|
Emin Acar
doktor, psikiyatr
kanaat önderi, eski milletvekili
1932 yılında Kütahya'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Uzmanlık eğitimini psikiyatri dalında yaparak uzman hekim oldu. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda teşvik uygulama uzmanı olarak görev yaptı. 1973 yılında Bursa milletvekili seçildi. Daha sonra Ankara Hacıbayram Camii'nin yanında açtığı muayenehanesinde insanlara hizmet etti. www.nasihat.name adlı internet sitesi ile İslam dinin emirlerini ve yasaklarını insanlara iletti.
3 Nisan 2016 tarihinde Ankara'da vefat etti. Bursa'nın İnegöl ilçesi Deyinler Köyü'ne defnedildi.
Dr. Emin ACAR’dan Nasihatler - 1
Kurban
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Peygamber Efendimiz Kurban Bayramında iki koç keserlermiş; biri içeri/hane halkına, diğeri dışarı/hak sahiplerine.
Kurban kesiminde takvada koç kesmelidir. Fetvada manda, keçi, sığır, deve kesilebilir denilmiştir. Bu kurbanlıkların hepsinin (dişileri süt verdiğinden ve neslin devamını sağladıklarından) erkek olanları tercih edilmelidir.
Peygamber Efendimiz Hediy kurbanında (hac sırasında kesilen kurbanda) deveyi tercih etmiştir.
Bebeği büyütebilecek anne sütü veya süt anne bulunmadığında, sütü bebeği büyütüp besleyebilecek hayvan (koyun, keçi, sığır, deve, manda) kurban olur. Bu hayvanların (koyun, keçi, sığır, deve, manda) erkeğini kurban etmek efdaldir.
Akika Kurbanı
Erkek çocuğa iki ve kız çocuğa bir akika kurbanı kesmek sünnettir.
Erkek çocuğa iki akika kurbanı kesilmesinin hikmeti: Erkek çocuğunun imamlık ve müezzinlik yapma hakkı vardır. Kız çocuğunun ise kadınlara imamlık yapma hakkı vardır. Erkek çocuğun halifelik hakkı, hem imamlığı hem de müezzinliği içerir. Kız çocuğun halifelik hakkı, sadece annelik hakkını ve kadınlara imamlığı içerir.
Başka bir deyişle; erkek çocuk için kesilen iki akika, biri mihrab diğeri minare hakkı içindir. Kız çocuk için kesilen bir akika, sadece mihrab hakkı içindir.
Neden sağ tarafa yatmalıyız?
Sevgili Peygamber Efendimiz, sağ taraflarına yatarlardı. Sağ ellerini de sağ yanaklarına koyarak uyurlardı. Böylece, sindirim (hazım) sistemi ve kalp/dolaşım sistemi rahat çalışır. Sağ eli yanağının altında tutunca, beyne kan dengeli (normal) gider ve beyin için en iyi ortam gerçekleşir. Bu da insanın rahat ve dengeli uyumasını sağlar.
Neden sağ elimizi kullanmalıyız?
Çocukların dili dönmeye başladığı zaman hem “La ilahe illallah” Tevhid kelimesini söylemeyi, hem de sağ ellerini kullanmayı öğretiniz. Çünkü insan sağ elini kullandıkça bu hareketler akciğer için körük vazifesi görür. Üç bölümlü sağ akciğer parçaları (lobları), sağ elin körük vazifesi görmesi sebebiyle daha çok oksijen alır. Bu durum beyinde konuşma merkezinin daha iyi çalışmasını sağlar. Böylece “La ilahe illallah” Tevhid kelimesini söylemeye ve sağ elini kullanmaya alışan çocuk konuşmayı çabuk öğrenir. Bu çocukta kekemelik olmaz.
Sol akciğerde iki parça (lob) ve sağdaki üçüncünün yerine kalp vardır. Sol elini kullanma alışkanlığı olanlarda kalp yorulur. Akciğerler iyi/yeterli oksijen alıp veremez. Bu durumda beyin iyi çalışamaz. Çocukta kekemelik olur.
Bu sebeple “La ilahe illallah” Tevhid kelimesi ve sağ elini kullanma ile çocuklara konuşmayı öğretiniz.
Neden kepekli buğday ekmeği yemeliyiz?
Kepekli ekmek “tam buğday unundan üretilmiş” gıdalı ekmektir. Tam buğday ununda, buğdayın en üstündeki selülozdan oluşan zar yoktur; buna hayvan kepeği denir. Hayvan kepeği, bulgur yapılırken çıkan kepektir (selülozdur). Buğday ekmeği yerine devamlı mısır ekmeği yiyenlerde pellegra hastalığı ortaya çıkar. Çünkü mısırda zein proteini vardır ve bağırsaklarda asimilasyonu sırasında PP vitamini çok tüketilir. Bu da beyinde protein metabolizmasını bozar. Buğday ekmeği yerine mısır ekmeğini yiyen bölgelerde fevri cinayetler çok olmaktadır. Böyle yerlerde fevri cinayetlerin azaltılması için buğday ekmeğinin yenmesi tercih edilmelidir. Mısır ekmeği yenebilir, ama buğdayın yerine geçercesine sürekli olmamalıdır.
Çinliler ve diğer Asya milletleri de buğday ekmeği yerine devamlı pirinç yedikleri için, onlarda B1 vitamini noksanlığı görülür. Bundan dolayı Beriberi hastalığı ortaya çıkar. Bu da beyin yapısını bozar, davranış refleksleri (ürperme, tiksinme vb.) kaybolur.
Mısırda çok bakla (ful) yenir. Bakladaki etken maddeler sebebiyle kanda eritrositler erir. Bu durum oksijen yetersizliğine neden olur ve buna bağlı olarak da nefes darlığı çekilir. İnsanlar daha fazla nefes almaya çalışırken zamanla göğüsleri giderek daha fazla büyümektedir. Bu bölgelerde anfizem göğsü çok görülür; bu insanların akciğerlerinde rezerv hava artmaktadır. Böylece bu insanlar nefesli çalgıları kolay çalarlar, yağlı güreşi rahat yaparlar, opera sanatçısı olurlar. Çok bakla yemek, beyin fonksiyonlarını da bozduğundan, bazı psikolojik bozukluklar ortaya çıkmaktadır.
İnsanlar tam gıdalı ekmek (yani kepekli buğday ekmeği) yerse, anılan sebeplere bağlı olarak bu türlü hastalıklar olmaz.
Evlilik:
Çocuk doğduğu zaman ilk önce annesinin şefkatli, tüysüz, güzel yüzünü görür, sonra babasının kıllı-sakallı yüzünü görür. Annesine daha yakınlaşır. Annenin sesi ince ve güzel olur, çocuğa güzel konuşmasını öğretmek için.
Genç çocuklarda/delikanlılarda sakal çıkmaya başlayınca, kızlarda/genç kızlarda yüz güzelleşince ve memeleri büyümeye başlayınca evlenme yaşı gelmiştir.
Uykudan uyanınca ne yemeli?
Peygamber Efendimiz uykudan kalkar kalkmaz yirmi bir adet üzüm veya yedi/dokuz adet hurma yemiştir. Böylelikle beyin glikozunu doğrudan almış olur ve hemen çalışmaya başlar. Bu durum otomobilde karbüratöre doğrudan benzin vererek çalıştırmaya benzetilebilir. Ancak aç karnına anılan miktarlardan fazla yemek de doğru değildir. Çünkü kandaki şeker birden yükselir, suni şeker hastası durumu gözlenebilir. Bu durum ise otomobilde gaza aşırı yüklenmeye ve motoru boğmaya benzetilebilir.
Vücut çalışmaya başlayıp normal akışa kavuşunca istenen miktar hurma/üzüm (şeker hastası olmamak şartıyla) yenebilir. Üzüm yemek beyin hücrelerini korur ve böylece bunaklık olmaz.
Peygamber Efendimizin yemekten önce karpuz yemesinin sebebi :
Yemek sırasında ve yemekten sonra kan dolaşımı sistemi mideye/sindirim sistemine yoğunlaşarak çalışır. Bu sebeple beyine yeterli kan gitmez. Yemekten önce karpuz yenilince içerdiği sulu glikoz beyine ulaşır. Karpuz glikozu sayesinde yemek başlangıcında beyin beslenmiş olur. Beyinde hasar (bunaklık) olmaz. Aynı zamanda tokluk hissi verdiğinden aşırı yemeyi engeller. Nizamlı bir yiyiş olur.
Medine-i Münevvere’de karpuza çay-ı ilahi denir; suyu, tadı, şekeri, kokusu, rengi v.s. her şeyi içinde olan bir çay.
Diğer zamanlarda yemeklere bal ile başlanmalıdır. Böylece içeriğindeki glikozla fruktozu beyin hemen alır ve kolay çalışır.
Karpuz ile ilgili Hadis-i Şerifler:
1) "Yemekten önce karpuz yemek, karnı yıkadıkça yıkar, hastalığı giderdikçe giderir."
Ramuz'ül Ehadis, 2289. Hadis, sayfa: 566, Pamuk Yayıncılık.
2) "Karpuzda on haslet vardır. O, bir yemektir. Sudur, güzel kokudur, meyvedir, çöğendir, mesaneyi yıkayıp temizler, mideyi yıkar, temizler, arka suyunu (meniyi) çoğaltır, cinsî münasebet gücünü artırır, karın hastalığına iyi gelir, cildi güzelleştirir."
