Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Emine Işınsu

romancı, yazar

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Emine Işınsu
Emine Işınsu    (1938)-(2021)
romancı, yazar

1938 yılında Kars'ta doğdu. Yazar Halide Nusret Zorlutuna'nın kızıdır. Ankara Koleji'ni bitirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisiyken öğrenimini yarıda bırakarak fıkra yazarlığına başladı. 1971 yılında bir neslin yetişmesinde büyük etkisi olan ilim ve fikir dergisi Töre'yi çıkardı. Kocasının görevinden dolayı bir süre Suudi Arabistan'ın Dahran şehrinde kaldı.

Annesiyle çıkardıkları "Ayşe Dergisi" ile başlayan dergi yayıncılığın ardından ilk şiir kitabını henüz 17 yaşındayken "İki Nokta" adıyla çıkardı.

"Küçük Dünya" adlı kitabından sonra da 1960'lı yıllarda yoğun bir şekilde roman yazmaya yönelen usta kalem, fikir ve sanat dergisi "Töre"yi 1971-1981 yılları arasında çıkardı.

TRT'de radyofonik oyun olarak yayınlanan "Bir Yürek Satıldı" eseri ile "Küçük Dünya" romanı televizyon dizisi olarak TRT'de izleyicilerle buluştu.

Birçok dergi ve gazetede de yazıları yayımlanan Öksüz'ün Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere Türk Edebiyatı Vakfı, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, Türkiye Milli Kültür Vakfı ve Türkiye Yazarlar Birliği gibi birçok kurumdan ödülü bulunuyor.

5 Mayıs 2021 tarihinde Ankara'da vefat etti.

ESERLERİ:

AZAP TOPRAKLARI 

Batı Trakya'da yaşayan Türkler'in, altmışlı yılların ikinci yarısında gördükleri eziyeti, ora ahalisinin yaşantısını, umutlarını, beklentilerini anlatır.

SANCI 

Yetmiş öncesinin solcuları tarafından katledilen ülkücü Dursun Önkuzu'nun gerçek hayat hikâyesini anlatır, o tarihin Türkiyesi'nden kesitler verir.

CANBAZ 

Türkiye'de sendikacılık hareketinin başlangıcını, bir kısımsendikacının dejenerasyonunu, onlara direnen bir kadın sendikacıyı ve bu arada sağ ve sol gruplaşmalardaki fikir ayrılıklarını ve bazı grupların sendikalara hakimiyetini anlatır. 

ÇiÇEKLER BÜYÜR 

Yetmişli yılların ilk yarısında, Bulgaristan'da yaşayan Türk azınlığın, Bulgar milliyetçiliğine ve Marksizme tutsak olmuş yaşantısını, çektiği maddî-manevî ıstırabı, orada yaşayan Türkler'in umutlarını, beklentilerini, Bulgaristan'ın Türk azınlıklar üzerinde oynadığı oyunları ve Türkiye'ye uzanma gayretlerini anlatır.

KÜÇÜK DÜNYA 

Bin dokuz yüz ellilerde, yüksek tahsilli bir İstanbullu kızın, evlenip Şanlıurfa'ya gitmesini; orada Urfa'nın mistik havası ile kadının eşinin arkadaşlarından biriyle asla kelimeye dökülmeyen, su yüzüne çıkmayan büyük aşkını anlatır.

ATLI KARINCA

Türkiye'de yarı aydınların içinde bulundukları kısır döngüyü, boşa çabalarını, lâf kalabalıklarını, bu arada; "hakikat"e, "doğru"ya ulaşmak için gayret sarfedenleri anlatır.

BiR GECE YILDIZLARLA 

Emine Işınsu'nun değişik bir lezzet alarak okuyacağınız muhtelif küçük hikâyelerinden oluşmuş bir eserdir.

KAF DAĞININ ARDINDA 

Memleketin karışık zamanlarında, solda şöhret olmuş romancı olan Mevsim, maddî bakımdan da, olağanüstü bir duruma sahipti... Fakat bütün bunlar, devamlı bir arayış içinde bulunan Mevsim'e yetecek miydi?... Mevsim'in ruhu açtı ve hayatın kendisine sunduğu maddi imkanlarla doyum bulamıyordu. Mehmet onun için; bir roman kahramanı, bir sevda, aynı zamanda maneviyat kapısını açan anahtar olacaktı, ama galiba bu anahtar, Kaf Dağı'nın arkasındaydı.. Ve Mevsim'in kendi içine doğru çileli seyahatini bu eserde okuyacaksınız.

CUMHURiYET TÜRKÜSÜ 

1922'nin kolu kanadı kırık Osmanlı İmparatorluğu.. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulalı bir yıl geçmiş... İstanbul hâlâ işgal altında. Mustafa Kemal ve muhalifleri.. Sakarya'nın bu muzaffer Kumandanı'na karşı bunca itham neden? O, Türkçü fikirleri fiiliyata döken bir Kumandan değil midir, o halde?.. Eski Osmanlı Mutasarrıfı Hüseyin Hüsnü Bey'de kristalleşen Osmanlılık fikri.. Jön Türkler, İttihat ve Terakki ve onun muhalifi Hürriyet ve İtilâf Partisi.. Bir yanda Türkçüler.. bir yanda, İngiliz himayesi ve Amerikan mandası taraftarları.. Velhasıl zor günler, acı günler yaşanmakta, çökmekte olan İmparatorluğun mirasında Anadolu, dişi ile tırnağı ile, kadını ve erkeği ile son ve kesin bağımsızlık ve özgürlük savaşına hazırlanıyor.

DOST DiYE DiYE 

Yazar, bu denemeleriyle, Âyetler'in ışığında bir "gönül yolu" sunuyor okuyucularına.


SÖYLEŞİ

EMİNE IŞINSU VE İSKENDER ÖKSÜZ İLE SOHBET
Röportaj: SELİM EFE ERDEM

Yazar Emine Işınsu ile eşi Prof. Dr. İskender Öksüz, 41 yıldır evli. 70’li yıllarda millilyetçi harekete yön veren Töre Dergisi’nin sahibi Işınsu ile 68 kuşağında ODTÜ’de akademisyen olan Öksüz’ün hayatı, Türkiye’nin yakın tarihinin aynası gibi. Çiftin Ankara’daki mütevazı evine konuk olduk, bitmeyen aşklarından darbelerin perde arkasına her şeyi konuştuk.

