İbrahim Güçlü politikacı, yazar Ala Rizgari Hareketi Liderlerinden Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Kurucusu
1949 yılında Ankara Şerefli Koçhisar Heciyan köyünde doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. TİP ve Fikir federasyonu üyesi oldu.
Alarızgari gurubunun liderliğini yaptı.
Çok kez tutuklanıp cezaevine konuldu. Uzun süre Stockholm'de mülteci olarak kaldı. Şu anda Diyarbakır'da yaşıyor.
İbrahim Güçlü’nün kendi dilinden biyografisi:
Kısa Hayat Hikâyem…
*1949 yılında Ankara Şerefli Koçhisar Hecîyan (K. Damlacık) köyünde, orta zenginlikte bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. Benim dünyaya geldiğim köy, Orta Anadolu Bölgesinde olmasına rağmen, bir Kürt köyü. Bizim ailemiz, ayrıca binlerce Kürt ailesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, başkaldırılar, olağan nüfus hareketi sonucu Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişler.
*Bizim köyümüz Ankara’ya 130 Km. yakınlıkta olduğu halde, köyümüzde okul yoktu. Bundan dolayı, 1956 yılında Şerefli Koçhisar Cumhuriyet İlkokulunda okula başladım. İlkokulu beş yılda bitirdim. Ortaokulu da 3 yıl da Şerefli Koçhisar’da bitirdim. Ortaokul sıralarında sosyalist dünya görüşü ile tanıştım. Sosyalist dünya görüşünün ve Türkiye’de sosyalist düzenin/iktidarın, “Kürt sorununu” ve yoksulluk sorununu çözeceğine inandım. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ateşli sempatizanı/taraftarı oldum.
*1963 yılında Ortaokulu bitirdim, Ankara’da Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde eğitim-öğretim hayatıma devam ettim. 1967 yılında liseyi bitirdim.
*Aynı yıl (1967), Ankara Hukuk Fakültesi kazandım ve fakülteye kaydımı yaptırdım. Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdıktan kısa bir süre sonra TİP Çankaya İlçesine üye olarak müracaat ettim ve TİP üyesi oldum. Aynı zaman da gençlik örgütü konumunda bulunan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)’un da üyesi oldum. Bunun yanında, Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Koruma Örgütü’nü bir grup arkadaşımla kurduk. Derneğin kurucu dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım.
*FKF üyeliğim, 1969 yılına kadar devam etti. 1969 yılında Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kurucu üyesi oldum. Ankara DDKO’nun kuruluşundan kısa bir süre önce, FKF üyeliğim son buldu.
*DDKO, Türkiye’de Kürt öğrenci ve aydınlarının kurduğu ilk legal ve açık örgütlenmeydi. Kürtlerin ulusal, kültürel, sosyal, dilsel, demokratik hak ve özgürlüklerini savunan bir örgüttü. Bundan dolayı, kısa bir süre içinde faaliyetlerinin engellenmesi yoluna gidildi. Eylül 1970’de DDKO’ya karşı genel bir gözaltı ve tutuklama operasyonu gerçekleşti. Ben de gözaltına alındıktan sonra, Ankara Nöbetçi Mahkemesi tarafından tutuklandım. Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine gönderildim.
*Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde, ben ve arkadaşlarım (Mümtaz Kotan, Sabri Çepik, Nezir Şemmikanlı, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Yazar-Müftü M. Emin Bozarslan, Canip Yıldırım, Musa Anter) hakkında, TCK’nın 141-142.maddelerinden dolayı dava açıldı. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasına/Darbesine kadar tutuklu yargılandım.
*Haziran 1971 yılında tutuklu olduğum zaman, Diyarbakır –Siirt İlleri Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanmak üzere Diyarbakır Askeri Ceza evine gönderildim.
*Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkı Yönetim Mahkemesinde uzun bir yargılama sonucu, 16 yıl ağır ceza, 5 yıl 6 ay Gelibolu’ya sürgün cezasına çarptırıldım. 13 Temmuz 1974 yılında, Anayasa Mahkemesi’nin Genel Af Yasası’nı eşitlik açısından belirli bir uyuma getirdikten sonra, tahliye oldum.
