Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Doğan Kuban

mimar, akademisyen

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Doğan Kuban
Doğan Kuban    (1926)-(2021)
mimar, akademisyen

1926 yılında Paris’te doğdu. 1949 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra fakültenin Mimarlık Tarihi Kürsüsü’ne asistan oldu. 1950’lerde İtalya’ya giderek Rönesans mimarlığı üzerinde çalıştı. 1962’de Fullbright bursuyla konuk öğretim görevlisi olarak ABD’deki Michigan Üniversitesi’nde bulundu.

1960’lar ve 70’lerde belli süreler boyunca Harvard Üniversitesi’nin bursuyla Washington D.C.’deki Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi ve Koleksiyonu’nda çalıştı. 1965 yılında 'Anadolu Türk Mimarlığının Kaynak ve Sorunları' adlı çalışmasıyla profesör oldu.

1973-76 yılları arasında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde dekanlık yaptı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nün kurulması için çalıştı. 1974’te kuruluşu tamamlanan enstitünün başkanlığını yürüttü. Ağa Han Mimarlık Ödülü Yürütme Komitesi üyesi oldu.

Türk, İslam, Anadolu mimarlığı ve sanatını konu alan kitaplar ve makaleler yayımladı. Çalışmalarında, Türk sanat ve mimarlığının özgün bir yaratı alanı olarak görülmesi gerektiğini öne sürdü.

22 Eylül 2021 tarihinde İstanbul'da vefat etti.


HAKKINDA YAZILANLAR

1.Prof. Doğan Kuban'a Armağan
Zeynep Ahunbay, Kurtgün Eyüpgiller, Deniz Mazlum
Eren Yayıncılık


SÖYLEŞİ

Kuban: 80 bin cami yapıldı ama Osmanlı mimarisi yok oldu
Zaman 16 Aralık 2013

Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen sürede yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatan Doğan Kuban, “Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu.” diyor.

Paylaş Tweetle Paylaş Gönder Yazdır A A Mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban, geçtiğimiz yıllarda ‘Osmanlı Mimarisi’ isimli dev eserini yayımlamış ve Osmanlı’nın mimari tarihini 720 sayfaya, 1000’i aşkın fotoğraf ve çizim eşliğinde sığdırmıştı. Ama tabii ki Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatına ilişkin tüm önyargıları ve klişeleri yerle bir eden o kitabı okumak her yiğidin harcı değildi. Biraz da bu sebeple Kuban, herkesin kolayca okuyup kendine rehber edineceği bir başka kitap hazırladı: Osmanlı’nın İstanbul’u (YEM Yayınları). Türkçe ve İngilizce baskıları ayrı yapılan yeni kitap; Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor.

HARİTALI SEKİZ BÖLGE

Mimar Sinan’dan Dalgıç Ahmed Ağa’ya, Balyanlar’dan Raimondo D’Aronco’ya Os-manlı’nın büyük ustalarının imzalarını taşıyan saray, külliye, cami, hamam, köprü, yalı ve çeşme gibi farklı işleve ve ölçeğe sahip önemli yapıları bir araya getiren kitap; onları bugünün karmaşası arasında görmemizi kolaylaştıracak yol haritaları da içeriyor. Osmanlı’nın İstanbul’u; bir yandan gurur veren bir yandan da varlığı her geçen gün kent dokusu içinde kaybolan Osmanlı yapılarını; kısa yürüyüşlerle birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzeni içinde sekiz bölgeye ayırarak anlatıyor. Bunlar sırayla; tarihi yarımadayı kapsayan Suriçi yani Sultanahmet-Sirkeci, Beyazıt-Eminönü, Fatih, Aksaray-Yedikule, sonra surların dışında kalan Eyüp-Haliç, Galata-Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ve Boğaziçi’nden oluşuyor. Bu bölgelerin dışında kalan Büyükçekmece Köprüsü ve Mağlova Sukemeri de İstanbul çevresi başlığı altında kitabın sonunda bulunuyor.