TARİH 1970’i gösterdiğinde, Emine Işınsu ve İskender Öksüz, Türkiye’nin tanınmış yazar ve akademisyenleriydi. Birbirlerini arkadaş olarak tanıyorlardı. Bir akşam yemeğinden sonra evliliğe uzanan aşkları başlamıştı. Öksüz ve Işınsu’ya göre, söylendiğinin aksine evlilik aşkı öldürmüyor, hatta onlarınki her geçen yıl daha güçlü bir aşk haline gelmiş. Öksüz ve Emine Işınsu, o yılları şöyle anlatıyor:
İ.Ö: Ankara’da İbrahim Metin isimli arkadaşımızın evinde tanıştık. Yıl 1969-70 olmalı. Orada bir elektriklenme olmuştu.
E.I: (Genelde kadınlar başlatır ama) Bizde tersi oldu, elektrik kocamdan başladı.
İ.Ö: O sırada ODTÜ’de yardımcı profesördüm. Işınsu da tanınmış bir yazardı. Küçük Dünya romanını okumuştum.
E.I: Yani beğeniyordu kitaplarımı. Vallahi o çok bilgiliydi. Yanında konuşamazdım önceleri. Evet, sessizliğe iterdi. 
İ.Ö: Evlilik teklifini akşam vakti ben yaptım. Reddetti, ben yine benimle evlenir misin dedim, yine reddetti. En sonunda sabaha kadar süren bir konuşma sonrasında ‘Evet’ dedi. ‘Nasıl olsa çok sürmez’ diyerek, ince bir nişan yüzüğü almamı istemiş. Şahit olarak Orhan Veli’nin aşkı olan Nahit Hanım ve Prof. Dr. Erol Güngör’ü çağırmıştı. Bekarlar diye reddettiler. Kendimiz taktık. Bugün hala o yüzüğü takıyor.
E.I: Yok canım o kadar, öyle değil. Korktum, o benden çok üstün diye düşündüm herhalde. İskender çok bilgili, üniversitede, vs. derken kendimi çok aşağıda hissettim.
İ.Ö: Adam öğretim üyesi, üç kuruş maaşla nasıl geçineceğiz diye düşündü herhalde!
1971’de evlenen Emine Işınsu ve İskender Öksüz, 1972’de Suudi Arabistan’dan gelen öğretim üyeliği teklifi üzerine bu ülkeye gitmişlerdi. Zaman zaman Türkiye’ye gelip gidiyorlardı. Ama öncesinde, Ankara’da Kader Sokak’taki komşuları arasında Alparslan Türkeş’in de aralarında yer aldığı ünlü isimler vardı. 12 Eylül’e giden süreçte, bu dostlarıyla evlerinde sıradışı olaylar yaşayacaklardı:
İ.Ö: 9 Eylül’de Genelkurmay’dan bir arkadaşımız arayarak ‘Burada olağanüstü bir hareketlilik var. Muhtemelen darbe hazırlığı’ dedi. Biz de Türkeş Bey’e telefon açtık. Böyle böyle dedim. O sırada yayınevimiz ve bir arkadaşımızın kitabını basma durumumuz vardı. ‘Kitap nasıl gidiyor, yakında çıkacak mı?‘ diye sordu. Telefonları dinlendiği için herhalde. Bizim televizyon, yanlışlıkla polis telsizini alırdı. O yüzden 12 Eylül sabahı darbe açıklaması yapılmadan önce, biz akşam saatlerinde darbeden haberdar olduk. Bahçeli Polis Karakolu’na askeri tim gelmiş, oradaki polislerin ‘Ne yapalım?’ diye sorduğu merkez telsizde ‘Emir komutayı askerlere verin’ diyordu. Sabah sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sadi’ye (Somuncuoğlu) telefon açtım, zor uyandırdım. Gelip bizde saklandı.
E.I: O sırada Töre’yi çıkarıyorduk. Ben ‘İçinde mutlaka sanat olmalı’ diyordum. Ama aynı zamanda fikir dergisiydi.
İ.Ö: Bir gece ansızın kapı vuruldu. Kapıda bir subay, arkasında bir kaç asker. ‘Töre’dekileri alın gelin’ denmiş. Töre’ye gitmişler, kimse yok. Bizim eve gelmişler. Beni alıp siyasilerin alındığı Merkez Komutanlığı’na götürdüler. Kapıdaki Işınsu ‘Töre’yi ben çıkarıyorum’ demeye kalktı. Subay ‘Hanımefendi sizin küçük çocuğunuz var’ dedi, oğlan da bacağına sarılmış Işınsu’nun, kapıdan bakıyor. ‘Biz beyefendiyi götürüyoruz’ dedi. Aslında benim Töre’yle idari hiçbir ilişkim yok. Merkezde bir binbaşı ‘Siz kimsiniz?’ dedi. ‘Prof. Dr. İskender Öksüz’ dedim. ‘Ne yaparsınız?’ diye sordu, ‘Profesörlük yaparım’ dedim. O dönemde profesörlük önemliydi. Eline Töre’yi alıp ‘Nasıl bir dergidir?’ dedi. Bakın, bu (cevap) benim zekamın zirvesidir. ‘Sağcı dergi’ deseniz veya solcu dergi deseniz de hapı yuttunuz. ‘Atatürkçü’ deseniz hiç yemezler. ‘Aylık dergi’ dedim. Subay ‘Buna nasıl cevap veririm’ diye düşündü herhalde. Verilecek cevap cehalet gösterebilirdi. Biliriz biz aylık dergileri de diyemedi. Sonra bıraktılar. Çok gergin günlerdi. Gece baskın olacak diye, kapının arkana buzdolabı koyarak yatıyorduk.

Annem bana kendi yazımı gösterdi

AZİZ Vecihi Paşa ve Cumhuriyet’in ilk döneminin şairlerinden Halide Nusret Zorlutana’nın kızı, yazar lsmet Kür’ün yeğeni, Prof. Dr. İskender Öksüz’ün eşi ve Elif, Yağmur ile Murathan’ın annesi, 70’li yıllarda Türk Milliyetçiliği ve edebiyatına yön veren dergilerden Töre’nin sahibi ve ödüllü sayısız romanın yazarı... Emine Işınsu, babası Aziz Bey’in subay olarak görev yaptığı Kars’ta 1938’de doğdu. Annesi Erzurumlu Zorluoğulları’ndan Hürriyet Mücahidi Avnullah Kazimi Bey’in kızıydı. Diğer dedesiyse Bulgaristan göçmeniydi. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra ailesi, anne tarafından Zorlu ismini ve babasının geldiği Tuna’nın birleşimiyle Zorlutuna soyadını almışlardı.
Çocukluğu babasının görevi nedeniyle Türkiye’nin çeşitli askeri birliklerinin çevresinde geçmişti. Bir paşa babanın kızı mı yoksa yazar bir annenin kızı mı olmak daha zordu? Ailesini çok seven ve her fırsatta yücelten Emine Işınsu, çocukluk ve gençlik yıllarında çektiği sıkıntıları da unutmuyor: “Babam Harbiye öğrencisiyken Kurtuluş Savaşı sırasında cepheye sürülmüş. Kurmaylıktan değil çarpışarak paşa olmuş. Babam çok iyi bir insandı. Annemin kıskançlıklarını da idare ederdi. İyiymiş gibi görünürdüm ama annem ve ağabeyim çok canıma okudular.”

