Biyografi Ara!

Binlerce biyografi keşfedilmeyi bekliyor

Ali Hışıroğlu

Damlaspor Kulübü Başkanı

Sayfayı paylaş
İlgili Kategoriler
Ali Hışıroğlu
Ali Hışıroğlu
şair, yazar

1962 yılında Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde doğdu. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Üçüncü sınıfta okulu bıraktı. Tavır, Öfke, Karar, Son Karar, Elif ve Genç Adam dergilerinde yöneticilik ve yazarlık yaptı. Genç Adam Tiyatro grubunu kurdu. Kendi yazdığı bazı tiyatro eserlerini sahneledi. Evli ve üç çocuk babası. Bir spor tesisinin yöneticiliğini yapıyor. Ayrıca Zeytinburnu Damlaspor’un başkanı.

ESERLERİ:

Safiyar (şiir)
Duygu Zehirlenmesi (hikaye)
Yağmura Uyanmak (tiyatro)
Bitmeyen Devrim Osmanlı (inceleme)




HAKKINDA YAZILANLAR

Bitmeyen Devrim Osmanlı 
Sedat Bulut
Aylık Dergisi Kasım 2010

Ali Hışıroğlu, 1962 İnebolu doğumlu… Hışıroğlu, Tavır, Öfke, Karar, Son Karar, Elif ve Genç Adam dergilerinde yöneticilik ve muharrirlik yaptı. Genç Adam Tiyatro grubunu kurduktan sonra kendi yazmış olduğu bazı tiyatro eserlerini sahneledi. On cilt eserin altına imza atan Hışıroğlu’nun son eseri Bitmeyen Devrim Osmanlı.

Şahsî mizaç ve hususiyeti olarak gayet mütevazı birisi olan Hışıroğlu, aynı zamanda mütevazı ve itidalli bir kalem erbabı. Dolayısıyla, yazdığı eserlerin neredeyse tamamında “ben eserimi verdim, görevimi lâyıkıyla yaptım!” ukalâlığından uzak olarak, bir türlü “tam ve mükemmel” olamamanın ıztırabını yaşıyor olmanın yanı sıra, bu ıztırabını “eser verme” gayretiyle geçiştirmeye de çalışmıyor. Tam aksine, “şaheserler” veren İrfan Sultanı-Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dâvasının “en hakir ferdi” olabilme liyakatına erebilmek için, çektiği “fikir sancısı”nı eserlerine yansıtan ve bu sancıyı aksiyonda verimlendirme iştiyakıyla yanıp tutuşan bir Büyük Doğu- İBDA fikriyatı mensubu o. 

Ali Hışıroğlu’nun yazdığı eserlerin tamamı, okunmaya değer bir nitelik belirtiyor. Okunmasını, hem de ısrarla okunmasını, özellikle gençlerimize ve çevremize okutulmasını şahsen tavsiye edeceğim romanı ise Vakte Çeyrek Var. Bunun yanında, Yokluğum Bana Lazım adlı eseri, bir “deneme” olmasının yanında, dikkat çekici bir nefs muhasebesi tüten kalıcı bir eser.

Hışıroğlu’nun diğer eserleri şöyle iyidir, böyle güzeldir ayrı bahis. Biz, bu güzel insanın Bitmeyen Devrim Osmanlı adlı eserini hem tanıtmayı ve hem de bu vesileyle bazı mütaalâlarda bulunmayı istedik. Ki, bu toprakların öz be öz insanı, yine bu toprakların öz be öz insanı olan bir aydından “kökler”i hakkında bilgi temin etsin ve aralarında bir ünsiyet vukuu bulsun. 

