Faruk Erem Türkiye Barolar Birliği Eski Başkanı avukat, profesör, yazar
1913 yılında İstanbul'da doğdu. Hukuk Fakültesi mezunu. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünde çalıştı. İnfaz Tüzüğünü hazırladı. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi oldu. Profesör oldu. Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Baş Hukuk Müşavirliği yaptı. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı'na seçildi.
Onlarca hukuk kitabı ve makalesi var. “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı eseri, tiyatro ve filmlere konu oldu.
1999 yılında vefat etti.
HAKKINDA YAZILANLAR
SELAM OLSUN AVUKAT FARUK EREM USTAYA Av. Adil Giray Çelik Denizli Barosu
"Tarihte Savunma ve Meslek Kuralları" kitabının hazırlanması çalışmaları sürerken, 15 Kasım 1998 gece geç saatlerde Avukat Faruk Erem in öldüğünü haberlerden izledim. Uzun yıllardır kendisini görmüyor, iletişim kuramıyordum. Ankara Adliyesi'ndeki, Yargıtay'daki hal ve tavırları gözümün önüne geldi. Hani gırtlağınızın en derin kısmı tıkanırda öyle kalakalırsınız ya. Öylece kalakaldım.
1992 Yılının acı Ankara soğuğunda, Ankara Barosu Dergi Kurulu, Avukat Faruk Erem'le söyleşi yaptı. Bu söyleşide bende bulundum. Mesleğin ilk günlerinde, Ankara Barosu Dergi Kurulunun genç bir üyesi olarak bu söyleşide bulunmaktan mesleğimin her aşamasında onur ve gurur duymuşumdur. Söyleşide Hocanın sesini teybe almış, konuşmaların çözümünü Ankara Barosu Avukatlarından Levent Gök ve Ankara Barosu Dergisi yazı kurulu ile birlikte yapmıştık. Hala sesi beynimin kıvrımlarındadır.
Avukat Faruk Erem, 1913 yılında İstanbul'da doğdu. 05.05.1947 yılında askerlik arkadaşı Avukat Fehmi Yağcı ile eniştesi Avukat Aziz Barıkan'ın önerileri ile Ankara Barosuna Avukatlık stajı için başvuruda bulunur. Staja Başlamasına uygunluğunu Av. Bülent Nuri Esen soruşturur. Ve Faruk Erem'le ilgili raporunu Ankara Barosuna verir.
Raporunda; "Gerek liseden emsali bulunan ve halen bir kısmı Ankara'da resmi daire merkezlerinde ve diğer kısmı Adalet Bakanlığı ileri gelenleri arasında yer almış bulunan arkadaşlarının ve gerekse kendisini özel surette tanıyanlarla, akademik çevreler mensuplarının manevi fikri mükemmelliği üzerinde müttefik bulunduklarını tespit etmekle iftihar duyduğum bu güzide genç arkadaşımızın Baromuza intisabının meslek için bir kazanç teşkil edeceğinden asla şüphem yoktur"
Fakülteyi bitirdikten sonra, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünde çalışmış, İnfaz Tüzüğünü hazırlamıştır. Öğretim üyeliği için Üniversite sınavına girmiş, önce Doçent, sonra Profesör olmuş, Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Baş Hukuk Müşavirliği yapmış, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına seçilince görevlerinden ayrılmıştır.
Faruk Erem, ömrünü Avukatlık mesleğinin onurlu gelişmesine adamış, yaşamı boyunca mesleğe kalıcı eserler sunmuştur. Türk Avukatları, mesleğe gösterdiği sınırsız çabaları ve Şerhli Meslek Kuralları kitabı ve diğer eserler nedeniyle kendisini daima minnet ve şükranla anacaklardır. 1969 yılında toplanan Türkiye Barolar Birliğinin ilk başkanı olarak seçilmiş, üç dönem, 12 yıl aralıksız Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı görevini sürdürmüştür. Meslek kuralları onun döneminde hazırlanmış olup, Erem'in düşünce ve emek birikiminin ürünüdür. Üçüncü dönemin bitmesine iki yıl kala tekrar aday olmayacağını tüm Barolara bildirmiştir.
Kendisiyle yaptığımız söyleşide bir anısını aktarmasını istemiştik. Kitaplarında almadığını ama kendisini çok etkileyen anısını aktardı. "Babasını öldürmekten yargılanan bir genç sanığı savundum, kurtaramadım Hüküm kesinleşti. Cezaevine gittim. Niçin yaptığını, kendisini ve annesini çok mu üzdüğünü sordum? -Bende gerçekten bilmiyorum. Beni ve annemi hep el üstünde tutardı, ama kendisini bir türlü sevemedim. Dedi. Yapacak bir şey yoktu çıktım. Avluda bir kadına rastladım. Neticeyi sordu. Söyledim. Başladı ağlamaya. -Avukat Bey, dedi. Çocuğumun öldürdüğü adam çocuğumun babası değil. Hemen koluna yapıştım, gidip gerçek babasını bulalım kanunda yeri var, kurtarırız. Dedim. Kadın; -Yapamayız, dedi. Neden? Dedim. -Çünkü, çocuğumun babası sandığı kişiyle evlendiğimde, gerçek babasından gebeydim. Hesap tutmadı, söylemek zorunda kaldım. Gitti, çocuğumun gerçek babasını öldürdü, dönüp geri geldi. Katil bilinemedi. Bana ve çocuğuma o kadar iyi davrandı ki, ben mutluydum, ama çocuk onu bir türlü sevemedi. Bu olayı hiç unutamam.