“Yenikapı’ya yazık ettik, cahillikten...”

Doğan Kuban, neden böyle gezi rehberi gibi bir kitap yazdığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu şöyle anlatıyor: “Ortada bir sürü palavra dolaşıyor, önüne gelen bir şeyler yazıyor, söylüyor. Doğrusunu bilen yok. Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu. Osmanlı mimarisi bilinsin diye 720 sayfalık kitap yazdım ama o da ilgilisine. Bu küçük kitap biraz eğitimli bir insanın okuyup vakit bulduğunda gidip göreceği yerleri bir araya getirdi. Yanından geçip gittiğimiz 112 sapasağlam yapı var. Bari onları öğrenelim…”

İstanbul’un biri Hıristiyan biri Müslüman iki büyük imparatorluğun merkezi olduğunu üzerine basa basa tekrar tekrar anlatan Kuban; “Herkesin şunu anlaması lazım. Burası Roma imparatorluk merkezi… Bu ne demek? Roma demek…” diyor ve ekliyor: “Dünyada böyle bir yer yok. Bu şehri koruyamazsak hapı yutarız.” Kuban’a göre zaten surlar dışında şehri pek koruduk da sayılmaz. Bizans Sarayı’na yazık olduğunu söyleyen Kuban, “Parklar, oteller yapacağımıza onu korusaydık İstanbul dünyanın en şanslı turizm merkezi olabilirdi.” diyor ve kendi deyişiyle son cahilliğimizi anlatıyor: “Daha yeni, Yenikapı’ya yazık ettik. Roma devri limanı, en büyük Roma limanlarından biri. Dünyada bir Roma limanı buluyorsun, içinde gemilerin kalıntıları var… Ama koruyamıyor elinden göz göre göre kaçırıyorsun. Orası Roma limanı olarak kalsaydı… İstanbul’un turisti bir senede 10 milyon artardı. İşte bunlar hep cahillikten.”

Bir dilimiz, bir de mimarimiz var

“Bize özgü olan en büyük iki zenginliğimiz Türkçemiz ve mimarimiz. Osmanlıca değil ama Türkçe. Dilimiz tam bir şaheser. Türkler göçebe bir toplum olmasına rağmen dillerini korumayı başarmışlar. Akıl almaz bir şey. 11. yüzyılda gayet gelişmiş bir Türkçe var. Mimarimiz de öyle; çok sade ama gayet modern. Biraz ilkel ama çok insancıl, büyük bir matematik dehasına dayalı, dahası özgün. İran’da, Mısır’da, Çin’de; başka bir yerde yok. Buraya özgü. Şimdikiler değil tabii. Şimdikiler sadece para kazanmaya çalışıyorlar ne yazık ki!”



ENGLISH BIOGRAPHY

Dr. Doğan Kuban is Professor of Ottoman Architecture and History at Istanbul Technical University. After graduating from the Department of Architecture at Istanbul Technical University in 1949, he went to Italy and studied Renaissance Architecture. In 1962, Dr.Kuban received the Fulbright Fellowship and went to Michigan University as a tutor. Between 1964 and 1979, he spent several years as a research fellow of Harvard at Dumbarton Oaks. Dr.Kuban gained professorship in 1965, and served as Dean of the Faculty of Architecture at Istanbul Technical University between 1974 and 1977. Prof. Kuban founded the Institute of Architectural History and Restoration at the Faculty of Architecture in 1974, and served as its director. He is the author of over 70 acclaimed books, including Ottoman′s Istanbul (2013), Domes: A Journey Through European Architectural History (Istanbul, 2012), Sinan′s Art and Selimiye (Istanbul, 2011), Istanbul: An Urban History (Istanbul, 2011), Ottoman Architecture (Istanbul, 2010), Ottoman Palaces (Istanbul, 2010), The Miracle Of Divriği: Am Essay on the Art of Islamic Ornamentation In Seljuk Times (Istanbul, 2001), and Vanished Urban visions: Wooden Palaces of the Ottomans (Istanbul, 2001). He has also published numerous articles on Turkish, Islamic and Anatolian Architecture and Arts. Prof. Dr. Kuban also served as a member of the executive committee for the Aga Khan Award for Architecture.

