6 Mart 1928 tarihinde Artvin’in Arhavi ilçesinde doğdu. Babası Ömer Çetin (Arhavi, 1898-Bafra 1979), annesi Emine Çetin (Kılıç) (Arhavi, 1902-Akçakoca, 1939), Ağabeyi Hurşit Çetinoğlu (Arhavi, 1919-Bafra 1984) ve Ağabeyi Mustafa Çetinoğlu (Arhavi, 1924-Samsun,2004) ile birlikte 1936 yılında Samsun’un Bafra ilçesine yerleşti. Arhavi’de başladığı ilkokulu 1939 yılında Bafra’da bitirdi. Parasız yatılı imtihanını kazanarak ortaokula Erzurum Lisesi’nde başladı. Son sınıfta iken zatülcenp hastalığına yakalandı. Tedâvi için İstanbul’a gönderildi. Tedâviden sonra hocalarının ısrarlı tâkipleri neticesinde İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’ne yine parasız yatılı olarak kaydı yapıldı. 1945 yılında buradan da pekiyi derece ile mezun oldu.
Soyadlarında ‘oğlu’, ‘zâde’, ‘gil’ veya ‘giller’ gibi eklerin kullanılması yasağı kaldırılınca âile efradı, Cumhuriyet öncesinde ve Arhavi’de anılmakta olduğu ‘Çetinoğlu’ soyadını aldı.
Aynı yıl başladığı İstanbul Teknik Üniversitesi’nden 1951 yılında Makine Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. Talebeliği döneminde Makine Fakültesi Talebe Derneği, son sınıfta iken de Teknik Üniversite Talebe Cemiyeti Başkanlığı yaptı.
Stajını Trabzon Limanı İnşaatı’nda tamamladı. 1952 yılında ve Samsun’da Tevfik İleri’nin âmiri olduğu Karayolları 7. Bölge Müdürlüğü’nde iş hayatına atıldı. Toprak Mahsulleri Ofisi’nde memur, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda üst seviyede yönetici olarak çalıştı. Ankara’da Makine Mühendisleri Odası’nda Yönetim Kurulu Sekreter üyeliği sonrasında Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı, Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nde Yönetim Kurulu üyeliği yaptı.
1965 yılında Süleyman Demirel’in Başbakanlığı, Mehmet Turgut’un Sanayi ve Ticâret Bakanlığı döneminde Sümerbank Genel Müdürlüğü’ne tâyin edildi. 1969 yılında Mehmet Turgut’un Bakanlıktan ayrılması üzerine istifasını verip, İstanbul’a yerleşti ve özel sektörde çalışmaya başladı. Sanayi ve Ticâret Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığına tâyin edilince tekrar Ankara’ya döndü, 4 ay sonra kendi isteği ile emekliye ayrılıp İstanbul’a yerleşti.
Ankara’da 1958 yılında Çiçek Diriker ile evlendi. 1959 yılında Ayşe Türkân Çetinoğlu, 1962 yılında Ferruh Tülây Çetinoğlu,1971 yılında ve İstanbul’da oğlu Nusret Gökhan Çetinoğlu dünyâya geldi.
Sümerbank Genel Müdürlüğü ve Sanayi Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinden ayrıldıktan sonra İstanbul’da Zeki Aytaç’ın sâhibi olduğu Çelik Endüstrisi A. Ş.’nde Genel Müdür; İdris Yamantürk’ün sâhipliğindeki Parsan A.Ş.’nde Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Âza olarak çalıştı. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları A. Ş. (Erdemir)’de ve Türkiye İş Bankası’nda Yönetim Kurulu Başkan vekillikleri, Asil Çelik Yönetim Kurulu Üyeliği ile devam eden çalışma hayatı, Âsım Kocabıyık’ın firması Borusan Holding’te Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği ile sona erdi.
Borusan Holding ile Erdemir arasında ticârî ilişkiler bulunduğundan, kem sözlere mahal bırakmamak maksadıyla Erdemir Yönetim Kurulundaki görevinden istifa ederek ayrılmıştı. Sonraki hayatı, vefatına kadar MESS Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nda Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Başkan Yardımcılığı, Türkiye Millî Kültür Vakfı’nda Mütevelli Heyeti Başkanı, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nda Yönetim Kurulu Başkanı olarak devam eti.
