Erhan Göksel kamuoyu araştırmacısı ve strateji uzmanı
1959 yılında Ankara'da doğdu. Bürokrat ve öğretim üyesi bir ailenin çocuğu. 1976’da Hacettepe Tıp Fakültesi’ne girdi. Ardından ekonomi doktora eğitimini yaptı. Politik psikoloji üzerine çalıştı. 1968-1983 arasında yüzme-sutopu ve basket oyunculuğu ile 1991-92’de basket antrenörlüğü yaptı. Bütün bu faaliyetleri sırasında hekimliğe devam etti. 1987’de Ankara Numune Hastanesi’ndeki görevinden istifa etti. 1983-87 arasında Türkiye’nin yurtdışındaki lobi faaliyetlerini yürüttü. Politik danışmanlık hizmetlerine, 1989’da Verso Siyasal Araştırmalar Merkezi’ni kurarak Adnan Kahveci ile birlikte başladı.
Sırasıyla siyasi danışmanlık yaptığı liderler: Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Aydın Güven Gürkan, Hikmet Çetin, Deniz Baykal, Mesut Yılmaz. Mesut Yılmaz’la 1999 seçimleri öncesi ayrıldı. Ayrıca 1996’da Bulgar Başbakanı Kostov’un, 1999’da Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’in başkanlık kampanyalarını yaptı. 1998-2000 arasında ABD’de Başkan Yardımcısı Al Gore’a Ortadoğu danışmanlığı yaptı. Halen Türkiye dışında ABD’de ve Çin’de de ofisleri bulunmakta ve siyasi danışmanlık faaliyetlerini siyasiler dışında uluslararası şirketlere de yapıyor. 22 Mayıs 2010 tarihinde ABD’nin New Jersey eyaletinin Edge Water kentinde öldü.
VEFAT-HABER
Göksel, ABD'de öldü
Araştırmacı ve Strateji Uzmanı Erhan Göksel (51), dün ABD’nin New Jersey eyaletinin Edge Water kentindeki Comfort Inn otelindeki odasında hayatını kaybetti. Bir bankanın yönetim kurulu adına yapacağı çalışma için geçen pazar günü ABD’ye giden Göksel, önceki gece oda servisinden sabah 08.00’de kahvaltı getirilmesini istedi. Kahvaltıyı getiren görevli, kapı açılmayınca tepsiyi odanın önüne bıraktı. Görevli, iki saat sonra tepsinin aynı yerde durduğunu görünce kat görevlisi ile birlikte odanın kapısını açtı. İki görevli odaya girdiklerinde yatakta Göksel’i cansız buldular. Kalp krizinden öldüğü sanılan Göksel’e otopsi yapılacağı ve gerçek ölüm nedeninin bugün anlaşılacağı belirtildi.
ERHAN GÖKSEL: MÜESSES NİZAM DAĞILDI MEHMET GÜNDEM Yeni Şafak 17.12.2007
Atın kışladan siyaseti…
Paşaların ardı ardına gelen açıklamaları “vicdan muhasebesinden” ziyade başka bir gerçeği ifade ediyor; Siyaset yapan ordu savaş yeteneğini kaybeder. Karargaha siyasi zaaf girdiğinde, ordunun savunma yeteneği ve caydırıcı güç fonksiyonu oyundan düşer.
“Dağa çıkışları önleyemedik”, “terörle mücadelede gerekli stratejileri üretemedik”, “başarısız olduk” çizgisinde toplanan beyanlar, kışlaya giren siyasetin hazin sonucudur.
Kendinizi ülkenin merkezine konumlandırıp da, asli işinizi unutup “siyaseti siyasetçiye bırakılamayacak kadar önemli bir uğraş” gördüğünüzde, yıllarını heba etti Türkiye. Ülke 30 bin insanını terörde kaybederken size çok ihtiyacı vardı, ama o günlerde siz bu kadar gözükmüyordunuz. Şimdi başarısızlığınızı itiraf ederken, bu bedeli kim ödeyecek, bu yenilginin ağırlığını kim taşıyacak omuzlarında.
