Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Hızır Bey

Fatih'in İstanbul'a Atadığı İlk Belediye Başkanı

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Hızır Bey
Hızır Bey 
İstanbul'un ilk Belediye Başkanı 

Eskişehir’e bağlı Sivrihisar kazasında doğdu. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 810 (1407) olarak verilir. Babası Sivrihisar kadısı olan Celâleddin Efendi’dir. Annesinin Nasreddin Hoca’nın soyundan olduğuna dair bilgiler şüphelidir. İlk öğrenimini babasından gördü; ardından Bursa’da Molla Yegân diye tanınan Mehmed b. Armağan’ın yanında tahsiline devam etti. Bu arada hocasının kızı ile evlendi. Öğrenim hayatını tamamladıktan sonra Sivrihisar’daki bir medresede müderris olarak göreve başladı. Taşköprizâde onun 837’de (1433) burada kadı olarak bulunduğunu belirtir (eş-Şeḳāʾiḳ, s. 91).

Hızır Bey asıl şöhretini II. Mehmed’le tanıştıktan sonra kazandı. eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye’de geçen ve diğer kaynaklarda da tekrarlanan rivayete göre Hızır Bey, Edirne’de II. Mehmed’in huzurunda yapılan ilmî toplantılardan birinde Mısır veya Suriye’den gelen bir Arap âlimiyle giriştiği tartışmada üstünlük sağlayınca padişahın dikkatini çekmiş, bir Osmanlı âliminin bu başarısı karşısında memnun olan padişah sırtından kürkünü çıkarıp kendisine giydirmiş ve onu Bursa’daki Çelebi Mehmed (Sultâniye) Medresesi’ne 50 akçe ile müderris tayin etmiştir (a.g.e., s. 91-92). Ancak bunun ne zaman olduğu bilinmemektedir. Taşköprizâde’nin, bu tayinin ardından onun İnegöl kadılığına getirilme tarihini 848 (1444) olarak vermesi söz konusu olayın, II. Mehmed’in henüz on iki yaşında iken tahta çıktığı ilk saltanatı sırasında (1444-1446) cereyan ettiğini düşündürmektedir. Mecdî ise bu hadisenin II. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarında vuku bulduğunu kaydetmekle yetinir (Şekāik Tercümesi, s. 111). Hızır Bey, Bursa’da iken Hocazâde Muslihuddin ve Hayâlî Ahmed Efendi gibi iki talebesinin de yardımıyla her biri ileride adını duyuracak olan birçok öğrenci yetiştirdi. Kestelî, Alâeddin Arabî Efendi, Hocazâde, Hatibzâde Muhyiddin Efendi ve Muarrifzâde bunlardan bazılarıdır. Daha sonra Edirne’deki Üç Şerefeli Cami Medresesi’nde ders veren Hızır Bey (855/1451) Yanbolu kadılığı da yaptı. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden hemen sonra Hızır Bey’i yeni başşehre kadı olarak tayin etti. Böylece Hızır Bey şehrin çeşitli meseleleriyle ilgilenmeye başladı; adliye, belediye, emniyet ve imar hizmetlerinde önemli düzenlemelerde bulundu. Ancak bu görevde iken genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti (Rebîülevvel 863/Ocak 1459). Mezarının Zeyrek’te olduğu belirtilir. Mecdî, kabrinin Şeyh Vefâ yakınında divan şairi Necâtî Bey’in yattığı tekkenin hazîresinde bulunduğunu kaydeder (a.g.e., s. 113). İstanbul’un Kadıköy ilçesine bu ad, buranın Fâtih Sultan Mehmed tarafından Hızır Bey’e arpalık olarak tahsis edilmesi dolayısıyla verilmiştir. İstanbul Unkapanı’nda onun adını taşıyan bir mahalle ve bir mescidinin olduğu bilinmektedir.

