Biyografi Ara!
Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor
Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor
doktor
Erol Ergüler
doktor
1983'te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Nükleer tıp ihtisası yaptı. Radyonüklid teşhis ve tedaviler konusunda faaliyet gösterdi. Dr. Ergüler, yaklaşık 10 yıldır tamamlayıcı doğal tıp konularında (ayurvedik tedavi, meditasyon, bitkisel tedavi, hipnoterapi gibi) çalışmalarını sürdürdü.
Türkiye Nükleer Tıp Derneği, Avrupa Nükleer Tıp Derneği, Tıbbi Hipnoz Derneği üyesidir.
ROPÖRTAJ
Dikkat!.. 'Önce hastalığı sonra ilacı pazarlıyorlar'
Nuriye Akman
ZAMAN 29 Ekim 2006
Uydurma hastalıklar üzerinden ilaçları markalaştıran ilaç tröstlerinin sömürülerinden pek haberdar değildik.Doç. Erol Ergüler'den önemli uyarılar
Televizyon, araba, elbise veya cep telefonu gibi ürünlerin markalaştırılarak, insanların bunlara sahip oldukları takdirde mutlu olacağına dönük pazarlama tekniklerine aşinayız. Ancak uydurma hastalıklar üzerinden ilaçları markalaştıran ilaç tröstlerinin sömürülerinden pek haberdar değildik.
Avustralyalı Ray Moynihan ve Kanadalı Alan Cassels tarafından yazılan Satılık Hastalıklar kitabı işte tam bu konuyu işliyor. Nuriye Akman'ın, kitabın çevirisine önsöz yazan Yard. Doç. Erol Ergüler ile yaptığı röportaj, bu zamana kadar üzerine gidilmemiş bu tıp skandalını değişik boyutları ile irdeliyor. Dr. Ergüler, 500 milyar dolarlık sağlık sektöründe dönen dolapları, insanların nasıl hastalık hastası haline getirildiğini, dikkat eksikliği sendromu, kemik erimesi, yüksek kolesterol gibi verilerin nasıl gerçekliğinden kopartılarak uydurma hastalıklar haline getirildiğini anlatıyor. Reçetelere ilaç markalarının yazılmasının çok büyük hata olduğunu kaydeden Ergüler, İngiltere'deki gibi doktorların jenerik ilaç ismini yazması gerektiğini ifade ediyor.
Bayramda bir kitap okudum, beni altüst etti. Adı: Satılık Hastalıklar. Avustralyalı Ray Moynihan ve Kanadalı Alan Cassels tarafından yazılmış, Hayy Kitap basmış. Büyük ilaç tröstlerinin sağlıklı insanlara ilaç satmak üzere geliştirdikleri pazarlama taktiklerini, doktorlara yönelik manipülasyonları, tıp kongrelerinin, sağlık otoritesi kabul edilen kurumların ilaç üreticileriyle çıkar ilişkilerini, kolesterol, yüksek tansiyon gibi bazı risk faktörlerinin başlı başına birer hastalık olarak markalaştırıldığını, bunun dışında yepyeni hastalıklar "icat" edildiğini, vücudun doğal süreçlerinin medya marifetiyle derhal ilaç kullanılması gereken durumlar olarak kodlanıp korku tellallığı yapıldığını, ilaçların yan etkilerinin gizlendiğini, ilaçlara bağlı ölümler nedeniyle devam eden davaları... Daha neleri neleri... 500 milyar dolarlık cirosuyla dünyanın üçüncü en büyük sektöründe dönen dolaplar tabii ki bir söyleşiyle anlaşılmaz. Ama ben kendi payıma düşeni yapmak istedim. Kitaba önsöz yazan Yard. Doç Dr. Erol Ergüler'le konuşmak üzere Marmara Nükleer Tıp Grubu'nun Nişantaşı'ndaki ofisine gittim. Kitapta konu; yüksek tansiyon, depresyon, yüksek kolesterol, menopoz, sosyal anksiyete, dikkat eksikliği sendromu, osteoporoz, irritabl bağırsak sendromu, regl öncesi disforik bozukluk rahatsızlıkları çerçevesinde anlatılıyor. Bence herkesin okuması gereken bir kitap. Dr. Ergüler'in önsöz yazısında belirttiği gibi umarım ortak bilinç denizinde pozitif dalgalanmalar yaratır. Özellikle kolesterol düşürdüğü iddia edilen bazı gıda reklamlarının yasaklanmasına rağmen hâlâ televizyon kanallarında döndüğü şu günlerde...