*Cezaevindeki tahliyemden sonra Diyarbakır’ın Ergani İlçesine yerleştim. Eşim Ergani’de avukatlık yapıyordu. Ben de tutuklandığım zaman Ankara Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisiydim. 1976 yılında Hukuk Fakültesini bitirdim. Stajdan sonra Ergani ve Diyarbakır’da avukatlığa başladım. Ama avukatlık mesleğini profesyonelce sürdürmedim.
*Cezaevinden çıktıktan sonra, Kürt ulusal hareketinin geliştirilmesi, Kürt kültürünün ve tarihinin araştırılması, Kürt gençliğinin örgütlenmesi için bir grup aydın arkadaşımla Rızgarî Dergisi’ni çıkardık ve Komal Yayınevini kurduk. Devrimci Demokratik Kültür Derneği’nin ve Anti-Sömürgeci Kültür Derneği’nin kurulmasına öncülük edenlerden biri oldum. Rizgarî’deki ayrılıklardan sonra Ala Rizgarî olarak siyasi, örgütsel, entelektüel faaliyetlerimi, bir yönetici olarak yürüttüm. Daha sonraki yıllarda da, Yekîtiya Sosyalîst, Platforma Yekîtita Ala Rizgarî, HEVGIRTIN-KDP çerçevesinde siyasi ve örgütsel çalışmalarımı yürüttüm.
*1978 yılının aralık ayından itibaren hakkında tutuklama kararı çıktı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ne kadar illegal bir şekilde siyasi, örgütsel, entellektüel faaliyetlerimi sürdürmek zorunda kaldım.
*12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra ilk sırada vatandaşlıktan atılan biri oldum.
*1980 yılının sonlarında kaçak yoldan Suriye’ye geçtim. 7 yıl boyunca Suriye, Irak, İran Kürdistan Bölgelerinde kaldım. 1987 yılında İsveç’e iltica ettim. İsveç vatandaşı oldum. İsveç’te sosyal, siyasal, entelektüel, örgütsel yaşamımı 1998 yılının 26 Nisan’ına kadar devam ettirdim. İsveç’te bulunduğum zaman, Kürt hareketinin açık örgütlenme ve mücadele biçimini benimsemesi gerektiğini savundum. Türkiye’ye gelmeden önce Demokratik Kitle Partisi’nin (DKP) kuruluşuna, program ve tüzük yazımına fiilen katkı yaparak, siyasi kararların oluşmasına önermede bulunarak, katkıda bulundum. Demokratik Kitle Partisi, Şerafettin Elçi’nin genel başkanlığını yaptığı Kürtlerin kurduğu ilk liberal parti idi.
*26 Nisan 1998 yılında Kürt millet sorununun çözümüne katkıda bulunmak üzere Türkiye’ye döndüm. DKP’de çalışmalarımı sürdürdüm.
*DKP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra, yeni bir partinin kuruluşu için çalışmaları başlattık. Uzun bir dönem Türkiye ve Kürdistan’da yaptığımız toplantılar ve alan çalışmaları sonucunda, Hak ve Özgürlükler Partisi’ni (HAK-PAR) Şubat 2002 yılında kurduk.
*Türkiye’ye dönüşümden sonra, HAK-PAR’ın kuruluşundan 20 gün önce, HEVGIRTIN-Kürdistan Demokrat Partisi’nden dolayı gözaltına alındım.
*HAK-PAR, istediğim mecrada yürümediği için, bir grup arkadaşımla “Kürt” ismiyle Ankara ve Diyarbakır’da derneklerini, Kürt Ulusal Birlik Hareketi’ni (TEVKURD’ı) kurduk. Bu dernekler ve TEVKURD vasıtasıyla, Kürtlerin ulusal hakları açısından önemli projeler gerçekleştirdik.
*Ortadoğu ve Avrupa’da bulunduğum zaman Türkiye’de sömürgeci-sömürge ilişkileri, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü ve Anayasası, Irak Kürdistan’ındaki Otonomi, Iran Kürdistan Hareketi, Suriye Kürdistan’ı Hareketi, Sosyalizmin yeni yorumu, Kürt Örgütlenmesi üzerine broşürler yazdım. Bu broşürlerimin çoğu Selim Keya imzasıyla yazıldı.
