Fatih Kerimi (1870)-(1937) yazar, gazeteci, yayıncı Samara Eyaletinin Bögülme ilçesine bağlı Minğlibay köyünde dünyaya geldi. Kerimî reformist eğitimci İlman Kerimî’nin oğludur (Özkan 2006: 102). İlk eğitimini köyün mollası olan babası İlman Kerimî’den aldıktan sonra Çıstay (Çistapol) medresesine devam ederek burada 11 yıl eğitim gördü. Aynı zamanda buradaki eğitimi sırasında iki yıllık Rus mektebini de tamamladı. 1890 yılında Ufa’da ruhani meclis önünde imtihan vererek müderrislik icazetnamesini aldı. Daha sonra İsmail Gaspıralı’nın “usul-i cedid” ismiyle başlattığı yeni öğretim tarzını öğrenmek için Kıram’a giderek Gaspıralı ile tanıştı ve yeni eğitim anlayışını benimseyerek bu usulü tatbik etmek amacıyla bir mektep açtı. Daha sonra çalışmalarına devam ederek “ceditçilik” hareketini başlatan kişi olarak Tatar eğitim tarihinde önemli bir yere sahip oldu. Babası eğitimine devam etmesi için Kerimî’yi İstanbul’a gönderdi. Kaynaklarda İstanbul’da Mülkiye Mektebi’nde okuduğu yazmaktadır. Buradaki eğitiminin ardından çeşitli yerlerde öğretmenlik yaparak dil, edebiyat ve pedagoji dersleri verdi.
Fatih Kerimi, bir takım sahte suçlamalardan dolayı kanunsuz bir şekilde tutuklanarak 4 Ağustos 1937 yılında hapse atıldı ve 27 Eylül 1937’de ise öldürüldü.
ESERLERİ:
Yazdığı eserlerle modern Tatar edebiyatının ilk örneklerini ortaya koyan Fatih Kerimî’nin birçok eseri bulunmaktadır.
Hikâyeleri: Salih Babaynın Öylenüvi (Kazan 1897), Bir Şakirt ile Bir Student (Kazan 1899; Bu hikâyesinde Avrupa ilmi ve medeniyetiyle Tataristan’da hâkim olan skolastik eğitimi mukayese ederek eski sistemi çok sert biçimde eleştirmiştir.), Cihangir Mahdumnın Avıl Mektebinde Ukuı (Petersburg 1900), Merhum Gılman Ahund (Orenburg 1904), Mirza Kızı Fatma (Kazan 1907); Hıyalmı, Hakiykatme (Orenburg 1908).
İlmî Eserleri: Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme I (Kazan 1901), Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme II (Kazan 1901), Muhtasar Târîh-i İslâm (Kazan 1901), Târîh-i Enbiyâ (Kazan 1902, ibtidâî mektepler için ders kitabıdır), Muhtasar Târîh-i Umûmî (Orenburg 1911), Resimli Geografiya Dersleri (Orenburg 1919); İçtimaî Terbiye (Kazan 1924).
Çevirileri: Bunların dışında ise Tatar şairi Derdmend’in (Zakir Remiev) eserlerini topluca yayımlayan Kerîmî (Kazan 1929), Lenin’den Agrarya Meselesi’ni (Kazan 1917), Barthold’dan Türkistan Târihi’ni (Moskova 1931), değişik dillerden Hatunlar Vezaifi, Türk Hanımları, Arap Toyı adlı eserleri ve çeşitli milletler hakkında kısa bilgi veren kırka yakın kitabı Tatarca’ya çevirdi. Son olarak Vakit, Kazan Muhbiri gibi gazetelerde ve Şûrâ dergisinde yayımlanmış yüzlerce makalesi bulunmaktadır (https://islamansiklopedisi.org.tr/kerimi-fatih).
KAYNAKÇA
Çakmak, Cihan (2019). “Fatih Kerimî’nin eserlerinde kullandığı Dil Üzerine”, X. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, s. 430-437.
https://islamansiklopedisi.org.tr/kerimi-fatih
Kastrati, Zhala Babashova (2017). “Tatar Modernleşmesinin Öncüsü Fatih Kerimi ve Türk Dünyasında Dil Birliği Oluşturma Çabaları”. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, s. ?