Satılık Hastalıklar'ı okuyuncaya kadar 'hastalık markalaştırma sanatı' diye bir sanattan, ilaç üretiminin çoğunlukla sağlıklı insanları avlamaya yönelik olduğundan haberdar değildim. Sağlıklı ile hasta olanı ayıran sınır ne kadar geniş çizilirse potansiyel hasta pazarı da o kadar büyük oluyormuş meğer...
Hastalık nedir, ilaç nedir? Onun tarifini yapmazsak konu tam olarak algılanmaz. Hastalık hali insanın doğal yaşantısında olmayan, patolojik diye nitelendirdiğimiz, günlük hareketleri, sosyal ilişkileri, fiziksel ve mental durumunu olumsuz yönde değiştirici bir haldir. Normalde bunları değiştirmeyen bir duruma hastalık adını veremezsin. Modern tıpta hastalık halinin tespiti çoğunlukla kimyasal testlerle yapıldığı için bazı rakamsal sınırlamaları, bu testleri yapan cihazları geliştiren, bu testlerde kullanılan malzemeleri üretenler koyuyor.
Benim kolesterol ve hormon seviyemin normal mi anormal mi olduğunu tıbbi cihaz ve ilaç üreticisi belirliyorsa, satışlarını artırmak için hastalık tellallığı yapması da çok kolay o zaman.
Kolesterol bizim olmazsa olmazımız, bizim kendi yakıtımızdır. Ama bu düşük olunca da, yüksek seviyeye çıkınca da bazı riskleri içerir. Kolesterol düzeyi biraz yükselmiş olan insan, aynı zamanda sigara içiyorsa, hareketsizse, günlük jimnastiğini yapmıyorsa, aynı zamanda bu kişi beslenmeyi bilmiyorsa riskler artar. Bütün bunları aynı zamanda yapabilmek gerekiyor. Yani kardeşim sen yürüyüşünü yaptın mı, beslenme düzenini buna göre koydun mu, sigaranı bıraktın mı? Ha bundan sonra da şu ilacını da kullandın mı? Bu insanı sadece ilaca para verebilecek biri gibi görüp, diğer destekleri koymazsanız o zaman işte art niyetli baktığınız ortaya çıkar. Siz kolesterol seviyesinin normalden düşük olmasının zararı hakkında bir şey duydunuz mu?
Onu duymadım; ama Türkiye'de "ilaç reklamı serbest olsun" diye derin kulisler yapanları duydum...
Asıl sorun bu işte. Bazı ülkelerde çok rahatlıkla ilaç reklamı yapılabiliyor. Doktorun hiçbir tavsiyesi olmadan sadece ilaç firmasının "Nuriye Hanım bu ilacı kullanırsanız, günlük yaşantınızdaki şu şu olumsuz belirtiler yok olacaktır. Bu ilacı alın siz" şeklinde, doktoru bile by-pass ederek ilaç reklamı yapan ülkeler var. Türkiye'nin bu konuda duyarlı olması; ilacın, hastalık teşhisini koyan hekim tarafından yazılması lazım. Üstelik marka olarak da değil jenerik ilaç olarak, yani etken maddesinin belirtilmesi, yazılması lazım. Bazı global şirketler, Türkiye'de ilaçlar reçetesiz olarak marketlerde ya da internetten satılsın diyor. Ben işte falanca kişiye distribütörlük vereceğim. O da bir web sitesi kursun. Evde o da satsın diyorlar. Bir bu yönden dayatma var; bir de reçeteye ilacın marka adını yazmayın, sadece jenerik ilaç yazın diyenler var. Burada kim kazanacak ya da kimin etkisi altına girileceği sorusuna cevap vermek lazım. İlaç firmaları, fütursuzca reklam yapabiliyorsa hastalığın sınırlarının çizilmesinde otorite haline gelmiş demektir. Türkiye'de hiç değilse reklama izin verilmemesi gerekiyor.