Hızır Bey’in üç oğlu ve iki kızı olmuştur. Oğulları Yâkub Paşa, Müftü Ahmed Paşa ve Tazarru‘nâme sahibi Sinan Paşa dönemlerinin ünlü ilim adamlarındandı. Kızları Hacı Kadın ve Fahrünnisâ Hatun ise yardım severlikleriyle tanınmışlardı.

Hızır Bey, Arap ülkelerine gitmeden Arapça’yı öğrenen Osmanlı âlimlerinden ve aynı zamanda Fahreddin er-Râzî’nin kelâm ekolünü devam ettirenlerden biridir. Kaynaklarda onun ilmî şahsiyeti “ikinci İbn Sînâ”, “ilim dağarcığı” ve “ilmin âlemi” (başlı başına bir ilim dünyası) lakapları ile ifade edilmiştir (Taşköprizâde, s. 92; Kınalızâde, I, 341). Taassuptan uzak, açık fikirli, ince ruhlu olduğu ve latifeden hoşlandığı belirtilen Hızır Bey yüksek bir şiir kabiliyetine sahipti. Az fakat öz eserler vermiştir. Eserlerinin azlığında, idarecilik görevleri yanında genç sayılabilecek bir yaşta ölmesinin de etkisi vardır. Hızır Bey’in ilmî ekolünü devam ettiren ünlü öğrencileri arasında Hayâlî, Hocazâde Muslihuddin ve Kestelî sayılabilir.

Eserleri

1. el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye. Hızır Bey’in eserleri içinde en meşhur olanıdır. 105 beyitten meydana gelen kasidede kelâm meseleleri önemlerine göre bir veya birkaç mısrada ele alınmış ve Mâtürîdî ekolü çerçevesinde işlenmiştir. Eser pek çok kimse tarafından tercüme ve şerhedilmiştir. Örnek olarak İsmâil Müfîd Efendi (İÜ Ktp., TY, nr. 354) ve İmamzâde Mehmed Esad Efendi’nin (İÜ Ktp., nr. 1291, 9776) manzum Türkçe tercümeleriyle Hayâlî Ahmed Efendi (İstanbul 1317) ve Manastırlı İsmâil Hakkı Efendi’nin (İstanbul 1312) şerhleri zikredilebilir.

2. ʿUcâletü leyle ev leyleteyn. Kaynaklarda verilen bilgiye göre, Fâtih Hızır Bey’in kendisine sunduğu bu kasideyi görüşünü almak üzere Molla Gürânî’ye göndermiş, Gürânî, lâzım olan “zâde” fiilinin kasidede müteaddî olarak kullanıldığını sultana bildirmiş, sultan da durumu Hızır Bey’den sormuştur. Hızır Bey bu itiraza, “zâde” fiilinin Kur’an’da müteaddî kullanıldığını gösteren, aynı zamanda hasetçilik ve ikiyüzlülüğe dair iğneleyici ifade taşıyan bir âyetle (el-Bakara 2/10) karşılık vermiştir (Taşköprizâde, s. 94). ʿUcâle’nin ayrı bir kaside mi, yoksa el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye’nin ithafnâmesi mi olduğu tartışmalıdır. Eseri müstakil bir kaside kabul edenlerin yanında (a.g.e., s. 93; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1348-1349), çok kısa olması ve el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye ile aynı kafiyeyi taşıması sebebiyle adı geçen kasidenin bir ithafnâmesi olduğunu, daha sonra ithafnâmenin unutulup sadece kaside metninin devam ettirildiğini ileri sürenler de vardır (Ünver, s. 33). Hızır Bey, kasidenin sonunda bu eseri bir iki gecede yazdığını kaydetmektedir. Ancak hemen hemen bütün kelâm meselelerini ele alan el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye’nin bir iki gecede yazılması mümkün değildir. Ayrıca kasidenin vezni “müstef‘ilün fâilün müstef‘ilün fâilün” şeklinde iken ʿUcâle’nin mevcut beyitlerinin vezni “mefâîlün mefâîlün feûlün” şeklindedir.