17 YAŞINDA ŞİİR KİTABI YAYINLANDI

İlköğretimi Kars, Urfa ve Ankara’daki okullarda tamamladı. 17 yaşındayken İki Nokta isimli şiir kitabını çıkardı.”Ben onu bir şiir kitabı olarak görmem, bir spiker ablamın ısrarıyla çıkarmıştım” dese de, arka arkaya romanlar yazmış, 25 yaşında Küçük Dünya romanıyla artık ödüllü bir yazar olmuştu. Kaleminin gücüyle tanınmak istediği için soyadını kullanmıyor hatta takma isimleri tercih ediyordu: “Onlarca müstear isim kullandım. Bir gün annem elinde dergiyle ‘Kızım bir makale var, harika. Çok hoşuma gitti. Okuyacaksın şimdi’ diyerek yanıma geldi. Benim de öyle yazmamı istiyordu, baktım benim çıkardığım ve müstear isimle yazdığım bir yazı. ‘Anne bunu zaten ben yazdım’ dedim. İlk romanımla beraber ödüller aldım ama bunları hiç övünme meselesi yapmadım.”

TÖRELİ YILLAR

Önce Ayşe isimli kadınlara yönelik dergi, ardından Töre’yi çıkarmaya başlamıştı. Ocak başında çorba karıştırıp küçük kızını ayakta sallarken yazdığı Küçük Dünya duygu boşalmasıydı. Töre ise onun ihtiyaç duyduğu bir sanat, dönemin milliyetçi hareketindekiler içinse fikir ve edebiyat dergisiydi: “Töre’de edebiyat ve sanatın olmasını istedim.” Eserlerinde, Osmanlı topraklarında kalan Türklerin sorunlarını, yeni Türkiye’nin sancılarını, tasavvufu, kadın sorunları ve insan psikolojisini öne çıkarıyordu. AFS bursiyeri olarak ABD’de bulundu. Fullbright bursuyla gittiği ABD’de dünyanın değişik ülkelerinden seçilmiş 54 kursiyerle çocuk kampında katıldı. Burada çocukların eğitimiyle ilgilendi. Ankara’da üniversitede, İşletme, İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe ve okudu. 1972’de Prof. Dr. İskender Öksüz’le evlendi.

EVLERİ ÜNLÜ KONUKLARI AĞIRLARDI

Evleri yine o dönem edebiyat, üniversite ve siyaset dünyasının önde gelen isimlerinin uğrak yeriydi. Hatta bunlardan biri Orhan Veli’nin şiirlerine konu ettiği aşkıydı: “Orhan Veli, Nahit’e aşık olmuştu. Bize gelirdi. Müthiş bir kedi sevgisi ve aynı ölçüde alerjisi vardı. Bu yüzden evinin duvarları kedi resimleriyle süslüydü. İsmet Teyzem’in yazıları vardı. Teyzemle aramız iyiydi ancak kızı, kuzenim Pınar Kür’le görüşlerimiz pek uyuşmazdı.“

BAVULUNU HAZIRLAMIŞTI

Emine Işınsu, doğup büyüdüğü evdekinden farklı yetiştirmişti kendi çocuklarını. Bu durumu “Ben anneme siz diyerek büyüdüm. Ama çocuklarımdan bana sen demelerini istedim” diyerek açıklıyor duygularını, hatta o kadar samimiyet kurmuşlardı ki torunları Kağan “Işınsu” ve “Naber İskender” diyordu: “Valla babam çok iyi insandı, biraz sessizdi. Parti tutmayan bir askerdi. Ama annemin Demokrat Parti kimliği öne çıkmıştı. 27 Mayıs’ta bavulunu hazırlamıştı ‘Beni de Yassıada’ya götürecekler’ diyerek.”

HALA YAZIYORUM

Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Emine Işınsu, hala yazmaya devam ediyor. Yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri yazmaktı ve bunun için şükrediyor: Roman yazmayı çok seviyorum. Eskiden çok okurdum. Şimdi okuyamıyorum yeni romanları. Türk kadın yazarlardan Ayşe Kulin’i beğenirim. Bilgisayarda yazarım ama onu da daktilo gibi kullanırım. Twitter, Facebook ile ilgim yok. Çok şükür, hala yazıyorum.”

Direnmeseydik Sovyet dostu hükümet gelecekti
DEDESİNİN lakabı ‘Güzel’di. Sakız Adası’nda Nadire Hanım’a aşıktı ama ona da yaşlı bir adam talipti. Çözümü, Nadire Hanım’ın istenme günü evlerinin kapısında şarkı söylemekte buldu: “Sakallının harmanı, akşamdan yok dermanı, çağırın şu genç oğlanı, paralasın yorganı...” Sakallı yaşlı damat adayı, kızı istemeden evden kaçmış ve Ahmet Bey de Nadire Hanım’a kavuşmuştu. Üniversitedeki dersleri ‘Güldürerek öğreten’ hatta “Amfide 10 dakikalık gülme krizleri yaşatması” ile ünlü Prof. Dr. İskender Öksüz, İzmir’de 1945’te böyle nüktedan bir insan olan Ahmet Bey’in torunu olarak dünyaya gelmişti. 

GÖZLERİNİ YAŞARTAN İZMİR ANISI

Çocukluğunun İzmir’inde 9 Eylül’leri ve dedesiyle ilgili anılarını unutamıyordu. İşgal yıllarında ailesinin çektiği acıları bilen İskender Öksüz, o yılları 67 yaşında bugün hala gözleri dolarak anlatıyor: “Bizimkiler Yunan isyanından sonra Mora’dan çıkıp Sakız’a geçen Karamanlılardan. Orası da elden çıkınca İzmir’e gelmişler. İzmir’in kurtuluşuyla çok hikayesi var ailemin. Katliamları yaşadıkları için 9 Eylül’de bütün köyler İzmir’e inerdi. Geçitteki süvarilerin atları, ayaklarını vurdukça şimşek gibi kıvılcım çıkar, halk ağlardı. Benim bile bugün anlatırken gözüm doluyor. Dedem çok nüktedandı. Kore Harbi’nin gelişmelerini birlikte takip ederdik. Namık Kemal’in Sakız Adası’ndaki kabrinin nakline katıldığı için kardeşime onun adını, doğduğumda Büyük İskender’in biyografisini okuduğu için bana da bu ismi koymuş. Ağabeyi Şeyh İlyas’tı.

