet 29 Kasım 2015
Bazı denklemlerin çözümü çok zor. Ortadoğu coğrafyasının sınırlarımız dışında kalan kısmı başımızı çevirip kendi minderimize kurulmamıza imkan vermiyor.
Suriye sorunu çıktığı vakit Hatay sınırındaki Halep Türkmeni dediğimiz büyük grup hesaba alınmadı. Oysa bizim çağdaş Suriye’de ilgilenmemiz gereken tek nokta buydu. Hatta hükümete yakın çevrelerden bir grubun “Türkmenlerin Şii olduğu, dolayısıyla Esad’ın Nusayri hükümetine yakın oldukları” gibi hafif suçlama sesleri de duyuldu.
Bugün gelişmeler kaçınılmaz olarak mecrasına doğru ilerliyor. Suriye Türkmenleri Rusya’nın nüfuz bölgesinin bitişiğinde. Özgür Suriye Ordusu, Kürtler ve IŞİD’in ortasında kalan bu bölgenin Esadcıların ve Rusların hücum alanında kalması kaçınılmazdı. Belki bütün mesele bu konuda Rusya ile anlaşmaktan geçecekti. Şu anda Rusya ile karşı karşıya gelmekten endişe içindeyiz. Rusya ticaret partnerlerimizden. Bu kışı nasıl geçireceğimiz endişesi de var. Batılılardan önce genelkurmayımıza ve dışişlerinin eski kadrolarına kulak vermekten daha akıllıcası olamazdı.
Türkmenler ön planda
2 milyona yakın Halep Türkmeni ve Bayır Bucak Türkmenlerinin ön planda ele alınması kaçınılmaz. Bilindiği üzere Gaziantep sınırlarımız içindeki Türkmen oymaklarının da büyük kısmı bu grupla yakından ilintilidir. Suriye topraklarının en bereketli bölümünde 1516 Osmanlı fethinden çok daha önce yerleşen bu Türkmen grupların Türkiye himayesi altında olduğu malum. Bazı denklemlerin çözümü çok zor. O nedenle dış politikada gerçekçi davranmak kuru bir slogan sayılmamalı.
Ortadoğu coğrafyasının bizim sınırlarımız dışında kalan kısmı istesek de istemesek de başımızı çevirip kendi minderimize kurulmamıza imkan vermiyor. Kuzeybatı Suriye birkaç yüz bin değil, 2 milyona yakın Türkmenin yurdu. Hatay’ın cenup tarafları Suriye’nin batı yöresine kültürel bakımdan yakın. Irak’ın kuzeyinde Sorani lehçesi konuşan Kürtler var. Musul gibi muhteşem bir vilayetin en yoğun nüfuslu bölgelerinde Türkmenler yaşıyor. Bunların konuştukları şiveler Anadolu’ya çok yakın. Bu ülkeyle bağları 1918’e kadar “tebaa-i şahane”den olmak üzeredir.
Dünya çok değişti
Bir sabah kalktıklarında yabancı bir toprağın ve devletin tebaası olduklarını gördüler. Ne var ki o devletler kendileri rayına oturmuş, kimliğine kavuşmuş, politikalarını tespit etmiş, uyruklarıyla uyum sağlayabilmiş teşekküller değildi. Üretimi düşük, ülkelerinin yönetmesi beklenen elitler tebaanın büyük bölümüyle uyuşabilmiş ve benimsemiş gruplar değildi. Falan veya filan etnik gruptan olanlar Suriye’de olduğu gibi orduyu meydana getiriyordu ve diğer asker gruplarıyla çatışıyordu.
Arap dünyasının birliğinden söz edenler kendi ülke parçalarında birbirine yabancı zümrelerin ve kabilelerin ortasında yaşıyorlardı. Durum değişmiş değil; üstelik Arap dünyasına yön vermek isteyen dış kuvvetler 1918’de ne kadar gerçeğin dışında projelerle işe girişmişlerse bugün de daha farklı değiller. Enerji kaynaklarımızın, hayat damarlarımızın iç içe bulunduğu bu dünyayla istemesek bile birlikte kurgulandık. Şimdi Rusya da var.