ESERİN GAYESİ

Belki ekseriyet, “Osmanlı Tarihi” deyince kronolojik olarak “kuruluş, yükseliş, duraklama ve çöküş” devrelerini; padişahlar, paşalar ve remz şahsiyetlerin biyografilerini, kültür ve sanat eserlerini tek tek işaretleyici bir tarzda yazılan bir eser tahayyül edebilir. Ki, Hışıroğlu’nun iştiyakı da, akıyla karasıyla bütün bir “Osmanlı Tarihi”nin, Osmanlı gibi “dik duran” kendi münevverlerimiz tarafından yazılmasıdır.
Bir “tarihçi olmadığını” özellikle belirten Hışıroğlu, herşeyden önce asıl dert edilmesi gereken şeyin, “ihtiyacı gösterici bir teşebbüs” olduğunun altını çizerek eserine başlar. Ve; davamız ve kavgamız bu toprakların “malı”; Anadolu kadar saf, Anadolu kadar berrak ve Anadolu kadar mübarek… Asla Batı kökenli ve ithal değil. Dolayısıyla, kim ne söylerse söylesin, bu dâvanın bağlıları olarak biz “ev sahibiyiz” diyerek, ısrarla herkesi “kendi” olmaya dâvet eder. 
Bu “kendi” oluşun da ancak “kendinden zuhur diyalektiğinin mimarı” ve “yüzyılın topoğrafyasını çizen Mütefekkir’in önünde kendimizi hesaba çekerek olunabileceğini”, “bu eser bu…” diyerek, ısrarla vurgular. Demek ki Hışıroğlu, eseri için zâhiren “ihtiyacı gösterici bir teşebbüs” derken, “gerçek ihtiyacın” aslında Mütefekkir’i cemiyete takdim etmek ve hâkim kılmak olduğunu belirtir. Zira, Hışıroğlu’nun (ve tüm gönüldaşların) nazarında o Mütefekkir, yaşadığımız topraklarda ezelî ve ebedî değerlerin muhafızlığını dâvadan kıl kadar taviz vermez bir “dik duruş” gösterek” ifâ eden biricik fikir ve aksiyon adamıdır. 

İMPARATORLUĞUN SIHHATİ

Osmanlı Devleti’nin “Din-ü Devlet” ibaresinde tecelli eden “millet-devlet-ordu” üçlüsü üzerine kurulduğunu, devletin sıhhatli ve uzun ömürlü olmasının ise “İslâmı tatbik sevdası”ndan dolayı olduğunu vurgulayan Hışıroğlu, bunun en canlı timsâlinin “Gazâ ve Şehadet Şuuru” olduğunu söyler. Diğer taraftan Osman Gazi’nin vefat edince terekesinden altun ve gümüş gibi kıymetli eşyalar çıkmamasını ve Kosova Savaşında Miloş Koboloviç tarafından şehid edilen I. Murad’ın, savaş öncesi Allah’a “Bana şehadeti, orduma da zafer nasib eyle” diye dua etmesini, ideal bir İslâm Devleti’nde bir “Başbuğ”un nasıl olması gerektiğine dair misâl olarak gösterir, dolayısıyla devletin bekâsının bunlar vesilesiyle olduğunu söyler. 

Ayrıca, Gâziyân-ı Rum (Gaziler ve Alpler), Bâciyan-ı Rum (Tekke mensubu silahlı hanımlar) gibi kuruluşların; Evrenesoğulları, Mihailoğulları, Turhanoğulları ve Malkoçoğulları gibi beyliklerin; Orhan Gazi zamanında teşkil edilen “Divan”ın; inşâ edilen “medrese” ve onların hemen yanı başındaki “tekke ve zaviyeler”in de önemine vurgu yapar. Hattâ, “ardında çil çil kubbeler serperek” akından akına, fetihten fetihe koşan İmparatorluğun-Fatihlerin “sadece insanlara değil hayvanlara ve tüm canlılara emniyetli hayat standartları sağladığını” belirtir. Yani Osmanlı, “Cihana hâkim” olmanın bedelini herkese ödemiştir…

