"O ŞEHİRLER, İŞLEK YOLLAR ÜZERİNDE HALA DURMAKTADIR.
BUNDA İNANANLAR İÇİN İBRET VARDIR."
Hicr; 77-78
Kur'ân-ı Kerîm'de kıssaları anlatılan toplumlardan birisi de "Lût
Kavmi"dir. Bu isim, Lût aleyhisselamın o kavme peygamber olarak gönderilmesinden
dolayı verilmiştir.
Lût aleyhisselam, çevresindeki insanları uzun süre hak yola davet ettiği halde,
iki kızı hariç, hiç kimse, hatta karısı dahi kendisine inanmamıştı. Öylesine
sapıtmışlardı ki, o zamana kadar hiç bir toplumda görülmeyen fenalıkları
açıkça yapıyorlardı. Snuçta; Lût aleyhisselam ve iki kızından başka hepsi helak
edildiler. Kur'ân-ı Kerîm'de, bu topluluğun yaşadığı beldeden; altüst olan
anlamında el mü'tefika diye bahsedilmektedir. Bu kelimenin çoğulu "el
mü'tefikat" olup, Tevrat'ta geçen mahpeka ile eş anlamlıdır.
Hazret-i Lût, İbrahim aleyhisselamın kardeşinin oğludur. Enbiya suresinde,
"İlim ve hikmet sahibi iyilerden ve Allahü tealanın rahmete erdirdiklerinden
birisi" olarak tanıtılmaktadır. Ayrıca En'am suresinde bir ayet-i Kerîmede
"dünyalara üstün kılındığı" buyurulmaktadır.
LÛT KAVMİNİN ÖZELLİKLERİ
Kadı Beydavi'nin bildirdiğine göre, Lût aleyhisselam, amcası Hazret-i İbrahim'in
tavassutu ile Sodom şehrinin bulunduğu Ğor diyarına gider. Buranın ahalisi,
dünyanın en şerli insanlarıydılar. Hiçbir toplumun yapmadığı kirli işleri
yapmakla kalmıyor, yoldan gelip geçenlere de Mûsâllat oluyorlardı. Hâzin ve Medârik
tefsirlerinde; "Yol kenarına oturup, gelip geçene yolculara çakıl taşları
atarlardı. Taş kim değdi ise, onu atan, diğerlerinden daha fazla sarkıntılık etmeye
hak kazanırdı. Yani çakıl sahibinin hissesine isabet etmiş nasibi olarak
görülürdü." A'raf ve Neml surelerinde de, bu kavmin erkeklerinin kadınları
bırakıp, hem cinslerine meyleden cinsi sapıklar olduğu bildirilmektedir.
Lût aleyhisselam bu topluluğun arasında yıllarca mücadele verir. Onlara, Allah'tan
korkmalarını, Ona itaat etmelerini söyler. Ancak Lût Kavmi de, öbür örneklerde
olduğu gibi, peygamberlerini yalancılıkla suçlarlar. Bununla da yetinmeyip, kendisini
şehirden kovmakla tehdit ederler. Lût aleyhisselam, Allahü tealanın azabı ile ikaz
ettiği zaman ise Onunla alay ederek; "Azabı bir an evvel getir de görelim"
derler.
Lût aleyhisselam, çok ağır şartlar altında, bir nakle göre 40 sene mücadele
verir. Kavminin yaptığı baskı, artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı zaman da
Allahü tealaya sığınarak; "Beni ve ailemi bu azgın topluluğun elinden
kurtar" diye dua eder. Yıllarca kavminin huzuru için çalışmış ama kendisine
iki kızından başka kimse iman etmemiştir. Hanımı dahi, azgın kavmin tarafını
tutmuştur.