Şunu söylemek gerekir; 19 ve 20’nci yüzyılın imparatorluğu gibi o dünyayı tanımıyoruz. İktisadi ve askeri yönden o imparatorluktan daha güçlüyüz. Ama etrafımızdaki dünya da daha değişik ve örtülü biçimde daha acımasız.
Suriye sahnesine çıkan aktörlerin genel bir zaafı var. Bunların düzenli orduları yok, olanlar da savaşçı vasfını yitirmiş. II. Cihan Harbi’nin büyük muharip askerleri bu teknik donanımı yüksek ordularda yer almıyor. Tek istisna Rusya’dır. Ve eski savaşçı vasfını koruyan Türk ordusudur. Galiba Suriye problemini çözmenin kolayını buldular. Rusya ve Türkiye birbirine düşerse Ortadoğu’nun haritası yeniden çizilebilecek. Değişiklik olacak. Uzlaşmalara gidilecek ama bu arada Batılılar insanları mahvedecek bir kurnazlık örneği sergileyebilecekler. Rusya ve Türkiye’nin bu oyunu durdurmaları gerekiyor tabii anlaşarak...
SÖYLEŞİ
Biz Türkler taklit ederiz ama kaybolmayız Hürriyet 8 Mayıs 2016
Osmanlı'yı anlamak nereden başlıyor? Türkler, neden büyük işlerin kıyısına kadar gelip duruyor? Özgün insanlarımız giderek azalıyor mu?
İlber Ortaylı, ilk cildi büyük ilgi gören 'Türklerin Tarihi' serisinin ikincisini henüz yayımladı. Ortaylı'yla kitaptan hareketle bugünün meselelerini konuştuk.
Röportaj: Yenal BİLGİCİ
Yeni kitabınızda altını çizerek “Türklerin tarihini öğrenmek için Roma İmparatorluğu tarihini de öğrenmek gerek” diyorsunuz. Neden?
Özellikle Osmanlı tarihi için kati surette Roma İmparatorluğu’nu okumalı. Bazıları Roma’yı sefahat, eğlenceden ibaret sanıyor. Çok tuhaf insanlar böyle düşünenler; basit ve kaba Hıristiyan düşüncesini benimsemiş bir Müslümanlık var bizde. Öğrenmesi gereken yanlara bakmıyor ısrarla.
Nedir onlar?
Roma’nın çok gelişmiş bir hukuk sistemi var, yedi iklim dört bucakta direnebilen bir lejyon sistemi var. Yol yapıyor taş döşeyerek; biz onun taklit ediyoruz ancak. Hem donanması hem kara ordusu var. Tiber kıyısından çıkma bir köy halbuki, bütün hikâyesi bu. Sen bunları tanımak zorundasın. Ölen Latincesini bile yaşatabilen bir sistem bu. Düşün, o Latince, milattan sonra 5’inci asırda geniş gruplar açısından bitmiş bir dildir. Ama yazılmaya hatta kimi kesimlerce konuşulmaya devam ediyor. Latince en son resmen hangi tarihte kullanıldı biliyor musun?
Hayır, ne zaman?
Macaristan’da 1848’de resmi dil olmaktan çıktı. Sırf ortaçağcılar değil, modern tarihçiler bile bilmek zorundaydı. Bütün dünyada öyle. Sen bu imparatorluğa bakacaksın. Onu bizim devam ettirdiğimizi göreceksin. Yani Müslüman Roma’nın. Bu kadar kurum, hem de dünya değişirken nasıl gelmiş, nasıl devam etmiş, bilmek lazım. Bunu söylediğin zaman kasaba kültürüyle yetişmiş adam rahatsız oluyor. “Roma nedir” bilmiyor ki adam.