Ramuz'ül Ehadis, 4020. Hadis, sayfa: 943, Pamuk Yayıncılık.
HAKKINDA YAZILANLAR
Doktor Emin Acar Vesilesiyle -II-
Baran Dergisi 468. Sayı
Aynı üniversitede okuduğumuz bir arkadaş Ahmet Efendi’ye soruyor: “Biz Ankara’da oturuyoruz, malum. Sizi ziyaret etmek her daim mümkün olmaz. Ne yapmamızı buyurursunuz?” Ahmet Efendi de “Ankara’da Doktor Emin Acar var, onu ziyaret ederseniz beni ziyaret etmiş gibi olursunuz.” İşte bu vesile ile Emin Acar’la tanışma şerefine nail olduk. Bir tanıştık pir tanıştık ve senelerdir eşiğini aşındırırız. Allah o kapılardan bizi mahrum etmesin.
Ankara’da Bahçelievler’de oturuyoruz. Ulus’tan daha ziyade Kızılay’la işimiz oluyor. Dershane, giysi ve sinema ihtiyaçlarımızı Kızılay’la çözüyoruz. O ana kadar Ankaralı olmama rağmen Hacı Bayram Camii’nden haberim yok. Yaşadığım hayat tarzı buna mani olmuş. Okul, spor, kahvehane, şarkı ve kız etrafında manasız geçen yıllar. Doktor Emin Acar’ın bürosu Hacı Bayram Camii’nin hemen yanında. Hacı Bayram esnafından kime sorarsanız size onun ikamet ettiği yeri gösterir. Hacı Bayram Camii ve etrafı… Bu manzaranın seyrine dalan bir Müslümanın çıldırmaması mümkün değil. Bu tarihî yerin etrafı kahvehanelerle, meyhanelerle ve eski püskü evlerle sarılmış. Evlerin eski püskü olması, nidüğü belirsiz insanların yerleşmesine sebep olmuş. Karşı dağlarda yıkık dökük gecekondu evler... Bu evlerde bir insanın oturması ne demek? Böylesi yerler insana insanlığını unutturur. Ve aşağıda Bentderesi ve yanında “malum hane”... Evet, Hacı Bayram Camii Osmanlı ecdadımızdan kalan bir yer. Cumhuriyet Dönemi reddi mirasta bulunmuş ve bu manevî mekânı boğmak için her türlü kusmuğunu dökmüş. Ama nafile! Bir Allah dostu var; Emin Acar. Kim bilir hangi muazzez veliden bir işaret aldı ki burayı kendine yer edindi. Evet, aşağıda Bentderesi var demiştim. Hayalinizde kıvrım kıvrım akan bir su ve yanında çocukların gölgesinde oynadığı söğüt ağaçları geldiyse, vay halinize! Evet, yapılaşma uğruna yok edilmiş bir dere; sadece adı kalmış, kendinden eser yok. Haberleri izlerken şu sıralar çok acı olaylara tanık oluyoruz. Doğudaki PKK hareketinden yılmış, yaşadığı mekândan uzaklaşmak durumunda kalmış, yuvasından mahrum olmuş bir yaşlı feryat ediyor. Camilerin, okulların, kütüphanelerin, velhasıl evlerin yıkılmasından mustarip düşmüş ihtiyar Kürt emice “bunların yaptıklarını gâvur yapmaz” diye bağırıp duruyor. Cumhuriyet Döneminde İslâm’a karşı yapılanları gâvurlar yapmaktan kaçınırlardı. Bir batılı geliyor ve şöyle bir tesbitte bulunuyor: “Bizim artık bu ülkeye müdahale etmemize gerek yok. İsmi Ahmet, Mehmet olan ve bizden fazla İslâm’a kin ve nefreti bulunan insanlar türemiş bu topraklarda.”
90’lı yılların başında böylesi bir durum… Emin Acar Hocamız’ın bizim daha görür görmez yaşadığımız bu halin kat be kat fazlasını her gün yaşadığı aşikâr... Kim bilir efendinin yaşadığı bu sancılı ve hummalı haldir ki şimdi Hacı Bayram ve etrafını yeniden canlandırıyor. Bütün kirli ve pis mekânlar yerin altına gömülürcesine kaybolup gidiyor. Osmanlı ve Selçuklu’nun mânâsı yeniden diriliyor. Çok sancılı bir geçiş dönemimdeyiz. Sancılar bu dilden anlayanlar için bir müjdenin habercisi; Emin Acar’ın ifadesiyle son bir yeşilliğe inşallah şahitlik edeceğiz.
Ahmet Efendi’den aldığımız tavsiye üzerine Emin Acar’ı sorup çarçabuk buluyoruz. Emin olun kendi evimiz gibi bir köşede oturup sohbete dâhil oluyoruz. Ahmet Efendi’ye göre daha hareketli ve esprili bir zat. Ahmet Efendi’de mesleğinin vermiş olduğu (kendisi muallimdi) bir otoriterlik havası vardı. Emin Hocamız sık sık fıkralarla kendine has üslup ve benzetmelerle neşeli bir ortam yaşatıyor. Biraz sonra kuşburnu çayı ve baharatlı ekmek ikram ediliyor. Muazzam bir tad... Bu tadı asla kendi evimizde alamadık. Mânânın ve gönlün yediğimiz-içtiğimiz şeye sirayeti söz konusu. Menkıbede anlatılır: Allah dostu eve gelir ve eşinin sofraya koyduğu şeylerle karnını doyurmaya çalışır ama nafile. Yiyecekler boğazından geçmez. “Hanım sen bu yemekleri nasıl yaptın?” Durum anlaşılır. Evin hanımı gaflete gelmiş, yemek yaparken dua etmeyi unutmuştur. Nasıl bir bünye ki duasız yemeği midesi kabul etmiyor. Dedim ya böylesi yerlerde hizmet etmek gerek… Hizmetten alınan haller kalıcı olurmuş. Çay içtiğimiz bardakları yıkayıp bir nebze hizmet etme arzusu içindeyim. Başlıyorum bardakları yıkamaya. Bardakları yıkayıp tepsiye ağzı yukarı gelecek şekilde koyuyorum. Hocamız bunu görünce bardakları secdeye yatır dedi. Çoğu büyüklerimin bardakları ters çevir ifadesi yerine bu ifade o kadar hoşuma gitti ki bir anda gönlümü fethetti. Bardak, bardak olmaktan çıkıp gözümde insanîleşti. Bardakları daha bir özenle yıkamaya, daha dikkatli tepsiye koymaya başladım. Ruhumun hassas tellerinin sesini duyuyordum, eşya ve hadiselere bambaşka bir boyuttan bakıyordum. Eşyaya karşı böylesi bir tavır almamı sağlayan hocam, eğitim anlayışımda muazzam bir etki yapmıştı. İnsan, çoğu zaman insandan daha çok eşyayla muhatap olabiliyor. Eşyaya karşı tavrımızda da insanî hareket etseydik beşerî münasebetlerimizde ne güzel gelişmelere vesile olabilirdik. Öğrencilerimde bizzat buna şahit oldum: Onlara ışığı kapatın yerine lambayı dinlendirin, ışığı açın yerine lambayı uyandırın ifadeleriyle hitap ediyordum. Bu tabirler öyle hoşlarına gitti ki, elleri düğmeye gittiğinde zarafet tütüyordu. Toplumumuzda insanlar arası ilişkilerde derin bir kopukluk var. Herkes bundan oldukça müşteki... Bütün bunların çözümünü kadim kültürümüz tasavvufla barışıp tanışarak elde edebiliriz. Kurtuluş, insanımızın bu irfan ve marifet kaynağı ile hemhal olup yeniden edeblenmesi ile mümkün. Yazımıza 40 mektup adlı eserin 25. Mektubundan seçmelerle son verelim.
