Biyografi Ara!
Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor
Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor
şarkıcı, besteci
Bir öğrenci evinin elektrik sobası ile ısıtılmaya çalışılan daracık odasında davudi sesi ile erkeksi, özgüveni yüksek, diksiyonu kusursuz bir sesin oluşturduğu atmosferi paylaşıyoruz üç-beş kişi. Dinlediğimiz kasetin adı Sevda Şiirleri.
O zamanlar çok kullanılan wolkmanlara bağlanan portatif hoparlörler ile ses duvarlara çarpıp çarpıp önce kulağımıza, oradan Ankara’nın karmaşasında tutunmaya çalışan biz taşralı çocukların kalbine doğru çoğalıp gidiyor. Bu, benim o zamana kadar dinlediğim ve beni etkileyen en önemli şiir kaseti idi. Necip Fazıl’ın şiir kasetine mutlak biz ve bizden evvelki kuşaklar aşinadır ama ilk kez yakın dönem Türkiye’sinin en can yakıcı sorunu olan hapishane, orada tutuklu olanların psikolojisi, daha apaçık ifadeler bütünüyle anlatılıyordu bu kasette. Adı Sevda Şiirleri idi ama açıkçası içinde bir kıza duyulan sevda yoktu. Daha öteli bir sevdanın idealize edildiği dava şiirlerinden oluşuyordu çalışma.
Sevda Şiirleri önemli idi!
Hepimizi sarıp sarmalayan ve kendimizi tanımlarken ete kemiğe bürünen büyük iddialarımızın anlatıldığı bu kaset aynı zamanda yeni bir şiirin varlığından da haberdar etti beni. Bu şiir 80 darbesi ile hapishaneye girmiş ve Mamaklar, C-5’ler gibi işkencehanelerde, sorgu evlerinde gençliklerinin travmalarını yaşamış bir kuşağın dışarı taşan ilk önemli duygularını içeren metinlerdi. Bize hiç bilmediğimiz bir dünyadan haberler getiren ulaklar gibi idi adeta. Her bir kelime, cümle kalbimizin bütün dokusunda hissediliyor, onların hallerini tahayyül ettiriyor, empati kurmaya çalıştırıyor ve bu durum benim için açıkçası çok duygulu anlara dönüşüyordu.
Sevda Şiirleri isimli kaset hapishanedeki ülkücü gençlerin yazdığı şiirlerdi. Ben şunu da burada not düşmek isterim ki, o şiirlerin ruh giydirdiği ülkücü söylem içinde kıyamı, cihadı, yıkıcı bir statüko eleştirisini ve hesaplaşma arzusunu barındırıyordu. Bu şiir damarı ve benim çok bekleyip de devamında gelmeyen politik sorgulama, bir türlü çoğalmadı.
Sevda Şiirleri
kasetini Arif Nazım seslendiriyordu. O günler için kusursuz bir diksiyon, ton ve vurgulama bütünlüğü içeriyordu kaset. Arif Nazım ismi ile işte böyle, Ankara’da bir öğrenci evinde, küçük ve kendini dahi zor ısıtan bir elektrik sobasının etrafına doluşmuş bir grup öğrencinin içerisinde karşılaştım.
Büyüyecek Bebekler ilk müzik albümü
Zaman sonra takip ettiğim ideolojik bir derginin iç kapağında bir kaset reklâmı dikkatimi çekti. Arif Nazım’a ait bir müzik kasetinin reklâmıydı bu. İsmi: Büyüyecek Bebekler. Ellerini göğe, gökyüzünde akıp giden bir yıldıza uzatmaya çalışan bir çocuk ve arkasında resmini ilk kez gördüğüm Arif Nazım’ın kalemle çizilmiş bir portresi. Kapağı hazırlayanın isim ise Ramazan Erkut. Kadere bakın ki çok yıllar sonra Ramazan Erkut benim Şule Yayınları’nın Merdiven Kitapları dizisinden çıkan şiir kitabımın da kapağını yapan isimdi.
Büyüyecek Bebekler, o günün şartlarında vasatı yakalayabilmiş bir çalışma idi. Klavye ile hazırlanmış basit bir altyapı üzerine bağlama, tar ve kabak kemane gibi sınırlı akustik enstrümanın kullanıldığı bir çalışma. Ama şunu unutmamak gerekli ki bu ve başkaca çalışmalar o yıllarda aynı zamanda ilk ve öncü kasetlerdi. Dolayısı ile içinde eksiklikler, ilk deneyimler, hatalar barındırıyordu ama büyük bir heyecanın, umudun, samimiyetin sırrını da taşıyordu. Bugünden geriye doğru bakarsak kuşkusuz yetersiz müzik ürünleri idi ama bu değerlendirme tek başına o günün şartlarını açıklamaya yetmez. Arif Nazım bu basit altyapının üzerine çok önemli şeyleri kendisine mesele edinerek bir yol açıcı gibi ilerleyen birkaç nadir isimden bir tanesi idi aynı zamanda
Küçümseyebilmek için küçümseyebilecek bir seviyede olmak gerekir!