*Yurtdışında bulunduğum zaman Yekîtiya Sosyalîst, Rojev ve İnisiyatif Dergilerine yöneticilik ve yazarlık yaptım. İsveç’te Kürdistan Dernekleri Federasyonu’nun Dergisi Berbang’de redeksiyon üyeliği ve yazarlık, HEVGIRTIN, Rastiya Kurdistanê, İstanbul’da yayınlanan HEVDEM Dergisi’nde İbrahim GÜÇLÜ, Selim Keya, Mürsel Nemir imzalarıyla yazılar yazdım. Yazılarım, Kürtçe ve Türkçe olarak yayınlandı.
*Türkiye’ye dönüşümden sonra WAR, BÎR Dergilerinde, Nefel, NET-KURD, HEMDEM, Rizgarî, Gelawej, NETEWE, HABER-Diyarbakır, Medya İRONİK, SERWEXT, LİBERAL PLATFORM, ARGUN, Peyama Azadî, Kürdistan Post internet gazetelerinde Kürtçe ve Türkçe yazılar yazdım.
*Günümüzde de Rizgarî, Gelawej, NET-KURD, Medya İronik, Netewe internet gazetelerinde Kürtçe ve Türkçe yazılar yazıyorum. Ayrıca, birçok internet gazetesinde de yazılarım yayınlanıyor. KURD-İNFO, Kurdistan-NEWS, NAVKURD, ROJAKURD, ROJEVAKURD, PWD NERÎN, NEWROZ, bunların belli başlıları.
*Zaman-zaman de Kürdistan Federe Bölgesi’ndeki gazete ve dergilere Kürtçe yazılar yazıyorum.
*Türk basınında değişik konularla ilgili çıkan röportajlarım var.
*2001 yılında Adana’da basın toplantısında Ermeni Sorunu ile ilgili yaptığım açıklamalardan dolayı, Ermeni Ayrılıkçısı olarak yargılandım, 1 yıllık cezaya çarptırıldım. Cezam Yargıtay’da onaylandı. 33 sene sonra tekrardan Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinin sakini oldum.
*2006 yılında Türkiye’nin Kürdistan Federe Bölgesinde yaptığı askeri operasyonu protesto etmek için Diyarbakır’dan Habur’a kadar yürüyüş tertipledim. Bu yürüyüşten dolayı tutuklandım, yargılandım, 1,5 yıl cezaya çarptırıldım. Bu cezam Yargıtay aşamasındadır.
*2003 yılından günümüze kadar, yazdığım yazılar, dergi ve gazetelerdeki röportajlarım, televizyon programındaki konuşmalarım, parti faaliyetlerim dolayı onlarca davadan yargılandım. Bu yargılanmalar sonucu 8,5 yıllık hapis cezam ve yüksek miktarda para cezam, halen Yargıtay safhasındadır.
*Ben bir siyasi yazarım. Bugüne dek Dünya, Ortadoğu, Kürdistan’la ilgili yüzlerce makale yazdım. Bunun yanında, kadın sorunu ile ilgili olarak da yazılar yazdım.
Diyarbakır, 05. 03. 2011
İbrahim GÜÇLÜ
HAKKINDA YAZILANLAR
Kürtler arasındaki mutabakatı hep Apo bozdu Haşim Söylemez Aksiyon Sayı: 730 - 01.12.2008
30 yıl önce varlığını ilan eden PKK’nın karanlık tarihi ilginç olaylarla dolu. Bundan 28 yıl önce örgütün silahlı çatışmayı bırakması için gizli bir protokol imzalandığı ortaya çıktı. Üçlü zirvede yazar Mehmet Uzun ve Celal Talabani de hazır bulundu.
Terör örgütü PKK’nın kuruluşunu ilan ettiği Fis toplantılarının üzerinden 30 yıl geçti. Burada alınan silahlı mücadele kararından itibaren Doğu ve Güneydoğu hep geriye gitti. İnsanlar öldü, göçler başladı ve Kürtlerin öz kimlikleri yok edildi. Bu süreçte PKK da kendisi için bir ‘tarih’ oluşturdu; efsane benzeri anlatımlarla örgüte âdete bir kimlik verildi. Ancak bu tek yanlı tarih aktarımıydı. Çünkü hayatta olan ilk tanıkların anlattıkları, oluşturulan sahte tarihin büyüsünü bozuyor. Bu tanıklardan biri de İbrahim Güçlü.