Reklamın yanı sıra başka manipülasyonları da anlatıyor kitap. Hem de belgeleriyle. Doktorların bu ilaçlara yönlendirilmesi, bilimsel konferans adı altında uygulanan pazarlama teknikleri, otorite saydığınız sağlık örgütlerinde çalışan üst düzey insanların aynı zamanda ilaç firmalarından maaş almaları, falanca ilaç şirketinin bilmem ne hastalığı vakfına sponsor olması, şöhretlerin bir araç olarak kullanılması...
Tabii kitapta bunları dehşet içinde okuyorsunuz. Bu kitap yapılan korku tellallığını, dönen dolapları son derece belgeli şekilde vermiş.
Bir risk faktörünün apayrı bir hastalık olarak nasıl kodlandığını merak edenler mutlaka okumalı.
Test malzemeleri ve ilacın bir üretildiği yer var, bir de hastalık için teşhis konulan yer var. Maddeyi siz ya da ben üretmediğimize göre o referans aralıklarını, o normal- anormal rakamlarını belirleyen, hastalık çizgisini değiştirebilecek kişiler bunun üretim sorumluları. Siz diyelim bir kolesterol seviyesini ölçüyorsunuz. Diyorsunuz ki Nuriye Hanım'ın kolesterol seviyesi şu noktadan sonraya gittiği takdirde kalp krizine yol açabilir, şu ilacı beş sene içerseniz bu riskten kurtulursunuz.
Ve içmeye ikna etmek için de ayrı teknikler kullanılıyor...
Mesela yüz kişiyi alıyor karşısına, diyor ki, "Üç tane ilacım var. Bunları 5 sene kullanırsanız, birinci ilaç sizi yüzde 33 oranında kalp krizinden kurtaracak. İkincisi kalp krizi geçirme riskinizi yüzde 3'ten yüzde 2'ye indirecek. Diğer ilaç da aranızdan sadece birinin krizini önleyecek. Hangi ilacı alırsınız?" diye sorulduğunda herkes birinci ilacı tercih ediyor. İkna metodu belirleniyor ve reklam da buna göre yapılıyor.
Aslında üçü de aynı şey. Sonuçta kriz geçirme riski sadece yüzde 1 puan aşağı çekiliyor.
Evet. Dolayısıyla bu reklamın bile, bilimsel anlamda sunulan ilacın bile, etkisinin çok büyük etik kurallar tarafından incelenip, doğrusunun verilmesi gerekiyor. Jenerik adı yazılmıyor ilaçların. Marka olarak yazılıyor bizde. Mesela aspirinin jenerik adı asetik salisilik asittir. Yirmi firma da asetik saliktik asit üretir. Hepsinin marka adı farklıdır. İngiltere'de doktor jenerik ilacı yazar reçeteye, ilacın markasını yazmaz. Hasta gittiğinde sağlık kurumundan bununla ilgili uygun ilacı alır. Ama aynı jenerik madde fahiş farklı fiyatlara satıldığı için manipülasyonlar çok olur.
Ve biz aynı etkinliğe sahip olan bir ilacı 1 liraya alma imkanımız varken 10 lira öderiz.
O bir liralık ilacı satmak için bir grup oluşmuş, on liralık ilacı satmak için de başka bir grup oluşmuştur. Bunların her biri bizim ilacımızı kullansınlar diye kendine göre farklı bir tanıtım zincirine girerek farklı bir çekim alanı oluşturmaya çalışacaklardır. Buna müsaade ettiğiniz zaman, her ülkedeki yasalar ölçüsünde o gruplar o pistte danslarını şekilleyecekler. Biri tango yapacak, biri vals yapacak, diğeri harmandalı oynayacaktır.