Bize kendi siyasetine yenilmiş, içe yönelen, düşmanını içeride üreten ordu lazım değil. Bize, 'rol çalan' siyaset yeteneğini geliştiren ordu da lazım değil. Kışladan dünyayı titretecek düzeyde askeri donanım, yetenek, strateji bekliyoruz. Siyaseti; siyaset düşünen askeri “titretip” kendine getirecek kudretteki siyasetçilerden bekliyoruz… Askeri “geleceğin itirafçısı”na dönüştürmemek için, kışladan siyaseti söküp alacak siyasete, devlet adamına ne kadar da çok ihtiyaç var. Anlık fotoğraflara bakmayı bırakıp da, süreçleri iyi okuyarak siyasetin ağırlığını alın askerin omuzlarından. Asker olmazsa devlet de olmaz, ama kışlaya siyaset girince devlet de devlet olamıyor… Stratejist ERHAN GÖKSEL'in insanın keyfini kaçıran analizlerini dikkate almakta fayda var. Askerler Kürt sorunu ve PKK konusunda son dönemde ilginç açıklamalar yapıyorlar. Eski paşalar “hata yaptık” dediler. Bu dört beş ay önce Kenan Evren'in “Kürt lafını yasaklamakla hata yaptık” demesiyle başladı. Cesaret alan bir yığın emekli subay medyaya çıkıp cahilce laflar etti, “muhteşem(!) fikirleri” ile ortalığı doldurdu. Geçen ay da son yılların emekli kuvvet komutanları konuşmaya başladı. Peki, ortaya ne çıktı: Bilgi yetersizliğinden ve eğitimsizlikten bir yığın farklı ses büyük bir gürültü çıkardı. Kavramlar, olaylar ve ileri sürülen tezler birbirine karıştı. En son geçen hafta 2. Başkan Ergun Saygun ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt konuştu. Büyükanıt "insanlığın ortak değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış... Biz bu değerleri terörle mücadelede elimizden kaçırdık" dedi. Bunları Türkiye'nin kritik günler geçirdiği ve başta uluslararası diplomasi olmak üzere hemen her alanda kuşatıldığı, "ateşle imtihan" edildiği dönemde basının önünde söyledi. Dünyanın her yerinde askerler konuşur, en çok İngiltere'de ikinci olarak da Amerika'da konuşurlar. Ama kamuoyu önünde, medyada konuşmazlar. Günlerdir bir yığın general konuştu, peki hangisi devlete "hata yaptık" deyip de bir rapor yazdı? Bu ortamda neden konuştu paşa? Süreci halkla paylaşmak gerektiğini düşündükleri için.
Bunun sakıncası var mı? Elbette var: Askeri ihaleler ve Oyakbank-TSK ilişkisi gibi ekonomik konularda tek kelime etmeyen ve TSK'nın çeşitli iç konularını daima tartışma dışında tutan Genelkurmay, asli görevi olan ülke savunmasının temel stratejisini tüm dünyanın ve düşmanlarının gözü önünde medya üzerinden halka anlatmaya kalkmaz. Bunlar halkla değil hükümetle konuşulacak konulardır. Kendi vicdanlarını rahatlatmak için medya üzerinden televole pogramı gibi devletin sürdürülmekte olan diplomatik politikalarını adeta bir "vakanüvis" edasıyla anlatamazlar.
BU SÖZLER TÜRKİYE'NİN BAŞINI AĞRITIR
Büyükanıt'ın konuşmasının toplum üzerinde nasıl bir etkisi olur? "Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık" gibi sözler, "artık yapılacak bir şey kalmadı" anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu "kaptırma" sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil tüm dünya ordularında "savaşta bayrağı kaptırma" anlamını çağrıştırır ki "bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek"le eş anlamlıdır. Haklı olduğu hiç bir nokta yok mu o konuşmada? İtiraf kısmı hariç, doğru olan hiç bir tarafı yoktu. Doğru taraf itiraf kısmında 4 madde halinde sıraladığı "çağdaşlık değerleri"ydi. Ama Büyükanıt onu da "insan hakları terörist hakları haline dönüştü" diye öyle yanlış bir söylemde kullandı ki "23 yıllık terörle mücadelede insan haklarına riayet etmedik" anlamına yol açacak veri haline dönüştürdü. Bu sözler ileride Türkiye aleyhine "en yetkili kişi" tarafından adeta