<
Tabii ki derviş arif olacak! Bu tabirden gururlanıp nefsi okşanacak kişilere dikkat etmeli ve bu sözü sarfetmemelidir. Savaş meydanında zalim bir çıfıta, kibirli, hak tanımaz deyyuslara “bendeniz” şeklinde hitap etmek caiz değildir. Belagat, sözü yerinde kullanmaktır. Zalime el pençe divan durmak ve ona nezaket göstermek İslâm’ın rezil kabul ettiği ahlâktandır. Derviş sadece nefsiyle cihad etmez, cihad meydanında da en güzel şekilde Müslümana yakışacak vakarını, heybetini gösterir, kimseden çekinmez. “Bendeniz” kelimesinde bir başı eğiklik ve kölelik yoktur. Tam tersine “Ben Allah’tan başka kimseye kul olmam” idrakinin ilanı ve hürriyetine müştak bir hal vardır. (…) Derviş lisanında mümkün mertebe menfi konuşulmaz. Yani insanı kötü düşünceye, üzüntüye, kötülüğe sevk edip sıkacak tabirlerden kaçınılır. Daha evvel de zikrettiğim gibi, mü’minin konuşması bile dua gibidir. Mesela düşersin, yanarsın, hastalanırsın şeklinde ikazda bulunmaz. Dikkat et yanmayasın, şöyle yap ki hastalanmayasın, düşmeyesin şeklinde konuşur. (İkisi de ikazdır) lakin birisi menfi, diğeri müsbettir. Derviş hep müsbet taraftan konuşmalıdır. Hem ağızdan çıkan söz dua gibi olduğundan “yanarsın” dediğinde adamın yanmayacağı da varsa yanıverir. “Hastalanırsın” dersin, bu söz vücud bulur, hastalanıverir. Bu hususa ziyade dikkat etmeli. Küpün içinde ne varsa o sızıverir. Dervişin lisanından güzel sözler akmalı. “Bela lisana bağlıdır” demişler; yani menfi bir şey söylediğinde hem vücud bulur hem de o menfi sözden kuvvet alarak şeytan ve nefis kendine yol bulur. Hazreti Yakub (as)’ın çocuklarına “Yusuf’u kurdun yemesinden korkuyorum, çekiniyorum” demesi üzerine hemen diğer çocuklar “Yusuf’u öldürürüz sonra ‘kurt yedi’ deriz” diye karar almışlardır. İçimize tulû eden (doğan) birçok şeyi lisanımızda zikretmememiz icap eder. Sofi ıstılahlarından biri de “mihman olmak”tır. Avamın “uyumak” sözüne karşılıktır. Bunda çok büyük bir nezaket vardır. Mihman olmak demek misafir olmak demektir. Hakikaten de biz uyuduğumuzda “ben ve benim” dediğimiz şey bizden alınır. Uyku denilen bir hal bizi kuşatır. O anda zalimi, kâfiri, mü’mini, âlimi hepsi bir hale bürünür. Ruhlar kabiliyetlerine göre bir yerde bekletilir. Allah zevkiyle ve aşkıyla, Resûlullah (SAV)’ın muhabbetiyle gününü geçiren, nefsiyle cihad eden kişi yattığında uyumaz. Mihman olur. Peki, nereye mihman olur? Hangi makama misafir olur? Allah’a misafir olur. Allah ve Resûlü’ne müştak olan ruhlar, beden hapsinden bir müddet azad olup ulvî ruhlarla ve ulvî âlemlerle hem dem olur. Ruhu, Allah Teâla’nın vahdet denizine gider, orada bir müddet kalır. Bedene “uyan” emri verildiğinde, ruh vücuda iade olunur. Bu dünyadaki mekânına misafirlikten avdet eder. Amma o ruh misafirlikte olduğu müddetin zevkiyle o bedene dâhil olduğunda o zevkle döşeğinden kalkıverir. Hele büyükler için “uyudu” sözü gaflet manasına geldiğinden çok kaba bir tabirdir. Efendimiz (SAV) “Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz” diyerek bu sırra işaret buyurmuşlardır. O halde uyku büyükler için gaflet değil, Hakk’ın hususi ikramıyla hakka aşina oldukları bir demdir. (…) Derviş kapı vesaireyi kapatmak, örtmek gibi tabirler kullanmaz. Kapıyı kilitle diyerek de konuşmaz. Kilitlemek, kapatmak ve örtmek tabirleri kalbe huzursuzluk veren ve örfümüzde de hoş olmayan şeyler için kullanılmıştır. Kapının kilitlenmesi tabiri artık o kapının açılmamasına, güzel giden bazı şeylerin bitmesine işaret eder. Bunun yerine kapıyı çevir veyahut yatarken kapını sırla tabir edilir.
Hatırıma gelmişken söyleyeyim. Geçenlerde bir arkadaşımdan işittim. Vefat eden akrabasından bahsederken “toprağa verdik” deyince başımdan aşağı sanki kaynar sular döküldü. Ya hu, insan toprağa verilir mi? Biz Nasranî miyiz ki, “toprak toprağa, ateş ateşe, küller küllere kavuştu” diyeceğiz? Topraktan yaratıldık ama topraktan gelmedik ki biz, Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz. Toprağa giren cesettir. Biz cesetten ibaret değiliz ki! Ve inşallah toprağın içine girsek de toprakta kaybolmayacağız. Biz toprağa “sır”lanacağız. Kabrimiz bizler için sır kapısıdır. Dünya üzerinde sırlanır, ahirete o sırla nurlar gibi doğarız inşallah. Geçmişte yaşamış âlimler bu sözleri Müslüman evladının söyleyeceğini bilseydiler, belki de bu nevi sözlerin küfür olduğunu kitaplarına dahi yazmaktan çekinmezlerdi. Toprağa hayvan verilir, insan değil. İşte lisan bozulunca insanlık da bozulur. Ol sebepten Allah Teâlâ halife olmamız hasebiyle lisanlarımızı kelamıyla süslemiş ve indirdiği Kur’ân-ı Kerim ile ile lisanımızı dahi ıslah eylemiştir.
Tekrar mevzumuza dönersek; kilitlemek ve örtmek tabiri dervişin lisanında olmaz. “Ocağı yak, ateşi yak” denmez. “Ateşi uyandır, ocağı uyandır” denir. Eskiler ne der bilirsin: Beddua ederken “Ocağın yansın” derler. Şimdi seyr u sülûkunda zarafeti meşk eden bir kişi sözlerinde kabalık etse, hoş mu? Hoş değil. “Ateşi söndür!” de denmez. “Mumu söndür, kandili söndür!” tabirleri de hoş tabirler değildir. Onun yerine “Ateşi veya mumu dindir!” denir.
Aman canım, “Böyle dense ne olur? Günah mıdır? Ne kastettiğimiz anlaşılmış olmuyor mu?” diye itiraz edilirse, biz yine iyi tarafından bakarak şöyle cevab verebiliriz: “Efendim, böyle güzel söylendiği zaman olmuyor mu, neden güzel tarafından konuşmayalım? İnsanlar kaba saba konuşarak kabalaşır. Ruh, kemale ermez, hamlaşır. Ham ervah olur. Günlük hayatında bu nezakete dikkat etmeyen kişi, Kur’ân-ı Kerim’deki ve hadis-i şeriflerdeki nezaketi nasıl anlar? Sonra ayet-i kerimeyi okur, kendisi ayât-ı beyyinâtın ahlâkî güzelliğine erişeceği yerde o güzellikleri kendi çirkinliğine benzetir. Ondan sonra da olan olur. Bak evliyaullahın sözlerine, hakikatten nasibdar olan âlimlerin eserlerine: Üslupları ne kadar zarif, ne kadar nazik, ne kadar kerimdir. O üslup ile tanışan insanlar adeta Kelâmullah’ı ve Kelâm-ı Resûlullah’ı anlamaya hazır hale gelirler.>>
HAKKINDA YAZILANLAR
Dr. Emin Acar’ın sünneti 50 yıldır sürüyor
Mustafa Everdi
Dünyabizim 21 Şubat 2013
Ankara’da her şey değişti, Emin Acar gerçeği ve lütufları değişmedi. Bendeki süreklilik duygusunu besleyen tek adres burası kaldı. Mustafa Everdi yazdı..
Ankara’da Hacı Bayram Camii. Cuma günü.
Her şey değişti; ben değiştim, Ankara değişti.
Her şey değişti; yılların izini taşıyan bir hatıra kalmadı Ankara’da. Toplumsal belleğin anıtları habire kılık ve el değiştiriyor.
Hacı Bayram Camii ve çevresi bile değişti. Düzenleme adı altında yıllardır süregelen çalışmalar, huzur-u kalble bir namaz kılmayı, türbe ziyaretini yapmayı engellemek işlevini de üstlenmiş. Projeye kitapçı dükkanları da girmiş; artık o eski kitapçılar, hac ve umre eşyaları, cenaze levazımatı satan yerler de, hac ve umre elbisesi diken tüccar-terziler de köhne halleriyle görülemeyecek. Geleneksel evlerin ihyası kapsamında büyük işhanlarına dönüşecek(miş) çevre binalar. Belediye lütfedip müktesep hak sahiplerine mevcut işyeri genişliğinde bir dükkan verecekmiş.
Eski hatıralar betona ve “kalkınma” azmine kurban gidiyor
Çevrede geleneksel evlerin restorasyon çalışması. Kalas kirişlerle iskeleti kurup arasına tuğla döşenerek süren inşaat çalışmaları arasında eski hatıralar betona ve “kalkınma” azmine kurban gidiyor. Her belediyede nedense sürekli bir yapılanma ve kalkınma çabası.
Çevre düzenlemesi adı altında bitmeyen bir inşaatın arasında, dev kepçelerin arasında, çekilmiş çitler gibi panoların arasında, granit, taş ve moloz yığınları arasında, her an başınıza bir felaket gelecekmiş ihtimali ve tehdidi arasında, namaz mahalline ulaşırsınız. Çünkü cumayı Hacı Bayram’da kılmaya azmetmişsiniz.Hacı Bayram, Ankara
Saat 11’e kadar gelirseniz içeride yer bulursunuz. Yoksa dışarıda havadar bir alanda kılmak zorunda kalırsınız benim gibi. Tam önünüzde musalla taşları, üzerinde cenazeler; arkasında yüksek panolar. Namaz kılan erkeklerin önünden geçip türbeye giden kadınların rahat hareket etmesi için. Belki de namaz kılanlar ifsad olmasın diyedir.