HELAK ANSIZIN GELİR
Allahü teala tarafından helak için görevlendirilen bir kaç melek, Lût
aleyhisselama misafir olurlar. Hepsi de bu sapık toplumun dikkatini çekecek bir şekle
bürünmüşlerdir. Hatta Lût aleyhisselam onların melek olduğunu önce
anlayamamıştır. "Sizler tanınmamış kimselersiniz", "Bu, çok çetin
bir gündür" diyerek misafirlerini ağırlamaya çalışırken karısı
vasıtasıyla bazı insanların olaydan haberi olur. Hep birlikte koşup gelirler. Öyle
ki; Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesiyle birbirlerini ite kaka seyirterek evin kapısına
yığılırlar. Lût aleyhisselam, "Bunlar misafirimdir. Onlara karşı beni mahçup
etmeyin ... İçinizde aklı başında kimse yok mu?" diye onları sakinleştirmeye
çalışsa da kuduran topluluk; "Biz seni alemin işine karışmaktan
menetmemişmiydik?" "Doğrusu ne istediğimizin farkındasın" diyerek
bahçe kapısından içeri girerler. Allahü teala bu dehşetli ortamı şöyle
bildirmektedir; "Ey Muhammed, senin hayatına yemin olsun ki; onlar sarhoşluk
içerisinde azgın bir haldeydiler."
Lût aleyhisselam öylesine bunalmıştır ki, peygamberlere has zelle denilen hataya
düşeceğini gören melekler duruma müdahale ederler; "Ey Lût, bizler Rabbinin
elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler ... Biz, şüphe edip durdukları azabı
getirdik ... Bu kasaba halkına yaptıklarından dolayı gökten muhakkak azab
indireceğiz ... Geceleyin aileni yola çıkar. Sen de arkalarından git, hiçbiriniz
arkasına bakmasın ... Karının dışında kimse geri kalmasın, çünkü onların
başına gelen onun da başına gelecektir. Vadesi gün doğana kadardır. Gün doğması
yakın değil mi?"
Sapık güruh son bir kez kapıya yüklenirlerse de bir anda hepsinin gözleri kör
edilir. Kadı Beydavi ve Fahreddin-i Râzî; "Meleklerden birisi Cebrâil
aleyhisselam idi. Topluluk kapıyı kırıp içeri girdiklerinde, bir hareketle hepsinin
gözünü kör etti. Panik içerisinde kapıyı dahi bulup kaçamadılar. Hatta, Lût
aleyhisselam onları kollarından tutarak dışarı çıkarmıştı" demektedir.
Nihayet Lût aleyhisselam, kızları ve hanımını da alarak şehirden uzaklaşır.
Geride kalan topluluğun nasıl imha edildiğini Kur'ân-ı Kerîm şöyle anlatmaktadır;
"Onlara azap emrimiz gelince o ülkenin altını üstüne getirdik. Üzerlerine
ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık."
Masada harabelerinden Lut kavminin yaşadığı
bölgenin görünümü. Bir zamanlar yemyeşil
ormanlarla kaplı olan bölgenin bugünkü görüntüsü
ARKEOLOJİ NE DİYOR?
Lût aleyhisselam kıssası, Tevrat'ta da geçmektedir. Ancak Tevrat, tahrif
edilmiş olduğundan, hıristiyan ve yahudi dünyasında ona dayandırılarak yapılan
arkeolojik araştırmalar gittikçe güvenilirliğinin kaybolmasına sebep olmuştur. Buna
karşılık Kur'ân-ı Kerîm'in doğruluğu ve İslam alimlerinin de muhteşem
kapasitelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Kur'ân-ı Kerîm ve Tevrat'ta helak edilen beldenin yeri bildirilmemiştir. Buna
rağmen Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir eden bazı alimler, ayetlerden hareketle neredeyse
adres tarif eder gibi öylesine isabetli bilgiler vermişlerdir ki, hayran olmamak
mümkün değildir.
Bir ayet-i Kerîmede "Can yakıcı azaptan korkanlar için o beldede bir işaret
bıraktık" buyurulmaktadır. Fahreddin-i Râzî, Lût kavmini anlatan ayet-i
Kerîmelerin Mekke müşriklerine hitaben indirildiğini hatırlatarak ve "O
şehirler, işlek yollar üzerinde hala durmaktadırlar. Bunda inananlar için ibret
vardır." ayet-i Kerîmesinden yola çıkarak; Mekkeliler ticaret için genellikle
Şam şehrine giderlerdi. Şam yolu, Lût gölünün tam güneyinden geçerdi. Bu sebeple
Lût kavminin kalıntılarını burada aramak gerekir diye yazmaktadır.