Doktorların ikna sürecinde, eşleriyle birlikte dünya seyahatleri, beş yıldızlı otellerde ilaç tanıtımları yapılacaktır mesela…
Bir bilimsel kongrenin düzenlemesinde kimler sponsor olur noktasına geldiğinizde giriniz internet sitelerine hepsinin ilaç devleri olduğunu görürsünüz. Kongrelerin yüksek kayıt ücretleri vardır. Hekimlerin maaşlarına kadar varan! Durumu böylece kabullenir, bir hekimin eşiyle birlikte yılda birkaç kongreye katılımını gerekli görürsek, biz de o manipülasyonun parçası olmuşuzdur. Tabipler Birliği'nin önerisi; bilimsel toplantılarda hiçbir zaman sektördeki ilaç ve cihaz firmaları sponsor olarak kabul edilmez. Her kuruluş, her dernek kendi yağıyla kavrularak bu organizasyonları yapmak durumundadır. Kongre ücretleri makul seviyede olmalıdır. Bilimsel toplantıda lüks eğlence neden olsun? Ama pratikte böyle olmuyor. Tabipler Birliği'nin önerisi duymazlıktan geliniyor. Çünkü yasal olarak ellerinde güç yok. Etik olarak kuralları belirliyor. Uyan uysun diyor. Yetkisi az. Kurumsal yaptırımlar söz konusu değil. Tavsiye niteliğinde olduğu için tabip odaları bu konuda daha öteye gidemiyor.
Yaşlılar için kemik erimesi bir hastalık değildir
Gelelim yaşlı kadınların kemik vücut değerlerinin otuz yaş kadınına göre kıyaslanıp, durumlarının hastalık addedilmesine. Yaşlıların kemik erimesi tehlikesine karşı ilaç alması fikri beynimize bir kez yerleşirse pazarın ne kadar büyüyebileceğini düşünebiliyor musunuz? Buna Türkiye'nin bütçesi yeter mi?
Yetmez tabii. Emekliler böyle bir pazarın zaten oluşmuş olduğunu bilmiyor mu? Kabul günlerinde bile benim kemik erimem için, kolesterolüm için, romatizmam, tansiyonum için ilacım şu kadar kaldı. Haftaya doktora vitaminlerle beraber yazdıracağım demiyorlar mı?
Kemik dansitometresi kemik erimesini direkt olarak göstermez. İdrarda ve kanda bazı maddeler de ölçülür. Bunlara göre kemik erimesinin miktarı uzman muayenesiyle tayin edilir. Bu yapılmadan sadece kemik dansitometresine göre bir sonuca ulaşılmamalı. Kemik dansitometresi bir ülkede yapılır, değişik ülkelere satılır. Kemik yoğunluğu her ırkta ve bölgede farklı değerlerde olur, normali bölgelere göre değişebilir. Tek bir normal değer ortaya koyarsanız ve bu ölçüyü dar tutarsanız etrafınızdaki çoğu insana kemik erimesi hastalığı etiketi yapıştırılır. Zaten yaşlılıkta kemik yoğunluğu azalmak zorunda.
Kemik erimesi aslında yaşlıyı hafifleştirerek hayatını mı kolaylaştırıyor yani?..
Yaşlı bir insanın hafif olması lazım. Yaşlı bir insan ağır olursa zaten doğal olarak hareket kabiliyeti zorlanır. Kırık riski yüksek kişiler ilaç kullanmalı, kemiğim güçlensin diye herkes kullanmamalı. Kalsiyumun azlığı nasıl bir hastalıksa, fazlalığı da aynı şekilde bir hastalık. Doğal bir döngüdür kemik erimesi, bir hastalık değildir. Kemiğin kırılacak noktaya kadar gelmesi kötü beslenme ile de ilgili.
Birçok insan kalsiyum hapları peşinde koşuyor.
