Birinci GAP master planında DPT adına danışmanlık yaptı. Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı oldu.
2004 yılında memleketi Şanlıurfa'dan Ankara'ya dönerken trafik kazasında hayatını kaybetti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Esrarengiz ölüm Vatan 09.11.2004
Özellikle İsrail''in GAP üzerindeki oyunlarını araştırmasıyla tanınan Prof.Dr.Ali İhsan Bağış, şüpheli bir trafik kazasında can verdi.
KAZA MI, SUİKAST MI? Çalışmalarını özellikle İsrail''in GAP bölgesindeki faaliyetlerini araştırmaya yoğunlaştıran Prof.Dr.Ali İhsan Bağış''ın kafaları karıştıran ölümü üzerindeki sır perdesi bir türlü aralanamıyor.
Prof.Dr.Bağış''ın ölümünü Yeni Şafak gazetesindeki köşesine taşıyan Şamil Tayyar, trafik kazasının birçok şüphe barındırdığına ve hocanın kazasının planlı bir cinayet olabileceğine dikkat çekti.
SU DOSYASINI AÇMIŞTI Hocanın son dönemde yaptığı çalışmalardan dolayı cinayete kurban gitmiş olabileceğine dikkat çeken Tayyar, "Son dönemde çok kapsamlı bir Su Raporu üzerinde çalışıyordu.
Fırat ve Dicle sularının paylaşımı konusunun Türkiye''nin başını ağrıtacağını, ABD ve İsrail''in sadece petrolü değil suyu da "stratejik bir enstrüman" olarak gördüğünü düşünüyordu" diye yazdı.
Vatansever bilim adamlarının şüpheli ölümleri, özellikle İsrail''in GAP üzerinde oyunlarını araştıran Prof.Dr.Ali İhsan Bağış''ın da cinayete kurban gitmiş olabileceği sorularını gündeme getirdi.
22 Ağustos''ta 2004 kaybettiğimiz Prof.Dr.Ali İhsan Bağış''ın ölümü üzerindeki sır perdesi bir türlü aralanamıyor.
Memleketi olan Şanlıurfa''dan Ankara''ya dönüş yaparken tuhaf bir trafik kazası geçirerek hayatını kaybeden Prof.Dr.Ali İhsan Bağış''ın, çalışmalarını özellikle İsrail''in GAP bölgesindeki faaliyetlerinin oluşturuyor olması akıllardaki soru işaretlerini daha da arttırdı.
Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı da olan Prof.Dr.Bağış''ın suikaste kurban gitmiş olabileceği şüpheleri giderek artıyor.
Prof.Dr.Bağış''ın ölümünü YeniŞafak gazetesindeki köşesine taşıyan Şamil Tayyar da, Bağış''ın geçirdiği trafik kazasının bir çok şüphe barındırdığına ve hocanın kazasının planlı bir cinayet olabileceğine dikkat çekti.
MÜLK SATIŞINA KARŞIYDI Şamil Tayyar düşüncelerini de hocanın yaptığı şu çalışmalarından dolayı cinayete kurban gitmiş olabileceğini ifade etti: " Hoca, son dönemde çok kapsamlı bir "Su Raporu" üzerinde çalışıyordu.
Fırat ve Dicle sularının paylaşımı konusunun ileride Türkiye''nin başını ağrıtacağını, ABD ve İsrail''in Irak''ın işgalinden sonra sadece petrol değil suyu da "stratejik bir enstrüman" olarak gördüğünü düşünüyordu".Köşesinde Prof.Dr.Ali İhsan Bağış''ın özellikle yabancılara toprak satışına karşı olduğunu ve çeşitli kampanyalar düzenlediğini belirten Şamil Tayyar, Bağış hocanın Aksiyon dergisine verdiği demeçlerden hareketle şunları söyledi: "Nitekim, Aksiyon Dergisi''ne yaptığı bir açıklamada, Ortadoğu''da su savaşının çıkması ya da Türkiye''den daha fazla su talebinin neden olacağı sorunların tamamen Amerika''nın geliştireceği politikalara bağlı olduğunu belirtmişti.