Aksiyon dergisi 726’ncı sayısında Ala Rizgari’nin liderlerinden İbrahim Güçlü’nün iddialarını ‘Ergenekon dünkü çocuk, Öcalan derin devletin adamıdır’ başlığı ile haberleştirdi. Bunun üzerine Kürt çevrelerinde yeni bir tartışma başladı. ‘Abdullah Öcalan derin devletin adamı ise onunla fotoğrafları bulunan İbrahim Güçlü de aynı odakların adamıdır’ yorumları yapıldı. Hatta bazı okurlar bu eleştiriyle yetinmeyip Güçlü Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı Celal Talabani ve Öcalan’ın bir masada oturmuş fotoğraflarını gönderdi. Bunun üzerine Güçlü’ye bu fotoğrafların sırını sorduk. O da bu vesileyle gizli kalmış bir olayı ilk kez açıkladı. Ayrıca Güçlü başından beri Öcalan ile geçmişte görüştüğünü inkâr etmiyordu. Meğer o fotoğrafın anlamı da günümüze yansıması açısından çok büyükmüş. O görüşmede karara bağlanan konular hayata geçirilmiş olsaydı belki de PKK bugün terör estirmeyecekti.
Şam’da yapılan ve şu ana kadar açıklanmayan üçlü zirvenin hikâyesi aslında yıllar öncesine dayanıyor. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ve diğer Kürt hareketi etrafında toplanan Kürt gençleri, 12 Mart’ta tutuklanmış ve uzun süreli cezalar almıştı. Gençlerin önemli bir kısmı 1974’te cezaevinden çıktı. Cezaevi sürecinde daha da bilenen gençler, yeni hareketler başlattı. Rizgari, Özgürlük Yolu Kawa, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) ile kitleleri etkilemeye çalıştılar. Abdullah Öcalan bu dönemde adı geçen büyük hareketlerin hiçbirinde yoktu. Daha sonra Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) içinde yer aldı. Başta bir hemşehricilik örgütü olarak kurulan AYÖD bu sırada diğer Kürt gruplarıyla irtibata geçti. Sonraki dönemlerde güçlenerek Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) etrafında örgütlendi. Bu da biçim değiştirdi ve 27 Kasım 1978’de PKK olarak türedi. PKK’nın o dönemde tek bir hedefi vardı: Bütün Kürt hareketlerini düşman belleyip onlara yönelik operasyonlar yapmak. İbrahim Güçlü’ye göre, PKK, devletten önce bir iç savaş projesi geliştirmişti bu kararla. Çünkü, diğer Kürt hareketlerini hedef seçmekle kalmamış, aynı zamanda onları ‘hain’ ilan etmişti. Bunun için şeyhleri, ağaları ve aşiretleri de karşısına almıştı.
İbrahim Güçlü, o günlerle ilgili ilginç iddialar dile getiriyor: “1974’ten sonra Kürtler farklı bir yöntemle hareket ediyor, silahlı mücadeleyi ikinci planda tutuyordu. Dernekleşip yayınevi açıyor, demokratik yollardan mitingler düzenliyordu. Devletin bazı güçleri ise bunu engellemek istiyordu. Aleni şekilde bu insanları yok edemezdi. Bu yüzden aynı güçler, kafasında tasarladıklarını PKK’ya yaptırdı.”
Bölgede cinayetler işleyen örgüt tam bir kaos ortamı oluşturdu. Özellikle PKK-Kürdistan Ulusal Kurtuluşu (KUK) çatışmasında insanlar ölüyordu. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Siverek’te 800 kişi ölürken nüfus dengesi de altüst oldu. 1979’da 60 bin nüfusu olan Siverek büyük göç verdi ve nüfus 29 bine kadar indi.