bir "mahkeme önünde ikrar" edilmiş gibi kullanılabilir konumdadır. Büyükanıt'ın görevi fiili olarak bitmiştir, hukuki olarak sürebilir... MÜESSES NİZAM KİRLENDİĞİ İÇİN DAĞILDI 2006'nın başında MİT bir rapor yayınladı, bahara büyük eylemler olacak dedi. Hükümet ve asker yani devlet PKK'nın stratejisini göremedi mi? Herkes bunun üstüne yattı, siyasi iktidarın da hataları oldu, devletin yaptığı herşeyi kendi altlarını oymak olarak gördüler. Asker de birçok şeyi politikleştirdiği için asli işlerinin dışında kaldı ve çuvalladı. Devletin bu hali ne anlama geliyor? Müesses nizamın dağıldığı anlamına geliyor. 22 Temmuz seçimleri gösterdi ki Türkiye'de 85 yıldır kurulmaya çalışılan müesses nizam ve Türk burjuvazisi yeknesak olmuştur. Müesses nizam fonksiyonunu yitirmiş, işlevsiz kalmıştır. Böyle olduğu için Genelkurmay Başkanı çok önemli bir askeri toplantı varken Atina'da kokteylde bulunmaktadır. Ordunun en büyük müteahhidiyle locada holigan gibi Fenerbahçe taraftarlığı yapmaktadır. Fakat TSK'nın profili değişecek, dört yıllık üniversite eğitimi olan subaylar henüz tümgeneral seviyesindedir... Kim o müesses nizam? Şu anda müesses nizamın yöneticileri en üst düzeyde devlet görevlileri. Proje üretemeyen, yeteneksiz bütün devlet kadroları gelecekte kendilerinden hesap sorulmaması için medya üzerinden bir vicdan rahatlatmasına gidiyorlar. EN DOĞRU YOLDA GİDEN ERDOĞAN
Müesses nizam neden yerle bir oldu?
En önemli kriter, askerler bu devletin çimentosunu sağlamlaştıralım diye uğraşırken kendi ekonomik kaynaklarını da bir yandan yarattılar. Küreselleşme o kadar egemen oldu ki sınırların anlamı kalmadı. Ay yıldızlı bayrak giyip Erdemir'i kimseye vermeyiz diyen Coşkun Ulusoy koskoca bankayı sıfırladığında kendini kurtarmak için Oyakbank'ı bir gavura sattı. Bu durumda TSK'nın bir fonksiyonu olur mu? Böyle olunca televizyonlara çıkıp herkes konuşur, eski subaylar vicdan rahatlatmaya çabalar, aktif subaylar da maça gider, düğünlerde göbek atarlar.. Türkiye'de en doğru yolda olan adam da Başbakan'ın kendisi. Başbakan'da radikal bir değişim oldu kimse görmü-yor, aynı değişim Gül ve Dışişleri ekibinde yok. Başbakan'daki değişim nedir? Taç giyen baş akıllanır diye bir İngiliz atasözü var. Başbakan Türkiye'nin gerçeklerini anladı. Eğitiminin ötesinde büyük bir siyasi yeteneği var. Halkın gerçeklerini, reflekslerini biliyor. Dikkat edin bu dönemde çevresini, danışmanlarını değiştirdi. 2009'da dünya büyük bir krize girecek. Böyle bir kriz çıktığında Türkiye ne yapacak. Avrupa'daki grupların AKP'ye açıkça desteği vardır ama bu destek yanıltıcıdır, Başbakan bunu gördü ve yeni kadrolarını ona göre şekillendirdi. Askerle ilişkilerinde de rahatlama oldu mu, "altını oyma" algılaması değişti mi? Seçimden önce askerin terörle ilgili bütün çıkışlarını AKP'nin dibini oymak olarak algılıyordu. Sandıktan yüzde 47 çıkınca rahatladı, büyük bir güven geldi. Başbakan devletin gerçekleriyle uluslararası gerçeklerin önemini fark etti. Örneğin askerlerin ABD'ye gitmesini önerdi ve götürdü. "Askerle hükümet arasında çatal var, biz bunu ayıralım" diyen ABD'nin süngüsü düştü. Bu projeler askerden değil Başbakan'dan geldi.
Başbakan inisiyatifi ele aldı mı, asker sivil ilişkisi dengelendi mi?
Müesses nizam kirlerinden arınmış olarak toparlanmalı yoksa bu devleti kaybederiz. Korkarım 10 yıl sonra bu ülke bölünür, 20 yıl sonra bu topraklarda bizi asimile ederler gideriz. Böyle bir plan var, büyük dış politikalar böyle yürütülür. Başbakan, müesses nizamla kavga etmenin kendisine bir yarar getirmeyeceğini gördü, müesses nizamı yeniden yapılandırıp onunla bir noktada buluşmayı düşünüyor.