Hocanın üzerinde çalıştığı diğer önemli projeler ise savunma ihaleleri ve GAP bölgesinde yabancılara mülk satışıydı.
Kendisi de Urfalı olduğu için bölgeyi yakından tanıyordu.
Ölüm yolculuğuna çıktığı Urfa gezisinde yabancıların satın aldıkları arazilerin genişliğinden çok su kaynaklarına yakınlığını araştırmış.
Hoca, yabancıların su kaynaklarının etrafında kümelenmeye çalıştığını düşünüyormuş." DERİN ADAMLAR KİM ? Prof.Dr.Bağış''ın son 1 yılda İsrail, Irak, Ürdün, Suriye ve İran vatandaşı çok sayıda "derin" isimlerle görüştüğünü vurgulayan Tayyar, Prof.Dr.Bağış''ın Ankara''daki "gizli" görüşmelerini, Gaziosmanpaşa''daki ofisinde değil askeri lojmanların yoğun olduğu gözden ırak bir semtte yaptığına dikkat çekti.
Tayyar şöyle devam etti: Bu "ikinci adreste" yakın tarihte İsrail Büyükelçiliği''den üst düzey bir yöneticiyle görüşmüş, görüşmede hakarete varan karşılıklı "ağır" konuşmalar geçmiş.
Hoca, elindeki viski bardağını yere fırlatırken, şöyle bağırıyormuş: "Ben Türkiye''nin hakkını size yedirmem." SUİKAST Mİ ? Bağış''ın özel otomobiliyle Urfa''ya gideceğini söylediği bir yakın dostunun "Yol çok uzun, neden uçakla gitmiyorsun?" sorusu karşısında, Bağış''ın "Uçaklar da çok güvenli değil.
Artık çağımızda ''yok etme'' teknikleri çok değişti" dediğini ifade eden Şamil Tayyar bizimde aklımızı kurcalayan şu sorularla yazısını sonlandırıyor: " Hoca, yaşasaydı bize neler anlatacaktı? Neler anlatacaktı bilmiyorum ama ortak dostumuz hocayı bu konuda uyarmış: "Şamil''in iki çocuğu var.
Çok gizli bilgileri aktararak hayatını tehlikeye atma.
Şimdi gelin bu soruya hep birlikte yanıt arayalım: Kaza mı cinayet mi?
HABER
Türk ve İsrailli yetkililer Manavgat suyunu görüştü Hürriyet 1 Haziran 2001
Kudüs'te düzenlenen bir sempozyumda İsrail'in Türkiye'den su alması konusu tartışıldı. Kudüs ve Washington'da bulunan ve Türkiye'ye verdiği önemle tanınan düşünce kuruluşu ''Institute for Advanced Strategic and Political Studies'' (IASPS) tarafından düzenlenen ''Türk Suyu, Hazar Enerjisi: İsrail ve Batı İçin Bir Ulusal Güvenlik Önceliği'' konulu sempozyuma, Türk ve İsrailli yetkililerle uzmanlar katıldı.
İsrail Altyapı Bakanı Avigdor Liberman, Türkiye'den su alımının İsrail'in su sorununa bulunabilecek en acil çözümlerden birisi olduğunu belirtti. Liberman, projenin dünyada ilk kez bu kadar fazla miktarda suyun (yılda 45 milyon metreküp) naklini gerçekleştirmiş olacağını söyledi. Liberman, bunun uygun bir fiyata mal edileceğine güvendiğini de ifade etti. İsrailli uzmanlar da Manavgat suyunun maliyetinin deniz suyu arıtma tesislerinden elde edilecek suyun maliyetinden fazla olmaması gereği üzerinde durdular.