Müslüman ve Roma kelimelerinin yan yana gelmesinden mi rahatsız oluyor?
Açıkçası ben neden rahatsız olduğunu bilmem ama Roma’yı bilmeyen insan imparatorluktan anlamaz. İlaveten İran imparatorluk nizamını anlamayan insan da tarih yapamaz.
TÜRKLER DİL ÖĞRENEMİYOR
Kitabınızda “Biz Türkler taklit ederiz ama kaybolmayız” diyorsunuz.
Gereken her şeyi anında taklit ederiz, organize oluruz ve kaybolmayız. Sırf nüfus kalabalığından değil ama etrafa intibaktan. Bir de ‘dilimizin kaybolmaması yüzünden’ elbette. Türkçe özgün bir dildir. O erimezse mesele yok. Erimeyecek de.
Nasıl bu kadar eminsiniz?
Çünkü Türkler kolay kolay yabancı dil öğrenemiyor!
Neden?
Grameri değişik, telaffuzu değişik, bu yüzden de kaybetmek çok zor.
Peki, şu meşhur ‘adapte olmak’ meselesine gelirsek... Sebebi ‘göçebe toplum’ kökenlerimiz mi?
Hep ona bağlıyorlar ama kolaycılık bu. Sebep başka. Her şeye rağmen bu toplumda bir dayanışma var. Dolayısıyla bir çare arama var. Ama çok sistemli olarak gitmiyor, üretime dönüşmüyor. Yani yeniden üretime dönüşmüyor ama yine de ayakta tutuyor. Bu kadarıyla da çok büyük yerlere gelemiyor Türk kavmi.
Neden gelemiyor?
Gelemiyor nasıl gelsin, üniversitelere bak, haziranda diplomayı alan eylülde ABD’deydi. Hekimler, mühendisler hepsi orada. Bütün üretim orada. Kaç genel müdür var, kaç bilim adamı? Buna rağmen kaç kişi var Nobel alan?
Aziz Sancar burada kalsa Nobel alabilecek miydi?
Ben onu tartışmıyorum, yanlış anlama. Ben durumu söylüyorum. O da şu: Bizde insan bir safhayı atlatıyor, organize oluyor, taklit ediyor ama işte kalıyor orada. İç göçte de böyle. Karadenizliler göç eder, çalışır, müteahhit olurlar ama ikinci üçüncü nesil zor görürsün o aileyi işbaşında.
11.00’DE UYANAN ÇOCUKLA OLMAZ
Niye göremiyoruz?
Çünkü bir anda geliyor, yapıyor, kuruyor, zengin oluyor; ondan sonra duruyor, devam edemiyor. Demek ki bir sistem yok.
Servet birikimi de olmuyor sanırım bu yolla.
Yok. Aileye dayanıyorlar güya ama aile kalmıyor ortada. Ama İtalya’da aileler yüzyıllardır devam ediyor.
İyi de neden öylece duruluyor bizde?
Bak, basitçe söyleyeyim. Adam geliyor, bir şeyler yapıyor, zengin oluyor. Oğlu saat 11.00’de kalkıyor. Böyle derbeder bir kapitalizm olmaz. Yeter mi bu izah? Saat 11.00’de kalkan bir çocukla o ailenin devam etmesi, ebedileşmesi mümkün değil. Halbuki Batı’da para olduğu ölçüde daha çalışkan olurlar. Terbiye, yani sosyolojik anlamıyla yeniden üretim lazım. İşe yarar adam üretmek lazım.
Herkes “İşimdeyim gücümdeyim” diyor ama.
Yok efendim. Tüketimine bakıyorum ben belirli sınıfların. ‘Para el değiştiriyor’ diyorlar. Parayı ele geçiren sınıfın bu dediğim tarzı hayatla hiç ilgisi yok. Sadece para harcıyor.
ÖZGÜN MİLLETVEKİLİ KALMADI
Meclis’teki tartışmalar sürekli gündemde. Eski meclislerden farklılık var mı?