Selected books:
Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme (An Easy on the Turkish Baroque Architecture), (Istanbul: İTÜ Mimarlık Fakültesi, 1954).
Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekan Teşekkülü. Rönesansla Bir Mukayese (Space Formation in the Ottoman religious Architecture. A Comparison with Renaissance Architecture), (Istanbul: İTÜ Mimarlık Fakültesi, 1958).
Bir Batı Anadolu Gezisi İzlenimleri, (Istanbul, 1961).
Anadolu-Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları (The Source and Problems of the Anatolian-Turkish Architecture), (Istanbul: İTÜ Mimarlık Fakültesi, 1965). 
Türkiye Sanatı Tarihi (A History of Art in Turkey), (Istanbul: Çağdaş Yayınları, 1970). (7. Baskı 1996, Gerçek Yayınları, 100 Soruda Serisi) 
Mimarlık Kavramları (Concepts of Architecture), (Istanbul: YEM yayınları, 1973; 4. Baskı 1998).
Muslim Religious Architecture, Part I. Leiden: Brill Publications, 1974; Par II, Leiden, 1985. (Iconography of Religions, XXII, 2, 3) 
Sanat Tarihimizin Sorunlan (Essays on Turkish and Islamic Arts), (Istanbul, 1975). 
Türk ve İslam Sanatı Üzerinde Denemeler, (Istanbul: Arkeoloji ve Sanat, 1982; 2. Baskı, 1995).
Turkish Culture and Arts, (Istanbul: BBA, 1985).
Batıya Göçün Sanatsal Evreleri. Anadolu′dan Önce Türklerin Sanat Ortaklıkları (Artistic Etapes of the Migration to the West), (Istanbul: CEM, 1993). 
İzmir ve Ege′den Mimari İzlenimler (Architectural Impressions from the Aegan and İzmir), (Izmir: Çimentaş, 1994). (with D. Goffman) 
The Turkish Hayat House, (Istanbul: Eren Yayınları, 1995).
Türk Hayatlı Evi, (Istanbul: Eren Yayınları, 1995).
Istanbul, An Urban History. Byzantion, Constantinopolis, Istanbul, (Istanbul: Tarih Vakfı, 1996). 
İstanbul, Bir Kent Tarihi. Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul, (Istanbul: Tarih Vakfı, 1996; 2. Baskı, Istanbul, 2000)
Sinan′ın Sanatı ve Selimiye (Sinan′s Art and Selimiye), (Istanbul: Tarih Vakfı, 1997; 2. Baskı 1998).
Kalenderhane in Istanbul, The Building, (Mainz: Verlag Philip Von Zaben Gmbh, 1997). (With C.L. Striker).
Mimarlık ve Kent Üzerine İstanbul Yazıları, İstanbul, (Istanbul: YEM yayınları, 1998).
Mimarlık Kavramları, (Istanbul: YEM yayınları, 1998; 2nd ed. 2002).
İstanbul Yazıları, (Istanbul: YEM yayınları, 1998).
Divriği Mucizesi, Ortaçağ İslam Bezemesi Üzerine Yorumlar (The Miracle of Divrigi), (Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999; 2nd ed. 2002).
Sinan, An Architectural Genius, (Photographs A. Ertuğ), (Bern: Ertuğ, Borusan, 1999).
İstanbul Bir Kent Tarihi, (Istanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000).
Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu, Kuram ve Uygulama (The Architectural Dimensions of Historical Environment, Theory and Practice), (Istanbul: YEM yayınları, 2000). 
Ahşap Saraylar: Kaybolan Kent Hayalleri / Wooden Palaces of the Ottomans, (Istanbul: YEM yayınları, 2001).
Türkiye′de Kentsel Koruma, Kent Tarihleri ve Koruma Yöntemleri (Urban Conservation in Turkey, City Histories and Methods of Conservation), (Istanbul: Tarih Vakfı, 2001).
Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı (Anatolian Art in the Seljuk Period), (Istanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002). 
Osmanlı Mimarisi, (Istanbul: YEM yayınları, 2007). 