Hacettepe Üniversitesi Hidropolitika ve Stratejik Araştırma ve Geliştirme Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ali İhsan Bağış ise Türkiye'nin suyun fiyatını mümkün olduğu ölçüde indirdiğini, ancak bedavaya vermesinin mümkün olmadığını belirterek, ''İsrail tek müşteri değil. Malta ve Libya gibi diğer ülkelerle de görüşmeler yapılıyor. İsraillilerin mantıklı olmasını bekliyoruz'' dedi.
Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Ahmet Üzümcü de Türkiye'nin Manavgat suyunun satışından kar amacı gütmediğini belirterek, ancak tesisin işletme giderleri için gereken paranın sağlanması gerektiğini söyledi. Suyun, Türkiye'nin bölgeye bir katkısı olacağını vurgulayan Üzümcü, Türkiye'nin, su kaynaklarını baskı aracı olarak değil, bölgedebarış ve istikrarın korunması için kullanmayı düşündüğünü bildirdi.
GÖRÜŞ
Ortadoğu'da Sınıraşan Sular ve Alternatif Çözüm Önerileri 2023 DERGİSİ 9 Kasım 2002 Prof. Dr. Ali İhsan Bağış Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.
Su her zaman olduğu gibi, özellikle günümüzde birçok bakımdan daha da önem kazanmıştır. Bilindiği gibi tarihsel süreç içerisinde ekonomik ve sosyal gelişme su ve barışın birlikte olmasıyla sağlanmıştır. Aslında su insanoğluna pekçok fırsatlar sunduğu gibi felaketlere de neden olabilmektedir. Dolayısıyla söz konusu olumsuzlukları önceden görülerek felâketlerin kontrol altına alınması gerekir. Aşırı nüfus artışına bağlı olarak, artan düzensiz kentleşme, sanayileşme ve sulama uygulamalarındaki yanlışlıklar ve aksaklıklar su kalitesi ve miktarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bunun en vâhim sonucu olarak da temiz içme suyu yokluğu insan sağlığına çok ciddî zararlar vermektedir.
Su sorununun önemi ülkelerin coğrafî konumuna bağlı olarak değişmektedir. Örneğin Kuzey ülkeleri su kıtlığı çekmezken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu, Güney ve Doğu Akdeniz ülkeleri kuraklık ve su kıtlığı ile karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla su birçok ülkenin iç ve dış politikasında önemli bir rol oynamaktadır.
Ortadoğu’da dönüşümü olmayan su kaynakları hoyratça kullanılmaktadır. Bunun başlıca nedenleri yüzeysel suyun yeterli olmaması ve yeraltı kaynakların bilinçsizce tüketilmesidir. Bunun yanında tarımsal sulamada eski ve geri yöntemler kullanılmaktadır. Türkiye, İsrail ve Ürdün’ün bir kısmında sulamada ileri tekniklerin kullanılması ise istisnâî bir durum arz etmektedir.
Genel durumu kısaca özetledikten sonra Ortadoğu’daki durumu biraz açmakta yarar vardır. Şöyle ki, son yıllarda su telaffuz edildiğinde insanların aklına hemen savaş ve çatışma senaryoları gelmektedir. Bu senaryolar büyük ölçüde Batı kaynaklı olmakla birlikte maalesef bölge içinde de taraftar bulmaktadır. Bunun da en önemli sebebi ne yazık ki Ortadoğu düşünce sisteminin rasyonellikten ziyade retorik söylemler ile çoğu zaman gerçeği unutturmasıdır.
Türkiye bölgelerarası az gelişmişliği asgariye indirme amacıyla Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) 1980’li yıllarda uygulama yoluna gitmiştir. GAP entegre bir proje olup sosyal ve ekonomik kalkınmayı hedeflemektedir. Barajlar ve hidroelektrik santralleri sâyesinde Türkiye, enerji açığını da büyük ölçüde asgarî düzeye indirecektir. Sulamayla birlikte önce tarıma dayalı sanayileşme gelişecek ve buna bağlı olarak bölgenin refah düzeyi de yükselmiş olacaktır.