27 MAYIS’A EN ÇOK BABAANNEM SEVİNDİ

Dedesi Ahmet Öksüz, Demokrat Parti’li (DP) idi. Rozetini hiç çıkarmazdı. O kadar ki babaannesi, DP kapandığı gün şükredecekti: “60 İhtilali’ne en çok sevinenlerden biri babaannemdi. Bana evin avlusunda ‘Evladım, şimdi benim efendimin partisi yok mu artık’ diye sordu. Yok babaanne, dedim. ‘Yani seçim zamanı benim gidip de efendimin vasiyeti üzerine oy verdiğim parti yok mu artık’ dedi. Yok, dedim. ‘Oh be’ dedi, kendisi de DP’li olmasına rağmen o yaşta oy kullanmaya gitme zorunluluğunun kalkmasına sevindi.”

SİNANOĞLU’NUN ODASINDAN ALTI KEZ KOVULDUM

Sağlık açısından sıkıntılı bir çocukluk geçirmiş, bu yüzden ailesi onu hep el üstü tutmuştu: “O zamanki deyişle ‘zafiyet başlangıcı’ geçirmişim. Verem mikrobu enfeksiyonu, zafiyet. Babam Mazhar ve annem Radiye Öksüz, üzerime çok titrediler.Yolda giderken babamın elimi kaldırarak taşıdığını hatırlıyorum.”

Peki ama İzmir’deki çok zayıf ve sağlığı bozuk bir çocuk, nasıl Türkiye’nin sayılı bilim adamlarından biri haline geldi? Her şey, ortaokul çağında onda doğan bilim merakıyla başlıyor: “Bütün popüler bilim dergilerini okurdum. İngilizce de biliyordum. Ailem o zamanın moda mesleği mühendis olmamı istiyordu bense temel bilimleri tercih ediyordum. Tercihim kimya oldu ama fizik ve matematiğim de iyiydi. Sonra TÜBİTAK bursunu kazandım. Babam 1’in 4’ü derecesinden memurdu ve 900 lira alıyordu bana 500 lira burs parası veriliyordu. Başarı sürünce burs yurtdışına uzandı. Yale Üniversitesi’nde Oktay Sinanoğlu’nun yanındaydım. Yanılmıyorsam beş altı kere beni yanından kovdu. Ama sonra benim için ‘Bütün öğrencilerim bunun gibi olsun’ demişti.”

O GÜN DEMİREL HÜKÜMETİ DÜŞTÜ

1968’de Türkiye’ye dönen İskender Öksüz, üniversite hareketlerinin doruğa çıktığı dönemde ODTÜ’de rektör yardımcılığı gibi zor bir görevi üstlenecekti. O günlerde, dönemin ünlü öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’la da bir anısı olacaktı: “Öğretim üyelerinin üye olduğu Kültür, Bilim ve Teknik Merkezi vardı. Merkez için toplanan paraların makbuzlarını bulan Dev-Gençliler, bağışçı öğretim üyelerinin odalarını basıp teker teker dövme kararı almış. Deniz Gezmiş odaya geldi, bana yumruk attı. Ben de tekme attım. Durumu rektörlüğe bildirdim. Sonra gazeteciler geldi. O gün Demirel hükümeti de düşmüştü.”

DİRENMESEYDİK KOMÜNİST İHTİLAL YAŞANIRDI

68 kuşağı ve 80 öncesi, Türkiye’deki sağ-sol çatışmaları hep tartışılır. Türkiye’de hakikaten bir komünist hareketin iktidara gelme olasılığı var mıydı yoksa tüm yaşananlar Türkiye’yi yönetmek isteyen güçlerin kullandığı bir anarşi aracı mıydı? Türkiye’de Sovyet Rusya yanlısı bir hükümet kurma bu yönde bir ihtilal girişimi yaşandığını söyleyen Öksüz ‘Direnilerek’ bunun engellendiği görüşünde: “Siz, o soğuk harp dönemini yaşamadınız. Orada çok güçlü bir ideolojik saldırıyla karşı karşıyaydık. Bizler, ona karşı fikirle direnmenin yollarını aradık. O yüzden mecburduk. Dev genç bir komünist ihtilal hareketidir. Bu çocuklar Dev-Genç liderleriydi.Emperyaliste karşı direnen gençler olarak niteleniyorlar. Evet ama Sovyet emperyalizmine karşı bir ekip değildiler. Onların tabiriyle istenen, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne dahil olması ya da Polonya gibi dost bir ülke olmasıydı. Çok trajikomik günlerdi. Celal Bayar ‘Sovyetlere dost bir hükümet kurmaktı gayeleri’ dedi. Çok yaklaşılmıştı buna. Direnilmeseydi, bunlara direnmeseydik, muhtemelen hedefe de varacaklardı bu devrimci, emperyalizme karşı gençler. Belki bir dost sohbetinde söylediği için bunu anlatmamam lazım ama Demirel’in sözü var: ‘Türkiye hiçbir zaman tek bir ülke tarafınan bu kadar şiddetli bir zorlamaya maruz kalmamıştır!’ Ülke dediği Sovyetler Birliği. Bir dost hükümet gelebilseydi belki Sovyetler tıkanmayacaktı! Ortadoğu mühim. Suriye, Irak ve Mısır o dönemde zaten dost hükümetti. Irak’a Rus tankı girebilseydi, Sovyetler çökmeyebilirdi. Sovyetler çöktü, şimdi batı emperyalizmi kaldı. Biz ona da direniyoruz.


HAKKINDA YAZILANLAR

EMİNE IŞINSU HAYATI VE ESERLERİ
A.Savaş Çolak

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Emine Işınsu, 17 Mayıs 1938’de Kars’ta dünyaya gelmiştir.

Babası Bulgaristan Türklerinden, emekli Tümgeneral Aziz Vecihi Zorlutuna,annesi Erzurum’un tanınmış ailelerinden Zorluoğulları’na mensup Hürriyet Mücahidi Avnullah Kâzimî Bey’in kızı, tanınmış şair ve yazarlarımızdan Halide Nusret Zorlutuna’dır.