Evlâtlarından Türkân Çetinoğlu Mimarlık mesleğini seçti. Tülây Çetinoğlu Aygeldi Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur. Bilgisayar yazılım alanında çalıştı. Gökhan Çetinoğlu Bilkent Üniversitesi’nde turizm, İngiltere’de lisan eğitimi aldı. Hâlen üç kardeş birlikte Sigorta Acentesi olarak faaliyet gösteriyor.
Hayatından Kesitler: Kader, Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Hulûsi Çetinoğlu’nu 4 defa halef-selef konumuna getirdi: 1-Çelik Endüstrisi A. Ş.’de, Sayın Özal Dünyâ Bankası’nda görev üstlenmesi sebebiyle ABD’ne gittiğinde genel müdürlüğü Hulûsi Çetinoğlu’na devretti. 2-Ferruh Bozbeyli’nin Adâlet Partisi’nin kuruluşunda görev alması sebebiyle Türkiye Millî Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanlığından ayrılınca, üstlendiği Vakıf Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı Amerika’dan dönen Turgut Özal’a devretti. 3-Turgut Özal da Anavatan Partisi’ni kurunca görevi Sayın Çetinoğlu’na bıraktı. 4-Turgut Özal, aynı sebeple MESS Yönetim Kurulu Başkanlığını da Hulûsi Çetinoğlu’na bırakmıştı. ***
Prensiplerinden asla vazgeçmezdi. Çocukluk döneminden arkadaşı, yakın dostu Op. Dr. Aşiret Alınç sordu: -Hulûsi, bu kadar da katı prensip sâhibi olmasan… Biraz da toleranslı davransan ne olur ki… -Dinle dostum! Sana, yaşanmış târihî bir hâdise anlatayım: Fâtih Sultan Mehmet Han, ikindi vaktinden sonra surlardan şehre girilmesini yasaklamıştı. Kendisi tebdil-i kıyâfet edip şehir dışına çıkmış, farkında olmadan gecikmişti. Kapıdaki görevli onu içeri almadı. Fâtih, kendini tanıtıp içeri girerken: ‘Hünkârım, kendi töreni niçin kendin bozarsın’ sorusuna mâruz kalmıştı. Ben böyle bir siteme mâruz kalmak istemiyorum. Daha önemli bir düşüncemi söyleyeyim. Şahsî görüşüme göre Osmanlı Cihan Devleti’nin çöküşü, belki de bu hâdise ile başlamıştır.
Hâlis Türk Milliyetçisi…
Hulûsi Çetinoğlu’nun görüşüne göre Türk Milliyetçiliği kültür tabanına oturtulmuştur. O tabanda etnik köken, ırkçılık, kabilecilik, din ayırımı yoktur. O halde, ‘kabile Milliyetçiliği’, ‘kafatası Milliyetçiliği’ gibi hayalî kavramlar üzerinden temiz ve pak ‘Türk Milliyetçiliği’ kavramını itibarsızlaştırmaya çalışmak, iftirâdır. Türkiye’de ancak Türk olmayanların milliyetçiliği, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne zarar vereceği için hoş karşılanamaz.
Türk Milliyetçiliğinin tabanında; dil vardır, din vardır, târih vardır, kültür vardır, müzik vardır. Büyüklere saygı-küçüklere sevgi, vatanseverlik duyguları, efendilik, nezâket, çalışkanlık, dürüstlük, insanlığa hizmet anlayışı ve akla gelebilecek her türlü üstün vasıflar, insana değer kazandıran, eşref-i mahlûkat derecesine yükselten özellikler vardır. Bu özelliklerini geliştiremeyenlerin veya yeterli ölçüde sâhip olamayanların eğitimlerine katkıda bulunmak, her Türk’ün aslî vazifesidir. Bu vazife, farz-ı kifâye değil, farz-ı ayn’dır. Adına ‘Milliyetçilik’ denmese bile vatan ve millet için çalışan insanların görevi budur. Bu olmalıdır...