3. Tefsîr-i Yâsîn-i Şerîf. Yâsîn sûresinin Türkçe tefsirinden ibaret olan eserde âyet ve hadis metinleri yazıldıktan sonra gerekli açıklamalar Türkçe olarak yapılmaktadır. Eserde rivayet ve dirâyet metotları birleştirilmekte, Mevlânâ’nın Mes̱nevî’siyle benzeri tasavvufî eserlerden de beyitler nakledilmektedir. Süleymaniye (İbrâhim Efendi, nr. 140) ve Millet (Ali Emîrî Efendi, nr. 58, 59) kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan eserin İbrâhim Efendi nüshasını Ayşe Hümeyra Aslantürk neşretmiştir (Yâsin-i Şerif Tefsiri, İstanbul 1997).

4. Terceme-i Külliyyât-ı Hoca Ubeydullah. Nakşî şeyhlerinden Hoca Ubeydullah Ahrâr’ın vaazlarını ve tasavvufî nasihatlerini ihtiva eden risâlelerinin Türkçe tercümesidir (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2047/3, vr. 148a-221a).

5. Terceme-i Meṭâliʿu’l-envâr. Kadı Sirâceddin el-Urmevî’ye ait Meṭâliʿu’l-envâr adlı mantık kitabının bazı ilâvelerle birlikte Farsça’ya yapılan tercümesidir. Fâtih’in isteği üzerine gerçekleştirilen tercümenin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 2488).

6. Tuḥfe-i Sulṭân Murâd Ḫan. Fâtih Sultan Mehmed’in babası II. Murad’a ithaf edilen Farsça bir risâledir (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5577, vr. 41b-44a). Eserde, Hz. Âdem’in kendi ömründen kırk seneyi Hz. Dâvûd’a verdiğine ve Resûl-i Ekrem’in Medine’de öğle vaktinin farzını dört rek‘at olarak kıldıktan sonra Zülhuleyfe’de ikindinin farzını iki rek‘at kıldığına dair rivayetlerle ilgili olarak akla gelebilecek sorulara cevap yanında Hz. Süleyman’ın Dâvûd’dan tevarüs ettiği bildirilen şeyler (en-Neml 27/16) hakkında Zemahşerî’nin görüşlerine de yer verilmiştir.

Hızır Bey’in, kaynaklarda üzerinde önemle durulan ve bazılarında bir “Kasîde-i Tâiyye” olduğu ileri sürülen bir müstezadı da bulunmaktadır. Yedi beyitten meydana gelen müstezad, Hızır Bey’in hassasiyetinin ve ince ruhunun ürünü olarak kabul edilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde iki nüshası bulunan (Fâtih, nr. 5427, vr. 211b; Lâleli, nr. 3707/7) kasidenin metnine Taşköprizâde eş-Şeḳāʾiḳ’te yer vermiştir (s. 93). Kaynaklarda ayrıca Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi Tecrîdi’l-ʿaḳāʾid adlı bir eser Hızır Bey’e nisbet edilmekte (Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 346), Atûfî Hayreddin Hızır’a izâfe edilen Şerḥu Îsâġūcî fi’l-manṭıḳ adlı eserin de ona ait olabileceği ileri sürülmektedir (a.g.e., I, 346).

Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazan Hızır Bey’den önce tarih düşürme daha çok bir lafız, terkip veya sadece ebced harflerinin zikriyle yapılırken o bunu şiirin son mısraında uygulayarak yeni bir çığır başlatmıştır. İstanbul’un fethi için düşürdüğü tarih bunun örneklerinden biridir: “Feth-i İstanbul’a nusret bulmadılar evvelûn / Feth edip Sultan Muhammed kıldı târîh ‘âhırûn’” (857). Kınalızâde Hasan Çelebi onun Türkçe şiirlerine örnek olarak bir gazeline yer vermiştir (Tezkire, I, 342).