Hayatını İslam’a adamış müminler ile, o gün kaderiyle yüzleşmeyi seçip günübirlik gelenler bir arada. Bir günlük türbe ziyareti ile bir ömrün günahlarını aklama ve tertemiz bir mümin olma umutları taşıyanlar, görmeye değer bir heyecan ve vecd içindeler. Bense kanıksamış bir havayla, yıllardır dönüp dönüp “yalan” okuyan (bugünkü hutbemizin mevzuu; yalan!) imamların hutbesiyle bugün de hakikate ulaşamayacağım endişesi içindeyim. Zihnimdeki sorular cevap arıyor; ne Hacı Bayram’da ne hutbede sadra şifa bir ima yok. “Yaz yaz nereye kadar; yazıyorsun da ne oluyor, yazmaktan kim usanır?” soruları ile alıp veriyorum.
Artık namazdaki insanı sevmek yerine
Halkımızın en yoksul kesiminden -adağını yerine getirmek için- sağa sola uzattığı kesme şeker kutusu ile köşeleri tutanlar ve -neredeyse o yoksulun oturduğu ev parasına- başına eğreti taktığı eşarplarla asortik kadınlar türbe çevresinde bir küme oluşturmuştur.
Islak ve soğuk zemine serilen naylon hasırlar üzerinde Cuma vaktini beklerken, türbeye doğru gidiş gelişler sürekli bir hareketlilikle sizi yorar. Sanki kanınız, canlılığınız, içinizdeki hayat belirtileri soğukla birlikte yere akıyor. “Yazın yaşa kışın taşa oturma” demişler ama biz iman ateşiyle sermişiz postu yere. En iyisi içinize kapanmak, gözleri yumup. O zaman da sağdan soldan dürterek seni uyandırmaya çalışanlar çıkabilir. Bu fırsatı vermemek için arada bir kıpırdamalısınız.
Hasılı iki rekatlık Cuma namazında vecde gelemeyip huşû’a ulaşamadım. Bunun da ayrı bir sıkıntısı eklenmiş üzerime. O yüzden on rekat da zühr-i ahir eklemişler demek ki!
Tamam, Cuma kılmak için er olmak gerek; velakin hepsinden önce de “hür” olmak gerek. Bu kadar vesvese içinde (kişisel sorunlarım da eklenmiş) ben nasıl bir namaz kıldım bugün? Ben Cuma namazı kılmaya ehil, “hür” bir mümin miyim şimdi? Namaz ne kadar farz ve nastan kaynaklanan bir ibadet olursa olsun hiçbir zaman insan, namazı başlı başına bir amaç haline getirmemeli. Namaz ne zaman insanı güzelleştiren bir ibadete inkılap edebilirse o zaman gaye tahakkuk eder. Yoksa kulluk her anlamıyla yara alır. Çünkü namaz ön plana çıkarılınca kulluk Hz. Adem’den bu yana insanın yerine ibadet geçer; ruhun yükselişi yerine bedenin eylemleri önem kazanır. Kulluğun içeriğinin yerini alışkanlık olmuş bir ritüel; rükunlar, güzel olanın yerini mekanik bir hareketler bütünü alır. Süregelen bir ikame, aslın ve aşkın yerine geçmeye başlar. Artık namazdaki insanı sevmek yerine insandaki namazı sevmeye başladığını hisseder, daha bir sıkıntı basar sizi. Ben huzur bulmaya, namaz kılmaya gelmiştim halbuki; iğneli fıçıya girmeye değil!
Her bir oda yeni bir aşama veya mertebe veya makam gibi ilerler
Nihayet Cuma kılınır; her gün olması mukadder, cumaları birkaç cenaze mutlaka vardır.
Cenazeye koşsan sürüye sayarlar; koşmazsan “farz-ı kifaye” olması kılmamanı gerektirmez’ diye içinden bir azar işitirsin. Al sana yeni bir azap daha. Cenazelere alel acele şevkle koşan müminler bir yöne yönelmiş, sen aksi istikamete gidiyorsun.
Kitleden farklılaşmak çok zor bir hal. Ruh sağlığını koruyabilmek ve sinirlerini sağlam tutmak mesele.
Camiden çıkış kapısının tam karşısında, batıya doğru Hadrianus Duvarlarından inen merdivenlere yönelirseniz değişmeyen tek bir bina görürsünüz:
Dr. Emin Acar
Ruh ve Sinir Hastalıkları
Mütehassısı
Emin Acar
60 senedir solmayan bir tabela. Yıkılmayan bir binanın ön cephesinde öylece duruyor. Bugün de gidip görebilirsiniz. Bence gitmelisiniz. Hem de Cuma ve cumartesi günleri.
5-10 bin Cuma cemaatinden 30-40 kişi ancak gelir. Arasında bir öğünü bedavaya getirmek isteyen âdem babalar, meczuplar, hacı ağalar, profesörler, benim gibi toplumsal belleğin izinden giderek sorularına cevap arayanlar.
Üç katlı binanın labirenti andıran koridorlarında ilerlersiniz. Çocukluğumuzda helva-ekmek yediğimiz dükkanları andıran iç içe geçen odalardan oluşmuş. Her bir oda yeni bir aşama veya mertebe veya makam gibi ilerler, ilerlersiniz.
Odaların hepsinde ortada bir masa, üzerinde siniler. Duvarlarda Kâbe, Medine Camii resimleri, veda hutbeleri, sigaranın zararına dair levhalar. Posta kutusunu andıran tahta bölmelerde irşat ve tebliğ fotokopileri. Hacı Bayram, Akşemseddin, Şeyh Edebalı vasiyetleri, veda hutbesi. Kuru/kara üzümün faydaları…
Bir Hacı Bayram Veli veya Akşemseddin tarihin sayfalarından çıkıp gelmiş
Odalar hınca hınç dolduktan sonra bir görevli mavi dosyasını önüne alır. Ses düzeni açılır. Odalar birbirini görecek küçük pencerelerle rabıta halinde ama sesin ulaşması hançerelerin gücüne bırakılamaz. Ne de olsa Dr. Emin Acar 80 yaşın üzerinde. Ara kapıdan gelir, hasodada ihtişamlı sobanın yanında hücreyi andıran makamda yerini alır. Beyazlar içinde, ak sakallı bir Hacı Bayram Veli veya Akşemseddin tarihin sayfalarından çıkıp gelmiş, biz ölümlülerin önünde yerini almıştır. İnsana saygı ve huşu aşılayacak şekilde bastonuna dayanıp içine kapanır.
Görevli dosyayı açar. Önce Müminin suresinden on ayet meali. Veda Hutbesi. Sonra Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye Vasiyeti. Ardından Hacı Bayram Veli’nin vasiyeti, Şeyh Akşemseddin’in vasiyeti metinden okunur.
Emin AcarSonra Dr. Emin Acar “bir fatiha, üç elem neşrah leke sadrek, 11 ihlas” okunmasını diler. Bu okuma bittikten sonra dua eder.
Dr. Emin Acar kısa bir konuşmaya geçer:
“Ekmek yiyin, buğday ekmeği. Mısır ekmeğinde pellegra hastalığı ortaya çıkar. Çünkü mısırda zein proteini vardır ve bağırsaklarda asimilasyonu sırasında PP vitamini çok tüketilir. Bu da beyinde protein metabolizmasını bozar. Karadeniz’de ve Sicilya adasında ekmek yerine mısır ekmeği yendiği için insanlar kolay cinayet işler, mafya eleman tedarikini buradan sağlar. Bunun için Karadeniz’de mısır ekmeği azaltılmıştır. Çünkü mısır ekmeği öfke eşiğini aşağı çeker. Buğday ekmeği cinayetleri önler. Kepekli ekmek yiyeceksiniz. Kepekli ekmek kahverengi ise insanlar yiyebilir; siyahsa hayvan yemi kepeğinden yapılmıştır, onu yemeyin! Zeytin ve hurma çekirdeğini yutmayın. Bağırsaklara zarar verebilir.
Dar pantolon giymeyin. Kısır olursunuz. Dar pantolon erkeklerde ve kadınlarda kısırlığa yol açar. Öz babanız dışında kimseye ‘baba’ demeyin. Damat ve gelinlere de ‘baba’ dedirtmeyin. Bu babanıza hakaret, annenize suizan olur.
Doğal yiyecekler yiyin. Çocuklarınıza çekirdekli kara üzüm yedirin. Her gün ceplerine bu üzümden koyarsanız zeki olur, derslerinde üstün başarı gösterirler. Özal, okullarda üzüm, fındık dağıtmıştı; bu hükümet de süt dağıtıyor, çok iyi işler bunlar.
Beyaz giyip beyaz yemek sünnetlerin efdalidir. Hadi buyrun!”
“Gençler evlenene kadar sakal bırakmalı”
Bu arada görevli müminler masalara dilimlenmiş ekmekler ve bardaklar koymuştur. Büyük çaydanlıklarda sıcak şerbetler bardaklara doldurulur. Bismillah deyip doğal, sağlıklı ve Emin Acar’ın ikram ettiği ekmekleri yemeye başlarız. Bu ekmeği hiçbir yerde bulamazsınız. O kadar lezzetli ki; cinayet işlemekten bile vazgeçer, o duyguyu frenleyen ekmeğe yumulursunuz. İçinde kuşburnu, erik pestili, elma, Allah ne verdiyse doğal meyvelerden hazırlanan şerbet; sıcak olduğu için ikiden fazla içilmez ama ekmek de kendime sınır tanımadım. Bulduğum her fırsatta bir parça alıp yemeyi sürdürdüm.h
Yavaş yavaş ahali seyrekleşir. Hacı ağalar izin alıp teker teker ayrılırlar. Artık has odada beş-altı havas kalmıştır. Sorularla Dr. Emin Acar daha bir canlanır ve güncel olayları da değerlendirmeye başlar:
“Gençler evlenene kadar sakal bırakmalı, sakal onları her türlü tacizden alıkoyar. Katolik papazlar beş bine yakın çocuğa tecavüz ettiler. Papa’nın uçağını Portekiz’e indirmediler bu yüzden. İstifası da bununla ilgili. Onun için sakal gençleri korur.”