Millî ve mânevi değerlerimize sımsıkı bağlı idi. İnançlı bir Türk milliyetçisi idi. Türklük ve Müslümanlığı bir kuşun iki kanadı olarak kabul ederdi. ‘Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ ifâdesinin tam ve mükemmel temsilcisi idi. Ham softa kaba yobazlıktan, şovenizmden, ırkçılıktan, kafatasçılıktan kilometrelerce uzakta, nev’i şahsına münhasır bir inanç-ideal sistemi vardı. Hiçbir zaman müfrit sağcı, müzmin solcu, herkesi geride bırakan ilerici, ilerici geçinenler nezdinde gerici olmadı. Aslâ hem sağcı hem solcu, yerine göre ilerici yerine göre gerici de olmadı. Komünizme karşı idi. Fanatizme ve şovenizme de… Sosyal adâletçi olmakla birlikte solcu ve sosyalist değildi. Kapitalizme uzak, başıbozuk liberal ekonomiye mesâfeli idi. Adı belirlenmemiş bir iktisâdî sistemin taraftarı idi: Disiplinli bir özel sektör… Özel sektörün altından kalkamayacağı fabrikaların devlet tarafından kurulduktan ve işler rayına oturduktan sonra hisselerinin müessesenin çalışanlarına satılması suretiyle özelleştirilmesi taraftarı idi. İstiyordu ki Türk milletinin her ferdi, az veya çok miktarda bir hisse sâhibi olarak büyük veya küçük tesislerin hissedârı olsun. Özellikle işçiler ve yöneticiler, çalıştıkları fabrikanın hissedarı olsun. Tarım sektörü ile bağlantılı sanayi tesisleri kurulsun, her çeşit zirâi ürün, ham şekli ile değil, mâmûl ürün olarak ihraç edilsin. Bağımsızlığını kazanan Asya Türk Cumhuriyetleri ile ticâret dışında iktisâdî işbirlikleri kurulsun, ticâretle yetinilmesin, sınâi tesisler kurulsun. Ticâreti, Ermenistan ile de İsrâil ile de yapıyoruz. Türk Cumhuriyetleri ile daha geniş işbirlikleri kurulmasının mümkün olacağını ve mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğini söylemekten asla yorulmadı.
O bir kahramandı…
İskoçyalı filozof Thomas Carlyle (1795-1881); ‘Milletler kahramanlarıyla yaşarlar. Kahramanlık yalnızca savaş alanlarında elde edilen bir meziyet veya unvan değildir. Milletinin kültür değerlerini inceleyen, sâhip çıkan, tanıtan, yaygınlaşmasını sağlayan ve yaşatan, vatan sevgisini yeni nesillere aşılayan, aşılamaya çalışan, yol gösteren, eğiten, iyi örnek olan insanlar da kahraman olarak anılmaya lâyıktır. Hem de asıl onlar lâyıktır. Çünkü savaştaki kahramanlar da onların öğrettikleriyle, zihinlerine ve gönüllerine yerleştirdikleri vatan sevgisiyle ‘kahraman’ sıfatına lâyık olmuşlardır’ diyor.
Kahramanın eli; zaman olur ok atar, kılıç tutar, gürz sallar, kalkan kuşanır, gün olur omuzunda tüfek bulunur. Aynı eller zaman gelir elinde kalem veya mikrofon vardır. Hepsi kahramanlarımızdır. Dahası var: cura, bağlama, divan sazı veya kaval, ney, ud, kemanla zihinlere, gönüllere girer. Türkü çağıran da kahramandır, saz çalan veya şarkı söyleyen de… Onlar da mûsıkî, dil ve târih gibi, kültür unsurlarımızın kahramanlarıdır. İslâm âlimleri de kahramanlarımızdır. Kahraman yetiştirenler de…
(Kaynak: Seçkinlerden Bir Seçkin. Hulûsi Çetinoğlu: Oğuz Çetinoğlu. Akıl Fikir Yayınları. İstanbul 2023)