BİBLİYOGRAFYA
Hızır Bey, el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye (Şerḥu’l-Ḳaṣîdeti’n-nûniyye içinde), [baskı yeri yok] 1297 (el-Matbaatü’l-Vehbiyye), s. 22, 30, 38, 54, 74.
Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 91-94.
Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 111-114.
Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 449-452.
Kınalızâde, Tezkire, I, 340-343.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1348-1349.
Sicill-i Osmânî, II, 277.
Celal Es‘ad, Kadıköy Hakkında Tedkikat-ı Belediye, İstanbul 1329, s. 14-15.
Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 346.
Osmanlı Müellifleri, I, 290-291.
A. Süheyl Ünver, Kadıköyüne Ünvanı Verilen Hızır Bey Çelebi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1944.
Fr. Babinger, Mahomet II, le conquérant et son temps, Paris 1954, tür.yer.
a.mlf., “Hızır Bey”, İA, V/1, s. 471.
Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 76, 176, 229.
Rakım Ziyaoğlu, İstanbul’un İlk Belediye Başkanı Hızır Bey Çelebi, İstanbul 1976.
M. Said Yazıcıoğlu, Hızır Bey, Ankara 1987.
a.mlf., “Hızır Bey ve Kasîde-i Nûniye’si”, AÜİFD, XXVI (1983), s. 549-588.
İsmail Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul 1992, s. 129-130.
Mustafa Armağan, Şehir Asla Unutmaz, İstanbul 1997, s. 141-152.
Şerafeddin Gölcük, “Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a Tayin Ettiği İlk Kadı Kelâm Alimi Hızır Bey 1407-1458 (810-863 H.)”, MK, sy. 12 (1981), s. 8-12.
Mustafa Çuhadar, “Hıdır Bey ve Kaside-i Nûniyyesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 1, Kayseri 1987, s. 217-230.
J. R. Walsh, “Khıḍr Beg”, EI2 (İng.), V, 4-5.
Necdet Sakaoğlu, “Hızır Bey Çelebi”, DBİst.A, IV, 69-70.

TDV İslam Ansiklopedisi
Müellif: MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU


HAKKINDA YAZILANLAR


Fatih'in İstanbul'a atadığı ilk Belediye Başkanı Hızır Bey
İrfan Özfatura

Fatih’in Edirne’de bulunduğu günlerdir. Olacak bu ya şehre Acem illerinden bir âlim gelir. Evet adam bilgili, ama kibirlidir. Türkleri hor görür. Birkaç halli güç mevzuyu ısıtıp ısıtıp öne sürer ve muhataplarını küçük düşürür. Fatih bu tavırdan çok rahatsızdır. “Şu adamı susturacak biri yok mu?” der demez komutanlardan biri “Var sultanım” der, “böyle birini tanıyorum galiba?”

HIZIR ADINDA BİRİ
Hızır Bey müthiş bir hafızaya sahiptir. Esprilidir, kıvraktır, zekidir. Sözün nereye varacağını önceden kestirir ve soruya soruyla cevap verir. Zor meseleleri basite indirger ve çok güzel misallendirir. Sadece fakih değil ediptir, şairdir. Eh Nasreddin Hoca gibi bir dehanın torunudur o.
Hızır Beyin en büyük şansı Molla Fenari gibi bir rahle arkadaşı ve Molla Yegân gibi bir hocası olmasıdır. Molla Yegân onu çok sever, nitekim biricik kızını vererek damat edinir kendine.

Gelelim hikâyemize. Acem âlimi kazandığı küçük zaferlerin sarhoşluğu ile daha büyük, daha çok ses getirecek münâzaralara hazırlanır. Hatta Padişahın huzuruna çıkar ve rakip diler. Fatih, bu kez hazırlıklıdır. Umursamaz tavırlarla etrafına bakar ve güya ilk gözüne ilişen askere (bu aslında Hızır Bey’dir) meydanı gösterir. Acem karşısına çıkarılan genç sipahiye bıyık altından güler. Belki “Sen git, abilerin gelsin” demez, ama öyle demeye getirir. Ancak Hızır bey onun suâllerini rahatlıkla cevap verir. Vakit ilerledikçe kibirli Acem’i ter basar. Sultana hitaben, “Ben bunca diyar gezdim, şunca meclise katıldım” der “ama böylesini ne gördüm, ne de işittim”