Kalsiyum hapları peşinde koşuyorsun da senin yediğin peynir, yoğurt, süte ne oldu? Onlar üvey evlat değil. Üvey kalsiyum diye bir şey yok. Burada işte büyük kitlelere empozeler, insan sağlığına uygun olmayan bilinçsiz reklamlar, tanıtımlar, yönlendirmeler... Yasal boşluklar var. Tabipler Birliği'nin sözü dinlense ya da jenerik ilaç yazılsa bunları tartışmamıza belki gerek kalmayacak. Ama böyle boşluklar olduğu zaman herkes kendi senaryosunu yazıp kendi filmini çekiyor. O nedenle kemik erimesini önleyici ilaçları, gerçekten, patolojik olarak kemik erimesi olan kişilerin kullanması gerekir. Hasta olup olmadığını bilmeden, sadece benim yaşım geldi, menopoza girdim, kemik erimem başlamıştır, ben bu ilaca mahkumum şeklinde bir düşünce oluşuyorsa kişi büyük yanılgıdadır.
İnsanın kendi doğal savunma mekanizmalarını kırmak, sonuçları vahim olacak büyük bir hatadır. Doğal olarak sahip olduğumuz mekanizmaları güçlendirmek yerine kimyasal ilaçlara niçin öncelik verelim? Üreticiler ilaçlarını öyle pazarlıyorlar ki kişiler bunu kendileri, gönüllü olarak alıyor. Bu haysiyetsiz global deneyin denekleri olmak istemiyorsanız sevdiklerinizi uyarın.
Yaklaşık 10 yıldır tamamlayıcı doğal tıp konularında (ayurvedik tedavi, meditasyon, bitkisel tedavi, hipnoterapi gibi) çalışmalarını sürdüren Yard. Doç. Erol Ergüler, 500 milyar dolarlık sağlık sektöründe dönen dolapları anlattı.
Menopoz bir hastalık olarak kodlandı son zamanlarda. Menopoz hastalıksa dünya kuruldu kurulalı bütün kadınlar ya hasta ya da potansiyel hasta mı oluyor?
Menopoz kimi çevrelerde gösterildiği, kimi mesajlarda verildiği gibi bir hastalık değildir. Menopoz çağında hastalıklar vardır. Herkesi menopoz dönemine girecek diye potansiyel hasta görüyorsanız burada bir art niyet söz konusudur. Sağlığa ve etiğe aykırı bir durum vardır.
Menopoz östrojen kaybı olarak tanımlanınca, bu maddenin eksikliğini tamamlama işi, yani ilaç satışı meşrulaştırılmış oluyor. Öte yandan bu hormon ilaçlarının meme kanserine, kalp krizine, vs.'ye yol açtığı gizleniyor.
Mesela tansiyonda da aynı şey var. Tansiyonun sınırları daha aşağıya çekildi eskiye göre. Daha aşağıya çekilince bu sefer tansiyon ilacı kullanması önerilen insan sayısı birdenbire üç katı arttı Amerika'da. Bir gecede şüpheli tansiyon hastası grubu üç kat büyüdü. Bunlar tıbben kabul edemeyeceğimiz şeyler. Şu an piyasada satılan ürünlerin kendisi yanlış değil. Ama ilacı kullanmaması gereken kitleye kullanmasının empoze edilmesi çok yanlış.
İlaç firmaları, Tabipler Birliği, Sağlık Bakanlığı, herhangi bir üniversitedeki bir grup bilim adamı başka başka şeyler önerebiliyor. İlaç kullanımı konusunda kime inanacağız?
Burada yapılması gereken şey, suistimalleri, art niyetleri ortaya çıkarmak. Herkes kendisine göre bir otorite olursa, kurumların işbirliği olmazsa, bütünlük oluşmazsa bu deprem devam eder. Menopoz konusunda ilaç kullanan kişilerin yarıdan çoğu doktoruna danışmadan alıyor.