Hışıroğlu, “Osmanlı’nın her asrına, bir değil belki birden çok devrim sığdığını” ifade ettikten sonra, “Mucize çapında kurtuluş hikayesi, 1402 ile başlayan Fetret Döneminin, 1413 tarihinde yeniden doğuşun, 1453’de İstanbul’un fethinin, bir çırpıda sayılabilecek önemli devrim harekâtları” olduğunu belirtir ve “Çöküş döneminde de, aradan Sultan Hamid’i çıkartırsanız, tâ 1923’e ve hatta günümüze kadar devam edegelen, negatif devrimler sürecine şahid olduğumuza” dikkat çeker. 1923 devriminin, İttihat ve Terakki çetesinin marifeti(!) sonucu mağlubiyet neticesinden doğan bir “negatif devrim” olduğunu ise, Büyük Doğu Mimarından iktibasla, “Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici” vasfına bağlar. Ve, bu devrimin “uzun ömürlü olamayacağını” iddia eder. Hışıroğlu’na göre bu devrim, “yabancılaşmış adam ve zihniyeti” tarafından yapılmıştır. Bu devrimin bizim insanımızın “tarihî kültürel dokusuyla çelişen bir ideolojisi” vardır ve bu ideoloji, bu devrimin bu topraklardaki en büyük handikapıdır.

Fatih’in bir “dehâ”, Yavuz’un (II. Abdulhamid’in de) “İslâm Birliği” idealine sahib Ümmetçi bir devlet başkanı olduğunu” deklare eden Hışıroğlu, Kânunî’den sonraki bozulmalara da dikkat çeker. Özellikle “Yahudi Nurbanu Sultan’ın (Yuvan Miket) oğlu, ordunun başında sefere çıkmayan ilk Osmanlı Sarı Selim’de rehavet ve süflî bir tamâhkarlık” başgösterdiğini belirten Hışıroğlu, kaba softa ve ham yobaz eliyle bataklığa sürüklenen Osmanlı devletinde “ıstılah değil yeniden bir dönüş ve asliyetine rücû hamlesi” başlatılması ve topyekûn “bir derdin potasında erimek” için esaslı bir devrim yapılması lâzım geldiğini, bu devrimin maalesef yapılmadığını söyler… 

Tımar sisteminin özelliklerinden de bahseden Hışıroğlu, Vakıfların işleyişinden Guraba Hâne-i Laklakân’a (leylek hastanesi), Câmi, Medrese, Tekke ve Zaviyelerin inşaından, Hanlar, Kervansaraylar ve Sebil’lere kadar, İslâm şaheserlerinin hiçbirisinin devlet tarafından yapılmadığını fakat, padişahlardan paşasına kadar her biri devlet erkanı olan şahıslar ve ayrıca dinine-milletine sadık olan âlimler ve cemiyetin iştirakıyla Allah’ın rızasını kazanabilmek için “hayra hizmet” sevdasıyla yapıldığını belirtir. 

Tüm İslâm devletlerinde-cemiyetlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de eğitime apayrı bir önem verildiğine dikkat çeken Hışıroğlu, “Osmanlı Devleti’nde eğitimin, sibyan mekteblerinden medreselere ve oradan da tekkeler ve meclisler gibi yaygın eğitim kurumlarına kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını, birkaç neslin bir arada yaşayabildiği pederşâhi aile yapısının ise, zengin eğitim ve bilgi aktarması sürecine sahib” olduğunu özellikle hatırlatır. 