Farklılaşıyor çünkü insanlar eski milletvekillerinin bireysel duruşlarına sahip değiller. Eskiden her milletvekilinin savunduğu kendi görüşü vardı; o giderek kayboluyor. Özellikle tek parti dönemlerinde zabıtlara bakarsan her birinin farklı görüşü olduğunu görürsün. Ama bir başka tavır var ki daha fena...
Nedir o?
“Farklı bir şey söylemeye lüzum yok” diyenler. Methiyede de aşırı gidiyor bunlar. Milletvekillerini ayırmayalım illa; basına bakın, neler söylüyor bazı kalemler. Ama bu kaçınılmaz bir şey. Çünkü Batı tipi politikacı ve matbuat mensubu bizde çıkmadı. Batı’da adam bir partinin içindedir ama kendisidir. Basında da öyle. Bir gazeteye dahildir ama farklıca telden çalar. Burada yok.
Hiç ne söyleyecek diye ilgiyle takip ettiğiniz politikacı var mı?
Eskiden vardı. Örneğin Coşkun Kırca’nın partisi hiç mühim değildi. İşte size dış politikada uzman, çok zeki biri. Öyle konuşmaları vardı ki, diğer partilerden alkış alırdı. Tahsin Bekir Balta da öyleydi; kötü bir hatipti ama çok takdir edilirdi.
Hamdullah Suphi’den de bir efsane gibi bahsedilir.
Özel bir döneme mensup o. İlk Meclis’te çok değişik insanlar var. Ne yapacakları belli olmazdı.
Bu aralar şiddete başvurulduğu da oluyor Meclis’te.
Bundan çok daha şedit Meclisler oldu ama şimdi “Dayak atmaya hazır bekleyenler var” deniyor.
GÖRÜŞ
'Yüksek' mimarlar Mimar Sinan'dan daha mı yüksek? İlber Ortaylı Hürriyet 6 Ağustos 2016
Belediyelerin bütçeleri arttı, faaliyet alanları genişledi ama hemşerilerin temsil kapasitesi hiçbir şekilde değişmedi.
Belediye reisi bir mimar seçiyor, yine belediye reisinin partisindekiler de onun getirdiği planı tasdik ediyor. Vapurların tipini, şehir otobüslerinin renklerini ahaliye sormak kurnazlığını gösterdiniz, buna gerçi bir itirazım yok, fakat şehrin hem görünüşünü hem de dibini kazacak sözde imar faaliyetlerine gelince bu incelik neden gösterilmiyor?
Hİtler, Almanların Varşova’dan çekilmeleri ve şehrin boşaltılması sırasında kesin emrini verdi; tahliye sırasında şehir dinamitlerle havaya uçurulacak, hava bombardımanının tesadüflerine bırakılmadan taş üstünde taş kalmayacaktı. Yeryüzünden Polonya tarihinin kalıntıları, sanatı, kültürü silinecekti. Hitler’in Paris gibi bazı merkezler için verdiği bu emir tatbik edilmemiştir. Kısmen Alman komutanların ve yetkililerin bu gibi çılgın projeleri tehir ve terahi (sümen altı) ettikleri biliniyor. Zavallı Polonya içinse kimse böyle bir cesareti ve insanlık pırıltısını gösteremedi. Ama tahrip edilen Varşova yeniden kurulmalıydı. Bu çok uzun ve başarılı bir süreçtir. 1970’lerin başında Varşova’dayken hâlâ bu tartışmaların devam ettiğini görüyorduk. Bu çeşmenİn tarİhİnİ bİz bİlİrİz çünkü bu hanımefendİyle gençlİğİmİz onun altında geçti.