Sohbete dahil olan üniversiteden hocaların ilgisiyle şunu söylüyor: “Makamlardan istifa ile ayrılmayın; iktidardan da. Yoksa mürd’olursunuz. Mürd’olmak ölmek demek, aynı zamanda iradeden düşmek anlamına gelir.”
Çekmeceden bir mektup fotokopisi çıkarıyor. Bir hastasına cinlerin yazdırdığı mektup. Özal’a suikastten önce. Mektupta “saklı Müslümana değil saklanan Müslümana zarar veremezler” diyor. Özal açıktan Müslümanlık yaptı ama Kartal Demirağ’ın tabancasından çıkan kurşunlardan saklandı. Kurşunların dördü mikrofona isabet etmiş. Şimdi Malatya Üniversitesi Özal müzesinde imiş o kürsü; yaralı mikrofonla birlikte. Bu yüzden zehirlendiğine inanmıyor Özal’ın; “o korunmuş biriydi” diyor; “eceliyle ölmüştür muhtemelen!”
“Baba, demiştik ya; Doğuda bir İshak Baba çıktı; Selçuklu’yu zayıflattı; Moğolların Anadolu’ya gelmesine vesile oldu. Süreklilik kesildi bu yüzden. Babalardan uzak durun!”
Bu kadar alevî nefes ve türküleri dinliyorum; yoksa bu ihtar bana olmasın diye afallıyorum. Ruhumun en derin noktasındaki çalıların hareketlendiğini hissediyorum.
Önemli olan aşkla ve okunacak güzellikte ve irşat edecek imanla yazmak
Tam o sırada yanımdaki profesöre işaretlenmiş bir sayfa açıyor, “oku bunu” diyerek. Vehbi Vakkasoğlu’nun Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına dair kitabı. Okunan bölüm, Dr. Emin Acar’dan alınan görüş; “Allah her irşat ehline bir keramet vermiştir: Süleyman Hilmi Tunahan’a Kuran öğretimi, Bediüzzaman’a yazmak. Onun yazılarını okuyanlar imana geliyor, dünyanın her yerinde hayran kalıyorlar.”
Bu da benim soruma cevap, yazmak konusundaki tereddüdüme. Önemli olan aşkla ve okunacak güzellikte ve irşat edecek imanla yazmak. Artık “şeyhin kerameti açık sorulara değil, sorulmayan sorulara verdiği cevaptan belli olur” diye içimden konuşmalarım sürüyor.
Hep sezdiğim, bazen bildiğimi sandığım kendimi tanıma gayretinin odasına, o odanın bilinen ve bilinmeyen karanlık noktalarına ışıklar ağar gibi oluyor. Ben’in oluşumu ve silinip yeniden yazılımı, ruhun giriş ve çıkış kapıları ne kırılabilir ne açılabilirdi. Zor kullanarak ne bulunabilen ne de kırılabilen şifreler ve inayet aynı hakikatin içinde gizliymiş. Kendini tanımanın. Benliğini bulmanın, ruha ulaşabilme inayetinin kapıları sevgi ile bakmakla, sorulara sahip olmakla mümkünmüş. Peki, benim bugüne kadar ciddi hiçbir sorum olmadı mı ki?
Anında Dr. Emin Acar, şeyhleri “asaleten göreve gelenler” ve “vekaleten gelenler” diye ikiye ayırıyor: “Vekaleten gelenler babadan, kayınpederden el alıp usul-i tarikatı uygulayanlar. Asaleten şeyh olanlar, gerçek veliler onlardır.”
Yıllardır değişmeyen Dr. Emin Acar’ın sünneti
Allah’ım bugün bütün sorularım cevap buluyor. Ben bulduğum her fırsatta buraya geliyordum. İlk gelişim 1979. O zaman çorba içiyorduk. Öğrenci bütçesinde çorba parasından tasarruf etmek için. Nehirler gizli yatağına evrilmek için sel, su baskını, şiddetli yağmurlar bekler; bulduğu ilk fırsatta alırmış eski yerini.
Yıllardır değişmeyen Dr. Emin Acar’ın sünneti. İkram; maddi ve manevi ziyafetler. Ankara’da her şey değişti, Emin Acar gerçeği ve lütufları değişmedi. Bendeki süreklilik duygusunu besleyen tek adres burası kaldı; toplumsal belleği oluşturan güzel mekanlardan.
Zaten bu binanın ayakta kalması, üç katlı derme çatma odaların biz günahkarlara dayanması bile başlı başına Dr. Emin Acar’ın kerameti. Üstüne aldığım cevaplar beni sarsıyor. Hacı Bayram ve Emin Acar’a ulaşmak, cehenneme giden kolay ve patika yollardan daha mı zordu? Sözlere çok çabuk inanan insanlar neden hakikate açılan kapılara direnmektedir?
Kimsenin kimseyi sevmediği, kimsenin kimseye yardım etmediği, güvenmediği, anlamaya çalışmadığı bir dünyada 50 yıldan fazla bir zamandır maddi ve manevi ziyafeti sürdürmek güzelliğinin nasıl farkında olmayız? Telefon faturasını bile zor ödeyen emekli yaşlı bir insanın bu sünneti sürdürmek konusundaki cömertliğinin büyüsü ve sevgisinin büyüklüğü bizi nasıl hayrete düşürmez? Sözün çok üstünde ve çok altında kalan bölgeleri nasıl bir merakla görmeye gidemeyiz? Bizi alıkoyan nedir? Görünende ve görünmeyende bir sevgi ve ikram halesine dönen bu saydamlıktan nasıl karanlık bölgelere iltica ediyoruz?
Derken görevliler “ikindi okunuyor” haberini getiriyorlar. “İkindiden sonra sohbet devam edecek” diyor Efendi Hazretleri.
Siz de Ankara’da iseniz, Hacı Bayram Camii’nde kıldığınız bir Cuma namazından sonra uğrayın Dr. Emin Acar’ın yerine. Sorularınız varsa tabii.
Yoksa halkımıza ikram edilen ekmeğin bereketini kaçırmayın, dibine darı ekmeye çalışmayın. Benim gibi.
HAKKINDA YAZILANLAR
Meczuplar Tekkesi ve Dr. Emin Emin Acar
Eyyup Azlal
Milat 28 Mayıs 2015
Mehmet Doğan ağabeyimiz Ömrüm Ankara kitabında Ankaralılar'a hitaben “Meraksızlar Şehri!” ifadesini kullanmıştı. Ve Ankaralılar' a haklı olarak kızar. Ta binlerce kilometre öteden yabancılar Ankara'yı ziyarete geliyor. Fakat rehberler onları yeni yapılan binalar yeni yapılan yolları görmeye götürdüklerinden şikâyet ediyordu. Yahu bu Ankara nedir? Böyle kitaplarda yazıldığı gibi geçmişi olmayan bir şehir midir? Diye sorası geliyor insanın.
Bir vesile ile Ankara'ya gittiğimde “meraksız!” suçlamasıyla karşılaşmamak için ziyaretgâhımı sosyal paylaşım sitesinde dostlarla paylaşmıştım. Ankara'ya uğrayıp da muhakkak Hacı Bayram-ı Veliye uğrayacağımı bilen dostum Yurdaer Tacir'in mesajını okudum. Kıymetli dostumuz bana mesajında muhakkak Dr. Emin Acar hocaya uğra, ruh ve sinir hastalıkları mütehassısı diye bir tabelası var. Biraz düşündüm. Dr. Emin Acar, bir dönem Yurdaer hocamla beraber sıra gezdiğimiz (sıragecesi) arkadaş gurubundan mıydı? Sonra öyle bir arkadaşımız olmadığından neş'etle kıymetli dostumuza tebessüm işaretiyle beraber “ben hasta değilim, oraya gitmem demiştim. Az sonra dostumuz Yurdaer Tacir Bey kendisini anlamadığımdan mülhemle telefon açmıştı. Ve Dr. Emin Acar hakkında bilgi vermişti.
Kıymetli dostumuzun verdiği malumat ışığında Dr. Emin Acar'ı kendisiyle sıra gecesi gezmesem de biraz daha sevmiştim. Önce Demokrat partisinden sonra Milli Selamet Partisinden milletvekilli olduğunu öğreniyorum.
Hacı Bayram Camiine vardığımda ikindi namazının farzı eda ediliyordu. Cemaate uyum sağladık. Namazı edadan sonra ver elini Emin Acar hoca ve tekkesini bulmaya. Sora sora nihayet bulduk. Dr. Emin Acar Hocanın evinin önü yol ve çevre düzenlenmesi nedeniyle hayli meşakkatli olmuştu diyebilirim. Camii bahçesinden aşağıdan inince batıya doğru indiğimizde yaklaşık elli yıldır bizi karşılayan bir tabela ve tabelada Dr. Emin Acar yazılı.