Terör ticareti yapan emekli askerler var
Son dönemlerde bir de kitap yazan emekli askerler dalgası oluştu... Onlar da mı vicdanlarını rahatlatmak istiyorlar? Çoğu için midelerini rahatlatmak daha önemli. Ali Kırca'nın programına çıkan emekli subay Şemdin Sakık'ı nasıl yakaladığını anlatıyor. Aynı olayı Sabah manşet yapmıştı. O albay kesinlikle gerçekleri çarpıtıyor, kapı kapı geziyor kitabını sattırmak için... Mithat Işık'tan bahsediyorsunuz. Siz Şemdin Sakık olayının iç yüzünü biliyor musunuz? Mesut Yılmaz'ın danışmanıyım o zaman. 98 Nisan'ında Şemdin Sakık kendisi teslim oldu, bir çıkarı vardır şüphesiz. Devlet sırrıdır kamuoyu önünde tartışılamaz ve bunu açıklamak bana düşmez... Sağlık problemi mi?
Sakık'ın teslim olmaya ikna edilmesi devletin büyük başarısıdır. O dönemde Karadayı Genelkurmay Başkanı, Kıvrıkoğlu kuvvet komutanı. Şemdin Sakık'ı nasıl aldık diye anlatan albay nereye gittiğini bile bilmiyordu, bindiği helikopterin pilotuna verdiler nereye gideceğinin koordinatlarını. Yani bu operasyon bir senaryo...
Senaryodur tabii. Adam teslim oldu, gidip aldılar... Karadayı emekli oldu, Kıvrıkoğlu Genelkurmay Başkanı oldu. Atilla Ateş paşa gitti Suriye sınırında konuştu, Kıvrakoğlu kırmızı kitabı değiştirdi, 80 yıllık öncelikli düşman Yunanistan'ın yerine Suriye'yi koydu. Hafız Esad korktu, Öcalan'ın Suriye'yi terki diyar süreci başladı. Sonunda Öcalan yakalandı. Şimdi birileri kalkmış kitabını satmak, reklamını yapmak için gerçekleri çarpıtıyor. Bu iş artık para ediyor. Türkiye'de terörün devamından menfaat sağlayan devlet içinde kirli bir yapı vardı o temizlendi, şimdi ise terörün ticaret yapılıyor. Bu kadar rezil bir ülke haline geldik. En büyük suçlu medyadır. Medya Şemdin Sakık'ın nasıl yakalandığını biliyor ama mesala Ali Kırca masa başında reyting uğruna bu işlere çanak tutuyor. Kuzey Irak'a gitmiş gibi yazdılar
Büyükanıt ve altı ay sonra gelecek Genelkurmay Başkanı arasında zihniyet farkı var mı? 30 Ağustos'un çok zor geçeceğini düşünüyordum, devlette seçim çok zordur. Kimin geleceğinin hiç önemi kalmamıştır, çünkü müesses nizam dağılmıştır, toparlanması zaman alacaktır. Askerin direnci bitmiştir. Başbakan'ın yakın çevresi Kürtçülükle suçlandığı için Başbakan'a birçok konuda, özellikle güvenlik konularında eksik enformasyon veriliyordu. Bu sorun da son ABD ziyaretinden ortadan kalktı.
Asker terörle mücadelede başarılı mı? Başarısızdır. 28 Şubat'ın kötü mirasıdır TSK kamuoyu yaratmaya çalışıp dış politikayı, diplomasiyi, iç politika malzemesi yapmaya başladı. Başbakan Erdoğan, İngiltere'deydi, Gordon Brown, şehitler için başsağlığı dilerken "inşaallah esir askerler de kurtarılır" dedi. Dünya ve Türk kamuoyu Dağlıca'da 8 askerin rehin alındığını o anda öğrendi.