Bu doğrultuda elektrik enerjisi ve sulamanın ilk etabının gerçekleştirilmesi amacıyla 1990 yılı Ocak-Şubat aylarında bir aylık devre için Atatürk Barajı’nda su tutulmasına başlanmıştır. Bunun üzerine Suriye başta olmak üzere Irak ve Arap dünyası kıyametler koparmış ve Türkiye aleyhinde dünya kamuoyunu yönlendirmeye girişmişlerdir. Esasen Türkiye iyi niyetinin bir ifâdesi olarak Atatürk Barajı’nda su tutulmasına başlanmadan önce, bölge ülkelerine özel bir heyet göndererek durumu izah etmeye çalışmıştır. Ancak buna rağmen karşı taraftan anlayış görmemiştir. Körfez savaşı sırasında bazı müttefik ülkeleri Türkiye’ye ve Irak’a zarar vermek amacıyla Dicle sularının kesilmesini telkin etme yoluna gitmişlerdir. Ama buna rağmen Türkiye yine iyi niyetinin bir ifâdesi olarak, suyu bir silâh olarak kullanma yoluna gitmemiştir. Oysa ki Suriye terörist PKK’yı besleyerek ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen bu tutumundan vazgeçmeyerek Türkiye’den bu yönde taviz alabileceğini düşünmüştür. Hatta bununla da kalmayarak Arap ülkelerini ve Arap Ligi’ni de sürekli yanlış bilgilerle etkilemeye çalışmıştır.
Türkiye’nin tüm iyiniyetli uyarılarına rağmen, tavrını değiştirmeyen Suriye’ye karşı Ekim 1998’de Türkiye, Suriye sınırına askerî yığınak yapma zorunluluğu duymuştur. Durumun ciddîyetini ve vahâmetini anlayan Hafız Esad, PKK başı Abdullah Öcalan’ı ülkesinden çıkarmak zorunda kalmıştır.
Burada çok önemli bir hususun özellikle belirtilmesinde yarar vardır. Türkiye dışında haksız ve yanlış bir şekilde Türkiye’nin su zengini bir ülke olduğuna dair propaganda yapılmaktadır. Aslında Türkiye, Suriye ve Irak su fakiri ülkeler değillerdir. Ancak Türkiye, bütün bölgeyi de su bakımından besleyecek bir durumda da değildir. Gerçekte su kıtlığı çeken ülkeler Ürdün, İsrail, Filistin ve diğer Arap ülkeleridir. İsrail dışındaki sözkonusu ülkeler önceden değinildiği gibi suyu ekonomik olarak kullanamadıkları gibi aşırı bir şekilde israf etmektedirler.
VERİ
TBMM GÖDÜŞMELERİ'NDE ALİ İHSAN BAĞIŞ
www.tbmm.gov.tr/komisyon/21Donem/ sukaynaklari/tutanaklar/8.11.2001.htm HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sınırdaş da var, iki sınırı çizen sular var; yani, su sınır oluyor. Onun için, hem sınırdaş, hem sınır aşanlar; yani, tabir yanlış değil.
Bunu arkadaşlar yazarlarsa, yönlendirme yönünde, raporun yazımı yönünden özellikle sonunda, teknik bir konu olduğu için, kelimelerin ve özellikle tabirlerin yanlış kullanılmaması yönünde şart. Çünkü, bu araştırma raporu, literatüre geçecek, herkesin faydalanacağı kaynak rapor olacak.