Hocanın evi önünde iki tane büyük kır masası vardı. İnsanlar masaya kurulmuş ve kendilerine ikram edilen çorbaları yanında verilen ekmekleri bandıra bandıra içiyordu. Çorbayı ikram eden zata Emin Acar hocamızı görmek istediğimi söylediğimde “Hele otur çorbanı iç, ondan sonra bakalım” demiş ve hemen yandaki masada bana bir yer ayırmıştı.
Günümüzde küfür rüzgârlarının örtmeğe çalıştığı hakikat yolunun izlerini, yıllardır yol ehli olarak takip edip arkadan gelenlere mihmandar olan ve menzile ulaşacağı inancını saygıyla hakk eden bir mübarek zattır Dr. Emin Acar. Yıllardır diyorum çünkü gözümle gördüğüm ve tedavi ettiği hastalarının iyileşip artık ona mürid olduğu bir doktordan bahsediyorum. Hızlı ve modern yaşamanın kol gezdiği ve bu nedenle manevi hayatın azaldığı Ankara'da insanların önce Hacı Bayram'a sığınıp sonra gidip onun geleneğini devam ettiren Dr. Emin Acar'a intisap etmesi çok güzel bir olay. Orada meczupların, velilerin, profesörlerin, yolda kalanların, yola gideceklerin hatta yolunu şaşırmışların gidip önce çorba içtiği sonra da hikmet devşirdiği bir mekân var. Kendimce bu mekâna “Meczuplar Tekkesi” adını verdim. Ama bu meczuplar tekkesi Hakk âşıklarıyla dolu bir mekândır. Buradaki ilahi güzellikleri bir hikmet dairesi içerisinde görmek gerekir. Ki bu olay hikmeti bir sevgi ve ikram halesi olarak Dr. Emin Acar'ın mütevazı hayatından görmemiz sağlıyor.
Bilen söylemez, söyleyen bilmez derler ya aynen öyle. Bize de nasip oldu orayı yani meczuplar tekkesini görmek. Fakat Dr. Emin Acar'ın ziyaretçi kabul etmediğini ve biraz hasta olduğunu söyleyen yardımcısına bizim de söyleyecek sözümüz yoktu. Uzak yoldan gelen ehl-i gurebâdan olduğumuzu ve kendisine Allah'ın selamını vermek istediğimizi söyleyip oradan ayrıldık. İnşallah bu Allah dostunu başka zaman görürüz. Allah Dr. Emin Acar hocamızın ömrünü bereketli ve uzun etsin.
HAKKINDA YAZILANLAR
Amerika'da Bir Mescid İçin...
Altınoluk
1997 - Haziran, Sayı: 136, Sayfa: 036
Bismillahirrahmanirrahim
Sizlere dünyanın öbür ucundan, selam ve iyi dileklerle mektubuma başlıyorum. Senelerdir aşınmış olan Türkçem ile yapacağım kusurları bağışlamanızı rica ederim.
Bundan dört sene önce idi, ağır bir hastalığın, mucize kabilinden iyileşmesinin ardından Haziran ayında Türkiye'ye annemi ziyarete gitmek üzere hazırlıklarımı tamamladım. Ve New York üzerinden, THY ile yolculuğa çıktım. Yanımda altı yaşındaki küçük kızım var ve uçakta yerlerimizi aldık, uzun uçuşa hazırlandık. Biz cam kenarında iki kişilik yerde oturuyoruz, orta bloğun bizim yanımızda olan kısmında bir hanım oturuyor. Benim elimde son dakikada edindiğim Türkiye Gazetesinin Evliyalar Ansiklopedisinin onikinci cildi var. Sol tarafımızdaki hanıma iyi yolculuklar dilerken, hanımın yerinden pek memnun olmadığını gördüm, ben kendi kitabıma döndüm, bir müddet sonra akşam namazını nasıl kılacağım düşüncesiyle başımı kaldırdım, tekrar sol tarafıma baktığımda, o hanımın yerinde, kısa sakallı, genç, temiz yüzlü bir bey vardı ve namaz kılıyordu. Pek hoşuma gitti, namaz bitince Allah kabul etsin dedim ve genç bey ile tanıştık, bana benim yirmi küsür yaşındaki oğlumu hatırlattı. Kendisi, Harward Üniversitesinde doktorasını yapmış ve Türkiye'ye temelli olarak dönüyordu, hanımı da arkadan gelecekmiş. Bana kısaca anlattı nasıl hidayete erdiklerini, karı koca beraberce Allah'ın yasaklarına uyup, emirlerini yerine getirmeye karar verişlerini ve mümin kullardan olmak için gayret edişlerinin özetini çıkarttı. Sonraki saatlerde Allah'ın sevgili evliyalarını konuştuk ve ben Türkiye içinde, ufak bir tur ile evliya ziyaretleri yapacağımı anlatınca bana İstanbul'da Yahya Efendi dergahını ve kabrini ziyaret etmemi tavsiye etti. Bu arada söz Allah'ın yaşayan sevgili kullarına geldi, böyle müminleri ziyaret etmek istediğimi, Ankara'da kimseyi, bilip bilmediğini sordum. Bana Hacı Bayram Hazretleri camii'nin oralarda Dr. Emin Acar Bey'in olduğunu ve gidip onu ziyaret etmemi tavsiye etti. Ve Dr. Emin Bey'in sohbetlerinin güzelliğini ve zevkini anlattı. Ben de bu hidayet yolunun yeni yolcularından sayılırdım o zamanlar. Allah'a hamd ederim ki bana göstermişti hayatta yapmış olduğum yanlışları ve işlediğim günahları ve tövbekar olmanın zevkine yeni varanlardandım.
Memlekete varış, hele anneye kavuşmak en zevkli şeylerden biri hayatta. Neyse ilk günlerin hasret giderilmesinden sonra, annem, ben, bacım ve küçük kızım, kiralık bir araba ile yola çıktık. Ankara'dan geçerken, Hacı Bayram Veli Hazretlerini ziyaret ettik ve Dr. Emin Bey'in gayet mütevazı yazıhanesine uğradık, fakat kısmet değilmiş ki kendisi seyahatte idiler tanışamadık. Yolumuza devam ile Konya'da Mevlana Hazretlerini ziyaret ettik ve evimize doğru yola çıktık. Geldiğimiz zaman Dr. Emin Bey'e telefon ettim ve telefonda tanıştık, sohbet esnasında Doktor Hacı Dursun Aksoy Bey ile tanışmamı tavsiye etti ve telefonunu verdi. Ben hemen Sayın Dursun Bey'i aradım ve aynı günde ziyaretine gittim, bu arada annemin de kendilerini çok eskiden tanıdığını öğrendim. Sizlere Sayın Dursun Bey'i anlatmama herhalde hiç lüzum yok, çünkü sizler onu benden çok daha önceden tanıyorsunuz.
Daha başka şehirlerde de evliya ziyaretleri yapmayı Allah nasib etti ve o seneki tatil bitiverdi.
Aradan bir sene daha geçti ve tekrar Haziran ayı geldi, biz de kızımla beraber tekrar yollara düştük. Yine elimizde Evliyalar Ansiklopedisinin 12. cildi ve yapacağımız ziyaretlerin planı ile meşgul olarak vardık vatana. Ve ilk ziyaretim Sayın Dr. Dursun Aksoy Bey ve ailesine oldu. Güzel sohbet sırasında bana Altınoluk dergisini tanıştırdı ve beni abone etti. Bizim bulunduğumuz küçük şehirde ufak bir Müslüman cemaat var ve çoğunluğu talebeler. Senelerdir bir mescid yaptırmak için uğraşıyorlar, şimdilik çok eski bir evi kiraya tutmuşlar, neredeyse tavanı çökecek, çok küçük ve yetersiz bir yer, orada namazlar kılınıyor, ve Ramazan'da talebeler iftar edip teravih kılıyor. Kadınları alamıyorlar çünkü yer yok. Ben bizim İslâm cemiyetinin bir cami planı peşinde olduğunu Sayın Dursun Bey'e anlattım, Turgut Reis caminin plan kopyalarını bana çıkarttı ve verdi ki buradakilere bir yardımı olur diye.
Bu arada bana Mahmut Sami Hazretlerinin kitaplarını da tanıştırdı ve ben bir valiz kitap ile döndüm buralara tekrar. Daha önceleri de İslâm alimlerinin epey kitaplarını getirmiş ve kendimi eğitmek için epey okuyordum. Şimdi yolum daha planlı ve bilinçli idi. Sayın Hacı Dursun Bey'in sayesinde.
Altınoluk dergisi başladı her ay gelmeye ve satırlarında nice gönül dostları ile tanışmama yardım etti. Bu arada telefon numaranızı arıyordum, fakat dergide eski telefon var, onun için bir türlü size telefon edip de çok gönülden yakınlık duyduğum bazı isimlerin telefon numaralarını isteyemiyordum. En çok hayranlıkla düşündüğüm ise Sayın Sâdık Dânâ Bey idi. Nedeni ise, ismin güzelliği kadar, kalemin de güzelliğini düşününce, bir Allah dostu geliyor akla. Ve sadece bir hürmet ve sevgi konuşmasını gönlüm pek istiyordu bu zat ile. Allah'a azameti kadar hamd ederim, birkaç sayı önce bana Altınoluk sayfalarında ziyaret ettirdi bu gönül dostunu.