xxxx

NEDEN TÜRK'ÜM? NASIL TÜRKÜM? NİÇİN TÜRK'ÜM?
PROF. DR. DOĞAN KUBAN
19 Eylül 2025 / Bkz: Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Yayını, Sayı : 2014/3 - 1 Mart 2014, Sayfa :15

Sevgili Okuyucular, 90 yaşına yaklaşan bir insan olarak, kendi varlığıma güvenmemi sağlayan bir ulusal kimliği tanımlamak için yazıyorum.

Aslında ben babası Çerkez, anneannesi Midilli' li, annesinin ailesi Ortaasyalı olan bir Türk'üm. Bunları yazarken kuşkusuz duygusalım. Bunlarla yaşadım. Ama hepsi gerçek.

Biz sadece Anadolu’yu Türk dilli yaptık. Burası asıl anavatanımızdır… Türk tarihinin gelişmesini öğrenen herkes Türklerde ırkçılık olmadığını görür.. Müslümanları ırk ve mezhep propagandasıyla birbirlerine düşürmek İngiliz emperyalizmi ile başlayan bir Batı stratejisidir.

Dünya bizi Türk olarak biliyor. Osmanlı pasaportu ile Güney Amerika’ ya giden Lübnanlı Arap’a da ‘El Turco’ diyorlardı. Limni kökenli bir Rum profesör Osmanlı pasaportu ile göç ettiği New York’ ta kendisine Türk dedikleri için kavga ettiğini anlatırdı. Cezayirli korsanlar İtalyan kıyılarını vurduklarında İtalyanlar onlara Türk derlerdi. Avusturyalılar ve Ruslar hep Türklerle savaştılar. Araplar da Türk (çoğul Etrak) derler.

Devşirme Yeniçeri ordusu Türk ordusudur. Marko Polo Anadolu'dan geçerken Türkler vardı. 13. yy.' dan önce Bizanslı tarihçilerin söz ettiği bütün bozkır göçerleri, değişik adlar altında Göktürkler, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar, Karahanlılar, Selçuklular, Gazneliler, Kuzey Hindistan'ı fethedip devlet kuranlar hep Türklerdir. Babüroğulları da Türkçe konuşuyorlardı. Osmanlı esperantosu da halkın kullandığı bir dil olmadı.

Düşüncemi Türkçe anlatıyorum. Bunun etnik kökenle ilgisi yok. Genetik çok kökenlilik, önemli bir hoşgörü kaynağıdır. Teknik Üniversite' de Bulgaristanlı Türk, Makedonyalı Türk, Anadolulu Türk, Çerkez, Laz, Gürcü, Tuncelili (Dersimli) Kürt, Azeri - lranlı, Urfalı Arap, Yahudi, Rum, Ermeni, Giritli gibi İmparatorluğun her köşesinden gelmiş gençlerle birlikte okudum. Aynı üniversitede öğrencilerim içinde Iraklı, İranlı, Suriyeli, Balkanlı, Yunanlı, Bulgar, Kıbrıslı öğrencilerim oldu.

Bu toplum tarihini öğrenemedi. Birkaç hikâye ile yetiniyor. Oysa dünya tarihinin odağı olan Avrasya tarihinin biçimlenmesinde rol oynayan en büyük aktörler arasında Türkler var. Her fethettikleri, yerleştikleri toplumun kültürünü almışlar. Çin' de Çinli, Hint ' te Hintli, Orta Asya ve İran 'da İranlı olmuşlar. İslamı Araplardan, şiiri ve tasavvufu İranlıdan almışlar.
Devlet bürokrasisinin dili Osmanlıca halkın anlamadığı bir Esperanto idi.