Şimdi, özellikle nasıl bir yol izleyelim anlamında, kimler çağırılsın denildi. Bazı kurumlar tespit edildi. DSİ, Köy Hizmetleri, Devlet Planlama, Dışişleri, yerel yönetimler, mesela, İstanbul Büyükşehir gibi, Ankara, yani, bu su işletmesi yapan yerler, elektrik idaresi, üniversiteler, Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığının temel sağlık hizmetleri, ODTÜ, Çevre Bakanlığı, TEMA, bunlar çağırılsın denildi. Yalnız, bu arada da, arkadaşlarımızın genel kanaati olarak da, mutlaka, bir bilgilendirme yapılması gerekiyor. Bence, bundan sonraki toplantının gününü tespit edelim, DSİ’nin uzman kişilerini çağıralım. Bu haritaların okunması, nedir ve şu anda DSİ, işi pratik olarak da yürüten kurum. Şu anda, kanunî prosedür olarak, çok büyük sıkıntıları var, müdahale edemiyorlar. Bu sıkıntıları nedir ve bu sıkıntılar aşıldığı zaman kaynaklarımızı nasıl koruyabiliriz ve bilgilendirme toplantısıyla beraber, bütün grupların toplantı saatleri de gündeme getirilerek, uygun bir saat yapalım. Cengiz Bey akşam yapalım diyor, herkesin yerine göre çıkması var diyor; o da bir öneri ve bu şekilde tespit edelim diyorum. Ben, sözü size veriyorum; konuştuğumuz konular bunlar.
Buyurun Başkanım.
BAŞKAN – Ali Beye teşekkür ediyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarımız, sanıyorum, söz alıp da düşüncelerini orta yere koymayan arkadaşımız kalmadı herhalde. Mükerrem Levent arkadaşımız, değerli dostu, üniversite öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Ali İhsan Bağış’ı bugün komisyonumuza kişisel olarak davet etmiş.
Değerli arkadaşlarımız, komisyonun başlangıcında olduğumuza göre, Sayın Prof. Dr. Ali İhsan Bağış hocamızdan, aşağı yukarı buradaki arkadaşlarımızın konuşmalarını dinleyerek, onun da kendisine göre düşünceleri olmuştur umuyorum. Kendisi bu konuda da üniversitede çalışan bir arkadaşımız. Müsaade ederseniz eğer, kendisine komisyonda bir söz verelim, kendi görüşlerini de alalım.
Sayın Hocam, buyurun efendim.
PROF.DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ – Tekrar teşekkür ederim. Aslında, ben de böyle bir komisyonun Meclis içinde işe başlamasından oldukça mutluyum bir bilim adamı olarak. Çünkü, Türkiye’de bu konu çok değişik şekilde ele alındı, ele alınıyor. Biraz önce, Sayın Bakan bir teklif de yaptı. Acaba, buraya geçici danışmanlık yapabilir misiniz dedi. Türkiye’de biz tek kuruluşuz.
BAŞKAN – Hocam, isterseniz, kuruluşunuzu bize bir tanıtın.
PROF.DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ – Onu söylüyorum. Ben de, ne yazık ki yurt dışından geliyorum, üstümde Türkçeleri yok, broşürlerimizin Türkçelerini en kısa zamanda size gönderirim. Bizim kuruluş, biraz önce arkadaşlara da ifade ettim, Dışişleri Bakanlığı bize 1994 yılında Bakan imzasıyla, üniversitelere yazı yazdı. Türkiye, Ortadoğu’da çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıya, biz diplomatlar bu sorunu tek başımıza göğüslememe tehlikesiyle karşı karşıyayız; siz üniversitede ne yapıyorsunuz dediler. Anladığım kadarıyla, üniversiteler çeşitli şekillerde bunu şeye aldılar. Bizim üniversitede, Hacettepe’de şey yapılıyor ve Dışişleri bize her türlü maddî, manevî yardımı yapacağını da söyledi; ama, Türkiye’de her zaman olduğu gibi, vaatler yapılır, birtakım şeyler gelmez.