İbrahim Güçlü bu dönemde devlet içindeki bazı odakların PKK eliyle cinayetler işlediğini, bölgeyi parçalattığını ve 12 Eylül’e zemin hazırladığını anlatıyor. İlginç bir tespitini de şöyle aktarıyor: “Devlet içindeki güçler el altından piyasaya silah sürerdi. Çatışma ortamında silah ve mermi fiyatlarının artması gerekirdi. Ancak tam tersini yaşadık. Siverek’te çatışmalar şiddetlendikçe silah ve mermi fiyatı düşer ve onları bulmak kolaylaşırdı. Hilvan’da da aynı durum vardı. Çatışmalar yavaşladığında ise tam tersi olur, silah fiyatları artardı. Bir tuhaflık vardı ve biz buna şaşırıyorduk. Biz de kendimizi savunmak için silahlanmıştık. Diğer gruplar da silahlıydı. Ancak şiddeti PKK sürdürüyordu.”
APO, MEHMET UZUN VE CELAL TALABANİ ANLAŞTI
Abdullah Öcalan 1979’da yurtdışına çıktı. Önce Lübnan’a ardından da Suriye’ye gitti. Orada Filistin güçleri, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkiye geçti. O dönemde Kuzey Iraklı Kürtlerle diğer Kürt hareketlerinin bağlantısı vardı. PKK henüz güçlü bir örgüt olmamasına rağmen silahla terör estiriyordu. Bu durum ‘devletin bir birimiyle irtibatlı’ olduğu eleştirilerine yol açıyordu. PKK, Kürtlerin gözünde meşruluğunu kabul ettirmek için Celal Talabani liderliğindeki KYB ile irtibata geçmek istiyordu. KYB’den onay alıp Talabani’nin Lübnan, Suriye ve bölgedeki ağırlığından faydalanmayı ve buralarda yer tutmayı planlıyordu. Bunun üzerine Talabani daha sıkı ilişkiler içinde olduğu Ala Rizgari grubuna PKK’yı sordu. KYB’ye PKK hakkından bilgiler verildi. Talabani de bölgedeki kaosun Kürtlere zarar verdiğini düşünmeye başlamıştı. Bu sebeple Ala Rizgari, PKK ve KYB arasında üçlü görüşmelere başlandı. 1979 yılının sonlarından yapılan görüşmelerde PKK’nın, düşman ilan ettiği diğer örgütlere özellikle KUK’a saldırmaktan vazgeçmesi gerektiği üzerinde duruldu. Bu süreçte Öcalan çatışmaların bitirileceği sözünü veriyordu. Ala Rizgari ve Celal Talabani, bunun sözde kalmaması gerektiğini belirtip çatışmaların sona erdirildiğini beyan eden bir işbirliği protokolü imzalanmasını istedi.
Bu vesile ile 7 Ağustos 1980’de Şam’da PKK, Ala Rizgari ve KYB temsilcileri bir araya geldi. Uzun görüşmelerden sonra üçlü arasında bir protokol imzalandı. PKK adına Abdullah Öcalan Ali Fırat kod adıyla; Ala Rizgari adına yurtdışında yaşayan Kürt yazar Mehmet Uzun, M.Ferent Baran mahlasıyla; KYB adına ise Celal Talabani kendi ismiyle protokolü imzaladı. Protokolün birer kopyası taraflara verildi.
Ala Rizgari grubuna verilen nüsha hâlen İsveç’te saklanıyor. Ancak olayın birinci tanığı olan İbrahim Güçlü isteyene belgeyi verebileceklerini ilan ediyor. Bu protokole göre, PKK düşman ilan ettiği Kürt hareketlerine yönelik şiddete son verecek, Kürtler arasında bir ittifak sağlanacak, en önemlisi PKK eylem yapmayacak ve silah bırakacaktı. Çünkü Kürtler o dönemde öncelikli olarak siyasi bir hareket tarzı benimsemişlerdi. PKK, düşman ilan ettiği Kawa, Ala Rizgari, KUK gibi 8 örgüt ile 7 sol örgüte karşı düşman tavrını bitirecekti. Örgütlerin isimleri protokolde tek tek sıralandı. Ancak anlaşma imzalandıktan kısa süre sonra Öcalan buna uymayacaklarını duyurdu. Ardından 12 Eylül süreci başlayınca her şey akim kaldı.