Lâkin Hızır Bey’in elinden kurtulmak kolay değildir öyle. “Şimdi sıra sende!” deyip onlarca ince ilimden, onlarca müşgül mesele sorar ki adamcağız dut yemiş bülbüle döner. Acem Fatih’in önüne gelir “Bu çocuğun kıymetini bil!” der ve süklüm püklüm meclisi terkeder.

Fatih onun kıymetini zaten bilir. Hızır Bey’i imparatorluğun merkezine (İstanbul’a) kadı yapar. O devir kadıları beldenin meseleleri ile de ilgilenirler, şehreminidirler. Yanisi şu ki belediye başkanıdırlar.
Fatih, Hızır Bey’le sıkça buluşur. Onun feyizli sohbetlerini içercesine dinler. Devlet işlerini istişare eder. Birbirlerini abi kardeşten öte severler. Hatta Sultan onu sarayında görmek ister. Enderundan güzel bir yer ayırır. Ama Hızır bey kuytulardan hoşlanır. Anadolu yakasında kuş uçmaz kervan geçmez bir köşeye yerleşir ki, burada şekillenen köy adını ondan alır. Kadıköy!

İBRETLİ DAVA
Hızır Bey yorucu bir günün ardından gitme hazırlığı içindedir. Ancak kapı önünde dolaşan tedirgin gölgenin farkına varır. Birisi eşikte eyleşmekte gidip gidip dönmektedir. Mübârek ansızın kapıyı açar “Buyurun!” der. Adamcağız yakalanmışlığın pişmanlığı ile girer içeri. Kılık kıyafetine bakılırsa Hıristiyan tebâdan biridir. Ancak yüce veli onu güler yüzle karşılar, yer gösterir. Hatta bakar hâlâ mütereddit elceğizi ile cezve sürer mangala. Adamcağız fincanı zor tutar zira eli kolu sarılıdır. Hızır bey sorar:
-Eline n’oldu?
-Kırdırdılar efendim.
-Kim kırdırdı?
-Sultanımız!
-Öyle bir hakkı var mıymış?
-Bilmiyorum efendim.
-Mevzû ne peki!
-Ben mimarım efendim. Evet, Sultanımıza kubbeleri Ayasofya’dan geniş ve yüksek bir cami yapabileceğimi vaâd ettim ama...
Hızır Bey gerisini dinlemez. Adamlarına “Gidin getirin” der “Şunu!”
Mimarın dudakları uçuklamak üzeredir. “Getirin şunu” dediği üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun hünkârıdır. Halbuki Avrupa’da derebeyleri bile yargılanamaz. Hele böyle akşamın alacasında apar topar mahkemeye çekmek kimin haddine.

