1912 yılında Çanakkale'de doğdu. İlkokulu, İstanbul ve Ankara'da okudu. 1931 yılında İzmir Muallim Mektebi'ni bitirdi. Bir süre öğretmen olarak çalıştı. Ardından Millî Eğitim Bakanlığı'na derleme memuru olarak geçti. Daha sonra uzman olarak kadroya alındı (1965-1971). 1971 yılı sonunda İstanbul’a yerleşti. İstanbul'da Pedagoji dergisini çıkardı. Daha sonra Ankara'da yayınlanmakta olan Defne dergisinin İstanbul'da çıkan devamı olan Yeni Defne'de yazı işleri müdürü olarak görev aldı. Çocuk şiirleri ve hikayeleri konusunda eserler verdi.
13 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Feriköy Mezarlığı'nda toprağa verildi.
ESERLERİ:
Kahraman Çocuk, Sevgi Şiirleri, Çocuklara Bilmeceler, Anneler Günü, Hayat Bilgisi Şiirleri, Belirli Günler Şiirleri, Nasrettin Hoca Fıkraları, 23 Nisan-19 Mayıs-30 Ağustos Şiirleri, Atatürk'ün Vecizeleri, MEB Yayınları Bibliyografyası 1923-1993, İyilik Perileri.
HAKKINDA YAZILANLAR
Yağmurla gelen Mustafa Kutlu 1 Haziran 2005
Sulusepken İstanbul'u savuruyor. Herkes sığınacak bir kovuk bulma peşinde. Dallardaki hareketsiz kuşlar, arada bir silkinerek üzerlerinde biriken suları püskürtüyor. Bulutlar alçalmış, şehir neredeyse karanlıkta kalacak. Tam bu sırada Klodfarer Sokağı'nda ufak bir adam peyda oluyor. Lacivert takım elbiseli, kravatlı, eski lakin şişkin bir çanta taşıyor. Minik adımlarla, ağır ağır ilerliyor. Önüne bakıyor, saçak altlarına gizlenerek yağmurdan korunmaya çabalıyor.
Ya bir klişeciye, ya da bir matbaaya gidiyor. Çantasında uzun süredir tek başına çıkardığı iki derginin (Size ile Yeni Defne) tashih provaları var. Çok az kişi bilir bu dergileri, çok az kişi okur. Bir kere sormuştum, o tatlı gülümsemesi ile "Defne'nin üç abonesi var" demişti. Bu dergileri çıkarmaya başladığında 65 yaşında idi.
Ülkemizde böyle dergiler çıkıyor (du). Bu dergilerde yazan şairler, hikâyeciler, deneme-inceleme, hatıra, folklor yazarları var. Bunların kendi dünyaları var, bir tabaka-zümre-topluluk-dostluk yakınlaşması var. Çoğu yaşlı zaten, birer birer gidiyorlar.
Gidenler kervanına yukarıda adlarını andığım dergileri çıkaran -yıllar boyu aşkla, şevkle, azimle- Ferit Ragıb Tuncor da katıldı.
1912 doğumlu idi. Eski bir maarifçi. Elliden fazla kitap yayımlamış. Sanırım bir o kadar da yayıma hazırladığı kitap vardır. Geniş hal tercümesi Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'nde yer almaktadır, isteyenler oraya bakabilir.
Üzerine sinmiş matbaa mürekkebi kokularıyla nazik ve neşeli gelir, ben daha çayları söylemeden sorardı: "Musta Bey kuzum, filan şairi aradım, ansiklopedide bulamadım, yazık çok iyi şairdir", der, veya tam aksini söylerdi: "Falan zatı ansiklopediye almışsınız. Ne iyi ettiniz. Şimdilerde kimse kıymet bilmiyor, herkes unutulup gidiyor".
Bize fotoğraflar, hal tercümeleri getirir, bizden fotoğraflar, hal tercümeleri alırdı. O şişkin ve karmakarışık eski çantadan bütün bunları nasıl bulur çıkarırdı, şaşardım.
Ona eski günlerden söz açardım. Faruk Nafiz'in talebesi olmuş, onun etkisi ile şiire başlamış, 1931'de Öğretmen Okulu'ndan mezun olmuş. Daha öğrenciliği sırasında İzmir'de çıkan Ahenk ve Hizmet gazetelerinde edebiyat sayfaları düzenlemiş.
Eski günlerden söz açılınca, eski şarkılardan, eski aşklardan; birdenbire canlanır, gözleri parlardı. Zaten hiç ihtiyarlamadı. Doksan yaşının üzerinde bir delikanlı idi. İnkılap Kitabevi'ne kitaplar hazırlar IRCICA'da çalışır, kütüphanelerden çıkmaz, neşrettiği MEB "Yayınlar Kataloğu"nun eksiklerini tamamlamakla uğraşırdı. Eşini kaybettikten sonra biraz sarsıldı. Yalnız kalmıştı. Çocukları Almanya'da idi. Sonra galiba biri yanına geldi.
"İş insanı güzelleştirir" derler. Ferit Ragıb Bey de, bu güzel insanlardandı. Kendi dünyası olan, kendi dünyasında yaşayan, elindeki işe tutkuyla bağlananlardan.
Bana şiirler okur, sonra gülümseyerek: "Nasıl, güzel değil mi?" diye sorardı. Cevabımı beklemeden cam önünde duran çiçeklerden birine takılır; "Ah canım, ne de güzel açmış" derdi.
Aniden "Bana müsaade" diye kalkar, hızlı ve minik adımlarla gözden kaybolurdu.
Ferit Bey muhtemelen "meşahir-i meçhule"den biri olarak belki ara sıra hatırlanacak, muhtemelen bir süre sonra unutulup gidecek.
Matbaalar Cağaloğlu'ndan çekildi, klişeciler kapandı, mütevazı dergilerin devri geçti. Ferit Bey de linotipler, katrat cetvelleri, tipo baskı makinaları, sarhoş mürettipler, cılız matbaacı çırakları, buğulu sıcak kurşun kokularıyla birlikte gitti.
Ama ben, her yağmurda, camdan dışarı baktığımda onu, sanki az sonra bir köşeyi dönerek, elinde o eski çantası ile yine bodrum katlarında gizlenen bu kaybolmuş matbaalardan birine doğru minik adımlar ile giderken göreceğim. Hayali hâtıramdan silinmeyecek. Allah rahmet eylesin.