Bir sağlık ocağına gidin. Menopoz ilaçlarının yazılmasına bakın. Herkes sağlık karnesini getirir, 'Benim şu ilacım bitti bunu alacağım, devam edeceğim' der. Ve çoğu hasta kendi kafasından devam eder. Başlangıçta doktor belki bir süre için vermiştir ilacı; ama kişi yönlendirmelerin etkisinde sürekli almaktadır.
Çünkü bilinçaltı dolu bu kadının. Kendilerini falanca hastalığın tedavisine adamış ünlü şarkıcılar, artistler televizyonlarda, "Aman sakın ihmal etmeyin ilaç almayı" diyorlar.
Sağlıkla ilgili otorite olmayan kişilerin söylediği sözlerde bir art niyet ve çıkar aramak lazım.
Bunun arkasındaki bilimsel gerçeği aslında insanın sorgulaması gerekiyor. Sorgulayamadığı ölçüde, cehaleti ölçüsünde yapılacak bir şey yok burada. Menopoz konusunda bizim önerimiz şu: Öncelikle, hastanın hekimine tam olarak güvenmesi lazım. Kesinlikle tetkikleri yapmadan kafasına göre ilaç almaması lazım. 'Yaşım geldi, benim menopoz dönemim geldi. İlaç alayım' diye bir düşünce olmaması lazım. Kişiler, bire bir hekimlerinden çok diğer etkileşim alanlarından etkilenerek kendi kafalarına göre ilacı kullanmakta. Türkiye'de etkin takip sistemi olmadığı için oradaki doktor, 'Ha bunun gittiği uzman var, istemiş. Ama ilacı yazdırmak için bana geliyor Emekli Sandığı'ndan. O zaman kırmayayım yaşlı teyzemi yazayım' diyor, yazıyor.
Ama siz asla 'menopoz ilacı almayalım' demiyorsunuz...
Tabii, ergenlik çağındaki bir kızda östrojen seviyesi farklıdır, doğurganlık çağındaki kadında farklıdır, menopoz dönemindeki kadında farklıdır. Her yaşın kendi içerisindeki normal değerlerin çok dışında olan özel durumlarda eksiklik neyse, ne gerekirse onun yapılması lazım. Çocuk da şeker hastası olabilir, erişkin birisi de, gebe birisi de, astımlı birisi de şeker hastası olabilir. Menopozdaki birisi de, yaşlı birisi de şeker hastası olabilir. Hepsindeki yaklaşım farklı şekildedir. İlaçlar ve cihazlar insan sağlığı için üretiliyor. Ama ben bu ilacı madem ürettim, buna hedef olan kitle on kişiyse yüz kişiye çiklet gibi bunu satayım diye, yasal ve etik boşlukları daha üst düzeyden denetleyen çokuluslu bir sistem varsa orada durmak lazım. 'Aa bak şu ülke başıboş, şu ülkeye de şunu uygulayalım da birkaç milyon dolar da buradan kazanalım' dendiği takdirde bize ancak konuşmak düşüyor.
Durmadan normal değerleriyle oynanan yüksek tansiyon bir hastalık mıdır? Yoksa kalp krizi, felç vs. hastalıklar için bir risk faktörü müdür?