Yine unutamadığım bir şey var, o gün hapishane avlusuna yağmur yağıyordu..."
26 Temmuz 1972 tarihinde, Üniversiteler Kanunu protesto için Ankara Üniversitesindeki görevinden istifa etti. Bu olayı gazeteler birinci sayfadan dört sütun manşet olarak verdiler. Dilekçesinde istifasına neden olarak şu gerekçeyi göstermiştir. "Politik nedenlerle özerklik üniversiteden gasp edilmiştir. Özerkliğin iadesi için gerekli çabayı denemek kararındayım."
O günlerde hararetle tartışılan ölüm cezaları hakkındaki düşüncelerini sorduk. Yanıtladı. "Benim kanıma göre, hiçbir zaman, hiç kimse yalnız düşüne, düşüne bir şeyin yanında veya karşısında olamıyor. Yaşantımızda rastladığımız olayların düşünsel inançlarımıza etkisi olduğu muhakkak. Ben öğrenci iken Adliye de Ağır Cezada katip idim. Yaşlı bir başkatibimiz vardı. Emekliliğini düşünüyordu. Bir sabah geldim. Bir dosyanın başında düşünüyordu ve gözünden iki damla göz yaşı döküldü. Birden şaşırdım. Ne oldu Baş Efendi diye sordum. -Bir şey yok. Ben hep ölüm cezası Yargıtay'dan tasdik gelince böyle ağlarım. Haydi git izinlisin, evinde ders çalış, belki ileride bir şeyler yapabilirsin. Dedi.
Başka bir olayda bir ölüm cezasında sanığın suçsuz olduğuna inanıyordum. Ama bu yeterli olmadı. Hüküm kesinleşti. Malum bizim Usul Hukukumuzda infaz sırasında bulunması için sanık Avukatına tebligat yapılır. O zamanlar çok genç ve tecrübesiz bir Avukattım. Çağrılınca gitmemek olmaz gibi geldi bana ve gittim. Her şey hazırdı, adamı sehpa üzerine çıkarttılar. Son isteği olarak sigara verildi, yarısına kadar içti, attı. Bana döndü. "Tut Elimi" dedi. Adamın elini tuttum. Adam asıldı. Ama, adamın nasıl soğuduğunu ben duydum. Bir adamın nasıl soğuduğunu eğer duymamışsanız, ölüm cezasını müdafaa edebilirsiniz."
Hoca mesleğin sıkıntılarını da kendiliğinden dile getirmiş, meslektaşlar arası dayanışmanın gerekliliğinden ısrarla bahsetti. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde yaşadığı, yıllarca unutamadığı, çok üzüldüğü bir olayı aktardı.
Faruk Hoca sanık Avukatı olarak Ağır Cezada duruşmaya girer. Müdahil vekili yaşlıca bir Avukattır. Hoca sanığa ve tanıklara istediği gibi sorular yöneltmektedir. Zaman ilerledikçe müdahil Avukatının terlediğini, zorlandığını görür. Karşı tarafı köşeye sıkıştırdığını sanarak mutluluk duymakta, tanıklara istediği soruları yöneltmektedir. Duruşmanın sonunda Mahkeme Başkanı Gereği Düşünüldü, der demez , Faruk Hoca Yerinden fırlar ayağa kalkar. Müdahil Avukatı başı elleri arasında öylece kalakalmıştır. Başkan Avukatın duymadığını sanarak sözünü yineler. Müdahil meslektaşı son bir gayretle doğrulmaya çalışır, yüz üstü kafası öndeki masaya düşer. Müdahil vekili duruşma sırasında kalp krizi geçirmekte, hayatla ölüm arasında görevini yapmaya çalışmaktadır. Mahkemeye saygısı nedeniyle son bir gayretle doğrulmaya çalışır, yüzüstü masaya düşerek orada vefat eder. O günkü duruşmayı, meslektaşının son bir gayretle kımıldamaya çalışıp, kafasını vurduğu anı yaşamının hiç bir döneminde unutamadığını belirtmişlerdir.
Söyleşinin sonunda Hocadan genç meslektaşlara önerilerini sorduk. Baha Kantar Hocanın emekli olduğu gün kendilerine şu öğüdü verdiğini, kendisinin de o öğüdü tekrarlayacağını söyledi. -"DÜRÜST OLUN, DÜRÜST OLUN, DÜRÜST OLUN........"