Polonya’nın tarih bilginleri, sanat tarihçileri aslında muazzam bir koleksiyon bırakmışlardı ve bunlar restoratörler tarafından titizlikle kullanılmıştı. Buna rağmen şehrin her köşesi için halkoyuna başvuruluyor ve pasif bir oylamadan çok tartışmaya önem veriliyordu. Mesela “Şu kemerin kavuşma noktalarındaki bu düzlük doğru değil, burada şöyle yaprak motifleri vardı” deniyor. “Nereden biliyorsunuz?” Cevap: “Yanımda gördüğün hanımefendiyle gençliğimizi bunun altında geçirdik.”
1950’lerin sonundaki çılgın istimlakten şikâyet eden çoktu. Lüzumsuzca ve cahilce istimlak operasyonu sırasında yıkılan Mimar Sinan mescitlerini Turgut Özal devrinde sözde restore edip yeniden yapmaya kalktıklarında işin dehşeti ortaya çıktı. Bizim mimarlarımız, sanat tarihçimiz ve şehircilerimiz Polonyalı gibi eğitimli kavimlerden meslektaşlarının eline su dökemezlerdi. İstanbul’da yıkılan onlarca eserin bırakınız rölövelerini, doğru dürüst işe yarar krokisini, hatta yeterli cepheden ve yönlerden çekilen fotoğraf albümlerini dahi bulamadılar.
BİZDEKİ BELEDİYELER AVRUPA ORTAÇAĞINDAN GERİ
Bizde idare bir halt karıştıracağı zaman kimseye sormaz. Kabataş İskelesi’ni entegre ediyorlarmış; bu büyük iddianın bugünküne göre ne farkı olduğunu anlamak mümkün değil. Halka açık projeler ve tartışma faaliyetleri söz konusu değil. Mimar arkadaşın projesini Şehir Meclisi kabul etmişmiş. Şurada bir kere daha belirtelim; bizim şehir meclisleri yapısal oluşumu itibariyle Osmanlı şehremaneti ve taşra belediye meclislerinden daha iptidai ve antidemokratik bünyelidir. Avrupa’nın ise ortaçağı ve hatta İtalya’daki faşizm dönemi belediyelerinden bile daha geridir. Belediye meclis üyelerinin, şehirlerin seçkin hemşerilerini meydana getiren, oluşturan zümrelerin ve kitlelerin temsil kabiliyetini engellediği herkesin malumudur.
Belediyelerin bütçeleri arttı, faaliyet alanları genişledi ama hemşerilerin temsil kapasitesi hiçbir şekilde değişmedi. Belediye reisi bir mimar seçiyor, yine belediye reisinin partisindekiler de onun getirdiği planı tasdik ediyor. Vapurların tipini, şehir otobüslerinin renklerini ahaliye sormak kurnazlığını gösterdiniz, buna gerçi bir itirazım yok, fakat şehrin hem görünüşünü hem de dibini kazacak sözde imar faaliyetlerine gelince bu incelik neden gösterilmiyor, referandumun yerini sadece bir idari pişkinlik alıyor. Türkiye iyi mühendisler ülkesidir. Fakat mimarlar sadece bu sözünü ettiğim idareci pişkinliğinden yararlanan zümredir.
MİMAR SİNAN’LA BOY ÖLÇÜŞMEK!
Mimar Hakan Kıran’ı hepimiz tanıyoruz; onun fonksiyonu adeta İstanbul kıyılarındaki Mimar Sinan’ı gölgelemeye çalışmaktır. Malumunuz Azebkapı Camii’nden yani Sokullu Mehmed Paşa’nın Mimar Sinan’a tersim ettirdiği camiden sonra, Kıran, Kabataş’a yakın Molla Çelebi Camii’nin yanında da arz-ı endam ediyor.