Tansiyon normal bildiğimiz sağlıklı, atletik, sporunu yapan genç bir insanda 12'ye 8'dir. 7'de olursa, 9'da olursa fena değil. 12 olan tansiyonumuz da 10 buçuk ile 13, 14 arasında olursa yine normaldir. Biraz yüksek çıkarsa 'Acaba heyecanlandınız mı, korktunuz mu, merdiven mi çıktınız, üşüttünüz mü, bir sıkıntınız mı var?' diye düşünülebilir. Yani o an heyecanlanmıştır, doktorun muayenesine ilk defa geliyordur, tansiyonu yüksektir. Sonraki normal çıkar. Öteki türlü de ölçtükleriniz neye bağlıdır? Tok karnına, aç karnına rahatken, gevşekken farklıdır. Bir kardiyolog ve dahiliye uzmanının yönlendireceği şekilde kalbi dinlenir, elektrosu çekilir, kanda tansiyonu yükseltici bir madde var mı ona bakılır, bu şekilde tetkiklerden sonra tansiyon yüksekliği varsa probleminin çözülmesi lazım. Şimdi günlük yaşantımıza bakıyoruz, birisi komşusuyla kavga ediyor evdeki aletle tansiyonu ölçülüyor, yüksek çıkınca gidip eczaneden ilaç alınıyor. Veya bir polikliniğe girilip ona bu tetkikler yapılmadan 'al şu ilacı kullan, şu kadar süre sonra gel' deniliyor. Bu yasal ve etik boşlukları da promosyona dayalı uluslararası sistem dolduruyor. Üreticiler ilaçlarını öyle pazarlıyorlar ki kişiler bunu kendileri, gönüllü olarak alıyor.
Doktorlarla ilaç şirketleri arasındaki ilişkileri düzenleyen yasa var mı?
Yok. Sadece Sağlık Bakanlığı'nın haziran ayında ilaç firmalarının doktorları ziyaret saatiyle ilgili bir genelge yayınladığını biliyorum.
Size göre ilaç represantları doktorun yanına girebilmeli mi?
Kesinlikle girmemeli. Ama ilaç firmalarının yaptığı ilacı sadece hekime tanıtması gerekiyor. Bir doktora bir ilacı, bir pazarlamacı hangi bilimsellikle tanıtabilir? Daha bilimsel yollar denenmeli.
İlaç firmaları fakirlerde görülen hastalıklar için çaba göstermiyor sanki?
Mesela girin internete, tüberküloz hastaları için hiçbir sponsorluk, hiçbir destek, hiçbir kongre, hiçbir faaliyet göremezsiniz. Çünkü tüberküloz fakir hastalığıdır. Para veremez, alamazsınız zaten ondan bir şey. Verem savaş dispanserine gidersiniz ilacınızı alırsınız. Onlarla ilgili hiçbir promosyon, hiçbir tanıtım yapılmaz. Ama işte menopoz denince herkes ayağa kalkar. Kolesterol deyince herkes hoplar zıplar. Biraz da tüberküloz pistinde dans etsenize. Bu arada sivil toplum örgütleri gerçekten iyi bir şey yapmak istiyorsa tekrar hortlayan tüberkülozla ilgilensin.
Niye ilgilensin ki! Çocuklarda 'dikkat eksikliği sendromu' diye bir şey uydurulmuşken, sınav problemi olan bütün çocuklara ilaç satmak varken, üreticileri kazançlarıyla yetinmezken, çocukluğun en fazla 10 yıl sürdüğünün farkına varıp, 'yahu ben yetişkinlere de dikkat eksikliği sendromu ilaçları üreteyim' derken… Bu toplum nasıl toplayacak dikkatini hocam?
Sağlık Bakanlığı'nın halkı bilgilendirmeye daha aktif bir şekilde zaman ayırması lazım. Hem kuruluş bünyelerinde hem de internet sitesinde, bu bilgileri çok daha detaylı, anlaşılır, uyarıcı biçimde vermesi lazım. Mağdur durumda olan kişi en azından Sağlık Bakanlığı'nın sitesine girip doğru bilgiyi oradan almalı. Üniversitelerin de yine aynı şekilde bilgilendirme sitelerini oluşturmaları gerekiyor. Çoğu üniversitenin web sitesinde o ayın yemek listesi bile yayımlanıyor personel için, ama hastaları uyarıcı bilgi fazla bulamazsınız. Bakın kolesterol düşürdüğü iddia edilen bazı gıdaların reklamlarının yasaklanması gündemde. Sanayi Bakanlığı ile firmalar tartışıyor, acaba vatandaş bu konuyla ilgili Sağlık Bakanlığı'ndan veya diğer kuruluşlardan, üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından aydınlatıcı ve doğru bilgi alabiliyor mu?