Bilim adamları İbrahim aleyhisselamın MÖ. 2000 yılları civarında yaşadığını
tahmin etmektedirler. Lût aleyhisselam da aynı yıllarda yaşamıştır. Bu noktayı
gözönüne alırsak ilgi çekici bazı noktalara rastlayabiliriz. Arkeolog Albright
tarafından yapılan bir keşif, helak edilen beldenin yeri hakkında bize biraz olsun
ışık tutabilmiştir. O dönemin şehirlerinden biri olan Bab el Dhara'nın
kalıntıları MÖ. 2300-1900 tarihleri arasındaki bir periyoda sahip olup Sodom ve
Gomorra şehirleriyle yaşıttır. Yapılan bütün kazılar MÖ. 2000 yıllarında Bab el
Dhara ve yakın şehirler aniden terkedilmişlerdir. Hem de her biri bir medeniyet merkezi
iken... Bütün bu buluntular, Lût aleyhisselamın kavmiyle çağdaş olan ve onlara
komşu olan şehirlere aittir. Herşeyin olduğu gibi bırakılıp göç edilmesinin
sebebini şu ana kadar açıklayabilen çıkmamıştır. Belki de Lût kavminin dehşetli
helakine şahid olan komşu şehirlerin insanları, aynı akibete uğramaktan korktukları
için panik içinde kaçmışlardı. Arkeologların yoğun araştırmaları, yok edilen
şehirlerin yerlerini bulmaya yetmemiştir. Tesbit edebildikleri tekşey, Lût gölünün
güneyinde bir yerlerde olduklarıdır. Yapılan milyonlarca dolarlık harcama sonucu
ancak bu bilgi elde edilebilmiştir. Günümüzden 1000 sene önce İslam alimleri de
aynı tespiti yapmışlardı.
Lut gölünün güney kısmından bir görüntü... Bölgenin tamamı sülfirik
parçacıklarla kaplı
JEOLOJİ NE DİYOR?
Korkunç helakten önce bölgenin jeolojik yapısı şu şekilde belirlenmiştir.
Lût gölünün doğu kısmında, yarımada oluşturan dil gibi bir kısım, göl içine
doğru uzamıştır. Yarımadanın uzantısında, gölü adeta ikiye bölen keskin bir
dirsek vardır. Gölün kuzey yarısında derinlik 400 metreyi bulmasına rağmen, güney
yarısındaki derinlik 15-20 metre kadardır. Bir kayıkla bu sığ kesim gezildiğinde,
güneş ışınları da uygun şekilde vuruyorsa, şaşılacak bir görüntüyle
karşılaşılır. Kıyıdan hemen ötede, dipte orman ağaçlarının belirdiği
görülür ki; gölün son derece yoğun olan tuzlarıyla konserve edilmişlerdir.
Bunların çok eski olması gerekmektedir. Zira eldeki en eski tarih metinlerinde bile
(Sicilyalı Diodoros; MÖ 1. Yüzyıl, Yunan Coğrafyacısı Strabo; MÖ. 1. Yüzyıl,
Yahudi tarihçisi Josephus; MS. 37, Roma tarihçisi Tacitus; MS. 50) gölün güneyindeki
bir ormanlık bölgeden bahsedilmemekte, sadece zaman zaman kaynağı bilinmeyen asfalt
parçalarının yüzeye çıktığı anlaşılmaktadır. Bundan, helak öncesi bu
bölgenin çok münbit ve ormanlık olduğunu anlamaktayız.
Lût gölünün bugünkü durumu, tarihçilerin anlattıklarından farklı değildir.
Batılıların Ölü Deniz, Tevrat'ın Tuz gölü, İslami kaynakların ise Lût gölü
adını verdikleri göl, Akdeniz seviyesinden yaklaşık 400 metre daha aşağıda ve en
derin yeri 400 metreyi bulmaktadır. Yani deniz seviyesinden 800 metre aşağıdadır.