Şimdi, biz, mültidisipliner yapıyoruz, yüksek lisans eğitimi yapıyoruz. Mültidisiplinerden şunu kastediyoruz; çünkü, bu işin hukuk tarafı var, bu işin ekonomik tarafı var, bu işin tarım tarafı var, bu işin hidroloji tarafı var, bu işin strateji tarafı var. Biz, bu yönde eğitim veriyoruz. Nitekim, bize sürekli, ilk başladığımızda eğitime 1995 yılında, eski DSİ Genel Müdürü Özden Bilen geldi ders verdi. Şimdi yine DSİ eski Genel Müdürü Ferruh Anık Bey halen ders veriyor. Zaman zaman, yurt dışından misafir, para sıkıntımız olduğu için, çağırdığımızda, bilim adamını veya bir politikacıyı, ilgili kuruluşları da davet ediyoruz. Bu mültidisipliner olmasında büyük bir yarar var. Nitekim, bakın biraz önce bir laf söylendi burada. Sınırdaş, kıyıdaş, memba ülkesi. Bugün, Türkiye, ısrarla şunu söylüyor: Sınır aşan sular. Asi Nehri, hem sınır aşandır, hem sınır yapan bir nehirdir. Orada mesela çok ciddî sıkıntı var. Bu konuda tezler de yaptırıyoruz. Şu anda o konuda bir tez yapılıyor. Muhtelif zamanlarda yapılıyor bu master tezleri. Dünya bu hukuksal olarak meseleyi nasıl çözüyor; hiçbir örneği yoktur. Ne yazık ki, her zaman olduğu gibi, uluslararası hukukta güçlü değilse bir ülke, çok ciddî sıkıntı çekmektedir. Nitekim, Türkiye kendisini güçlü hissetti 1998 senesinde, 1998 değil mi, Suriye’nin Apo’yu sıkıştırması, evet.
Şimdi, biliyorsunuz Suriye, uzun yıllar fazla su alma konusunda Türkiye’den hâlâ 700 metreküp/saniyelik su ister, Türkiye 500’ü vaat etti kendisine1987 yılında; geçici bir protokol Allah’tan. Şimdi, bizim iddiamız, suyun kullanımı çok önemli. Suriye’ye 500 metreküp de yeter. Zaten, ben, birinci GAP master planında DPT adına danışmandım. Bizim maksimum bugünkü şartlar altında 500 metreküp değil, 400 metreküp civarında su ancak verebileceğiz. Bu rakamı biz açıklamıyoruz, hükümet bunu açıklamıyor haklı olarak; ama, GAP olmasaydı, bugün Suriye, Irak’la bir sorunumuz olmayacaktı bu açıdan. Şimdi, GAP’ın niçin böyle oldu, onu uzun uzun izah ediyoruz. Bu konuda size faydalı olmaya çalışırım. Ekoloji konusunda biraz evvel aynı şey oldu. Şimdi, sınır aşan su veya uluslararası su. Doğrudur, aslında, sınır aşan sular da bir uluslararası sudur; ama, önce Bakan Bey bir şey söyledi, tabiî, bunlar hukukî tabirlerde oynanır. Bugüne kadarki hukuktaki tabiri, iki ülke arasında sınır yapıyor ise bunlara uluslararası su diyoruz. Nitekim, Suriye ve Irak da bunun üzerinde çok ısrarlı; ama, biz de diyoruz ki, Türkiye diyor ki, sınır aşan sular. Şimdi, literatürde, şu konuyu tartışıyoruz: Acaba, biz, uluslararası sınır aşan sular desek de, Türkiye’yi biraz daha hem iki tarafı kollar bir pozisyona gelir miyiz, gelmez miyiz onu tartışıyoruz özel toplantılarımızda. Aynı şekilde, suyun verilmesi konusunda, ne kadar miktar, Avrupalılar bunun üzerinde çok duruyorlar, yani, Arabın hakkını, çok da söylüyorum bunları kendilerine; bir taraftan Suriye ve Irak’a terörist ülke diye yaklaşıyorsunuz; âdeta Suriye’nin ve Irak’ın haklarını onlardan fazla savunuyorsunuz. Biraz da onun için Avrupa Birliğine girişimizde su sorunu çok ciddî, kimse farkında değil bunun. Orada bir sıkıntımız var.