Genelkurmay neden kendi halkından gizledi 8 askeri? Zayıf gözükmemek için. Daha neler neler gizleniyor.... Mesela.... Her şeyi söyleyemem... Köprü harekatta değil harekattan sonra uçurulmuştur. Baskın gece değil sabaha karşı olmuştur. İletişim bir devletin müdahalesiyle susturulmuştur. Basanların sayısı söylendiği gibi değildir. Karakoldaki asker sayısı doğru değildir. O kadar büyük bir kitlenin dağlardan yürümesi mümkün değildir, helikopterle birileri getirip oraya koymuştur. Irak'taki karakollarımızda operasyon sırasında yanlışlıkla tutuklandığı söylenen albay da Irak'ta tutuklanmamıştır, Amerikalılar teslim etmek için senaryo yazılmıştır... MEDYANIN DERDİ BAŞKA Medya sus pus, hiç bir şeyi sorgulamıyor... 1994'te bir operasyon düzenleniyor. Dış basında Türk ordusu aleyhinde haberler çıkınca askerler yerli ve yabancı gazetecileri toplayıp Kuzey Irak'a götüreceklerdi. Türkiye'den de önemli isimler vardı, Yalçın Doğan, Hasan Cemal gibi... Olayın içinde bir komutan arkadaşım vardır, "aklınızı mı kaçırdınız, yerli yabancı gazetecilerin dolu olduğu helikopter düşerse PKK'yı uluslararası alanda siyasallaştırırsınız" dedim. Komutan, "merak etme biz onu hesapladık bir şey olmaz" dedi. Çok sıkıştırınca da "Kuzey Irak'a uçmayacağız ki, Cudi'de Gabar'da uçacağız" dedi. Ya anlarlarsa dedim, "ben şu kadar yıllık askerim, helikopter iki tur atınca pusulaya bakmazsam nereye gittiğimizi ben bile anlamıyorum" dedi. Üç tane büyük helikopter uçuruldu. O gazeteciler Kuzey Irak'a gitmeden gitmiş gibi günlerce yazı yazdılar... Şimdi de büyük kanallar Cudi ve Gabar'da büyük operasyon diye yayın yapıyorlar. Buraları bizim sınırlarımız içinde. Bunu basının ünlü yazarları göremiyor ama benim kapıcım görüyor. Onların derdi, cumhurbaşkanının listesinde en önemli adam neden Fehmi Koru da ben değilim noktasında... En önemli sorunumuz PKK değil Kerkük'tür
Seçim sonuçlarını Erdoğan nasıl yorumladı? Devlet ve PKK arasına sıkışan Kürt vatandaşları AKP'ye oy verdiler. Bunun bir mesajı vardı. En tipik mesaj referandum oylarıdır, oylar Gül'e verilmedi, Kürtler sistemle barışık olduklarını, bölünmek istemediklerini söylediler. Başbakan bunları iyi okudu, Kürt sorununu çözemezse ülkenin gitmeyeceğini, kendisinin de iktidar olamayacağını gördü. Özal ile Erdoğan'ın Kürt realitesini aynı derinlikte mi algılıyorlar?
Kürt meselesini gören tek adam Özal'dı. Ona Erdoğan eklendi. Türkiye'nin bir numaralı sorunu PKK değil, Kerkük'tür. Kerkük K.Irak'a bağlanırsa Büyük Kürdistan'ın önü açılır. Başbakan bunu iyi algıladı. 22 Temmuz öncesi Türkiye'de büyük siyaset yoktu, bugün Başbakan Türkiye'yi taşıyabilecek çapta bir büyük siyaseti üretiyor. yeni şafak
Erdoğan'ın dil bilmemesi büyük avantaj çeviri yanıt için zaman kazandırıyor Nuray Başaran Söyleşi Referans 23.02.2007
Bugüne kadar tüm siyasi liderlere danışmanlık yaptı. Yalnız Türkiye’de değil, yurtdışında da birçok lider, zaman zaman ona danıştı. Bununla da kalmadı, onun deyimiyle müesses nizamla gelişmeleri değerlendirip çalışmalarda bulundu. Türkiye’de yarın ne olacağına dair kuşkuların bulunduğu bir dönemde, hem sivil hem askerle yakın çalışmış olan Erhan Göksel’e gelişmeleri ve kafalardaki soruları sorduk. Oldukça ilginç cevaplar aldık. Göksel’e göre önümüzdeki süreçte Türkiye’nin en önemli adamı Büyükanıt Paşa. Çok kişiye siyasal danışmanlık yaptınız, Turgut Özal’dan Süleyman Demirel’e, Mesut Bey’e kadar. AK Parti ve Tayyip Bey ile çalışıyor musunuz bilmiyorum. Diyalogunuz mutlaka vardır diye düşünüyorum. Liderler bazında düşünürsek Tayyip Bey nasıl bir lider? Önce şunu söyleyeyim. Gerçekten birçok liderle profesyonel olarak çalıştık. Profesyonellik dışında yakın ilişkimden dolayı, arkadaşım olan soldaki birkaç