SEN MURAT OĞLU MEHMED!
Çok geçmez Fatih adamlarıyla görünür. Sanki o gül yüzlü Hızır Bey gitmiş yerinde başkası peydahlanmıştır. Çehresi gergindir, devlet erkânını eşikte durdurur. “Siz şurada bekleyeceksiniz!” der, Fatih’e kapıyı gösterir: “Sen gir içeri!” Bu ne heybettir ya Rabbi! Sultan Mehmed’in benzi solar. Dizleri tutmaz olur. Sedire doğru yönelir, tam oturmak üzeredir ki Hızır Bey azarlayan bir ses tonuyla “Oturma! Madem ki hasmın ayakta, sen de ayakta durmalısın!”
Ve silbaştan meseleyi dinler. Görünüşe bakılırsa Fatih haklıdır. Padişah “Olacak şey mi yani?” der, “Bu adam sırf taâssubuna yenildiği için inşaatımızı baltaladı. Binbir zorluk ve onca masrafla taa Mısır’dan getirttiğimiz sütunları budadı ve Ayasofya’dan daha geniş ve yüksek bir kubbe nasip olmadı bize. Halbuki anlaşmamıza göre...”
Hızır bey orasını hiç dinlemez. “İnşaat ayrı bir dava konusu” der, “Şimdi söyle bakalım! Sen Murat oğlu Mehmed, bu zımminin elini kırdırdın mı, kırdırmadın mı?
Sultan gözlerini yere diker.
-Efendim inanın ben buna “elin kırılsın!” dedim, adamlarım “eli kırılsın!” anlamışlar.
-Peki bu elin vebâli kimedir?
Fatih cevap vermez, başını önüne eğer. Çocuk gibi dudaklarını ısırır. Hızır Bey kitabı kapar, hükmü açıklar.
-Şimdi sana kısas lâzım. Bileğini kırdırsam gerek.
Padişah gayri ihtiyari eline bakar, kararlı bir ifadeyle fısıldar “Buna hazırım!”

Mimar ağlamaklıdır. “Sakın ha!” diye bağırarak Fatih’in önüne geçer. “Ben davamdan vazgeçtim!” Eh Fatih de altında kalmaz tabii, ona ömrü boyu yetecek kadar dünyalık verir. Netice tatlıya bağlanır.

Fatih Hızır Bey’e hassaten teşekkür eder. “Adaletine hayran kaldım!” der. Sonra kaftanının altındaki kılıcı gösterir ve “Eğer” der, “Bana farklı muamele yapaydın, inan seni doğrardım!”

Hızır Bey, mânâlı mânâlı gülümser, “Eğer” der, “Sen dahi sultanlığına güvenip iltimas isteseydin...” Cümlesini tamamlamaz, hatta başladığına pişman olur. Tam “Neyse” deyip, dönecektir ki pelerininin altından fırlayan iki aslan Sultan’ın karşısına dikilir, öfkeli öfkeli eşinirler. Sonra öyle bir kükrerler ki Fatih’in dudakları uçuklar.

Genç Sultan Hızır Beyin ilmini iyi bilir, ama hâl ehli olduğunu orada öğrenir. O günden sonra eşiğine baş koyar ve kazanır.
Peki Mimar mı? Adamcağız şaşkına döner. Ağlamakla gülmek arasında gelir gider. Şimdi rüzgara tutulan yaprak gibidir. “Vallahi kırılan koluma seviniyorum” der, “bana yolumu gösterdi!” Oracıkda Kelime-i Şehadet getirir ve Hızır Bey’e talebe olur.


ESERİ

Hızır Bey ve Kaside-i Nuniyesi
Maturidi Kelamında Ana Temalar
M. Said Yazıcıoğlu BİYOGRAFİ.NET

Biz bu kitapta Fatih Sultan Mehmed'in ilk İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı Hızır Bey'i bütün yönleri ile tanıtmayı hedef aldık. İstanbul Kadılığı gibi zor bir görevi nasıl başardığını tes-bite çalıştık.

Aynı zamanda âlim bir kişi olan Hızır Bey, gerek çocukları gerekse yetiştirdiği birbirinden ünlü talebeleri ile, kendinden sonra çok etkili olmuş, devrine olduğu gibi sonraki dönemlere de damgasını vurmuştur.

Hızır Bey'in elimizde mevcut tek eseri olan Nuniye Kaside-si'nin tercümesidir. Nuniye Kasidesi'nin temel özelliği, Maturidi kelamının ana temalarını ele almasıdır. Biz bu çalışmada Nuniye Kasidesi'nin olabildiğince sadeleştirerek ve aslına uygun olarak vermeye çalıştık.

Böylece ünlü bir Türk büyüğünü genç kuşaklara tanıtmaya gayret ettik. Başarabildikse ne mutlu!


Yayın Tarihi: 14.06.2022
ISBN: 9789758204724
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 130
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 13 x 19.5 cm