Birincisinin yanına Haliç üzerindeki metro köprüsünü tersim etti. Şimdilik Kılıç Ali Paşa Camii ise sadece ve sadece Menderes döneminin gudubet liman, antrepo binalarıyla dolu. 1950’lerdeki bu görgüsüzlüğü anlamak mümkündür. Fakat bu binaların hâlâ kullanılması ve hatta bir tanesinin ‘modern sanat’ müzesi olması ne anlaşılır ne de affedilir bir durum. II. Mahmud devrine ait Nusretiye Camii, gene Mimar Sinan dönemine ait bir eser olan Molla Çelebi Camii ve Tanzimat’ın ince eseri Dolmabahçe Camii arasındaki kordon, mimar Kıran’ın bu seferki hedefi. Bizim mimarların hepsinin unvanı ‘yüksek’tir. ‘Yüksek’siz olan Mimar Sinan’ın eserlerine haddini bildirmek(!) üzere onunla yarışa çıkmalarından anlaşılıyor.
Hakan Kıran, Mimar Sinan’ın iki eseriyle de boy ölçüştüğünü sanıyordur. Aziz milletimiz ne kadar ilgilendi bilmiyorum ama dünyaya fazla iddialı bir projeyle çıktık. Haliç Metro Köprüsü ve metronun Süleymaniye’nin temellerine yürüyen yapısı bir yana köprünün boynuzları ne işe yaradı, anlamıyoruz. Şimdi de Kabataş’ta Molla Çelebi, Dolmabahçe Camii ve Sarayı gölgeleyecek bir ‘Martı projesi’ var. Şu kadarını söyleyeyim; bu martılı, deniz kabuklu projeler kabak tadı vermiştir. İnsanoğlu en aşağı 60 yıldan beri bunları tanıdı. Türkiye mimarları projelerini sağdan soldan kopya etmekten ne zaman vazgeçecekler. Biraz bulundukları coğrafyayı, onun jeolojisini, tarihi, mimari eserlerini Ortadoğu ve Avrupa tarihini öğrenseler daha iyi olur.
GELECEĞİN TÜRKLERİ AĞIR BORÇ ÖDEYECEK
Tarihi bakımdan bu kadar önemli, bir kilometrekarelik alan içine Özal devrinde dikilen oteller, son zamanda yenilenen stadyum ve şimdi planlanan bu güya ‘ulaşım entegrasyon merkezi’nin kimseye sorulmadığı, tartışılmadan iş bitirildiği anlaşılıyor. Allah korusun ama bu eserleri tabiatın yutacağını söyleyenler var. Şurası muhakkak; geleceğin Türkleri bu kepazelikleri ortadan kaldıracak ve çok ağır tazminat ödeyecekler, hukuk bunu icap ettiriyor. Bazı grupların, zümrelerin cüretkârlığına hayır denmezse torunlarımızı çok ağır borç altına sokacağız.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin proje hakkında internet sitelerindeki söylentileri protesto eden bildirisi teatral yönden ‘grotesk’ (yani abes, gudubet, gülünç) diye ifade edilebilir. Günlük hayatımıza ön yaptırımlarıyla çoktan giren bu inşaatın resmen projesinin ilan edilmemesi ne kadar yakışıksızdır. Spekülasyonu önlemek istiyorsanız tasdikli projenizi ayan beyan ilan etmeniz gerekirdi.
HABER
Ortaylı: Ankara'nın başkent olması tesadüf değil 30.03.2018
Ortaylı, Uluslararası Tarihte Etimesgut Sempozyumu'nda konuştu.
Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Ankara'nın soysuz bir şehir olmadığı çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaptığı aynı zamanda Ankara'nın tesadüfen başkent yapılmadığı apaçık ortadadır" dedi.
Ankara'nın Etimesgut ilçesi Uluslararası bir sempozyum ve tarihi dokümanların yer aldığı bir sergiye ev sahipliği yaptı. Etimesgut Belediyesi'nin düzenlediği ve Türkiye'den 7 üniversite ile Türk Dünyası'ndan 5 ülkenin akademisyenlerinin katkıları ile gerçekleştirilen Uluslararası Tarihte Etimesgut Sempozyumu'nda, 120 bilim insanı 90 bildiri ile yer aldı.