Yani, sizin bu ifade ettiklerinizin hepsini biz çeşitli şekillerde raporlar var elimizde, onu çalışıyoruz. Sıkı bir şekilde DSİ’yle temas halindeyiz, şu andaki Genel Müdür de yakın arkadaşım. Diğer Dışişleriyle bir temasımız var. Nitekim, aralık ayında, Millî Güvenlik Akademisinde, Ortadoğu’dan, bu konuda tekrar çağırdılar, gidip orada bir ders vereceğim. O bakımdan, önerge sahibini ben kutlarım, bu konuyu Meclise getirdiği için. O bakımdan, teklifinizi büyük bir memnuniyet ve şerefle kabul ederim; çünkü, ben de başında bulunuyorum bu kuruluşun. Türkiye’de tek kuruluşuz. Dışişlerine cevabı Hacettepe verdi ve benim o zamanlar zaten çalışmalarım vardı. Böyle bir çalışma içindeyiz; yani, bu söylediklerinizin hepsini biz, şu kelimenin yanlış anlaşılmasını istemem, sadece biz demiyorum, biz DSİ’yle, Dışişleriyle, diğer üniversitelerle, konferans, ders verme şeklinde de çalışıyoruz. Ama, siz, komisyon olarak, elbette ki, sizin de bu prosedürü götürdükten sonra kişilerin davet edilmesi konusunda biraz hassas davranmanız lazım. Tabiî ki, dinlemeniz gerekir hepsini tanımanız gerekir sizin de bu komisyonun üyesi olarak.
Şimdilik söyleyeceklerim bunlar. Siz bana sorarsanız, cevaplandırmaya çalışayım bazı sorularınızı. Şimdi genel tablomuz bu. Broşürümüzde, anlatıyoruz hangi dersleri, ne şekilde veriyoruz, dünyadaki büyük barajlar, Türkiye’deki barajlar, sorunları, çatışma nasıl yapılıyor. Bu konuda, bizim de üniversite olarak çok ciddî para sıkıntımız olduğu için, daha büyük atak yapamıyoruz maalesef. Şimdi, mesela, yeni bir bina yapmak istiyoruz; inanır mısınız, Arap ülkelerinden para istedim.
BAŞKAN – Ne parası?..
PROF.DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ – Bina yapmak için, şartlarımızın büyümesi için.
BAŞKAN – Üniversite olarak mı istediniz; yani, Türkiye Cumhuriyeti devleti mi istedi bunu, siz üniversite olarak mı istediniz.
PROF.DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ – Ben, üniversite olarak istedim. Genellikle bu kuruluşlar işbirliği yapıyorlar ya, imkânlarımızın artması bakımından söylüyorum. Para istedim; ama, dilencilik yapmadım. Bunu, Ortadoğu’ya da kurslarımızın şamil olması, onların gelip bizde ders dinlemesi anlamında söyledim; yani, bir işbirliği.