lider adayıyla hatta bir dönem Sayın Hikmet Çetin ile de çalıştım. Bazı çalıştığım insanlar kampanyadır. Tayyip Bey’in üç tane Davos toplantısını organize ettim, direk çalışıyor değilim. Tabi ki kendisini tanıdığım için zaman zaman bazı yönlendirmelerde bulunuyor, son zamanlarda bu çok azalmış olmakla birlikte Annan Planı sırasında, Kıbrıs döneminde bazı konularda yardımcı oldum. Tanıdığım siyasilerle buluşturdum. İlk toplantıda sekiz dokuz tane dünyanın en büyük işadamıyla görüştü. Hepsini Türkiye’ye çağırdı. Ve çok etkiledi. Peş peşe insanlar geldiler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın insanları çok cezbeden aynı zamanda avantaj olarak kullandığı bir yanı daha var. Dil bilmediği için çok rahat. Doğal hali devam ediyor. İngilizce gelen sorulara da çeviri sırasında rahatlıkla düşünebildiği için hata yapmıyor. Yani dil bilmemek bir liderde dezavantaj değil mi? Tam tersine ben hiçbir zaman dezavantaj olduğunu düşünmedim. Çünkü zaten uluslararası diplomasi gereği dil bilen de konuşmaz. Yaser Arafat’ı kimse İngilizce konuşturamamıştır. Çok lider tanıdığım için söylüyorum. İngilizce soruyu çevirmezler. O kendi dilinde konuşur, kendi dilinde konuştuğunu konuğa çevirirler. Yani konuşan kişinin, siyasinin dil bildiği anlaşılır oradan. Önemli olan orkestrayı yönetmektir. Annan Planı sürecinde de çok büyük etkisi oldu. Annan Planı’nda Türkiye yenik durumdaydı. Ama Tayyip Bey o süreci de doğru götürdü. O açıdan da hiç kimse alınmasın, Turgut Özal ve Süleyman Demirel çok farklı insanlardı. Onlardan sonra üçüncü sıraya oturtabileceğim kişi benim Recep Tayyip Erdoğan’dır. Peki diyeceksiniz ki, Tayyip Bey’in eksik yanı yok mu? Üç lider arasında ne gibi farklılıklar eksiklikler var? Şimdi zeka ve birikim olarak Turgut Özal ve Süleyman Demirel birbirine çok benzer insanlardı. Yalnız Turgut Bey’de olağanüstü bir uzak görü vardı. Sayın Demirel’in ise 60’lı yıllardaki performansını çok yoğun görürüm. Cumhurbaşkanlığı döneminde özellikle son döneminde Sayın Demirel çok daha objektif ve dünyayı algılayan bir insan haline geldi. Tayyip Erdoğan’a üçüncü kişi dememin nedeni, o karizma açısından benziyor. Tayyip Bey’in çok ciddi bir karizmatik yanı var. Dünyayı algılamak önemli. Türkiye gibi bir ülkede daha da önemli. Recep Tayyip Bey’in dünyayı algılaması nasıl? Tayyip Bey’in ciddi bir sorunu, bir eksikliği var. Tayyip Bey’i diğer liderlerden ayıran en önemli şey şudur: Tayyip Bey hep kendisi gibi olan insanları dinliyor. Sayın Özal ise benim gibi tam zıttı bir insanı danışman olarak atamıştı. Aynı şey Süleyman Bey için de bakıyorum öyle. Tayyip Bey’in eleştiriye çok fazla tahammülü yok ve çevresinde hiç kimsenin Tayyip Bey’i eleştirdiğini de düşünmüyorum. Çabuk mu etkileniyor peki? Aslına bakarsanız hiç kimseyi dinlemez görünüyor fakat herhalde etkileniyor. İlk iki senesinde çevresinde olan insanlardan isim zikretmek istemiyorum, önemli birkaç kişinin çok katkısı vardı. Mesela ben bunu Annan Planı sırasında gördüm. Mesela uluslararası politikada büyük hataları var. Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal işi inanılmaz bir hatadır. Bunu hâlâ daha uygulamış değildir. Çünkü algılamamasının da bir yolu var, yönü var Tayyip Erdoğan’ın. Çevresindeki diğer siyasilerin de kendisine reel gerçekleri anlattığını düşünmüyorum. Bu sözlerle neyi kastediyorsunuz? Mesela son Lantus’la görüşmesindeki. Lantus, Amerika’nın Yahudi kesiminin en önemli temsilcisidir. Türk dostudur ve bugüne kadar tüm Ermeni tasarılarını Lantus durdurmuştur. Lantus görüşmesini ben kendisinden izin alarak size söylüyorum. Kendisi, “Ben hayır vereceğim ama siz Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal konusunda bizim ısrarımıza rağmen