Şer’î mahkemelerdeki hassasiyete de dikkat çeken Hışıroğlu, “Padişah tüm nizamın üzerinde olup istediğini yapmaya muktedir değildir. Meselâ Şer’î hükümlerin tatbik edildiği mahkemelere müdahale edemez. I. Selim, İran’la ticaret yapmış 400 tüccarın asılmasına kabul ettirememiş, geri adım atmıştır.” hadisesini misâl olarak gösterir. Hışıroğlu, mahkemelerde “şühûdu’l müslimîn” denilen bilirkişi kurulu (bir nevî avukatlık görevi) bulunduğuna temas etmeyi de ihmâl etmez. Osmanlı Devleti’nde Yasama, Yürütme ve Yargı’dan önce, Padişahından hamalına kadar cemiyete hâkim olan ruhu ise şu cümleyle özetler: 
- “Devlet ve millet, sultanındır; sultan ise makamı gereği Allah Resûlünün vekili ve temsilcisidir. Millet de sultan da Allah’ındır. Mülk Allah’ındır.”

ÇÖKÜŞÜ HAZIRLAYAN SEBEBLER

“1683 meşhur Viyana bozgununu, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Kırım Hanı Murad Gazi Giray’ın Tuna köprüsünü tutmamasına” bağlayan Hışıroğlu, “Karlofça anlaşmasının (1699) yıkım yılının başlangıcı” olduğunu söyler, Baltacı-Katerina Prut antlaşmasını (1711) ise, “hataların hatası” olarak yorumlar.

“Şeyh Bedreddin, Patrona Halil, Celâlî isyanları ve yeniçerilerin kazan kaldırmalarının” da altını çizen Hışırıoğlu, “Osmanlıya en büyük darbenin Mason-İttihat ve Terakki çetesinden geldiğini” belirtir.

II. Selim’in bile İnebahtı’da âdeta yok edilen donanmamızın ardından günlerce uykusuz ve perişan yaşadığını belirten Hışıroğlu, Osmanlı Sultanlarının en dirayetsiz ve “hafif”lerinin bile şaşırtıcı bir devlet ve memleket sevdalısı olduğunu belirttikten sonra, “Hele bir de Cumhuriyet dönemine bakın… Aman Allah’ım!” dedikten sonra, “dirayetsiz padişahlar devrinde bile büyük devlet adamları, âlimler, Kınalızade Ali Efendi, Muhammed Birgivî gibi şahsiyetler çıktığına” dikkat çektikten sonra, “Barbaros, Turgut, Kemal Reislerle, Sokollu, Köprülü gibi vezirlerin imparatorluğu ayakta tuttuğunu” vurgular. Tarih muhasebesi yapan herkes gibi, “I. Ahmed’in Rum rahibin kızı olan Kösem Sultan’ının devletin başına işler açtığını” belirtmeyi de ihmâl etmez.

Abdulhamid dönemine apayrı bir önem veren Hışıroğlu, “Osmanlı’nın son İmparatoru” diye yâdettiği zirve şahsiyet olan Ulu Hakan’ın, (“Keyfiyetleri Allah’a havale etmek gibi bir bahtiyarlıktan” dolayı) “Müslüman kanı dökülmemesi için üzerine gelen Hareket Ordusuna müdahale etmeyen bu Allah dostu adamın, haddim olmayarak bu tür karar alma lüksüne sahib olmadığını vurgulamakla yetineceğim” şeklinde bir değerlendirmede bulunur ve koskoca bir “ah!” çeker.
Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi’nin “tescilli bir mason” olduğunu zikreden, Said Nursi ve Mehmed Akif’in “31 Mart Vak’asına karışmasını, İttihat ve Terakki’nin emellerinden bihaber bir şekilde onların kürsülerinde nutuk atmalarını” ise tenkid eden Hışıroğlu, daha sonra Said’in “Euzü billahi minessiyâse” demesini tasvib etmez. Akif’in ise; “Otuz üç yıl şeriat diye korkuttu bizi pinti” diyerek Sultan Abdulhamid’e saldırmasını ve Mason Abduh’a medhiyeler göndermesini ahlâkî bulmaz.

