1934 yılında Denizli'de doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimarlık ve Mimarlık bölümlerinde okudu. Almanya'da mimarlık ve şehircilik kurslarına katıldı. İstanbul'da yüksek mimar ve mühendis olarak çalıştı.
20 Mart 2020 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
ESERLERİ:
Kişi, Akdeniz, Mor, Dört Kişiydiler Bir de Ben, Yeryüzünün Yüreği, Yerdeli Gökdeli, Zeytinli Fırın Sokağı, Güz Ey, Fide, Onu birden, Dışların İçi adlı kitapları vardır.
ESER-AYRINTI
Türk Evi Cengiz Bektaş Yapı Endüstri Merkezi Yayınları / Mimarlık Dizisi
"Türk Evi", Cengiz Bektaş'ın, içinde doğup büyüdüğü, coğrafyanın birikiminden, yaşama kültüründen doğan "ev"i tanıyabilmek için Balkanlar'da, Adalar'da, tüm Anadolu'da sayısız araştırma-inceleme gezisi yaparak, fotoğraflayarak, yazıp-çizerek, çoğunu ölçüp-biçerek yaptığı ayrıntılı saptamaların okuyucuya bir sunumu...
Cengiz Bektaş, ana ilkelerden kullanılan gereçlere, plan tiplerinden esnekliğe, biçemden dönemlere uzanan geniş bir bakış açısıyla "Türk evi" kavramına bakar:
"Yöresel bütün renkleri içeren Osmanlı yaşama kültürünün ürünü olan evleri, Saraybosna'dan Erzurum'a, benzer temel ilkelere göre gerçekleştirilmiş olarak buluyoruz. Hangi gereçle, nerede, kimin için yapılmış olurlarsa olsunlar, bugün de yaşayan örneklerini incelediğimizde, bu evlerde kimi ortak yönleri, aynı temel ilkeleri saptayabiliyoruz. Yaşadığı topraklar üzerinde, gelmiş geçmiş bütün kültürlerin doğal kalıtçısı önce orada büyüyenlerdir. Bu nedenle, elbette Makedonya'daki Osmanlı evine bugünün Makedonyalısı Makedonya evi, Filibe'deki Osmanlı evine Bulgaristanlı Bulgaristan evi, Yunanistan'daki Osmanlı evine de bugünün Yunanistanlısı Yunanistan evi diyecektir. Gerçekten de bu evler, yaratıldıkları coğrafyanın evleridir tam tamına... Ben bugün 'Türkiye evi' dersem de, ya da Türkiye vatandaşı olarak yaşayanlara, üst kimlik olarak Türk dendiğine göre, 'Türk evi' dersem de doğru bir şey söylüyorum elbette... Ama bunu, Osmanlı yaşama kültürünün, bütün bu topraklar üzerinde ortak yaşamdan yarattığını bilerek söylüyorum 'Türk evi' sözünü."
(Tanıtım Bülteninden) Türkçe 168 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 22 cm İstanbul, 2013, 1. Basım ISBN : 9789944757812
HABER
Cengiz Bektaş: Bu konutları bize düşman olan bile yapmaz 19 Mart 2013 SEVİNÇ ÖZARSLAN
80 yaşına varmış Antalyalı bir usta, bir zamanlar Anadolu’da evlerin nasıl yapıldığını anlatıyor: “Bir kişi ev yaptırmaya karar verdi mi, sora araya bulduğu ustanın evine bir çuval buğday yollarmış.
Usta böylece o kişinin kendisine bir ev yaptırmak istediğini anlarmış. O işi yapmaya gönlü varsa, yapabilecek durumdaysa, alıkoyarmış buğday çuvalını. Böylece iki aile arasında gidip gelmeler başlarmış. Usta iyiden iyiye tanırmış işvereni. Hali vakti yerinde mi, kaç çocuğu var, başka olacak mı? İşveren de ustaya istediği evle ilgili düşündüklerini aktarırmış… Kimi isteklerini de, daha önceden bildiği bir örneğin yanına götürüp göstererek aktarırmış: ‘Bak şöyle bir şey istiyorum.’ ya da ‘Şuna benzesin ama şurası da şöyle olsun.”