Babaannesi ve babası Bulgaristan Eskicuma’dan göç etmişlerdir. Türklerin yaşamış oldukları acı ve zorlu günlerin yakın tanığıdırlar. Çocukluğunun bir bölümünü Kırklareli’nde geçiren Işınsu, babaannesinden ve babasından Balkan Türklerinin, Türklük adına nelerle karşılaştıklarını ya da nelere katlandıklarını dinlemekle büyümüştür. Bu nedenle Balkan Türkleri O’nun hayatında önemli yer tutar.

Anne tarafı âlimler, kahramanlar, şairler yetiştiren Erzurum’un köklü ve tanınmış ailelerinden biridir. Dedesi, Avnullah Kâzimî Bey gazeteci, anneannesi şiire düşkün bir hanımefendidir. Işınsu’nun annesi Halide Nusret Zorlutuna ise; edebiyat tarihinin önemli isimlerindendir. Işınsu, annesini şöyle tanıtır:
Benim anam, her türlü gösterişin ötesinde gerçekten fedakâr bir kadındır.

Aşırılığı ise hassasiyetinde ve belki cemiyetin değer hükümleri karşısında gösterdiği dikkattedir.

Vatanî vazifeyi her türlü sorumluluğun üstünde tutan “zorlu” bir askerin eşi; zamanı şimdiki gibi değil; şartlar bilhassa ordu mensupları için çok ağır ve yıpratıcı...

Şair, yazar, öğretmen hanım kâh katır sırtında, kâh at; bazen de trenle dolaşır yurdun dört bucağını... Edebiyat ve Türkçe hocalığı yapar.

Işınsu, anne ve babasının memur olmaları sebebiyle yurdun değişik yerlerinde bulunmuştur. İlköğrenimi Urfa’da başlarken Sarıkamış’ta devam etmiş, Ankara’da Alp Arslan İlkokulu’nda tamamlanmıştır.
Kültürlü ve sosyal bir aile ortamında yetiştirildiğinden okuma ve yazmaya olan ilgisi, henüz ilkokul döneminde bile büyüktür.

Ankara’da Cebeci Ortaokulu’ndan mezun olduktan sonra, T.E.D. Ankara Koleji’nin lise kısmına girip 1956 – 1957 öğretim döneminde mezun olmuştur.

Öğrenciliği sırasında şair olarak tanınan Işınsu’nun ilk şiiri İnsanlarla Eğitim Dergisi’nde yayımlanır. Bunu diğer şiirler ve küçük hikâyeler takip eder.

Ortaöğreniminin son yıllarında (1956) ilk şiir kitabı İki Nokta ile edebiyat dünyasının şairleri arasına adım atar.

Işınsu’nun yükseköğrenim hayatı oldukça hareketli geçer. İlk olarak babasının isteği üzerine Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydolur. Ancak Felsefe ilmi tahsil etmek isteyen Işınsu, o dönem A.B.D.’de bir kuruluşun açtığı Fullbright burs imtihanlarını kazanır ve Sosyal Akademi Uzmanlığı kurslarına katılmak üzere fakülteyi yarıda bırakarak Amerika’ya gider. Dünyanın değişik ülkelerinden seçilmiş elli dört kursiyerle sosyal hizmetler hakkında iki aylık kurs gördükten sonra, sosyal hizmetlilerin çalıştığı yerlere gönderilirler. Kendisine de bir çocuk kampı düşer. On bir çocuktan; onların giyimleri, sabahları kalkmaları, resim yapmaları, orman gezilerinden sorumlu tutulur. Altı ay süren bu kurstan sonra Türkiye’ye geri döner.

Işınsu, daha önce başladığı İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü yarıda bırakarak, o yıllarda yeni açılan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin İşletme Bölümü’ne kaydolur. Bu durumu bir süre babasından gizler. O sıralarda ilk eşi Mimar Erdoğan Cemil Okçu kendisine talip olur. Babasından üniversiteyi devam ettirme şartı ile onay çıkınca 1959 yılı sonlarında evlenirler. Evlilikle okulu bir arada yürütemeyeceğini anlayan Işınsu, kısa bir süre için fakülteyi yarıda bırakır. Daha sonra bir ara Hukuk Fakültesi’ne, ardından başından itibaren arzuladığı Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne girer. Aynı zamanda fakültenin tiyatro derslerini de yakından takip eder.(1960) Ancak ailevî nedenlerle birlikte omuzlarına binen yükün artması üzerine arzulayarak devam ettiği Felsefe öğrenimini de yarıda bırakır.

Emine Işınsu’nun tahsil hayatını gözden geçirdiğimizde karşılaştığımız hareketlilik, eserlerinde geniş bir dünyanın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Kayıt yaptırdığı üniversitelerin hiçbirini tamamlayamamış olan Işınsu, zamanının çoğunu yazmaya ayırmış, yaşamının bundan sonraki döneminde dergi, gazete, tiyatro ve roman yazarlığı yapmıştır.

Işınsu’nun ilk romanı Küçük Dünya, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın Sanat Armağanı ödülünü kazanır. Eser 1962’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilir.

Şiirle başlayan yazın hayatı fıkra ve roman denemeleriyle zenginleşirken, yazar çeşitli dergi ve gazetelerde yazmaya devam eder. 1962 – 1963 yıllarında Yeni İstanbul gazetesinde Dedikodu sütununda Mehlika Arda takma adıyla siyasî konularda fıkralar yazar. 1963 – 1965 yıllarında Sabah gazetesinde fıkra yazarlığı, 1964’te Hisar dergisinde Yeşil Fasulyeler ve diğer birkaç hikâye ile kadın meselelerine temas eder.

Işınsu, tiyatroya derin bir ilgi duyar. D.T.C.F.’nin Felsefe Bölümü’nde okurken, bir taraftan da fakültenin tiyatro kürsüsü derslerine devam ettiğini dile getirdiğimiz Işınsu, Bir Yürek Satıldı(1966), Bir Milyon İğne (1967), Ne Mutlu Türküm Diyene(1969), Adsız Kahramanlar (1975) adlı oyunları bu ilginin sonucu yazdığını ifade ederler.
Senaryo, tiyatro, oyun yazarlığı da yapan Işınsu, 1966’da yazdığı Bir Yürek Satıldı adlı oyunuyla, TRT’nin düzenlediği Radyofonik Oyun yarışmasında birincilik alır.

İlk romanı Küçük Dünya’nın ardından romanda başarıyı yakalayan Işınsu, bu sıralar eşinden ayrılır. İçinde bulunduğu sıkıntılı durumda uzun bir hazırlığa girişerek Ak Topraklar’ı yazar. Bu eserle Türk Edebiyat Cemiyeti roman ödülünü kazanır.