Oysa dünyada, deniz seviyesinden aşağıda olan yerlerde bu alçaklık en fazla 100
metre dolayındadır.
Gölün bir başka özelliği, yüzde 20-30 oranına varan ölçüde tuzlu olmasıdır.
Oysa, denizlerdeki en fazla tuz oranı yüzde 3-4'ü geçmez. Bu sebeple Lût gölüne
giren bir kimsenin, yüzme bilmese de boğulma ihtimali yoktur. Tevrat'taki bu ifade çok
şekilcidir ve Lût kavminin yerini aramakta bize hiçbir ipucu vermez.
Lût gölüne batı dillerinde Ölü deniz denmesinin sebebi, içinde balık veya yosun
gibi bir canlının yaşamamasından ileri gelmektedir. Bu isimlendirme doğru değildir.
Zira 1980 yılında yapılan araştırmalar gölün mikroorganizma kaynadığını
göstermiştir.
İslam alimleri bu şekilci isimlendirmeden uzak kalarak göle; Lût gölü adını
veriyorlardı. Bunun sebebi de Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinin sözkonusu kavmin bu göl
civarında yaşadığını işaret etmesinden gelmektedir.
Bölgenin uğradığı felaketin boyutlarını, jeologların araştırmalarından
öğrenebilmekteyiz. Amerikalı jeologlar ilk olarak Şeria nehri yatağının neden bu
kadar dik olduğunu araştırmışlardır. Zira nehir yarığını oluşturan 190 km. lik
bir mesafede Şeria; 190 metrelik bir eğimle düşüş yaparak Lût gölüne
ulaşmaktadır. Gölün seviyesinin denizden 400 metre aşağıda olması, burada çok
büyük bir teknotik olayın meydana geldiğini göstermektedir. Şeria nehri ve Lût
gölünün durumu, bölgeden geçen bir yarık veya çatlağın ancak bir parçasıdır.
Bu çatlak kuzeyde Toros dağlarının eteklerinden başlayıp Akabe körfezine, oradan da
Afrika kıtasına ulaşmaktadır. Bu çaplı jeolojik bir görünümün oluşabilmesi
için alışılagelmemiş bir dizi olay veya olayların yaşanmasını gerektirmektedir.
Şimdilik sebep olarak yanardağ faaliyetleri gösterilmektedir. Ama bu bile, göl
civarında, Ürdün'ün yüksek kısımlarında ve Akabe körfezindeki siyah bazalt ve lav
benzeri buluntularının kaynağını açıklamaya yetmemektedir. Belki bölgede muazzam
bir çökme, patlamalar, yıldırımlar gibi her türlü tabii afet aynı anda bir araya
gelerek bölgeyi bu duruma getirmişti.
Yukarıda da belirtmiştik. İslam alimleri, ellerinden hiçbir modern imkanlar
olmadığı halde isabetli teşhislerde bulunmuşlardı. Aynı şekilde Ahmet Cevdet Paşa
da, jeologların bu tespitinden yıllarca önce bölgenin depremlerle altüst olduğunu
yazmıştı.
Yalnız gözden kaçırılmaması gereken bir husus var. Felaketin çapı tasavvur
edilemeyecek boyutlarda olmasına rağmen, neden sadece bir kaç şehir altüst oldu da
civardaki yerleşim merkezlerine bir şey olmadı? Mesela Zoar, Jeriko gibi şehirlerde
felaketle bağlantılı hiçbir iz yoktur. Tek ilgi çekici bir durum; sakinlerinin aniden
şehirlerinden kaçmış olmalarıdır. Sanki büyük bir fanus Lût kavmi üzerine
kapanmış. Bu fanusun içinde bilinen ve bilinmeyen bütün tabii afetler dehşetli bir
tahribat yapmışlar. Bu şehirler felaketi yaşarken, en azı 20 km. uzakta bulunan
şehirler hiç etkilenmemiştir.
Özetle söylemek gerekirse, arkeoloji ve jeoloji şunları söylemektedir;
günümüzden yaklaşık 4000 sene önce bu bölgede korkunç bir felaket yaşanmış ve
belde adeta "alt üst / el mu'tefika" olmuştur.
|