Kolesterol ilacından insanlar öldü
FDA (Food and Drug Administration) diye bir kurum var. İlaç ve gıda konusunda en büyük otorite. Kitaptan öğrendiğime göre oradaki karar vericilerin çoğu özel ilaç firmalarından maaş alıyormuş.
FDA, Amerikan hükümetinin sağlıkta en önemli kurumudur. Bütün ilaçların ruhsatı FDA tarafından verilir. O vermedikçe de diğer ülkeler bunu almazlar ve ithal etmezler. Çünkü gümrük sizden FDA onayını ister. FDA'nın çeşitli komisyonlarında bilirkişi olarak görev yapan etkili dokuz kişiden sekizinin ilaç şirketleriyle mali ilişkide olduğu kitapta çok net gösteriliyor. Yüksek seviyede kullanılan ilk jenerasyon kolesterol ilaçlarından dolayı insanlar ölmeye başlayınca FDA ruhsatını iptal etti geçmişte. Kitapta hangi ilaçlar olduğu tarih ve isimleriyle yazıyor. Şimdi burada konu şu: İlaç sektörü insanlık için çok iyi buluşlar yapacak. İlaçlar üretecek. Ve bu ilaçları satıp para kazanacak. Bunlar hayır kurumları değil, özel şirketler. Dolayısıyla para getirecek ilacı üretmek için gayret sarf edecekler. Hayır için değil.
TV'deki sağlık programları eksik ve yetersiz
Bazı gazetelerde yanıltıcı reklamların yasaklanma haberleri "haksız rekabet" imasıyla verildi. Kimse bu ürünleri destekleyen Kalp Vakfı'nı sorgulamıyor. Televizyondaki sağlık programlarını izlerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Çok acele yapılan programlar olduğunu görüyoruz. O konuda hiç detaya girilmemiş, incelenmemiş, eksik olduğunu görüyoruz. Seyirci tüm detayıyla sağlıklı bir bilgi alamıyor. Bir ilaç, cihaz ya da hastanenin promosyonu yapılıyor gördüğüm kadarıyla. Dolaylı da olsa onun empozesi var.
Doktor Bey, ben sağlıklı olduğumu düşünüyorum. Acaba yeterince test yaptırmadım mı?!.
(Gülüyor) Çok güzel. Bu iyi bir slogan. Kitaptan almışsınız. İki insana elli tane test yaptınız. Biri birine uymayacaktır. Hangisi normal? Birine bozuk demeniz lazım, birine normal demeniz için. Beş yüz insanda da bunu yaptığınız zaman, her insanda mutlaka farklılıklar olur. Bu farklılıkları hastalık gibi gösterirseniz kişi der ki, 'madem ben hastayım, tedavi et'. Tedavi etmek için de ilaçlara ihtiyacınız var. Dolayısıyla önce insanların sağlıklı olduğu noktaları bilip onlara destek olabilir ve hasta olmalarına engel olmaya çalışırsak sağlık sektörü olarak bizler görevimizi yapmış oluruz. Hastalık haline gelmiş ciddi vakalar için zaten ilaçlar bellidir. Onlar kullanılır. Ama işte burada hastalık ortaya çıkmadan sadece hastalık ihtimali ortaya çıkmışken insanlara, 'fırsatını bulduk, bu ilacı satalım' demek tamamen büyük bir hata.
Sadece maddi sömürü değil bu, insanın acıyla baş edebilme kapasitesini de çökertmek oluyor sanırım.
Evet, insanın kendi doğal savunma mekanizmalarını kırmak da sonuçları vahim olacak büyük bir hatadır. Doğal olarak sahip olduğumuz mekanizmaları güçlendirmek yerine kimyasal ilaçlara niçin öncelik verelim? Kitabın önsözünde de belirttiğim gibi bu haysiyetsiz global deneyin denekleri olmak istemiyorsanız sevdiklerinizi uyarın.
Ben de zaten bu tavsiyeyi dikkate alarak geldim. Ben de okurlarımı uyarıyorum.