Türk kökenli göçerlerin ve onların kurdukları devletlerin Avrasya tarihinin ve İslam' ın biçimlenişinde büyük rolleri var. Bu Cengiz imparatorluğu gibi sadece Doğu ve Orta Asya' da kısa süreli bir dönem değil. Zaman ve coğrafi sınır ile çok daha geniş ve günümüze uzanıyor.

Çin' de ilk Türk sülalesi olan Wei' ler, Moğollardan 900 yıl önce Kuzey Çin' i işgal ettiler. Hun konfederasyonunun yönetici grubu Türk. Moğolların Batıya akınlarında ordularının yarısı Türktü. Bunun kanıtı, Rusya ' da Türkçe konuşan Müslüman Altınordu egemenliğidir.

Türkler, Asya'nın yerleşik bölgelerine yaptıkları akınlar ve işgal ettikleri yörelerde kurdukları geçici devletlerle tanınıyor. Bu tarihin Müslümanlık çağı ise, Gazneli, Selçuklu, Osmanlı, Memluk gibi yerleşik devlet tarihlerinden oluşuyor. Bütün bu evrensel ve günümüze kadar uzanan, coğrafi olarak Doğu Asya'dan Orta Avrupa' ya uzanan coğrafyada, zaman zaman destanlaşan bir tarihe sahibiz. Türkler İslam dünyasında Selçuklardan Osmanlıya kadar egemen olmuşlar. Türk dendiği zaman Şaman göçerler, Bulgar ve Gagauz gibi Türk kökenli Hıristiyanlar, Hazar' lar gibi Yahudi olmuş toplumlar var.

Selçuklu ve Osmanlılarla birlikte Türk ve Müslüman kimlikler eşdeşleşir. Fakat devşirme Yeniçeri ile, dönme Rum ya da Ermeni, annesi Hıristiyan olan sultanlar da Türkleşir. Bugün Asya'da 125 milyon Türkçe konuşana karşın, sadece 25 milyon Moğolca konuşan var. Biz sadece Anadolu' yu Türk dilli yaptık. Burası asıl anavatanımızdır. Ertuğrul aşireti de Türk. Osman Bey' in babasının, kardeşlerinin, oğullarının adı Türk, kendisinin adı Osman olmuş. Beyliğin kuruluşundan iki yüz yıl sonra uydurulmuş.
Dünya tarihinin önde gelen tarih biçimleyicileri, Çinliler ve Hintliler, Yunanlılar ve Latinler, Türkler ve Araplar, Slavlar ve Germenlerdir. Gerçi Türkçe konuşanlar bu tarihin uygarlık yaratanları olmadılar. Fakat ırklar arasındaki sembiyotik yaşam sürecinin en büyük temsilcileridir Amerika ' nın en büyük üniversitelerinde Türk olarak hocalık yaptım.

Yurtdışında insanlar 2 tane Türk tanıyorlardı. Süleyman the Magnificent (Muhteşem Süleyman) ve Atatürk. Onlarla övünüyorum.
Günümüzde tarih bilmeyen, yaşları benim çocuklarımdan daha küçük genç birtakım adamlar yetişti. Bunlar Türklük' ten söz edince kem küm ediyorlar. Benim anlayış sınırlarımın dışında olduğu için söylediklerini merak etmiyorum.
Kâzım Karabekir Paşa' nın yaverinin eşi olan Dar-ül Muallimat mezunu annem, küçükken bana Karabekir Paşanın bir çocuk şarkısını öğretmişti :
Çelik gibi kollu,
Tunçtan ayaklı,
Türk hiç yılar mı?
1930 'lu yıllarda Anadolu'da ilkokullarda tarihi çoktan unutturulmuş bu halkın çocuklarına ne olduğunu anımsatmak için Türküm, doğruyum, çalışkanım!…' söyletiliyordu. Bu, yok olan imparatorluğu kuran insanlara kendilerini anlatmak için gerekliydi. O sırada Anadolu'yu anayurt yapanların nefesini yeniden içimize çekmemiz gerekiyordu.
Türkiye, ulus düşüncesinin zayıflamasına göz yuman bir sakat düşüncenin esiri olarak, dünyanın gelişmiş ülkeler ailesinden çıkarılmaya çalışılıyor.