Yine birkaç sayı önce başka bir gönül dostunun bu dünyadan ayrıldığını, ve Konya'daki insanları mahzun bıraktığını üzüntü ve rahmet ile okudum. derken onun yerine vazifeli muhterem Ciltçi Beyefendi'nin de Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu yine sizin satırlarınızdan üzüntü ile öğrendim. Altınoluk sayfalarında daha neler neler okuyoruz ki bu aldatıcı dünyada bize yardım eder umuduyla. Allah gayretlerinizi arttırsın ve hepimizden razı olsun.
Şimdi elimde Ramazan sayısı var, dergi buraya yavaş posta ile bir ayda falan geliyor, onun için biraz geç alıyorum havadisleri ama buna da çok şükür ediyorum. Cemiyetimizin halini ne de güzel dile getiriyorsunuz, müslüman bir millet olmamıza rağmen, medenileşme uğruna neleri feda ediyoruz. Her gelişte hayret ile bakıyorum gelişmelere ve de kayıplara. Bir millet ki dini kitabını anlayarak okuyacak lisandan yoksundur, o zaman dini tatbik etme problemleri ortaya çıkar. Bir millet ki medenileşme uğruna, en güzel değerlerinden vaz geçer işte o zaman bunalıma girer ve dine aykırı her şeye medeniyet gözü ile bakmaya başlayınca ahlak düşkünlüğü baş gösterir. İçinde bulunduğumuz bu durumdan Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi en hayırlı şekilde kurtarıp hayırlı yolu göstersin hepimize İnşaallah.
Evet, Ramazan'dan bahis ediyordum. Yukarıdaki satırlarda da bahsettiğim gibi ufak bir mescidimiz var ve de bir Müslüman derneği. Aile olarak sadece onbeş müslüman aile var, belki yüzelli talebe. Her ramazanda, her akşam mescidde iftar edenlere, aileler yemek ikram ederler. Aşağı yukarı kırk kadar müslüman her Ramazan gecesi mescidde iftar eder ve her gecenin yemeğini iki aile paylaşır. Böylece sevgili Peygamberimizin (s.a.) sünneti üzere olmaya gayret ediyoruz. İnşaallah Allah u Teala Hazretleri kabul ediyordur gayretlerimizi. İftardan sonra, akşam namazı ve sohbet ve akabinde, yatsı namazı ile teravih kılınır. Fakat maalesef biz hanımlar bu zevkden mahrumuz yer yetersizliği yüzünden. Dernek, bütün planları hazırlattı, arsa hazır, alınmış ve ödenmiş ve birçok vaad var eksik olan miktarı tamamlamak için ama bir türlü olmuyor. Derneğin elinde şu anda 250.000$ var ve de 150.000$ daha ihtiyaçları var. Bizim eyalette ve civarda pek fazla müslüman olmadığı için böyle bir meblağı bir araya getirmek bugüne kadar nasib olmadı. Ve de herkesin parası böyle şeylere nasib değildir bildiğiniz üzere. Neyse, sayılı günler çabuk geçti, mübarek Kadir günü ve derken arefe oldu. Allah nice Ramazanlara hepimizi hayırla erdirsin. Bayram sabahı, üniversitenin bir binasında, bayram namazı ve bayramlaşma olacağı ilan olundu. Sabah 5:45 de bindim arabama ve geldim toplanılacak yere. Arabalar yanaştı ardarda, aileler, çoluk, çocuk bayram sevinci içinde ellerinde kahvaltılıklar ile geldiler. Saflar yapıldı, ön tarafta altı saf erkekler, arkada üç saf hanımlar ve çocuklar tekbirler ile namazı kıldık. Ve akabinde bayramlaştık. Ben ilk defa katıldım bu bayram toplantısına, demek şimdi imiş nasib. Kahvaltıya kalmadan ayrıldım, ev halkı ile bayramlaşıp kahvaltı etmek üzere. Ve gönlüm istiyor ki, İnşaallah yakın bir gelecekte, yepyeni bir mescidde, okunan ezanın yankılar yaptığı namazları kılalım, Amin.
Bu mektubumu Altınoluk'da yayınlarsanız çok sevinirim, zira ümid ediyorum ki Allah'ın hayır sever kulları bu mescid konusunda bizlere el uzatırlar. Size ufak bir broşür yolluyorum, üzerinde banka hesap numarası ve malumat var. Ayrıca mescid çalışmalarını özetleyen bir doküman da ilâve ediyorum. İstediğiniz ilave malumat olursa memnuniyetle temin etmeğe çalışırım.
Gayretleriniz için şimdiden şükranlar, dualarınızda bizleri unutmayınız.
(İsmi bizde saklı bir hanım okuyucu)
HAKKINDA YAZILANLAR
Emin Acar hocadan söz ediyorum
Ebubekir Kurban
30 Temmuz 2012
İnsanın yeryüzü macerasında muhabbetten başka bir arayışı olabilir mi bilmiyorum. Birbirlerini harbiden seven insanlar, Allah’ın arkadaş olmayı nasip ettiği insanlar yani, birbirleriyle sadece muhabbet ederler. Bana göre onlar, Yunus Emre’nin diliyle konuşurlar ve dua ederler sadece. Ve muhabbetin dibini bulurlar.
İşte bir muhabbet ancak bu kadar güzel olabilirdi. Rahmet ve bereket yağmurları altında sırılsıklam ıslanmak istediğimiz bugünlerde, muhabbetin dibini bulmak istediğimiz bugünlerde, Allah nasip etti ben de öyle bir gönül adamının muhabbet halkasında bulundum. Allah hepinize nasip etsin.
Emin Acar hocadan söz ediyorum. Yüzyıllardır Ankara’da yaşayan nur yüzlü Emin Acar’ın muhabbetine dâhil olabilmek ve birlikte iftar edebilmek için ziyaretine gittim bir arkadaşımla. Sözü uzatmadan muhterem Emin Acar’a bırakıyorum:
“Bu günlerde ibadetlerimizi sıklaştıralım, cennet tadını almak için başka tatları terk edelim. Hamdolsun oruç tutanımız fazla, Kur’an okuyan gençlerimiz çoğalıyor. Her sokak, her ev, her cami Kur’an’la bu ayda daha çok şerefleniyor. Öyle “Oruç tutanlar azaldı” diyenlere falan inanmayın, bu millet oruca da Kur’an’a da her zaman aşk ve hürmetle bağlıdır. Güzel bir Ramazan geçiriyoruz.”
İftara bir saat kaldı, fakat onun dergâhı Türkiye’nin dört bir tarafından gelen insanlarla dolup taşıyor. Hoca gülümsüyor hep ve insanlara ekmek dağıtıyor. Ekmek deyince bakın neler söylüyor:
“Ekmek mübarektir. Allah kimseyi ekmeksiz bırakmasın. İhtiyacı olan kardeşlerimiz gelip alıyorlar. Kapımız herkese açık. Buğday, insanı sakin kılar. Ekmek yiyen adam cinayet işlemez, huzurlu olur. Biliyorsunuz, Somuncu Efendi de ekmek dağıtırdı. Bunu sürdürmekte fayda vardır. Medine’de süt ve hurma, Mekke’de zemzem ve ekmek makbuldür. Ekmek mübarektir, Hazret-i Âdem’den bu yana… Ekmek yemeyen insanlar cani olur. Bakın Çinliler yılan yiyorlar, yılan gibiler. Maymun beyni yiyorlar, Avrupalılar da ekmek yemiyor ve bol bol cinayet işliyorlar. Ekmek yemeyen insan gergin olur. Bakın biz Türklerde Allah’ın celâl değil, cemâl sıfatı görülür. Belki bunda ekmeğin bir hikmeti vardır. Bir de üzüm çok önemlidir” Üzüm deyince ben dağılıyorum zâten. “Hazret-i Peygamber her sabah üzüm yerdi. Kırk derde devadır. Üzüm zihni açar; sigara, alkol, uyuşturucu gibi alışkanlıklardan uzak tutar. Ancak üzümün yaş olanı evlâdır. Yaş olanı cumhuriyettir, yani ruhtur. Kurusu demokrasidir, cepte yenir, çocuklar içindir. Sirkesi milliyetçiliktir, serttir. Şarabı komünizmdir, yaklaşmayın. Bir de süt var tabii. Süt içmeye devam edin, Peygamberimiz vefatına kadar süt içmiştir. Bakın sütkardeşliği vardır ama yoğurt kardeşliği yoktur.”
“Okuma farzdır. Kur’an da ‘ikra’ hitabıyla başlar” diyor hoca. “Bu millet tarihin her döneminde ‘ikra kapısı’nı açık tutmuştur. Selçuklu ve Osmanlı devletleri ‘ikra’yla kurulmuştur. Müslüman kardeşliği dediğimiz ahilik bu devletlerin harcı olmuştur.”