Evet TRT’de, bazı sivil müzik kurumlarında muhafazakar, milliyetçi, İslamcı vs. kesimin ilişkisi bulunan çok önemli besteciler, yorumcular mutlak vardı. Ama 12 Eylül’ün cezaevlerinde işkence görmüş bir çocuğun acılarını kimse anlatmıyordu. Anlatamıyordu belki de çünkü geleneksel formlar yani adına Klasik Türk müziği ya da Yurttan Sesler Topluluğunun temsil ettiği türküler yapı itibariyle buna müsait değildi. Dolayısı ile daha farklı bir formun gerekliliği vardı. Zaten Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli gibi sol geleneğe ait böyle bir akım alıp başını gitmişti.
Filistin askısına asılıp, vücudunun mahrem yerleri dahil, her yerine elektrik verilmiş, günlerce dövülmüş, çırılçıplak soyundurulmuş bu acılı çocukların ağıtlarını kim söyleyecekti. İşte Hasan Sağındık ve Arif Nazım gibi öncü isimleri bu sosyolojik bağlamı ile beraber değerlendirmek gerekli. Bunu şu açıdan burada özellikle açıyorum ki, tıpkı sol entelijansiyanın yaptığı gibi sağ entelijansiya da bu sanatçıları küçümsedi, TYB’nin yıllıklarında bunları yazdılar ama kendileri çıkıp da bir yandan işkence görüp bir yandan da sorgu sırasında hanımının üzerinin soyulacağı tehdidi alan genç bir adamın ağıdını söylemeye kalkışmadı.
Büyüyecek Bebekler’de bir eser hariç bütün besteler Arif Nazım’ın kendisine aittir. Hatta bugünden bakılınca Mavzer Bize Yakışır-Bacım gibi oldukça militarist bir eser dahi vardı kasette
Yıkın Duvarı
Arif Nazım meşhur İ.M.Ç plakçılarından bir firmanın etiketini taşıyan ikinci bir albüm çıkardı hemen: Yıkın Duvarı.. Hatta albümün prodüktörleri arasında yine tanınmış yapımcılardan Hilmi Topaloğlu’nun ismi de bulunuyordu. Albüm, adına özgün müzik denilen türün bütün karakteristik özelliklerini taşıyordu. Altyapısı, kayıt kalitesi, aranje mantığı açısından piyasa standartlarını taşıyan önemli bir kasetti Yıkın Duvarı. Yine bir eser hariç bütün besteler O’na aittir. Bestelerin sözleri arasında kendisinin yazdıkları dışında mesela Mevlana’ya ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz önemli isim Ömer Lütfi Mete’ye ait şiirler de vardı. Ayrıca bir önceki çalışmaya göre çok daha sıkı bestelerin bulunduğunu da söyleyebiliriz bu kasette Başörtünü tak da gel!
Aynı zaman diliminde Arif Nazım’ın bir konser kaseti de geçti elime. Kapağında Fatih Sultan Mehmet’in resminin de bulundu kaset bir Fetih Gecesi’ne ait kayıttı sanırım. Orada mesela Arif Nazım,Başörtünü Tak da Gel isimli ilginç bir şarkı okuyordu. Arif Nazım’ın aynı süreç içerisinde çıkmaya başlayan başkaca ve aynı camiaya hitap eden sanatçılardan ayrıştığını söylemek mümkün. O da, kendisini ve eserlerini her zaman politize olmuş bir dilin tahakkümünden uzak tutmasıdır. En azından ben her zaman böyle algılamışımdır. O, daha çok nitelikli eserler yapma kaygısı ile ürünler ortaya koyma gayretinde oldu eserleri ile. Hatta 90’ların sonuna doğru çıkan Kültür Dünyası isimli bir dergiye verdiği söyleşide mevcut sistemin idealist sanatçıya yaşama imkanı vermediğinden yakınıyordu. Böyle, üst kaygıları taşıyan birisi idi yani söylemek istediğim. Ayrıca çok temiz bir Türkçe kullanıyordu. Kelimelere hak ettiği bütün özgül ağırlığı vererek, dinleyene duru, yerinde ve doğru vurgular ile anlaşılır bir şan sunuyordu. Bunu önemsiyorum Mehmet Aycı'dan beste