Özkan, Fatma (2006). “Fatih Kerimî’nin Türk Kadınına Bakışı”. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, 2006/1: s. 101-108.
Madde Yazım Bilgileri http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/fatih-kerimi Yazar: AHMET METEHAN ŞAHİN Yayın Tarihi: 29.11.2019 Güncelleme Tarihi: 01.11.2020
HAKKINDA YAZILANLAR
CEDİTÇİ AYDIN MUHAMMED FATİH KERİMÎ Dr.Emre Özsoy
(Bu yazı, Dr.Emre Özsoy'un CEDİTÇİ AYDIN MUHAMMED FATİH KERİMÎ’NİN FİKİR DÜNYASININ OLUŞUMU adlı makalesinden hareketle hazırlanmıştır.)
https://dergipark.org.tr/tr/pub/anasay/issue/56591/763630 Yıl 2020, Sayı 13, 1 - 15, 31.08.2020 Emre ÖZSOY
https://doi.org/10.33404/anasay.763630
1870 yılında Tatarıstan'ın Bügülme kazasına bağlı Minğlibay köyünde doğmuştur. İlk eğitimini köyün mollası olan babası Gilman Ahund'dan alan Kerimî, daha sonra Çıstay (Çistapol) medresesine devam ederek burada 11 yıl eğitim görmüştür. Çıstay medresesindeki eğitimi sırasında iki yıllık Rus mektebini de tamamlamıştır. 1890 yılında Ufa'da ruhani meclis huzurunda imtahan vererek müderrislik icazetnamesi almıştır. Babası, onun köy mollası olarak kalmasını istemediğinden, tahsilini devam ettirmesi için aynı yıl İstanbul'a göndermiştir. Kerimi ile ilgili yazılan bütün eserlerde onun eğitim gayesi ile 1892 yılında İstanbul'a geldiği yazılsa da, o kendi ifadesi ile 1890 yılında tahsil için İstanbul'a geldiğini yazmaktadır (Fatih Kerimi, "Merhum Ahmed Midhat Efendi", Türk Yurdu, cilt III, s.163.). İstanbul'da hangi okula devam ettiği hususunda bilgi yoktur. Fakat İstanbul'da çok iyi Fransızca öğrendiği bilinmektedir. Rusya'da Kerimi ile ilgili yazılan bütün yazılarda onun İstanbul'da Mülkiye Mektebi'nde okuduğu yazılsa da 1899 yılında İstanbul'a da yaptığı seyahatini anlattığı eserinden (Avrupa Mektupları) bu okula devam etmediğini anlıyoruz. Ayrıca Ali Çankaya'nın Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler adlı eserinde Kerimi'nin kaydına rastlamadık.
İstanbul'daki eğitimini tamamlayan ya da yarıda bırakan Kerimî, İstanbul'dan Kırım'a giderek Yalta şehrindeki bir Tatar köyünde iki yıl kadar öğretmenlik ve Bahçesaray'da öğretmen yetiştirme kurslarında dil, edebiyat ve pedegoji dersleri vermiştir. İlk hikayesi olan Salih Dedenin Evlenmesi'ni de (1897) Kırım'da bulunduğu sırada yazmıştır. Ayrıca Mirza Kızı Fatma adlı hikayesini de bu dönemde yazdığı sanılmaktadır.
1896-1898 yıllarının yaz günlerinde Orenburg'a bağlı Kargalı'da meşhur Tatar zenginlerinden Gani Bay (Hüseyinov)'ın finanse ettiği yaz kurslarında usûl-i cedit öğretmenleri yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur. Onun Gani Bay'la tanışması Kerimî ailesinin Orenburg'a göç etmesine de vesile olmuştur (1899). Babasının çağrısı üzerine Kırım'dan Orenburg'a dönen Kerimî, burada yapacağı çalışmaları planlarken, altın ocakları işleten zengin Şakir Remiev'in daveti üzerine onunla birlikte Almanya, Belçika, İtalya, Fransa, Avusturya, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye gibi çeşitli ülkeleri içine alan dört aylık bir seyahate çıkmıştır. Bu seyahat, Türkiye'de eğitim görmüş Kerimî'nin ufkunun daha da genişlemesine neden olmuştur. Gittikleri ülkelerde eğitim kurumlarını, müzeleri, kütüphaneleri, matbaaları, sanayi tesislerini ve Şakir Remiev'in altın madenleri için gerekli olan makina ve teçhizat fabrikalarını gezmişlerdir. Kerimî bu seyahatinin izlenimlerini 1902 yılında Avrupa Seyahatnamesi olarak ta bastırmıştır.