'Marseillaise'ı dışlayan bir Fransız, ulusal marşlarını dışlayan Amerikalı, Alman, Rus, İngiliz olamaz. Brezilyalıların, Güney Afrikalıların, Avustralyalıların ulusal marşlarını ne büyük heyecanla söylediklerini çok seyrettim.

Bugünün Türkleri kendi tarihlerini öğrenmiyorlar. Dünyanın farkına 1965 'ten sonra varanlar Türk tarihinin evrensel konumunu hikâye olarak bile bilmiyorlar. Bunlar, eğer özel bir aile ortamından gelmemiş, ya da okulda bilinçli bir hoca ile karşılaşmamışlarsa, kimlik sorununun içeriğini öğrenmiyorlar. Türklerin ve Türkiye'nin tarihsel konumunu da bilmiyorlar.
Türk tarihinin gelişmesini öğrenen herkes Türklerde ırkçılık olmadığını görür. Bozkır göçeri ekzogam bir toplumda yaşar. Çinli, Moğol, Slav, İranlı, Hintli her kadın bir ganimettir. Osmanlılar da öyle davrandılar. Savaşta düşmanın karısı, kızı bir ödül oldu. Osman Bey gazilere kentleri ele geçirdikleri zaman Rumların evlerinin ve karılarının onların olacağını söylüyordu. Cengiz Han da askerlerine aynı şeyi söylemiştir.

Bizim sultanlar ise, hareme Türk-Müslüman kadın sokmamışlardır. Anaları Hıristiyan esiridir. Bunu biliyoruz. Ama, anlamını yorumlayan, sonuçlarını anlatan yok. Türklük ırksal ve kansal değil, bir kültürel özelliktir. Çağımızda bizi bu kültür kimliğine bağlayan tek şey dil ve dille üretilen düşünce ve sanattır.

Bu toplum kendini Türk ve Müslüman olarak görür, dünyadaki yerini ise öğrenemedi. Fakat arkasındaki tarih ve Osmanlı'nın kozmopolitliği onu, bağnaz olmaktan bir ölçüde kurtarmıştır. Annemin amcasının kara derili bir eşi vardı. Benim gibi yarı Çerkez bembeyaz bir Türk çocuğunun yarı zenci amcaları, kuzenleri memur, subay, öğretmen olarak yaşıyorlardı. Hiç yadsımadım.
Cahilin özelliği, kolay yönlendirilmektir, bağnaz, kışkırtılan cahildir. Sömürülmek de bunun doğal sonucudur. Batılılar bu etkilemeyi bir bilim yaptılar. Müslümanları ırk ve mezhep propagandasıyla birbirlerine düşürmek İngiliz emperyalizmi ile başlayan bir Batı stratejisidir. Ama Fatih' in sadrazamı Mahmut Paşa bir Bizans aristokratı idi.

Biz sayısız etnik gruplarla iç içe yaşadık ve yaşıyoruz. Bu, dünyanın her yerinde böyle. Ama Amerikalı 'nın kendine güvenini düşünün.

Bilgi, teknoloji ve uygarlık adına her şeyi ithal etmeyi pragmatik bir dünya görüşü bağlamında doğal kabul eden bir toplumuz. Bugün de her şeyi ithal ederek yaşıyoruz.Tarihimizin büyük bir özelliği var : Bu geri kalmış bir uygarlığı aşmaya olanak verebilecek bir özelliktir. Türkler hiç sömürge olmadılar. Her ırkla kardeş gibi yaşadılar.

Sultan/Padişah kulluğunu Cumhuriyetle aştık. Yeniden hiç kimsenin ve 'Para' nın kulu olmamak dileğiyle...»