dinlemeyip, İsrail’in bir numaralı terör suçlusunu devlet töreniyle karşıladınız. Hâlâ daha o kafada devam ediyorsunuz. Bu nedenle ben Ermeni tasarısını durdurmak için arkadaşlarıma elimi bile kaldırmam. Ama ben kendim hayır veririm” dedi. Abdullah Bey bunu biliyor mu? Türkiye’nin şu an önünde en ciddi sorun Ermeni sorunu. Ermeni sorunu konusunda Abdullah Gül Bey’in ben uzun süredir dış politikada neler yaptığını izleyen biriyim. Hatta Türkiye’nin tanıtımı için, başbakanken beni bir vesile ile bir başka siyasi dostumuzla beni çağırdı ve danışmanlarını da konuştum. Türkiye’de neler yapmalı diye. Çünkü benim Al Gore’la çalıştığımı bildiği için yardımcı olabileceğimi düşündü. O zaman da çok sıcak baktım. Bununla hiç ilgisi yok ama bu süreç benim onu izlememe yol açtı. Türkiye’nin Amerika’da lobi faaliyetini yapan şirketin hiçbir iş yapmadığını, eski dönemlerin uzantısı olduğunu ve bazı lider eşlerinin hanımlarını ağırlamaktan, Amerika’da gezdirmekten, çocuklarına velilik etmekten başka hiçbir işe yaramadığını söyledim. Buna rağmen bunların görev süresini uzattı. Aradan zaman geçti. Lobi firması ek olarak South Five diye bir şirket daha eklendi. Ona da para verdiler. Leni Ben David isimli bir Yahudi adamın ortaklığıyla kurulmuş bir şirkettir. Leni Ben David İsrail vatandaşıdır. İsrail’in Amerika’daki Washington’daki elçiliğinin müsteşarıydı 2000’lerde. Amerika’da da Washington’da da hiç sevilmeyen bir adamdır. Ama Dışişleri Bakanı ve hükümet Meşal’i getiriyor. Tezat değil mi? Müthiş tezat. Bana bir Amerikalı dostum bilgi gereği aynı konuşmayı o zaman İsrail’in Dışişleri Bakanı’nın Bakan Abdullah Gül’ü telefonda ciddi biçimde uyardığını söyledi. Çünkü Batı diplomasisinde asla birine söylediğiniz lafın farklısını birine söyleyemezsiniz. Çıkarsa bitersiniz. Tansu Çiller’i Batı’da bitiren şey bu olmuştur. Amerika’da yapılacak seçimleri Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Ben Amerika’yı bilen insanım. Al Gore ben adayım derse adaydır. Demokratlar’ın adayıdır. Seçimi kimin kazanacağı tartışma konusu ama çok açık söyleyeceğim bir şey var. Demokratlar seçimi parti olarak ezici bir şekilde alacaklardır. Adayı kim olursa olsun önemli değil. Demokratlar’ın içersinde adayın belirlenmesinin bir teamülü vardır. Al Gore’un belgesel filmi çevre üzerine bir belgesel film. Bu filmiyle Gore Oscar alacaktır. Bir aydır bütün dünyada küresel ısınma rüzgârı esiyor, bunu rastlantı mı sanıyorsunuz? Türk milleti küresel ısınma, çevre dertleri herkes bunları rastlantı zannediyor. Bana sorarsanız, tabii ben bu konuda yorum yapamam ama bana sıkıntı yaratacağı için. Bunun büyük bir imaj kampanyası olduğunu da görmek lazım. Amerika’nın anti Amerikan çirkin Amerikalı yüzü 90’lara kadar çok netti. Clinton, Amerika’ya 50 yıllık ömür kattı. Şimdi ikinci hata çevre üzerinden yaparak insanları kucaklayan bir devlet haline gelecek. Bunu kim yapabilir? Bunu yapabilecek tek adam Clinton döneminden beri sadece çevre ile uğraşan Al Gore’dur. Siz aynı zamanda müesses nizam ve yabancılarla da çalışıyorsunuz. Biraz onlardan bahseder misiniz? Ben müesses nizam ile çalışmıyorum ama profesyonellik anlamında çalışmıyorum. Bu ülkenin kurulu düzeninin yöneticileri, asker olsun sivil olsun, başta da söylediğim gibi bize ve kurumumuza kim ne sorarsa biz o bilgiyi veririz. Sadece yorumumuzu veririz. İstihbari bilgi bizde olmaz zaten. Geçmişte müesses nizamın çok itibar ettiği bir adamdım. Fakat son dönemde ben biraz benden kaynaklanan ciddi bir mesafe koyduğumu söyleyebilirim. Bunun en büyük nedeni de önünü görmekten aciz. Hükümet ne kadar önünü görmüyorsa diğerlerinin de o kadar görmediğine inanıyorum. O zaman yanlış giden yolda malzeme olmak istemiyorum.