Avrupa seyahati dönüşü bir müddet Moskova'da kalan Kerimî, babasının ileriye dönük planları (babası eskiden beri Tatarca bir matbaa açarak halkına bu yolla daha iyi hizmet edeceğini düşünüyordu) için burada muhasebe ve Almanca kurslarına devam ederek bilgisini arttırmıştır. Moskova'da bulunduğu sırada zaman zaman Rusya'nın başkenti Petersburg'a giderek burada büyük bir matbaa açmış olan Kırımlı Mirza Boraganski'nin matbaasında baskı usulleri konusunda bilgi de edinmiştir.
1900-1901 yılları arasında Orenburg'da gayri resmi olarak yine Gani Bay'ın maddi yardımlarıyla Ural bölgesi ve Sibirya için yaklaşık 300 usul-i cedid öğretmeni yetiştirilmesine katkıda bulumuştur. İki yaz devam eden bu kurslar mahalli hükümet tarafından kapatılmıştır.
1901 yılından sonra, babasının mollalığı bırakarak Gani Bay'ın maddi-manevi yardımlarıyla Orenburg'da bir matbaa ve kitabevi (Kütüphaneyi Kerimîye) açması (1901) nedeniyle bu alanda yoğunlaşmıştır. Babasının matbaanın kuruluşundan kısa bir süre sonra vefat etmesi (1902) nedeniyle bütün işlerle Kerimî ve kardeşleri (Kerimî'nin ikisi erkek, üçü kız toplam beş kardeşi vardı) ilgilenmek zorunda kalmışlardır.
1901 yılında Duhovni Sobraniye'nin (Rusya Müslümanlarının Ruhani İdaresi) yarı resmi olarak yaptığı toplantıya, Fatih Kerimî ile birlikte Hadi Maksudi, Abdurreşid İbrahim, Rızaeddin bin Fahreddin ve Abdullah Bubi gibi dönemin önemli aydınları da katılmıştı. Toplantının gayesi; halk arasında bilimin yaygınlaştırılması için yapılacak çalışmaların planlanması, ders kitapları yazımı meselesi (bu konu toplantıya katılanlara havale edildi) ve bazı imla problemleri gibi önemli konulardı.
1905 I. Rus ihtilalinin getirdiği yumuşama döneminden İdil-Ural bölgesinde yaşayan Tatar ve Başkurt halkının azami derecede faydalanması için mücadele eden aydınlar arasında önemli bir yeri olan Kerimî, bu dönemde yapılan hemen hemen bütün siyasi toplantılara gerek delege ve gerekse gazeteci olarak katılarak, üstüne düşen vazifeyi en iyi şekilde yapmaya çalışmıştır. Uzun yıllar Orenburg Müslüman cemaatinin reisliğini ve Cemiyet-i Hayriye'nin üyeliğini de yapmıştır.
Rusya Müslümanlarının ikinci toplantısından (13-23 Ocak 1906) sonra Orenburg'da bir toplantı düzenleyen Fatih Kerimî II. Müslüman kongresinin aldığı karar doğrultusunda Rusların Kadet partisi ile işbirliği yapılmasını toplantıda hazır bulunanlara kabul ettirdi. İstanbul'da eğitim görmesi ve halkının problemlerine çok fazla duyarlı olması, Rus parlementosu Devlet Duma'sına vekil seçilmesini engellemiştir. Hükümet çeşitli desiselerle onun da aralarında bulunduğu bazı Tatar aydınlarının (Abdürreşid İbrahim, Yusuf Akçura vs.) II. Devlet Duma'sına seçilmelerine engel olmuştur. Buna rağmen o, II. Devlet Duma'sına (20 Şubat- 2 Haziran 1907) seçilen dostu ve aynı zamanda Derdmend mahlasıyla şiirler de yazan Zakir Remiev'in yardımcılığını üstlenerek Petersburg'a gitmiş ve dumadaki Müslüman vekillere yardımcı olmaya çalıştığı gibi Vakit gazetesine de duma ve hükümet ahvali konusunda haberler yazmıştır.