Sempozyumun “onur konuğu” Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Ankara'nın soysuz bir şehir olmadığı çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yaptığı aynı zamanda Ankara'nın tesadüfen başkent yapılmadığı apaçık ortadadır" diye konuştu. Ortaylı, Ankara'nın tarihine de değindiği konuşmasında, Ankara'nın başkent olmasında tarihi, sosyal, kültürel birçok sebebin yattığını söyledi.
ORTAYLI, ANKARA'DA GEÇEN ÇOCUKLUK VE GENÇLİK YILLARINI ANLATTI
Ortaylı, "Etimesgut bir zamanların Orta Anadolu köyü idi. 19. yüzyılda Ankara merkeze yakın önemli bir demiryolu istasyonuydu. 1990'lardan sonra imar kurallarının insaflı uygulandığı, çarpık kentleşmenin olmadığı, diğer şehirlerle mukayese edilemeyecek kadar planlı, daha uygar, daha medeni yapılaşmanın olduğu bir şehirdir. 1960'lı yıllarda canımız sıkıldıkça Ankara'da banliyö trenine biner; Etimesgut'un tarihi garında inerdik. Etimesgut'tan Sincan’a yaya devam ederdik. Etimesgut şimdi çok büyüdü, gelişti, önemli bir metropol oldu" değerlendirmesinde bulundu.
Ortaylı, Ankara'da geçen çocukluk ve gençlik yıllarındaki Etimesgut'u anlattı. Ortaylı, "Etimesgut, nüfusu bugün 600 bine ulaşmış, Türkiye'de eşine az rastlanır modern ve düzenli bir metropoldür. Etimesgut yakın gelecekte çok daha büyüyecek, milyonu aşacak nüfusa sahip olacaktır" dedi. Ortaylı, Ankara tarihine de değindiği konuşmasında, Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'yı tesadüfi başkent yapmadığını, bunun altında tarihi, sosyal, kültürel birçok sebebin yattığını söyledi.
Sempozyumda konuşan Başkan Enver Demirel de 2 gün sürecek sempozyumla uluslararası katılımla Türkiye'den 7 üniversiteden 120 bilim insanını bir araya getirdiklerini belirterek, sempozyumda 100'e yakın bildiri sunulacağını söyledi. Başkan Demirel sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sempozyum kapsamında 2 gün boyunca 4 ayrı salonda 24 oturum gerçekleştirilecek. Akademisyenler, Etimesgut'un tarihini, kültürünü ve sanatını belgelerle masaya yatıracaklar. İlçemizin coğrafi konumu, ekonomik ve idari yapısıyla ilgili de bilgiler verecekler. Uzman akademisyenler sunum yaparak ismini bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün koyduğu Etimesgut'u tüm yönleriyle gün yüzüne çıkaracaklar. Bu sempozyum, hazırladığımız 'Tarihte Etimesgut' ve 'Örnek Nahiyeden Çağdaş Kente Etimesgut' konulu 2 ciltlik kitap çalışmamız için de önemli kaynak oluşturacaktır."
HABER
İlber Ortaylı: Çok büyüksünüz be evladım! 4 Temmuz 2019
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Mustafa Kemal Atatürk'ün Erzurum'a gelişinin 100. yıl dönümü dolayısıyla, Atatürk Üniversitesi 15 Temmuz Milli İrade Salonu'nda "Milli Mücadele" konulu konferans verdi.
Yoğun ilgi gören konferansta davetliler yaklaşık 2 bin kişi kapasiteli salona sığmadı. Merdiven boşluklarını ve kapı önlerini dolduran öğrenciler Ortaylı'yı ilgiyle dinledi.