İbrahim Güçlü, Ergenekon davasına da değinerek olayları şimdi daha iyi anladıklarını, Öcalan’ın başka güçlerle hareket ettiğini kavradıklarının altını çiziyor: “Çatışmalı ortam sona erecekti. Kürtler haklarını daha iyi ve birlikte isteyeceklerdi. Bölgeden Batı’ya zorunlu göçler olmayacak, köyler boşaltılmayacaktı. Ancak PKK başkasıyla hareket ettiğini belli etmiş oldu ve bölgede tam bir kaos ortamı oluştu. Biz silahlı mücadele zamanı olmadığını söylüyorduk. Talabani de bize destek veriyordu. PKK ise ısrarla silahlı propaganda yaptığını söylüyordu.”
TALABANİ VE BARZANİ, TÜRKİYE’YE BAĞLI FEDERASYONU KABUL ETMİŞTİ
PKK üçlü anlaşmayı bozduktan sonra şiddet eylemlerine devam etti. Ancak 1993’e gelindiğinde tekrar silah bırakma kararı alınarak ateşkes ilan edildi. Bu kararın alınmasına Talabani öncülük etmişti. Kararın açıklandığı basın toplantısında Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Ahmet Türk, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Hamreş Reşo ve Ruşen Aslan vardı. İbrahim Güçlü’ye göre, önemli gelişmeler olacaktı. Bütün Kürtleri kapsayan bir federasyona rahmetli Turgut Özal da ‘evet’ demişti. Bu yapının içine Irak’taki Kürtler de dâhildi. Hatta Celal Talabani ve Mesut Barzani bu taleplerini Özal’a sunmuştu. Güçlü bu konuda şunları anlatıyor: “Ben Talabani’nin bu görüşünü Özal’a aktardığını biliyorum. Bu yapı ile Özal aynı zamanda Kürtler arasında birliği sağlamış olacaktı. Bu nedenle PKK’nın silah bırakmasını ve ateşkese devam etmesini hepimiz istemiştik. Ancak bu çabalar boşa çıktı. ‘33 asker olayı’ (Bingöl’de 33 erin şehit edilmesi) çıkınca her şey sona erdi..
APO, ‘33 ERİN KATLİAMI’NI KINAMADI
Hemen Abdullah Öcalan’dan bu olayı kınamasını ve sorumluları bulup cezalandırmasını istedik. Hamreş Reşo, Öcalan’la görüştü. Ancak Öcalan olayı kınamayacağını söyledi. Zaten ardından da BBC’ye ‘meşru müdafaa hakkını kullandıklarını’ söyledi. Şemdin Sakık örgütten ayrıldıktan sonra Öcalan, bu olayı onun üstüne attı. Hatta Genelkurmay’a hitaben ‘siz ne biçim Kemalistsiniz, 33 askerinizi öldüren adam Kuzey Irak’ta geziyor, siz oturuyorsunuz’ demeye başladı. Öcalan kendisini temize çıkarmak istedi.”
DEP, ORTAK PARTİ OLACAKTI
İbrahim Güçlü’nün verdiği bilgilere göre, Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kapatılması gündeme geldiğinde Kürtlerin yeniden parti kurması söz konusuydu. Bu bütün Kürtleri kapsayan ortak bir parti olacaktı. Ateşkes sürecinin içindeki projelerden birisi de buydu. Partide PKK’dan gelen birisi başkan olmayacak ve şahinler yönetimde yer almayacaktı. Yöneticiler, özgürlük isteyenlerden seçilecekti. PKK’nın baskısı veya müdahalesi olmayacaktı. Öcalan bunu da kabul etmişti. Partinin başkanı da bütün Kürtlerin kabul ettiği bir isim, Şerafettin Elçi olacaktı. Güçlü bu projenin de 33 erin şehit edilmesiyle suya düştüğünü aktarıyor: “Yalnız konuyu daha Elçi’ye açmamıştık. Ancak 33 asker olayı sebebiyle bu proje hayat bulamadı. O hadise olmasaydı Demokrasi Partisi (DEP) başında Şerafettin Elçi olacaktı.”
HABER
Yeni DTP yolda
HAK-PAR’ın kurucusu İbrahim Güçlü partisinden istifa etti. Güçlü 'Bütün Kürtleri temsil eden yeni oluşum başlatacağız. ' dedi. Güçlü, PKK terör örgütü ve Demokratik Toplum Partisi(DTP)’nin Bölgede ve Türkiye’de demokratik bir yere sahip olmadığını belirtti.
Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Korucularından İbrahim Güçlü, partinin kuruluş amaçlarından uzaklaşıp bir grubunun çıkarlarına hizmet ettiğinden ötürü istifa ettiğini söyledi. Yeni bir yol haritası çizeceklerini ifade eden, Güçlü; Bütün Kürtleri temsil eden bir siyasi parti kurmayı düşündüklerini söyledi.
29 Mart Yerel Seçim öncesi, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)”dan şok istifa, partinin kurucusu ve kapatılan KÜRDER”in başkanı İbrahim Güçlü, partinin kuruluş amacından saptığını söyledi. Hak-Par’ın PKK terör örgütü dışında Kürt toplumunda yeni bir temsil yaratmak için 2002 yılında ortaya çıktığını kaydeden, Güçlü:”Hak-Par , soğuk savaş döneminin geleneksel ve statükocu örgütlere benzemeye çalıştığı için Kürdistan toplumundan temsil gücüne erişemedi ”dedi. İbrahim Güçlü, ayrıca;Hak-Par’ın genel ulusal çıkarları savunmadığını bir grubun çıkarlarına hizmet ettiğini söyledi.
PKK terör örgütü ve Demokratik Toplum Partisi(DTP)’nin Bölgede ve Türkiye’de demokratik bir yere sahip olmadığını altını çizen, Güçlü:”Biz Kürt sorunun çözümünü silahla değil hak ve özgürlükler çerçevesinden çözülmesinden yanayız. Bunun için arkadaşlarımız ile birlikte önümüzdeki günlerde bütün Kürtleri temsil eden bir siyasi parti kurmayı düşünüyoruz ”şeklinde konuştu.
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, İran'ın önce 'elimizde' dediği sonra inkar ettiği terör örgütü PKK'nın iki numaralı ismi Murat Karayılan konusunda ilginç iddialarda bulundu.Güçlü, şiddet yanlısı Cemil Bayık ekibinin İran'a daha yakın olduğunu belirterek, Karayılan'ın bu ekip tarafından satılmış olabileceğini söyledi.
Güçlü, Murat Karayılan'ın birçok insan öldürülmeden tek başına yakalanma ihtimalinin bulunmadığını öne sürdü. Karayılan'ın Amerika'ya yakın, İran'a ise mesafeli durduğunu belirten Güçlü, "Karayılan çatışmadan yana olmayan biri olarak görülüyor. İran taraftarlarının Karayılan'ı satabileceği düşüncesi vardı bende. Bundan dolayı olmuş olabilir. Bu ihtimaller var." dedi. Ancak Suriye ihtimalinin de göz önüne alınması gerektiğini kaydeden Güçlü, şu görüşü dile getirdi: "İran'ın açıklamasında bir pazarlık konusu var. Suriye devreye girdi, bir pazarlık sonucu önce açıkladılar, sonra Suriye devreye girdikten sonra İran açıklamasında bir değişiklik yaptı. PKK'yı teslim alarak 'bize karşı olan saldırıları durduracaksın, falan noktasında' bir anlaşma olabilir. Çok uzak olmakla birlikte üzerinde durulabilecek bir durum. Doğrusu İran PKK'nın üzerine gitmişti. İran kendisine ihanet edilmiş duygusuna kapılmıştı. Çünkü PJAK, İran-PKK ittifakı ile kurulmuş. İran'daki Kürdistan Demokrat Parti, Komelan'ın öncülüğündeki Kürt hareketinin gelişmesini engellemek içindi. Sorun hayli karmaşık."
HABER
PKK, 15 bin kişiyi katletti Türkiye 17 Şubat 2012
Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, terör örgütü PKK'nın infaz listesini özel yetkili savcıya teslim etti. Güçlü, "Bu öldürmeler, Öcalan'ın mahkemedeki ifadesiyle en azından 15 bin ile ifade edilebilir" dedi.