BAŞKAN – Tabiî, sizin üniversitedeki çalışmalarınız, sizin kendi alanınızdır. Mutlaka, su konusunda çalışan bir birim olduğunuz için zaten buradasınız. Tabiî, bizim aşağı yukarı hedefimiz belli. Türkiye’nin yüzölçümünün kaç kilometrekare olduğu belli, yuvarlarsak, 777 000 kilometrekare diyelim buraya. Türkiye’nin coğrafi olarak aldığı yağış da belli. Eğer bunu da yuvarlatıp da Türkiye yılda 600 milimetre yağış alıyor derseniz, alan ile yağış yüksekliğini çarptığınız zaman, Türkiye’nin su rezerv miktarı orta yere çıkar. Bu çıkan miktar da, Türkiye’nin gerçek suyudur. Bu suyun ne kadarını biz tutuyoruz, ne kadarı topraklarımızda erozyon da yaratarak, ne kadarı bitkisel, üreten toprakları da götürüyor. Bizim sorunumuz bu. Şimdi, mevcudu bulup, bu bulduğumuz mevcudu biz nasıl optimal, ekonomik değerlendiririz, bunun tedbirlerini bulmak zorundayız. Komisyonumuzun özünde yatan bu. Yoksa, biz, Türkiye’ye 600 milimetrenin üzerinde 200 milimetre daha yağış yağdıracak durumda değiliz. Neyse gelen bu; ama, bu geleni en ekonomik, en optimal nasıl kullanacağız,. Denizlere akan suyu kaybettiğimiz gibi, onunla beraber taşınan üretken topraklarımız da gidiyor. Bunu biz araştırıp ortaya yere çıkarmak durumundayız. Bu, işin bir boyutu. Gayet tabiî, diğer boyutları da var. Siz bilimsel olarak çalışıyorsunuz. Bakın, karşımızda bir Türkiye haritası var. Türkiye haritasında, su toplama havzaları, 26 tane olarak görülüyor. Demek ki, tüm Türkiye’nin alanında ana yatak olarak, 26 tane nehrimiz var demektir. Bu ana havzalar üzerinde bir şeyler yapılması lazım bu suyun rezerve edilebilmesi için. Yan havzacıklarda bir şeylerin yapılması lazım, oralarda tutulması için. Biz, hem su rezervi sağlayacağız bununla hem de mevcut topraklarımızın taşınmasının önüne geçeceğiz. Gayet tabiî, şimdi komisyon olarak biz bir yerlerden başlamak durumundayız. Buna başlarken, işte, dediğimiz gibi, elimizde sabit iki nokta var. Birisi Türkiye’nin yüzey alanı, birisi de yukarıdan yağan yağmur. Bunların ikisi sabite. Bu sabitelerden biz çoğunluğu veya rezervleri nasıl artırabiliriz, onun çarelerini bulmak durumundayız.
PROF.DR. ALİ İHSAN BAĞIŞ – Özellikle uluslararası toplantılarda, özellikle komşularımızda, erozyon, çok fazla kullandığım bir argüman. Diyorum ki, Türkiye’den çok su istiyorsunuz, fazla su istiyorsunuz. Türkiye erozyonun mücadelesini yapacak, Türkiye yeşillendirme, orman konusunda çalışmalar yapacak, bütün paraları o verecek; Türkiye suyun temiz gelmesi için bütün bu gayretlerini sarf edecek. Sen, komşum olarak, sadece tutturmuşsun benden fazla su istiyorsun; buna hakkın yok yalnız.
BAŞKAN – Şimdi efendim, bizden onlara suların aktığı gibi, dışarıdaki havzalardan bize gelen sular da var. Bunlardan bir tanesi Asi Nehri, bir tanesi de Balkanlardan gelen nehirlerimiz var. Bunun yanında Türkiye’den çıkanlar pek çok. Ama, tabiî, sadece Türkiye bunun tek örneği değil dünya üzerinde. Özellikle Avrupa Birliği toplumunda, bunun sistemi oluşturulmuş. Biz, Avrupa Birliğine aday olarak beklerken, herhalde, kendimize uygun bir rejim yapacak durumdayız. Dolayısıyla, bunun örnekleri, gelişmiş ülkeler bazında nasıl halledilmiş ise, benim onlara verdiğim haklar kadar, benim de onlardan alacağım birtakım haklarımız var. Zaten, komisyonun da özelliği bu. Bunların tespit edilmesi, bunların geliştirilmesi konuları.