1969 yılında, annesi Halide Nusret Zorlutuna ile Ayşe isimli kadın dergisini çıkarmaya başlar. Ayşe dergisinde “Zeynep Tan”, “Nur İleri”, “Işık” takma adlarıyla 28 sayı boyunca yazmaya devam eder. Bu arada Devlet dergisinde (1969 – 1971) iki yıl kadar yazar. Ayşe adıyla çıkardığı kadın dergisini Töre ismiyle 1971’de Mayıs -Haziran ayından itibaren yürütür.

İlk eşinden ayrıldıktan sonra 1972’de Prof. Dr. İskender Öksüz ile evlenen Işınsu, yazı hayatına ara vermez. Bozkurt dergisinde 1973 – 1974 yıllarında Gençlerle Hasbihal köşesinde yazar.
Aynı yıllarda Diyanet gazetesinde “Emine Abla” ismi ile kadın sayfası hazırlarken Türk Edebiyatı dergisinin hemen her sayısında yazılar yazdığını ifade tmişlerdir. 

1975’te yazdığı Tutsak romanıyla Kerkük Türklerinin mücadelelerini anlatan yazar, aynı yıl yayımladığı Sancı romanıyla ideolojik çekişmeleri dile getiren bir eser ortaya koyar. 1979’da yine Dış Türkleri anlattığı Çiçekler Büyür ve 1982’de de sendika romanı olarak bilinen Canbaz’ı yazar. Canbaz, kendisine Türkiye Yazarlar Birliği roman ödülünü getirirken, daha önce yazmış olduğu Sancı romanı ile de Türkiye Milli Kültür Vakfı ödülüne layık görülür. Daha sonra sırasıyla Kaf Dağının Ardında (1985), Atlıkarınca (1990) romanlarını yazan Işınsu’nun Bir Gece Yıldızlarla (1991) adlı bir de hikâye kitabı vardır. 1993’te yakın arkadaşı Prof. Dr. Umay Günay’ın teşvikiyle Millî Mücadele heyecanını anlattığı Cumhuriyet Türküsü romanını yayımlar. Dinî tesirlerin hâkim olduğu bir çevrede yetişen Işınsu, tasavvufa karşı duyduğu ilgiyi az çok Nisan Yağmuru ve Havva isimli romanlarında işler. Bukağı (2004) romanında Niyâzî Mısrî’nin hayatını işleyen Işınsu, son olarak yayımladığı Bayram (2005) adlı romanında ise, Hacı Bayram Veli’nin hayatını ele alır.

Halen Ankara’da hayatını sürdüren, biri kız (Elif), ikisi erkek (Yağmur, Murathan) çocuğun annesi olan Işınsu, eserleriyle edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinden birisidir.

EMİNE IŞINSU'NUN HİKÂYELERİ
Emine Işınsu’nun hikâyeleri çok fazla değildir. Zaten kendilerinin de hikayeci olmak üzerine bir iddiasında bulunmamaktadır. Başka bazı yazarlarımız gibi hikâye türünde yazılar yazıp belli hazırlık döneminden sonra romana geçmiş değildir. Bir yandan romanlarını yayınlamış araya bir hoşluk olsun bir lezzet gelsin diye adeta serpiştirmiştir. Hisar ve töre dergilerinde ilk hikâyelerini yayınlamıştır. Daha sonra Türk edebiyatı dergisinde hikâyelerini yayınlamıştır.

Hikâyelerinde sağlam bir yapı, sanat değeri açısından zenginlik ve derinlik bulunmaktadır. Uzatmayan canlı bir üslup kısa cümleler içinde gerçeklerin felsefelerin, derinliklerin hatta ötekilerin izleri görülmektedir. Işınsu’nun hikâyeleri romanların küçültülmüşü değil, romanları da hikâyelerin büyütülmüşü değildir. Aksine başka kalemlerden çıkmış gibi Işınsu bu iki ayrı türde farklılıklar göstermektedir. Hikâyelerinde daha fazla sanatkârdır demek sanırım yanlış bir ifade olmaz.

Hikâyelerinde çok sık ressam ve resim imgelerini kullanmış hikayelerini anlatırken bunun üzerinden bir kurgu oluşturmuştur.

Hikâyelerinde ideolojinin, hatta düşüncenin bile üstünde tam içtenlikle gönlünün istediklerini yazdığı söylenebilir.

KAPIM KİLİTLİ
1985 tarihinde yayınlanmış Annem için yazdığı kaydıyla kapım kilitli adlı hikâyesi Işınsu’nun annesi Halide Nusret hanımla geçirdiği edebiyat sohbetleriyle dolu günleri tespit ediyor. Yazar kaygılarını okuyucuya yansıtırken şiire edebiyata tutkunluğunu ve bu konudaki kültürünü ortaya koyuyor. Bu hikâye aynı zamanda annesinin ölümü gibi bir hicranı da arka felsefe planında yansıtıyor. Tereddütleri ve endişeleri ustalıkla ifade ederken okuyucuya yaşadığı çelişkileri de hissettirebilmesi açısından son derece önemli bir hikâye olarak değerlendirilmelidir.

BİR GECE YILDIZLARLA
14 Kasım 1985’te Van Gogh için yazdığı kaydıyla başlayan hikâye Işınsu’nun Paris’te geçirdiği bir seyahatini nehir kenarındaki gezintisini ve sabaha kadar süren bir kurguyu anlatmaktadır. Gece sabahlara kadar gezmesini serserilik olarak tanımlayan Işınsu Van Gogh’un kulağını kesmesine sık sık gönderme yapmaktadır. Bir aşkı ve ayrılığı içinde barındıran kuğusu güçlü felsefe alt yapısı oluşmuş bir hikâyedir.

HAVA GAZI FATURASI
1985 yılında yayınlanan bu hikâyede Işınsu kadınlar arası bir değerlendirme yapmakta ve hem ahlaki hem psikolojik bir vakayı eserine taşımaktadır.
Erkek ve kadın arasındaki özgürlük fakını işleyen Işınsu, erkek egemen bir toplum oluşumuzu fazla feminist olmayan bir ölçüyle kurgulamaktadır.
Bir ev buhranı arasında kurgulanmış olabileceğini düşündüğüm hikâye aynı zamanda geçerli gözlemlere de dayanmaktadır.

Genel bir mutsuzluk tanımından bahseden Işınsu bunu hikâyeye felsefi alt yapısını doldurarak yansıtmıştır.