Erzurum Kongresi'nin öneminden bahseden Ortaylı, günümüzde yaşanan olaylarla ilgili de değerlendirmelerde bulundu. Sakarya Savaşı sonrası Paris'te yapılan görüşmeleri hatırlatan Ortaylı, "Paris'te iki büyükelçimiz vardı. Birisi İstanbul'u temsilen Ahmet Muhtar Bey, diğeri Ankara'yı temsil eden Ferit Müfit Bey. Bu iki sefaret Kuzey-Güney Kore gibi değil, birbirleriyle sürekli görüşüyorlar, hükümet erkanı hakkında Fransa hakkında bilgi alış-verişi yapıyorlar. Ankara önemli kişilere ziyafet vereceği zaman öbüründen malzeme ödünç alıyor. Bu Türkiye'de bazı konuların çok açık olduğunu gösterir. Damarımıza teskin eden noktalarda hiç kimsenin yanlış karar almamasını temenni ederiz, bu çok pahalıya mal olur herkese. Mühim olan bu memleketin, tarihinin, milletinin beraberliği esastır. Bütün bu görünüşteki bölünme manzaraları geçicidir ve sahtedir" diye konuştu.
AMERİKA VE RUSYA'NIN DÜŞMANLIĞI YALAN
Dünyanın durumunun son derece ağır gittiğini ve bunların iyiye işaret olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ortaylı, "Komşumuz olan devletler tarihte görülmedik şekilde büyük kuvvetlerin istila alanına dönüştü. Rusya Akdeniz'e indi, İran nükleer güç haline dönüşmektedir. Bölgeyi tehdit eden unsurlara karşı kendini çok iyi korumaktadır. Fakat hangi ittifakın içinde yer alacak, kimle ne kadar bir araya gelecek belli değil. Ortada Rusya ve Amerika var. Bunların düşmanlığı yalan. Bunlar tarihte iki defa birleştiler. 1'inci ve 2'nci harbini beraber yaptılar ve tekrar bir araya gelebilirler. O zaman ne olacak Türkiye'nin durumu? Uzakta bir Çin var son derece tehlikeli güç olduğunu söylemeliyim. Bu memleketin Doğu Türkistan'ında Uygurlar üzerindeki operasyonları rahatsız edicidir. Bu nüfusun durumu ne olacak? Çin, AB ile temas halinde. Almanya, Çin'e öyle sırf iktisadi bakımdan değil adam akıllı yanaşmaya başladı. Böyle bir dünyanın ortasında ne oluruz, nereye gideriz?" diye sordu.
SANAYİMİZ VE ORDUMUZ KUVVETLİ
Türkiye'nin 1'inci Dünya Savaşı öncesindeki ülke olmadığını söyleyen Ortaylı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sanayimiz, ordumuz daha kuvvetli. Köylülerimiz daha bilinçli, eğitimlidir. Kötü olan kültürel yapımızdır, kafamızın içidir. 1'nci cihan harbinde şehit verdiğimiz Türkler gibi şarkın ve garbın kültürüne sahip insanlar değiliz. Kültürel bakımdan bölünmüşüz ve kendimizi tanımıyoruz. Tarih ve coğrafyamızı tanımıyoruz. Bu en önemli noksanımızdır. Bu yüzden propagandalara açığız, bazı şeylerde imanımız gevriyor. Bu çok açık. Bu kadar çok memleketi terk edip gitmeyi, ben doğrusu pek hayırlı görmüyorum."
Salondaki gençlere de seslenen Ortaylı, "19'ncu yüzyılın sonu, 20'ıncı yüzyıl başındaki Türk münevveri kalıbına dönmek zorundasınız. Köşede oturup dilenmekten, Kanada'daki kemikleri kovalamakla bir yere varamayız. Bazı milletleri göç kurtarır. Bu şekilde gezinen, geçinen ayakta olan milletler var. Ama Türkiye bunlardan biri olamıyor. Çok büyüksünüz be evladım" diye sözlerini tamamladı.
Vali Okay Memiş'in çiçek vererek teşekkür ettiği Prof. Dr. Ortaylı, salonu hınca hınç dolduran gençlerin arasından geçerken zorlandı. Bazı gençlerin kitaplarını imzalayan Ortaylı, imza için daha sonraki bir tarihte yeniden gelebileceğini söyledi.