“Düşen Osmanlı’nın sorgulandığını fakat yükselen Osmanlı’nın yeterince araştırılmadığını” vurgulayan Hışıroğlu, Yalçın Küçük gibi Osmanlı düşmanlarının “kaba ve ilkel” ideolojik lâfız ve tavırlarının komikliğinden bahseder. Ümit Aktaş, Fikret Başkaya, Mustafa Armağan ve İlber Ortaylı gibi araştırmacı yazar ve tarihçilerden de iktibaslar yaptıktan sonra, bu şahısların bazı taraflarını tenkid etmeyi ihmal etmez. Meselâ; “ısrarla uydurukça kelimelerle yazılan eserler bir ihanet vesikası, sahibleri de birer haindir.” diyerek Aktaş’a gönderme yapar. Fikret Hoca’ya, “din’in Osmanlı Devleti’nin bir unsuru değil, bilakis onun varlık sebebi” olduğunu hatırlatarak, Hoca’yı bir hakikate dâvet eder. İlber Ortaylı’ya ise, “tarih ve şuur olarak değişmemiz lâzımdır” gibi sözlerinden dolayı veryansın eder. Zira, bu gibi lâfızlarla Ortaylı, Osmanlı ile Cumhuriyet arasında âdeta bir köprü kurmayı; tarihî süreç içerisinde bu iki devleti birbirinin “zorunlu devamı” olarak göstermeyi hedefler. “Din inceltilemez ama dinî hükümler yerine, devlet için başka hükümler de getirilebilir” diyen Yılmaz Öztuna’yı ise “bir acaib âdem” olarak yorumlar. 

“Osmanlı ile Cumhuriyet arasında bir kültür, bir birikim, hattâ bir devlet mantığı şifresi nakli olduğunu” inkâr etmeyen Hışıroğlu, yine de “Osmanlı ile Cumhuriyet arası hattâ Tanzimatla Cumhuriyet arası kopuksuz, kesintisiz ve kırıksız bir süreç olduğunun söylenemeyeceğini” de ısrarla belirtir…

OSMANLININ YIKILIŞI

1865 yılında “Genç Osmanlılar”, iki yıl sonra da “Jön Türkler” nâmıyla teşkilat kuran şahısları “devletine, milletine ve milletinin değerlerine isyan bayrağı çekmiş ve yabancılaşmış” olarak nitelendiren Hışıroğlu, 1889 yılında kurulan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ise “mason” olduğunu beyan edip, A. Şerif Aksoy’dan bir iktibas yaptıktan sonra, “Hareket Ordusu subaylarının çoğunun mason ve ittihad mensubu olduğunu” belirtir ve “M. Kemal’in İttihad ve Terakki üyesi olduğunun ve Hareket ordusunun plân ve programını yürüttüğünün” malzemesini de, Aksoy’un eserinden devşirir.

Kurtuluş Savaşı sonrası “işgalcilerin bile yapamayacağı bir cinayetle” düşman kesilen bir yapılanma gerçekleştiğini, “seksen yıllık TC’nin sosyal barışı sağlayamadığını, kendine has ekonomik sistem modeli kuramadığını, ahlâkî çöküntünün patlama yaptığını, terörün bitirilemediğini” tesbit edip, nice şeyleri “sorgulamak” gerektiğine de dikkat çeken Hışıroğlu, “Osmanlı mirası bize yeter” der. Yeni bir eserin habercisi olarak da: “Öldürücü küfür dönemi”nde (Cumhuriyet dönemi) buluşmak üzere…” diyerek okuyucusuna veda eder.

Değerli büyüğümüz, bu toprakların öz be öz insanı ve sahici aydını Ali Hışıroğlu’na Allah’ın gayret ve başarı vermesini temenni eder, yine bu toprakların iyi ve güzel insanlarının Hışıroğlu’nun eserlerini okumalarını, çevrelerine tavsiye etmelerini cân-ı gönülden dileriz…

Kitabı temin etmek için: 0542 261 05 29 (Fiyatı 10 TL)



SÖYLEŞİ

ZEYTİNBURNU AMATÖR SPORA HİZMET EDENLER 
ALİ HIŞIROĞLU (DAMLASPOR KULÜP BAŞKANI) 
Röportaj: Mesut YILDIZ
05-08-2011 

Sizi tanıyabilir miyiz?