1906 yılında yukarıda adı geçen Remiyev kardeşlerin Vakit adlı bir gazete kurmaları ve baş muharrirliğe Fatih Kerimî'yi getirmeleri, onun hikaye yazarlığından gazeteciliğe geçmesine vesile olmuştur. Bu dönemde bir müddet Orenburg'daki Medrese-i Hüseyniye'de muallimlik de yapan Fatih Kerimî çeşitli ders kitapları ve ders proğramları da hazırlamaya başlamıştır.
1912-1913 yılları arasında (1 Kasım 1912-18 Mart 1913) Balkan savaşları sırasında Vakit gazetesinin muhabiri olarak İstanbul'a gelen Fatih Kerimî cepheye gazetecilerin gönderilmemesi nedeniyle haberlerini İstanbul'dan göndermek zorunda kalmıştır. İstanbul'da bulunduğu sırada dönemin devlet adamları ve aydınları; Ahmed Saib, Abdullah Cevdet, Enver Paşa, Ahmed Midhat, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Halide Edip, Mahmud Esad, Musa Kazım vs. gibi bir çok kişi ile Balkan savaşları ve Türk-İslam dünyasının problemleri üzerine mülakatlar da yapmıştır. Kerimî'nin İstanbul'dan Vakit gazetesine gönderdiği haberler Rusya Müslümanları tarafından ilgiyle karşılanmış ve bu haberler daha sonra ayrı kitap (İstanbul Mektupları) olarak yayınlanmıştır.
1917 Ekim ihtilaline kadar gazetecilik görevinin yanısıra çok sayıda eser yazmış ve Rusya Müslümanlarının meseleleriyle aktif olarak ilgilenmiştir. Ayrıca matbaasında çok sayıda ders kitapları ve çeşitli eserler de bastırmıştır.
1917 Ekim İhtilali'nden sonra diğer bütün Tatar aydınları gibi onun da önünde üç seçenek vardı ya sosyalizme hizmet edecek ya başka bir ülkeye sığınacak ya da aç kalacaktı. O da yaşamak için birinci yolu seçti ve bir müddet Orenburg'da mektep-maarif ve kültür meseleleri ile ilgili çalışmalarda bulundu. Öğretmen yetiştirme kurslarında dersler verdi. Uzun yıllar çalıştığı Vakit gazetesinden ayrılarak 1 Kasım 1917 tarihinde Yaña Vakit (Yeni Vakit) adlı gazetesini çıkarmaya başladı ve bu şehirde çıkan İşçiler Dünyası, Yol gibi çeşitli gazetelerin yayın kurulunda çalıştı. Sosyalizm Tarihi adlı bir eser hazırladığı da belirtilmesine rağmen bu eseri basılmamıştır. 1925 yılında Rusya'nın (Sovyetler Birliği) yeni başkenti olan Moskova'ya göç etti. Bir müddet SSCB halklarının merkez neşriyatında çalıştıktan sonra Nerimanov ismindeki Doğuyu Öğrenme Enstitüsü'nde 1937 yılına kadar Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı. Lenin'in toprak meseleleriyle (Agrarya Meselesi/Agrarnaya Vopros) ilgili makalelerini Tatarcaya tecüme etti.1937 yılında Türkiye lehine casusluk (kızıl ordu ile ilgili bazı askeri sırları 1936 yılında Moskova'da bulunun Türk Milli Futbol Takımı antrönörü Kerim Bey'e verdiği iddia edilmektedir) ve Stalin'e suikast hazırlığı gibi çeşitli uydurma suçlardan, suçlu bulunarak Stalin dönemindeki Tatar aydınlarını imha etme politikasının gereği olarak kurşuna dizilmesine karar verildi (1990'lı yıllara kadar yazılan eserlerde, makalelerde, Kerimî ve diğer katledilen Tatar aydınlarının ölmüş olduklarını yazmak yeterli görülüyor ve bu insanların hayatlarını nasıl sona erdirdikleri üzerinde hiçbir açıklama yapılmıyordu). Fatih Kerimî'nin kardeşi Muhammed Arif te 1934 yılında Varşova'da (muhtemelen Sovyet ajanları tarafından) pencereden atılarak öldürülmüştür.