ABD’Lİ DEMOKRATLAr askerlerle görüŞÜR ABD için artık muhatap Yaşar Büyükanıt’tır, dediniz. Türkiye nasıl etkilenecek? Türkiye’yi Ecevit’in 2.5 yılı dışında hep sağ iktidarlar yönetti. ABD’de Demokratlar iktidara geldiğinde Türk hükümeti sağcı ise askerleri muhatap aldı. 28 Şubat Clinton döneminde oldu. Yeni bir 28 Şubat’a gidip gitmediğimizi söyleyemem ama Türkiye birkaç sorunu aşmak zorunda. Amerika, TSK’nın Kuzey Irak’ı içine sindirmesini istiyor. Bundan sonra TSK’nın her dediğine okey diyebilir Amerika. Diyeceksiniz ki öyle bir şey yapılabilir mi? 12 Mart’ta 20 yıllık sorun olan FIR Hattı sorununu 20 dakikada Kenan Evren çözdü. O zaman yasağın kalkmasından haberimiz bile olmadı.
ERDOĞAN BİLİMSEL ÇALIŞMAYA ÖNEM VERİYOR Yükselen bir milliyetçilik dalgası var. Herkes milliyetçiliğe oynuyor. Belki içlerinden Mehmet Ağar ‘ovada siyaset’ dedi. O Ağar’ın oylarını iki üç puan aşağıya indirdi. Mehmet Bey bence şöyle bir takvim seyir hatası yaptı. Bu siyasi arenada seçimi kazanırsınız, iktidarı alırsınız yapacağınız şeydir. Bu söylem siyasi arenada zarar verir. Tayyip Bey bütün mevcut siyasetin içindeki liderlere fark atacağı bir yanı var. Bilimsel çalışmaya ve profesyonelliğe çok değer verir. Üç tane araştırma şirketi vardır. O da yetmediği zaman arada bir başkalarını da sokar devreye bir kuşkusu bir şeyi varsa. İki, bir yığın iletişim uzmanı var yanında. Çok ciddi ekipleri var
türkİYE ZATEN BÖLÜNMEYE BAŞLADI Siyaset nasıl şekillenecek? Tayyip Bey, cumhurbaşkanlığına aday olmazsa büyük ihtimal iki ana trend oluşacak. Cumhurbaşkanı adayı olursa, hiçbir şey konuşmamızın anlamı yok. Her şey olabilir. Aday olmazsa iki şık var. Birinci şık Tayyip Bey kendi olmadıktan sonra CHP ile anlaşarak bir cumhurbaşkanı seçer. Muhtemelen bu dışarıdan olabilir. Ermeni tasarısının geçmesi ve Türkiye’nin sıkışmasıyla nisanda PKK terörü başlayacak. Irak’ta çok ciddi gelişmeler olacak. Kerkük referandumu kesinlikle bu seçim sürecinde olacak. Türk Dışişleri hayal görüyor. Bu dediğimiz tablo oluşursa inanılmaz bir milliyetçilik dalgası yükselir ve toplum zaten bölünmeye başladı.