Ali HIŞROĞLU. 1962 Kastamonu doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Memleketimde yaptım. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudum. Yayın işleriyle uğraştım ve uğraşmaktayım. 9 adet Muhtelif türde eserim yayınlandı. Damlaspor Kulübü’nün kurucusuyum ve 17 yıldır başkanlığını yürütmekteyim. İBB Spor AŞ ‘de yönetici olarak çalışmaktayım.

Futbol oynadınız mı? Hangi takımlarda oynadınız?
Gençliğimde amatör olarak oynadım, İnebolu Spor’da.
Başkanlığını yaptığınız Damlaspor Kulübü’nün tarihçesinden ve başarılarından bahseder misiniz?
1994 Yılında Zeytinburnu Çırpıcı semtinde kurulan Damlaspor samimi ve ihlâslı 3-5 dostumun katılımı ve katkılarıyla gerçekleşti. Kurulduktan sonra da sebebi yine kutsal diyebileceğimiz bir gayeye hizmet adına altyapıya yöneldi. Ve aynı gaye doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor. Kurulduğundan bu yana A-Takımımız bir kez şampiyonluk yaşadı. Böylece birinci Amatör kümeye yükseldi. Bunun dışında Süper Amatörü hiçbir sezon hedeflemedik. Sebebini defalarca anlattık. Bir kez daha özetleyeyim: Profesyonel Ligi hedefleyecek maddi altyapı imkânlarını elde edemediğim ve ben de bu kulübün başında başkan olduğum sürece Süper Amatörü ve Bal Ligini hedeflemeyeceğiz. Zira bu bana çok tuhaf geliyor. Alt yapıcı bir kulübün sırf hava olsun diye Süper Amatöre çıkmak için para harcaması hiç ama hiç mantıklı gelmiyor bana. Süper Amatöre çıktığınızda sezon boyu yapacağınız harcamaların ardı arkası gelmeyecektir. Her sezon ya düşmemek için yahut şampiyonluk için maddi manevi imkânlarını seferber etmek zorunda kalacaksın. Bu arada Tabii altyapı motivasyonu bozulacak. Yine altyapıya harcanacak paran da kalmayacak. Bilmem anlatabildim mi?
Damlaspor’un başarılarına gelince; 4 kez Türkiye dördüncülüğü, 1 Kez Türkiye ikinciliği, bir kez de Türkiye Şampiyonluğu elde ettik. Bir İstanbul İl 2. liği, 2 kez de İstanbul İl 3. lük unvanımız var. Sanıyorum bir amatör kulüp için bu başarılar kayda değerdir. 

Yönetim kurulu üyesi arkadaşlarınız yeterince özveride bulunabiliyorlar mı?

Amatör kulüplerde klasikleşmiş bir işleyiş yapısı var. Karşılıksız özveride bulunmak Amatör camianın olmazsa olmazıdır. Başarı istiyorsan para vereceksin. Biraz daha istiyorsan biraz daha fazla harcama yapacaksın. Biraz daha istiyorsan vaktini, sosyal hayatını ve hatta sağlığını vereceksin. Şimdi böylesine meşakkatli ve sıkıntılı bir kulvarda kim ne kadar bu maraton koşusunu sürdürebilir? Özelliklede Damlaspor gibi özel şartları ve özel işleyiş biçimine sahip bir kulüpte yöneticilik yapmak gerçekten her baba yiğidin kârı değil. 17 yıldır nerdeyse 1.700 tane yönetici değişti kulübümüzde, değişmeye de devam ediyor. Her birini minnetle anıyorum. Her birinin irili ufaklı katkıları ve destekleri vardır. Hepsinden Allah Razı Osun. 

Şimdiki yönetimimiz de elinden geleni yapıyor, yapmaya çalışıyor. 