Bazı eserlerde Kerimî'nin 1945 yılına kadar yaşadığı belirtilse de 1937 yılında kurşuna dizildiği arşiv belgeleriyle kesinleşmiştir. 1959 yılında ise suçsuz olduğu kabul edildi. Fatih Kerimî ile ilgili arşiv belgeleri (bunların arasında Ahmed Midhat Efendi'nin Kerimî'ye yazdığı üç mektup da bulunmaktadır) Tataristan Devlet Arşivi'nde saklanmaktadır.
1901-1917 yılları arasında Kerimî'lerin matbaasında bir milyon tiraja yakın 384 adet kitap basılmıştır. Ayrıca matbaada Vakit, Şura, İktisat ve Çükiç gibi çeşitli gazete ve dergiler de basılmıştır.
XIX. yy'ın sonu ve XX.yy'ın başlarında Tatar cedidizminin gelişmesinde en önemli rol oynayanlardan birisi de Fatih Kerimî'dir. İstanbul'daki eğitimini tamamlayarak Kazan'a dönen Fatih Kerimî Avrupa mefkuresini intişarla uğraşmaya başlamıştı. Orenburg'da yaşayan zengin liberal ıslahatçılar (Gani Bay ve Remiyev ailesi) ona maddi ve manevi destek veren en önemli kişilerdir.
Her zaman "din, millet", "zengin ile fakir birlikte gidelim ayrılmayalım" diyerek halkı zengin, fakir ayrımı yapmadan birlik olmaya çağıranların başında gelen Fatih Kerimî, İsmail Gaspıralı'nın şiarının (dilde, fikirde, işte birlik) İdil-Ural bölgesindeki en önemli temsilcilerinden birisidir. Gaspıralının vefatı üzerine Vakit gazetesinde yazdığı makalede (12 Eylül 1914) "20-30 milyon şakirt bırakıp ölen bir üstat, 20-30 milyon manevi evlat bırakıp ölen bir ata bahtiyardır. Bundan da büyük bahtiyarlığı tasvir etmek akıllara sığmaz" diyerek ona olan bağlılığını belirtmiştir.
Fatih Kerimî önceleri Abdürreşid İbrahim'in muhtariyet fikrine karşı gelerek, Tatar halkının henüz muhtariyet için hazır olmadığını belirtmesine rağmen değişen şartlar gereği, 1917 Moskova Müslüman Kongresi'nde ve Ufa'daki Millet Meclisi'nde (1917-1918) bu fikri hararetle savunmuştur.