Bugün bize ne kadar uzak bir zarafet, öyle değil mi? Dünyanın gözbebeği İstanbul’un ortasına silüeti bozan ucube gökdelenler inşa edilirken mimarların bile fikri sorulmuyor. Günümüzün yaşayan en ünlü mimarlarından, şair, yazar Cengiz Bektaş, yeni yayımlanan “Türk Evi” kitabında (YEM Yayın) anlatıyor yukarıdaki hikâyeyi. İçinde doğup büyüdüğü coğrafyanın ev kültürünü tanıyabilmek için Balkanlar’da, Adalar’da ve Anadolu’da yaptığı sayısız araştırma-inceleme gezilerinin bir sonucu olan kitaptaki ev örneklerini Bektaş, bizzat fotoğraflayarak, hikâyelerini yazıp çizerek, çoğunu ölçüp biçerek tespit etmiş. Bu nedenle TOKİ’nin, yeşil Bursa’nın ortasına tokat gibi yapıştırdığı gökdelenleri de, ‘kanser hücreleri’ diye tarif ettiği Foça’daki 2. konutları da görmeye dayanamadığından bahsediyor. “Bu konutları bize düşman olan bile öldürseniz yapmaz. Biz yapıyoruz ama. Tek derdimiz para kazanmak. Onun için bu kitap önemli. Çünkü biz böyle bir kültürden geliyoruz.” diyor.
Türk evleri kadim zamanlardan gelen birikimin ve Osmanlı’dan kalan yüksek yaşama kültürünün eseri. Bektaş’ın anlattığına göre Türk evinin mimari yapısı aile terbiyesi üzerine kurulu ve bugünkü bütün konutlardan daha ekonomik, oldukça da esnek. Her odası 24 saat kullanılabiliyor. “Oda değil, evdir zaten onlar. Türk evinin bir odasında hiç dışarıya çıkmadan yaşayabilirsiniz. Yatak serili ise çocuk pat diye odanın kapısından girince annesini babasını göremiyor. Çocukla yüz göz olmuyorlar. Halbuki benim kuşağımda bile bütün arkadaşlarım, önce anne babalarını çıplak görmüşlerdir... Sonra yatakların konulduğu bir yüklük ve banyo vardır. Bir Müslüman, Rum evi satın aldığı zaman ilk yaptığı değişiklik banyodur. Sonra gelen komşuya hemen kahve pişirmek için bir taş dolap görürsünüz. Yanında ocak vardır. İsterse yemeği ısıtabilir. Aynı yerde oturur, yatar, kalkar, dışarıya çıkmadan gününü burada geçirebilir.” diyor ve soruyor: “Halbuki bugün öyle mi? Yatak odanıza giriyorsunuz, 8 saat uyuyup, sonra da kapıyı çekip çıkıyorsunuz. 16 saat oda boş duruyor.”
Cengiz Bektaş, kültürümüze Balkanlar’da, Avrupa’da da nasıl sahip çıkamadığımızı, ayakta uyuduğumuzu 7-8 yıl önce bir konferans için gittiği Makedonya’da yaşadığı olayı örnek vererek açıklıyor. Kürsüye kendisinden önce bir profesör çıkıp konuşmaktadır. “Müslümanların evi çok süslüdür, Hıristiyanların evi yalın ve sadedir...” cümleleriyle. Bunu anlatırken de Ohri kıyısında bir evi gösterir. Sonra sıra Bektaş’ta... Biri Ohri gölünün kıyısında, diğeri Safranbolu’da iki evin fotoğrafını gösterir salona ve “Sayın profesör bu iki evin nerede olduğunu söyleyebilir mi?” diye sorar. ‘Elbette Ohri’ der her ikisine de. Oysa iki ev arasında 1400 km vardır.
KOMŞUSUYLA ARASINDA SÜRME BİR KAPI VAR
35 sene önce Ankara’dan İstanbul’a bile isteye taşınmaya karar verdiğinde tek amacı vardır Cengiz Bektaş’ın; şimdi de yaşadığı Kuzguncuk’ta komşuluk ilişkilerini canlandırmak. Aslında çocukluğu İstanbul’da geçmiştir, kültürümüzün özelliklerini bilerek büyümüştür. İnsanoğlu topraktan ne kadar koparsa insanlığından da o kadar uzaklaşıyor ona göre. “Yirmi sekizinci katta oturan insan on ikinci katta oturanla komşuluk yapabilir mi?” diye soruyor haklı olarak. Kendisinin yan komşusuyla arasında sürme bir kapı var. Bir fincan kahvesi kalmamışsa acil bir durumda sürmeyi çekip kahve rica ediyor. Yani insan, insanın içinde insan oluyor. Dağ başında değil. Bu yüzden Türk evleri komşuluk ilişkilerini gözeterek de inşa edilmiş. Böylesine ince ayrıntıların peşine düşen bir mimar ve aynı zamanda şair olan Bektaş’a “O zaman şehirleri gezerken ızdırap duyuyor olmalısınız?” diye soruyoruz: “Elbette” diyor: “Her gün daha fazla. Eskiden bu memlekette bir hukukçu nasıl yaşar diye düşünüyordum, şimdi bir mimar nasıl yaşar diye düşünüyorum. Mimar Sinan mezarında fırıl fırıl dönüyordur herhalde. Hiçbir şey anlamamışlar diyordur.”