Altyapınızda çalıştırmak istediğiniz antrenörlerin ideal vasıfları nelerdir? Bu vasıflarda antrenör bulmakta zorlanıyor musunuz?

İdealinizdeki antrenörün vasıflarını “idealinizin” niteliği belirler. 

Bizim tezlerimizden biri de bu konuda. Yani bir kulüpte eğitici ve öğretici sadece lisanslı antrenör olmamalı; kulüp başkanından yönetimine, çaycısından malzemecisine, velisinden menajerine kadar herkes eğitimci vasfına sahip olmalı az çok. İdeal olan bu. Peki, bu mümkün mü? Maalesef imkânsıza yakın. 

Bu sebeple önüne gelen kulüp başkanı ve yöneticisi olamamalı. Her parası olanın kulüp başkanı ve yönetici olamaması gerekir. 

“Ben her ay bu kulübe Şu kadar para veriyorum, dolayısıyla benim de bir takım hak ve hukukum var. Mesela antrenörün yazdığı esame listesine katkım olmalı. Soyunma odasına girip futbolculara taktik verebilmeliyim.” diyebilen yöneticilerin cirit attığı bir mekânda düşünün o antrenörün halini. Antrenörün vasıflarına gelince önce iyi ve erdemli bir insan olmanın şartlarına ermiş olmalı. Antrenman bilgi ve tecrübesi kadar çocuk ve genç yetiştirmeye yeterli bilgi donanımını ve tecrübesini de elde etmiş olmalı. Bu vasıflarda altyapı antrenörü bulmak mümkün gözükmüyor. Damlaspor bu zorluğu kendi Antrenörünü kendisi yetiştirerek çözümlemiştir. 

Bugün en meşakkatli ve bir o kadar da ulvi bir görev yapmaktasınız. Yaşadığınız zorluklardan söz eder misiniz? 