Fatih Kerimî döneminin Türk aydınlarıyla da oldukça yakın ilişki içinde bulunmuştur. Özellikle Ahmed Midhat'ın onun üzerinde büyük etkisi olduğu görülmektedir. Öğrenim için geldiği İstanbul'da ilk olarak Ahmed Midhat'ı ziyaret eden Kerimi, sürekli olarak onunla irtibatta bulunmuştur. Ahmed Midhat Efendi de onu manevi oğlu olarak kabul etmiş ve ona yol gösterici olmuştur. Japonların Müslüman olacağı ve Tokyo'da büyük bir din kurultayı toplanacağı haberinin çıkması üzerine Vakit gazetesinde (sy. 22, 20 Mayıs 1906) "Japonya ve Müslümanlar" adlı bir makale yazan Fatih Kerimî bu kurultaya Müslümanları temsilenen Ahmed Midhat'ın Abdülhamid tarafından gönderilmesinin en doğru karar olacağını yazarak, Midhat Efendi'den övgüyle sözetmektedir. Ahmed Midhat 'ın vefatı sırasında İstanbul'da bulunan Kerimi Türk Yurdu'na (cilt 3, s.161-164) yazdığı taziye yazısında: "Şimal Türkleri arasında Türk muharrirlerinin en ziyade maruf olanı ve eserleri en çok okunanı hiç şüphesiz merhum Ahmed Midhat Efendi hazretleridir. Onun eserleri Rusyalı Müslümanların her sınıfı tarafından okunur ve istifade edilirdi. Bilhassa Hıristiyanlara karşı yazdığı Müdâfaa adlı eseri Rusyalı İslam üleması arasında gayet makbüle geçti. Onlar bundan pek çok istifade ettiler" diyerek Ahmed Midhat'ın Rusya Türkleri için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu belirtmektedir. Fatih Kerimî'nin Ahmed Midhat ile zaman zaman mektuplaştığı Kerimî'nin arşiv malzemelerinden anlaşılmaktadır. Kerimî'nin irtibatta bulunduğu diğer bir Türk aydını ise Defter-i Hakani Nazırı ve İstanbul Üniversitesi hocalarından Mehmed Esad Efendi'dir. Mehmed Esad Efendi 1913 yılında çıktığı Rusya seyahati sırasında Orenburg'a uğrayarak bir müddet bu şehirde de misafir olmuştur. Kerimî, gazetesi Vakit'te bu seyahate büyük ilgi göstererek Esad Efendi'nin resmini yayınlamış ve dört-beş sayı haber yapmıştır (Vakit, sy. 1262, 30 Temmuz 1913). Onun Türk aydınları ile ilişkide bulunması, Türkiye'de eğitim görmesi ve milli meselelere karşı aşırı duyarlı olması nedeniyle jandarma tarafından sürekli göz altında tutulmuştur. Jandarma zaman zaman onun evine baskınlar da düzenleyerek şahsi eşyalarına (kitap, mektup, fotoğraf vs.) el koymuştur. Mehmed Esad Efendi'nin Orenburg'da onu ziyaret etmesinden sonra bu baskınlar, onu yıldırma şekline dönüşmüştür. Mehmed Esad Efendi'nin Rusya seyahati jandarma tarafından büyük bir titizlikle adım adım izlenmiştir. Mehmed Esad Efendi'nin Rusya seyahati ile ilgili jandarma kayıtları Kazan Devlet arşivinde saklanmaktadır.
HABER
Balkan Harbi, Nigar Hanım ve Fatih Kerimi Nazan Bekiroğlu Zaman 14 Ekim 2012
Göz göre göre geldiğinin fark edilmeyişine bu günden bakınca hayret ettiğimiz Balkan Harbi tam 100 yıl önce, 1912’nin Ekim’inde patlak vermişti. Nizamisi redifi, alaylısı mekteplisi, zadegânı kurmayı ile birbirine düşmüş; İttihatçısı İtilâfçısı ile boğazına kadar siyasete batmış subayların yönetemediği bir ordu kaçınılmaz olarak o müthiş bozguna uğrayıp da Rumeli-i Şahane birkaç haftada boşaldığında Osmanlı çınarının daha ilk fırtınada böylesine devrilişi kimseye inandırıcı gelmemişti. Bütün dünya hayretler içindeydi ve ağızlarda hep o aynı cümle vardı: “Osmanlı çöküyor.”