“İnsan hayatında dört ocak vardır”, diyor bir de. “Bunlara sahip çıkmak gerekir. Aile ocağı, din ocağı, vatan ocağı ve hac. Aile önemlidir, çünkü din orada öğrenilir. Anaya babaya saygı ve hürmette kusur etmemeliyiz. Eşimizle iyi geçinmeliyiz. Çocuklarımızı iyi yetiştirmeliyiz, çünkü onlar emanettir. Çocuklarınızı hayırlı evlatlar olarak yetiştirin ki amel defteriniz kapanmasın. Hac da aile ocağı gibidir. Peygamberin yaşadığı yerleri görmek, onu görmek gibidir.”
Muhabbetin bir yerinde “dinler arası diyalog için ne buyurursunuz hocam” diyorum. Çok kısa konuşuyor:
“Dinler arası diyalog olmaz. Çünkü din tektir, o da Hazret-i Âdem’den Peygamber Efendimize kadar uzanan tevhid dini olan İslam’dır. Bu işler boş işler. Diyaloğa ihtiyaç olsaydı Hz. Muhammed gelmezdi. Peygamberimiz bir milletin sadece alışkanlıklarını değiştirmedi, top yekûn düşünme ve dünyayı anlama şeklini değiştirdi. O son Peygamberdir ve diğer dinler onun diniyle tamam olmuştur.”
Son sözü yine ona bırakalım: “Allah’ın ipine sarılacağız ki ruhumuzu koruyabilelim. İbadetlerimizi aksatmayacağız, Müslüman kardeşlerimizi seveceğiz, kollayacağız. Bir birimize daha çok sarılacağız, daha çok seveceğiz. Şükür ve tebessümle geçecek ömrümüz inşallah.” Amin.
HABER
Emin Acar Hoca vefat etti
3 Nisan 2016
Güzel insan Dr. Emin Acar Hoca vefat etti. Cenaze namazı 3 Nisan 2016 tarihinde ikindiyi müteakip Hacıbayram Camii'nde kılınacaktır. Yüce Allah rahmet eylesin. (Amin)
www.biyografi.net
HAKKINDA YAZILANLAR
Son Hacıbayram Şeyhi: Emin Acar
D.Mehmet Doğan
Vahdet 5 Nisan 2016
Şeyhürrum”, yani “Anadolu’nun şeyhi” olarak anılan Hacı Bayram-ı Veli’nin tekkesi de bütün tekkeler gibi kanunla kapatıldı, yıl 1925... Tekke şeyhleri dergâh binalarının son mûkimleri oldular. Onlardan sonra bir zamanlar hayat verdikleri yapılar da yıkılmaya terk edildi.
“Bütün tekkeler gibi” diyorum, Hacı Bayram’ın ve Bayramiliğin tarihimizde çok müstesna bir yeri var. İstanbul’un fethi idealini bu tekke Osmanlı ülkesine dalga dalga yaydı. Genç Sultan Mehmet, İstanbul kuşatmasına başta Akşemseddin olmak üzere sadece Bayramî şeyhlerini davet etti. Onlar da 20 bin derviş ile Kostantiniyye önünde saf tuttular.
Son Bayramî şeyhleri Millî Mücadele’ye gerçek anlamda destek verdiler. Tayyip Baba’nın oğlu Mehmed Şemseddin Efendi, daha Mustafa Kemal Paşa yola çıkmadan Ankara’da Milli Mücadele hazırlıklarına Ali Fuat Paşa ile başladı. Kemal Paşa’yı davet eden 8 kişilik heyette yer aldı. Pederi Tayyib Baba’nın vefatı üzerine 1920 Mayısı’nda posta oturdu ve 1. Meclis’e Ankara meb’usu olarak seçildi. Mehmet Âkif’in şiirinin millî marş olarak kabulü yönünde önerge verenler arasında o da vardı.
Ya sonra? Millî Mücadele’den sonra Âkif ne durumda ise, Şemseddin Efendi’nin durumu da odur. Adı Ankara ile anılan Bayramî ailesi tekkeler kapanınca, İstanbul’a göçmek mecburiyetinde kaldı…
Yani resmen son Bayramî şeyhi Şemseddin Efendi’dir…
Elbette Hacı Bayram-ı Veli’nin manevî havası tekkelerin kapatılmasıyla yok edilemedi. Hacıbayram civarı kitapçılarla ve irşad gönüllüleri ile sarılı kaldı. Emin Acar onların en mütevazısı ve fakat en bilineni. Onun neden Hacı Bayram’ın yanındaki eski bir Ankara evini muayenehane yaptığını tahmin etmekte zorlanmayız. Ne zaman sokağından geçseniz “Dr. Emin Acar, Asabiye Mütehassısı” tabelasını görürsünüz. Aslında bu tabela her şeyi ifade eder. Maksat sağaltmaktır, tedavidir, Emin Hoca’nın ihtisası da bunun üzerinedir.
Emin Acar, biz bildiğimizden beri muayenehanesinde veya tekkesinde ruhları sağaltır. Onun dergâhında sadece zikir çekilmez, milletin her türlü meselesi konuşulur. Emin Hoca sadece tıbbî müktesabatını değil, geniş bir sahadaki birikimini ziyaretçileriyle paylaşır. Herkes gücüne göre veya ihtiyacına göre nasiplenir.
Orada dünya ekonomisinden, enerji veya pamuk savaşlarından, nüfus dengelerindeki değişikliklere kadar bir çok bahsin geçtiğine şahit olursunuz.
Hacıbayram’a gidip de Emin Acar’ın mekânına uğramamak olmaz. “Tekke çorbası” namıyla anılan çay farklıdır orada. Esası kuşburnudur, ama ne şifalı maddeler karıştırılmaz ki… Ya mercimek çorbası niyetine yenilen çorbanın içinde neler bulunmaz ki?
Emin Hoca’nın şifahanesinin her türlü âkil müdavimleri yanında meczubları da bir haylidir. Sık uğramasanız dahi unutulmazsınız, Emin Hoca sizinle ilgili mevzuları açıverir.
Son yıllarda belediyenin Hacıbayram’ı çökertmeye yönelik hamleler döneminde Hacıbayram’a uğramak bir eziyete dönüştüğü için sık gitmez olmuştuk. Bir ikindi vakti hep Hacıbayram’da görmeye alıştığımız Emin Hoca’yı Türkiye Yazarlar Birliği’nin Müdafaa Caddesi’ndeki merkezinde bulduk. Evet oydu; hep tebessüm eden yüzüyle oydu, Bolu şivesi tekellümüyle ve sohbetiyle de. Sonra uğramayı mutad hale getirdi. Birliğin küçücük mescidinde kıldırdığı ikindi namazları bizi bir başka atmosfere çekiyordu.
Onun da “burada bir başka hava var” dediği oldu, biz Hacıbayram semtine belediyenin reva gördüğü muamelenin onu ne kadar rahatsız ettiğini böylece hissettik. “Asıl Hacıbayram havası burada” dediğine dahi şahit olduk.
Sonra belediye başkanı zorlamalar karşısında Hacıbayram semtindeki yapıların ayağa kaldırılması için harekete geçmeye mecbur oldu. Derler ki, o beşuş çehreli malûm başkan bizzat Emin Hoca’yı ziyaret edip “binanızı yeniden yapalım” dedi…
Emin Hoca’nın bunu kabul etmediğini tahmin edebilirsiniz!
Dün Emin Hoca’yı uğurlamak için, Kızılcahamam’daki Genç Yazarlar Kurultayı programını sıkıştırarak icra ettik. Yetiştik yetişmesine de, cenazede “yüksek protokol” olduğu için cami avlusuna dahil olmakta güçlük çektik. Vilayet tarafından gelirken önce “yürümeyen merdiven”leri gördük, sonra yürüyen merdivenden çıkışın güvenlikçilerce tahdit edildiğine şahit olduk…
Namazdan sonra bir hayli kalabalık olduğu anlaşılan korumaların itip kakmasıyla ezileyazdık!
Namaz alanına herkes kontrol edilerek girdiğine göre, neden bu kadar koruma devletluların etrafını kasıp kavuruyor? Belki bir ikisi belli etmeden civarda bulunabilir. Bir cenaze namazının böyle kalabalık koruma ordusu ile icrası işin ruhuna hiç uygun değil.
Emin Hoca 90 yaşında vefat etti… Demek ki tekkeler kapatıldığı sene doğmuştu. Yine de bizim bildiğimiz son Hacıbayram Şeyhi oydu!
Allah’ın ebedi rahmeti onunla olsun!
HABER
Emin Acar'ın cenazesi Hacı Bayram Camisi'nden kaldırıldı
Milliyet 3 Nisan 2016
Eski milletvekili ve din alimi Dr. Emin Acar için Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde cenaze namazı kılındı.
90 yaşında vefat eden eski milletvekili Dr. Emin Acar için ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazına yakınları başta olmak üzere Başbakan Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile vatandaşlar katıldı. Cenaze namazı sırasında polis ekipleri çevrede geniş güvenlik önlemi aldı.
Cenaze namazının ardından Acar’ın Türk bayrağına sarılı tabutu, sevenlerinin omuzlarında tekbirler eşliğinde cenaze aracına taşındı. Acar’ın naaşı, cenaze namazının ardından defnedilmek üzere memleketi Bursa’nın İnegöl ilçesine gönderildi. Acar yarın öğle namazını müteakip İnegöl’de toprağa verilecek.
www.biyografi.net (Binlerce Biyografi) |
|
|
|