SİZ MARTILARI BİLİRMİSİNİZ?
1971 Yılında İstanbul’da yazılmış ve rahmetli Dündar Taşer ve Erol Güngör için yazdığı anlaşılmaktadır. Duygusal ve güçlü bir kurgusu bulunmaktadır. Hikâyede bir akşamüstü prens, âlim ve Işınsu’nun bir lokanta ararken yazarın kendisine sorduğu soruları ve ideolojik ve ya insani kaygılarını yansıtmaktadır.

Hikâye kaleme alındığında Dündar Taşer henüz rahmetli olmamıştır ve Işınsu kendisinden prens diye bahsetmektedir. Erol Güngör’ün hoca olması hasebiyle kendisine âlim dendiği varsayımıyla bu çıkarımı yaptığımı ifade edeyim. Hikâyede balıkçı hasan diye tanıttığı bir martı düşmanı balıkçıdan bahsetmektedir.

Martıları özgürlük sembolü olarak gösteren Işınsu balıkçı hasanı da özgürlüğün karşısındaki olarak tanımlamaktadır.

BİR FİNCAN KAHVE
1991 yılında Ankara’da kaleme aldığı hikâyede Işınsu ihtiyar bir karı kocayı anlatmaktadır.
Adamın yıllar geçtikçe sağlık problemleri başlamış ve kendisine gösterilen tepkiler fena halde içerlemektedir. Yaşlı karısının da bel problemleri olduğu için çok fazla kocasıyla ilgilenememektedir
Yaşlı bir huysuz portresini başarıyla okura hissettiren Işınsu hikâyenin sonunda yaptığı başarılı değerlendirmeyle de bir yastıkta kocayın yâda bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır sözlerinden çıkarım yaparak hikâyeyi bağlamıştır.

GEÇ KALMA! FAKAT NEREYE?
1979un soğuk bir kış gününü anlatan hikâyede minenin işe yetişme telaşı arasında Özcan’la rastlaşmasından doğan tesadüf hikayeleştirilmiştir.
Dönemin siyasi olayları ve atmosfer hikâyeye yansıtılmış ve belirsiz gelecek kaygısı başarılı bir dille ifade edilmiştir.

YAĞMURDA BEKLEYEN YAŞLI KEDİLER
1988 yılında Ankara’da kaleme alınan hikâyede bir aşk acısı kurgulanmaktadır.

Hikâyede kullandığı tarz 1985 yılında yazdığı ‘kapım kilitli’ adlı hikâye ile benzerlik göstermektedir.

Bir aşk ve kaybedilmiş zamana bir ah çekiş ve hala kalmış acabalarla başarılı bir anlatım tekniğiyle okuyucuya aktarılmıştır.

KAYISI KURUSU
1986 Yılında yazdığı bu hikâyede yaşlı ve yalnız bir kadın olan Şükriye teyzeyi ziyarete giden Ayşe ile aralarında geçen konuşmalardan oluşturulmuş bir hikâyedir.

Ayşe küçüklüğünde Şükriye teyzenin bahçesinde oynamaya gider ve Şükriye teyzenin ikram ettiği kayısı kurularından yerdi.

Şükriye teyzenin kızı genç yaşta ölmüş ve kocası tarafından terkedilmişti buna rağmen Şükriye teyze hayata tutunmuş ancak bir hayli yıpranmıştı.
Evi müstakil bahçeli bir evdi ve çevresi apartmanlarla sarılmıştı.

Açıkgöz müteahhitler sık sık kapısına gelip kendisini rahatsız eder ve evi kendilerine vermesini isterlerdi.

Oysa Şükriye teyze gençliğinde kocasının kendisi için ektiği kayısı fidanlarını büyütmüş ağaca döndürmüş ve onlarla avunmaktadır.

Başarılı ve duygusal bir kurgusu olan hikâye diğer hikâyelerinden farklılık göstermektedir.
Okuyucuya yansıttığı duygusallık diğer tüm hikâyelerinden daha ağır bir tondadır.

İKİ KADIN
1190 yılında Ankara’da yazdığı iki kadın adlı hikâyede, aynı evde biri hizmetçi diğeri evin hanımı iki kadının hayata bakışlarını ve düşüncelerini anlatmaktadır. Hizmetçi kadının hayatta sahip olmak istedikleri bir hayli fazladır, ekonomik olarak özgür olmasına rağmen kocasına bağlıdır. Hayata karşı ezik ve endişelidir.
Diğer kadın ise evin hanımıdır ancak ekonomik özgürlüğü olmamasına rağmen rahat bir hayat yaşamaktadır. Üniversite yıllarında okulu bırakmasından dolayı pişmanlık yaşamaktadır.
İki kadın arasındaki farkı kıyaslayıp feminist kadınlar üzerinden bir çıkarım yapan Işınsu hayatta sınırsız mutluluğun olmadığı kanaatini hikâye içinde mesaj olarak vermektedir.

MİGREN DALGASI
1986 yılında yazdığı bu hikâyede, ressam olan karakterin bir migren krizi sonucu hissettikleri anlatılmaktadır.

Kriz anındaki Kurgusu ve güçlü tasvirleri Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Durali Yılmazın Donuklar romanını çağrıştırmaktadır. Güçlü anlatım tekniği ve hastalığı detaylandırması hikâyeyi zenginleştirmiştir. Ressamın düşünceleri ve aforizmaları psikolojik bir kurguyu yansıtmaktadır.

KARAR
1987 yılında Ankara’da yazdığı karar adlı hikaye bir adamla bir kadının telefon konuşmasını içermektedir.

Sabaha karşı Adam kendisinin kim olduğunu bilmeden arayan kadına hayata dair güzel şeyler söylemekte ve bir resmin bütününden bahsetmektedir. Hayatı yaşamaya değer olarak göstermekte doğanın, gökkuşağının güzelliklerinden bahsetmektedir.
Oysaki adam firari ve kaçaktır. Fakat kadın bunu bilmemektedir.

KÜÇÜK HIRSIZ
1985 yılında yazdığı bu hikâye Paris’te bir parkta geçmektedir. Rus, alman, İtalyan, Türk ve bir zenci kızın buradaki konuşmaları üzerine bir kurgudur. Zenci kız tüm insanların sınırları kaldırarak bir arada ve zenginlikleri ortaklaştırarak paylaşmak gerektiğini hararetli bir şekilde savunmaktadır. Dünya vatandaşlığı eksenli bu konuşmada ortak değerler üzerinde bir konuşma yapılırken ayrıştıkları ve birleştikleri noktalar vurgulanmakta bir nevi hümanizm üzerinden bir çıkarım yapılmaktadır. Bu arada hikâyenin sonunda küçük kızın hırsız çıkması yüzde bir tebessüme sebep olacaktır.