Özel tv’lerin ve radyoların henüz çoğalmadığı 90’ların başında kaset satışları çok büyüktü. Hiç reklamı yapılmadan birçok sanatçının, hitap ettiği camianın sözel iletişimi sayesinde üretilen çalışmaları çabucak tüketebiliyordu. Bu ilgi de her yıl yeni bir kaset yapmaya ihtiyaç doğuruyordu belki. Arif Nazım’ın bu bağlamda kasetleri ardı ardına gelmeye başladı. 92’de Karadeniz Gibi ismini taşıyan yeni bir kaseti çıktı. Kasete ismini veren ve bestesi Şükrü Alkan’a ait olan bu eseri aynı zamanda Fatih Kısaparmak da yorumlamıştı o günlerde. Karadeniz Gibi benim çok sevdiğim bir kasettir. Sıkı besteler vardır o çalışmada. Mesela kasetin ilk eseri olan ve bestesi Arif Nazım’a, sözleri ise sevgili şair dostum Mehmet Aycı’ya ait Sen Gideli isimli şarkı önemli bir eserdir. Aranjesi kusursuz diyebileceğimiz bu kaset Arif Nazım çalışmaları arasında da özel bir yere sahip bence. Takip edebildiğim kadarı ile bu ve sonraki çalışmalarında Arif Nazım bestelerini azalttı ve daha çok Hakan Kumru, Şükrü Alkan, Ali Aksoy, Kerem Özdemir gibi başka müzisyenlere ait eserleri seslendirmeye başladı
Karadeniz Gibi isimli kaseti 1992 yılının kışında çıkmıştı sanırım. Öyle hatırlıyorum. Soğuk, buz gibi Ankara gecelerinde çok dinlemişimdir bu kaseti. Kasetin kartoneti de çok iyi tasarlanmıştı. İç kapakta yer alan kahverengi pardösüsü ve üzerinde atkısı ile Arif Nazım fotoğrafını çok etkileyici bulmuştum ayrıca. Yani kaydından, aranjesine, kapağına kadar eli yüzü düzgün çalışmalar çıktıkça çok mutlu oluyor, bizim de bu şekilde dinleyebileceğimiz eserlerin varlığı bir şekilde özgüvenimizi etkiliyordu. En azından bu benim için böyle idi.
Karadeniz Gibi isimli kaset Ulus Müzik ve Akbaş Müzik ortak etiketi ile çıkmıştı. Bu iki önemli İ.MÇ firmasının imkanları ile Arif Nazım’ın kaseti dağıtım ağı bakımından mutlaka daha geniş bir alana yayılmıştır. O günlerde çünkü, dağıtım önemli bir sorundu. Aradığınız her kaseti bulamıyordunuz. Ben mesela böyle, bir yığın kaseti bulabilmek için Ankara’nın girilmedik kasetçisini bırakmamışımdır. Aradığımı bulduğum zaman çok mutlu olurdum. Beni eve atacak en yakın otobüse büyük bir heyecanla koşar, arkadaşlarımdan ödünç aldığım wolkmana kaseti koyar ve sabahlara kadar kulağımdan çıkarmazdım. Arkadaşlarımın çoğu wolkmanlar ile hocaefendilerin vaaz kasetlerini dinlerken ben açıkçası bol bol müzik dinliyordum. Kendime ait bir wolkmanım da hiç ol(a)madı öğrencilik hayatım boyunca.
Arif Nazım’ın 1996 yılında çıkan Halay isimli çalışması da önemlidir. Birincisi, kapağı çok iyi bir illüstrasyondur. Ve bence hafızamda yer alan sayılı kaset kapaklarından birisidir o. Kültür Müzik etiketini taşıyan Halay, Karadeniz Gibi’nin bütün karakteristik özelliklerini devam ettiren bir çalışmaydı. Burada da kendine ait çok az esere yer verir sanatçı. Ayrıca Kültür Müzik de kendi firmasıdır artık. Arif Nazım’ın bu firmasından sanırım başka birkaç sanatçının daha kaseti çıktı o günlerde.
Arif Nazım’ın duruşunda ve söyleminde, içinde bulunduğu camia sanatçılarının çoğunda yer alan popülist tavra rastlamak pek mümkün değildir. Her zaman daha olgun, daha naif, daha geride duran, abartısız, mütevazı bir şarkının izini sürmüştür. Politize olmuş kitlelerin kolektif yanıltıcılığına kapılmayan, bu yanıltıcılığın diline göre eser üretmeyen bir sanatçıdır aslında. Böyle söyleyince içinde yer aldığı camiadan ayrıştığını düşünmüş, buna inanmak istemişimdir hep. Belki bu bahsettiğim camianın da, O’nu kolay tüketemediği ve dolayısı ile günümüzde artık çok dolaşıma sokmadığını da söyleyebilirim. Bunu önemsiyorum. Çünkü Arif Nazımhemen bütün çalışmalarında politik bir dilin kolaycılığına kapılmadan, iyi müzik ürünleri vermenin derdinde olan bir sanatçı profili sunmuştur eserleri ile. Oysa kitleler ideolojilerine göre daha popülist söylem talep ederler. Arif Nazım bu bağlamda popülist söylemi başka sanatçılara terk ederek, naif olandan yana tavrını koymuştur.