Merkez Sur ilçesindeki Diyarbakır Adliyesi'ne gelen İbrahim Güçlü, Özel Yetkili Savcılığa çıkmadan önce basın mensuplarına bir açıklama yaptı. Güçlü, PKK'nın infazlarına yönelik yaptıkları açıklamalar sonrası hakaret ve tehditlere maruz kaldıklarını söyledi. 1974'lü yıllardan itibaren gerçekleşen olayların faili meçhullerden çıkıp bir katliama dönüştüğünü kaydeden Güçlü, Kürt yurtseverlerinin örgüt tarafından infaz edildiğini belirtti. Güçlü, "Bu konuyla ilgili özel yetkili savcıya görüşlerimizi geniş kapsamlı sunacağım. 1974'lerden sonra devlet-PKK eliyle gerçekleşen ölüm olayları, infazlar birkaç platformda devam etti. Birincisi, bölgedeki siyasi örgütlerin liderlerine, kadrolarına yönelik öldürme olayları ve infazlardır. İkincisi, PKK bünyesinde muhalif olarak tanınan, aslında devletin Kürt hareketini içerden kuşatma ve hedefinden uzaklaştırma konseptine karşı olan Kürtlerin öldürülmesi ve infazlardır. Bu öldürmeler, Öcalan'ın mahkemedeki ifadesiyle en azından 15 bin ile ifade edilebilir. Üçüncüsü, Kürt kanaat önderlerinin sıradan halktan insanların hainlik ve muhbirlik gerekçesiyle öldürülmeleri ve infazlarıdır. Dördüncüsü ise, bölgede örgütlenmek isteyen Türk sosyalist ve komünist örgütlerin yöneticilerinin öldürülmesidir. Bu ölüm olayları 1976'dan günümüze kadar uzanarak on binlerle ifade edilir bir konuma geldi. Olay bir infazlar ve öldürmeden çıkıp katliama dönüştü" dedi.
"PKK'NIN İŞİ, SUÇLARINI ÖRTMEYE VE GİZLEMEYE ÇALIŞMASIDIR"
Meclis'te Kemal Burkay ve kendisinin yaptığı açıklamaların ardından PKK yönetimi ve özellikle BDP'li Şerafettin Elçi'nin saldırıya geçtiğini söyleyen İbrahim Güçlü, Murat Karayılan'ın kendisine ve Kemal Burkay'a hakaret ve tehditlerde bulunduğunu aktararak, "Bu saldırılar PKK'ya dair gerçeklerin gizlenmesi için yapıldı. Talep edilen Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nun balonunun patlaması, alternatif bir Kürt hareketinin ortaya çıkmasının engellenmesi çabasıdır. Ayrıca PKK'nın işi, devlet gibi suçlarını örtmeye ve gizlemeye çalışmasıdır" şeklinde konuştu.
BDP Diyarbakır Milletvekili Şerafettin Elçi'yi tetikçilikle suçlayan Güçlü, "Anlaşılmaz olan daha düne kadar PKK'yı eleştiren Şerafettin Elçi'nin açıklamalarıdır. Elçi, PKK'nın hain ve itirafçı Kürtleri öldürdüğünü kabul ediyor. Bunu da meşru görerek suça ortak oluyor. Ama PKK'nın binlerce insanı öldürme olayını ise reddediyor. Şerafettin Elçi'nin bu gönüllü tetikçiliğinin nedeni, Öcalan'ın özel kontenjanından milletvekili olması, buna karşılık diyet borcunu ödemiş olma refleksidir" diye konuştu.
Bir süre önce TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na PKK'nın iç infazlarıyla ilgili bilgi veren Güçlü, yaptığı açıklamanın ardından infazlara yönelik soruşturma açan Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na 35 sayfadan oluşan listeyi sundu.
HABER
Güçlü: PKK saldırısı Leyla Zana'nın açıklamalarına bir cevap 19 Haziran 2012
Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, terör örgütü PKK tarafından Hakkari Yüksekova Yeşiltaş Karakolu'na yapılan saldırının Leyla Zana'nın açıklamalarına bir cevap olduğunu söyledi.
8 güvenlik görevlisinin şehit düştüğü olayı değerlendiren Güçlü, saldırının büyük olduğunu vurguladı. Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın "Bu işi çözerse Erdoğan çözer" açıklamasına açık bir cevap niteliğinde olduğunu belirten Güçlü, örgütün elebaşlarından Murat Karayılan'ın açıklamalarına da saldırının taban tabana zıt olduğunu ifade etti.