Yaşadığım ve yaşamakta olduğum zorlukların hangi birini anlatayım ki? Bu uğraşıların meşakkat ve sıkıntıların bu dünyada karşılığı yok. Olması da mümkün değil. Bunu en başta biliyorduk. Ona göre yola çıktık. Her şeye rağmen her vakit üzerimize gelen sıkıntı ve meşakkat dalgalarını bertaraf ederek gemimizi batmaktan ve parçalanmaktan korumasını bildik. Elhamdülillah. Allah’ın izniyle bunca bilgi ve tecrübeyi elde ettikten sonra gelecekte daha sağlıklı, daha dinamik, daha nitelikli eğitim verebilen bir kulüp olacağız. 
Zeytinburnu’nda bir amatör kulüp başkanlığı yapmak nelere mal oluyor?
Bu soruları hazırlayan arkadaşımın bu işlerden haberdar olduğu belli. Evet, Zeytinburnu İstanbul’un diğer ilçelerinden farklı özellikler taşıyan bir ilçesi. İşin sosyolojik vesaire yanlarına fazla girmeden kısaca söylemek gerekirse, kültür seviyesinin yer yer düşük olması uyuşturucu çete ve tacirlerinin işlerini kolaylaştırıyor diyebiliriz. Bu uyuşturucu ve kötü alışkanlıkların tuzağına düşürülmek istenen her yaştan gencin sadece spor ve futbolla korunmasını ve kazanılmasını mümkün görmüyorum. Muhakkak bunun yanında kültürel aktivite olmalı. Kulüp eğitim anlayışında da bu husus temel unsurlardan biri olarak altı çizilmeli. “Gel oğlum spor yap, sıhhat bul, kötü alışkanlıklardan uzak kal” demek suretiyle gençlerin bir kısmını belki bir süre kontrol altında tutabilirsiniz. Ama nereye kadar? 17-18 yaşlarına gelen gençlerin istenilen istikamette hayatlarını sürdürmesini istemek ve beklemek kültür olmaksızın mümkün gözükmüyor bana. 
Bütün bu çalışmaların toplumsal bir vakıa olduğu için yetkililerin bir gençlik politikasına sahip olmaları kaçınılmazdır. Özellikle Zeytinburnu’nda böylesine bir gençlik kurtarma, kollama ve kazanma seferberliği kutsal bir görevdir bence. 
Kulüp başkanlığı özel hayatınızı etkiliyor mu? Aileniz bu konuda sizi destekliyor mu?
Buraya kadar sorduklarınızın cevabı olarak anlattıklarım bu sorunuza açıklık getiriyor sanırım. Bir kulüp başkanının özel hayatının olması handiyse imkânsız. 
Olması gereken nispette ve nitelikte kulübünüzü sevk ve idare edebiliyor musunuz? Yoksa önünüzdeki olumsuzluklardan söz eder misiniz?
İstenilen seviyede belki bir ülkeyi yönetir sevk ve idare edebilirsiniz. Ama bir amatör kulübü istenilen seviyede sevk ve idare etmek mevcut şartlarda mümkün değildir. Zira bu işin bir ekonomik boyutu var, bir sosyal boyutu var, psikolojik boyutu var, var oğlu var. Yani birden fazla cephede icabında aynı anda mücadele vermek zorundasınız. 
Sizce Zeytinburnu’nda futbol gelişiyor mu? Bunun sebepleri sizce nelerdir?
Zeytinburnu’nda sporun ve futbolun gelişmediğini söyleyemem. Ancak ne nispette geliştiği bence tartışma konusu. “Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamaz” Demek ki öncelikle yapılacak olan işin teorisi, plan projesi daha da önemlisi felsefesi olmalı. Bu olmaksızın yapılan çalışmalar kısır ve verimsiz olur, hem de hedefe varılması mümkün olmaz. Kitap okumayan, kötü alışkanlıklar elde etmiş bir kulüp sevk ve idarecilerinin bahsettiğim manada “felsefe” leri olduğunu söylemek mümkün mü? Hatta bunun ihtiyacına vakıf kaç tane kulüp yöneticisi gösterebilirsiniz? 
Sorunuzun cevabını bu söylediklerimden süzebilirsiniz. 
Örnek aldığınız bir kulüp var mı?
Örnek aldığımız bir kulüp yok; bir çok kulüp var. İskeletini kurduğumuz, lisans politikasından eğitim anlayışına kadar yan unsurlarını muhtelif kulüplerden devşirdiğimiz gerçeği var. X bir kulübün (yerli veya yabancı) yıllar sonra elde ettiği bir doğruyu bünyemize uyduğu taktirde neden devşirmeyelim ki? “Hikmet müminin kayıp malıdır. Nerede bulursa alsın.” hadisinin bize ilham ettiği istikamet üzerine yürümeye çalışıyoruz. 
Sizce Zeytinburnu Belediyesi spor veya futbola nasıl bakıyor? Olması gerekenlerin olması için yeterince destek veriyor mu?
Zeytinburnu Belediyesi’nin spor ve futbol felsefesini burada değerlendirmesini yapmak istemem. Söylenmesi gerektiği kadar söylememe izin verirseniz şunu diyebilirim: Belediyemiz gerçekten ciddi katkılar sağlıyorspora. Ancak tesisleşme konusunda yeterli olmadığını, olamadığını söylemek bir gerçeği ifade etmek anlamına geliyor. Diğer konularda olduğu gibi tesisleşme çabalarında da ilerleyen süreçlerde önemli çalışmaların yapılacağını umuyor ve bekliyoruz. 
Amatör kulüplere verdiği servis aracı, malzeme yardımı ve başarı ödülleri dışında Belediyeden beklentileriniz var mı? Varsa nelerdir?
Söylediğim gibi tesisleşmeye hız vermesini umuyoruz. 
Başkanım kıymetli zamanınız harcadığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.