1912 Eylül’ünde Avrupa’nın çeşitli şehirlerini içeren bir seyahate çıkan Nigâr Hanım, Karadağ’ın ilân-ı harbi üzerine seyahatini yarıda keserek İstanbul’a döner ve günlüğüne bakılırsa evinin dolabını öper. 1918’de ölen Nigâr Hanım’ın ömrünün son yılları bir dizi savaşın İstanbul’a yansıyan sıkıntıları içinde geçmiştir. Balkan Harbi yıllarında muhacirlerin durumu, vasıta sıkıntısı, artan pahalılık ve yokluk Nigâr Hanım’ı derinden üzmektedir ve o da “Rumeli’nin gitmesi ile yüreğim kan içinde kalmıştı” demektedir. I. Cihan Harbi esnasında bireysel bir sanatın sahibi olarak tanınmış bir şairenin, savaşın dramını bireyler üzerinden eleştirdiğini görürüz. Ona göre gençlikler, zekâlar, güzellikler, marifetler mahvolmakta; anneler, eşler inlemekte, insan yığınları oradan oraya sürüklenmektedir. Tek düşüncesi “Askercikler ölmesin”dir. Kalem tutmaya alışkın, silâhı sadece uzaktan gören gencecik insanların böylesi bir ateşe sürüklenmesini aklı almamaktadır ve hiçbir gerekçenin bu savaşı izah etmek için kullanışlı bir cevap teşkil etmediğinin farkındadır.
Nigâr Hanım’ın Balkan Harbi kederleriyle dolu sayfaları yazdığı sıralarda İstanbul’a gelen Fatih Kerimi bu hummalı atmosferi daha çok bir gazeteci gözüyle tasvir ederken sadece savaş izlenimlerini değil İstanbul hayatının her türlü sima ve ayrıntısını da görmek istemektedir. Fazıl Gökçek tarafından hazırlanan İstanbul Mektupları (Çağrı Yay., İstanbul 2001)’nın baş tarafında verilen bilgiye göre gazetesi tarafından İstanbul’a gönderilen Fatih Kerimi bir Kazan Türk’üdür. 1912 yılının Kasım ayında geldiği İstanbul’da dört ay kalmış ve bu süre içinde Orenburg’daki Vakit gazetesine yazılarını göndermiştir.
Nigâr Hanım’ın günlüklerinde Fatih Kerimi’den bahis yoktur fakat Kerimi’nin yazıları arasında Nigâr Hanım’dan bahseden bir bölüm vardır. Nigâr Hanım’a takdim edilen Fatih Kerimi, şiirlerinden hareketle hüzünlü, az konuşan biri olarak tahmin ettiği Nigâr Hanım’ın şen şakrak, iri gövdeli, konuşkan biri olduğunu görür. Avrupai kıyafet içinde ve piyano çalmakta olan Nigâr Hanım için “35-40 yaşlarında görünüyordu” ifadesini kullanır. Oysa yıl 1913, Nigâr Hanım 51 yaşındadır.
Söz, Darülfünun salonunda yapılan toplantıya gelir. Nigâr Hanım’ın günlüğünde de onun Balkan Harbi esnasında çeşitli cemiyetlerin yanı sıra Cemiyet-i Hayriye ve Hilâl-i Ahmer yararına düzenlenen toplantılarda şiir okuduğundan bahis vardır. Hamidiye Etfal hastanesine giderek yaralıları ziyaret etmiş ve içi parça parça olmuştur. Lâkin onun bir gelecek ümidinden mahrum olması Kerimi’nin dikkatini çeker. O gün Nigâr Hanım’ın salonunda kadınların durumundan edebiyata, dilden çarşafa ve yaşmağa, bütün Avrupa Osmanlı’nın aleyhinde olduğu halde Türkleri müdafaa eden P. Loti’ye, C. Farrere’e ve S. Lozan’a kadar pek çok konuda sohbet edilir.
Bir iki saat sonunda Nigâr Hanım’ın huzurundan ayrılan Fatih Kerimi, onun, kendi çevresinde bahtlı bir kadın olduğundan bahsetmekle birlikte yazdığı hissiyatlı şiirlerden ancak İstanbul’daki “bir grup şair ve edipler”in istifade edebildiğinden şikâyet eder. Aslında haklılık payı vardır bu tespitte. Nigâr Hanım uzun yıllar boyunca “elitist” bir şiirin temsilcisidir. Lâkin siyasal değilse de vatanî meseleler karşısında ilgisiz olduğunu söylemek haksızlık olur. Nitekim o, 1916’da Elhan-ı Vatan’ı yayımlayacak ve en zayıf şiir kitabından kendisine bir kimlik biçecektir: “Elhan-ı Vatan şairesi.”