KOCA CADI
1986 yılında yazılan Emine Işınsu’nun ilginç bir hikâyesidir.
Koca cadı yılın en iyi cadı ödülünü almak için biri Paris’te ressam olan brigitte, diğeri İstanbul’da ev hanımı olan Tülin’in hayatını gözlemektedir. Kadınlar hayatlarından memnun değildir. Tülin ressam olmak brigitte ise ev işleriyle uğraşmak istemektedir. Koca cadı bir işaretle bunların ruhlarını yer değiştirir. Kadınların bundan da memnun olmayacağını düşünüp cadılar bayramında ödül almayı planlamaktadır, oysa işler istediği gibi gitmez. Kadınlar girdikleri bedeni kanıksarlar. Cadının çıkardığı ve yazarın verdiği mesaj kadınların artık ne istediğini bildikleridir.

PORTAKALCI İSMET BEY
1991 yılında Ankara’da yazdığı Portakalcı ismet bey hikâyesinde açıkgöz bir Portakalcının portakal satmak için yaptığı numaraları anlatılmaktadır.

Sonuç

Emine Işınsu hikâyelerinde sade bir dil kullanmıştır. Hikâyeleri kısa ve anlaşılırıdır. Hikâyelerinde üslubu ve dili yalın, zaman zaman karmaşık bir hale dönüşmektedir.
Eserlerinde çok sık ressam ve resim ilişkisini, parça ve bütün ilişkisini yansıtmış hikâye ile gerçek arasında, resim ve hikâye arasında, ressam ve yazar arasında bağlantılar kurmuştur. Hikâyeleri duygusaldır.

Hikâyelerinde sağlam bir yapı, sanat değeri açısından zenginlik ve derinlik bulunmaktadır. Uzatmayan canlı bir üslup kısa cümleler içinde gerçeklerin felsefelerin, derinliklerin hatta ötekilerin izleri görülmektedir. Işınsu’nun hikâyeleri romanların küçültülmüşü değil, romanları da hikâyelerin büyütülmüşü değildir. Aksine başka kalemlerden çıkmış gibi Işınsu bu iki ayrı türde farklılıklar göstermektedir. Hikâyelerinde daha fazla sanatkârdır demek sanırım yanlış bir ifade olmaz.

KAYNAKÇA
Işınsu, Emine, Bir Gece Yıldızlarla, ötüken,1997,istanbul
Işınsu, Emine, “Halide Nusret Zorlutuna ve Aşk ve Zafer”, Töre, S. 95, Nisan 1979
Tunalı, Yağmur, “Emine Işınsu ile Mektup- Mülakat”, Töre, S. 139, 1982
T.E.D. Dergisi, Ankara, 1955–1957. Tuncer, Hüseyin, “Emine Işınsu ile Söyleşi”, Dil – Kültür – Edebiyat ve Sanat Penceremizden, İzmir 2000, s. 227 
Kabaklı Ahmet, Türk Edebiyatı 5.cilt,Türk Edebiyatı vakfı yayınları.1994, İstanbul



HAKKINDA YAZILANLAR

Töre (05.1971-05.1985)

Başlığının altında “Aylık fikir ve sanat dergisi” yazısı bulunan milliyetçi bir “siyaset, bilim, düşünce dergisi’ olarak, Ankara’da çıkarıldı. 15 yıllık sürede 168 sayısı yayımlandı. Aslında Töre, doğrudan bu adla çıkarılmış bir dergi değildi; kurucusu Halide Nusret Zorlutuna olan Ayşe’nin devamı idi. O dergi 28 sayı çıktıktan sonra, adı Töre’ye dönüştürülmüştü. Bu yüzden Töre’nin ilk üç sayısı 29, 30 ve 31 numarası ile çıkmış; ardından 4, 5, 6 ... diye devam etmişti.

Derginin sahiplik ve yazı işleri müdürlüğünü, Ayşe’de olduğu gibi, Emine Işınsu üstlenmişti (Sahiplik, Haziran 1981 sayısından başlayarak Yaşar Eşmekaya’ya geçti). Bu dönemde “genel yayın müdürlüğü” görevini, sırasıyla,Aynur Can, Mehmet Ş. Önal, Peyami Çelikcan yaptılar.

Töre'deki düşünce yazılarının başlıcalarını Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mehmet Eröz, Hikmet Tanyu, Orhan Türkdoğan, Sadik Kemal Tural, Ahmet Bican Ercilasun, Galip Erdem, Agâh Oktay Güner, Ayhan Tuğcugil (İskender Öksüz), Birol Emil, Turan Yazgan, Tarık Buğra, Ergun Göze, Faruk Kadri pmurtaş, Umay (Türkeş) Günay, Dündar Taşer, Abdülkadir İnan, Âmiran Kurtkan, Beyhan Karamağaralı, Aclan Sayılgan, Ahmet Cebeci, Nevzat Kösoğlu, İskender Öksüz, Necmeddin Sefercioğlu, vb. yazıyorlardı.

Derginin sanata dönük yanı ise Emine Işınsu ve Yağmur Tunalı'nın yönetiminde idi. Şiir, hikâye, deneme gibi değişik sanat dallarında yazan birçok yazara yer verildi. Halide Nusret Zorlutuna, Ârif Nihat Asya, Yavuz Bülent Bâkiler, Yetik Ozan (Turgut Günay), Ayvaz Gökdemir, İlhan Geçer, Bahattin Karakoç, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Azmi Güleç, A. Rahim Balcıoğlu, Ahmet Metin Şahin, Şevket Bülent Yahnici, Sabahattin Engin, Oğuzata Altaylı, Erol Sayan, Avni Anıl bunların başlıcaları idiler. Dergide, Coşkun Karakaya, Ahmet Ali Garipkafkaslı, Ali Düzgün, Mustafa Aslan, Mehmet Başbuğ, Cengiz Karakuzu'nun desenleri de yayımlandı. Ayrıca, Mehmet Çınarlı'nın “Sanatçı dostlarım” adlı yazı dizisi yer aldı.


VEFAT-HABER

Emine Işınsu vefat etti
5 Mayıs 2021

Romancı ve oyun yazarı Emine Işınsu vefat etti. Eşi yazar Prof. Dr. İskender Öksüz, 83 yaşındaki usta kalemin vefatına ilişkin Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Az önce eşim Emine Işınsu'yu kaybettim" ifadesini kullandı.

Işınsu’nun cenazesi yarın Ankara’da Hacıbayram Veli Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından son yolculuğuna uğurlanacak.