Mustafa Kaymakçı
akademisyen, yazar


Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı


Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI



Mustafa Kaymakçı, Rodos doğumlu. Ailesi Türk Kimliğini yitirmemek için göç etmek zorunda kaldı. İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden 1969’da mezun oldu ve 1978 yılında doktorasını tamamladı. Konuk araştırıcı olarak 1980 yılında İskoçya Roslin Enstitüsü’nde bulundu. 1983’de doçent, 1988’de profesör oldu.

Kaymakçı, akademik yaşamı boyunca bilimi, büyük çoğunluğun lehine kullanmak için çaba gösterdi. Bilimin uluslararası sermayeye endekslenmesine ve bilimsel taşeronluğa karşı tavır aldı.

Kaymakçı’nın birçok başarı ödülü var. Bu ödülleri 2004 yılında Ankara’da aldığı “TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası BİLİM ÖDÜLÜ” ve 2019 yılında “TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası HİZMET ÖDÜLÜ” ile taçlandırdı.

Bilimsel çalışmaları yanında kimi gazete ve dergilerde, üniversite, tarım ve bilim konularında yazılar yazıyor. Ayrıca, kooperatifçilik eğitimi konusunda da etkinlikler düzenliyor.

Başlıca Tarım Bilimi eserleri; “Suni Tohumlama El Kitabı, 1984; Koyunlarda Döl Verimi, 1987 (R. Sönmez ile);Zootekni Uygulamaları, 1990 (Dördüncü Baskı, R. Sönmez Ve Ç. Koçak ile);Koyun Yetiştiriciliği, 1992 (R. Sönmez ile); İleri Koyun Yetiştiriciliği, 1996 (R. Sönmez ile);Keçi Yetiştiriciliği, 1997 (Y. Aşkın ile);Üreme Biyolojisi, 2014 (Geliştirilmiş 6. Baskı);Tarımsal Uygulamalar (Hayvansal Üretim Uygulamaları) 2003, (Ç. Koçak ile);Koyun Yetiştiriciliği El Kitabı, 2003 (2. Baskı);Süt Keçisi Yetiştiriciliği El Kitabı, 2003;İleri Koyun Yetiştiriciliği, 2016 (Geliştirilmiş 5. Baskı)

Kaymakçı, ders kitapları yanında tarım ve bilim politikaları konularında kitapları kaleme aldı.
Bunlar arasında; “Türkiye Tarımı Üzerine Notlar, 2009”, “Küresel Kapitalizme Karşı Tarım Yazıları, 2010”, “Tarım Bağımsızlıktır, 2011”, “Açlık ve Emperyalizm, 2012 (Editör)”, “Küreselleş(tir)me Karşıtı Bilim Politik Yazılar, 2012” kitaplar sayılabilir.

Kaymakçı, doğduğu ve de atalarının yaşadığı Rodos ve İstanköy’de Türk kimliğinin korunması konularında da ulusal ve uluslararası düzeyde çok sayıda Türkçe ve İngilizce eser üretti.

Bunların başlıcaları:
“Kaymakçı, M., C. Özgün, (Ed.), 2014., Rodos ve İstanköy Türklüğü; Kaymakçı, M., C. Özgün, 2015. Ege Denizinden Yükselen Sessiz Çığlık: Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi, Kaymakçı, M., 2017. RODOS ve İSTANKÖY TÜRKLÜĞÜ ANSİKLOPEDİSİ; Kaymakçı,M.,C.Özgün,2019 (Ed.), Ege adalarının Unutulan Halkı: RODOS ve İSTANKÖY TÜRKLERİ; Kaymakçı, M., C. Özgün, F.Yaldız,2019(Ed.),Rodos ve İstanköy Türk Vakıfları; Kaymakçı,M.,C.Özgün,2020; RODOS ve İSTANKÖY TÜRKLERİ: Türk Kurtuluş Savaşı’na Katkıları ve Güncel Sorunları; Kaymakçı, M., C. Özgün,2020(Ed.),Rodos ve İstanköy Türk Kültürü; Kaymakçı, M., C. Özgün,N.Erdem,2021(Ed.), Yunan Algısında Türk İmgesi(Kökenleri ve Dostluk için Kültürel Çıkış Yolları)

Kaymakçı, 1996 yılından beri Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanlığı’nı yapmaktadır.

Kaymakçı Başkanlığında dernek, yapmış olduğu çalışmalarla Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin Sorunlarını, İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT), Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM),Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Örgütü(AGİT), Birleşmiş Milletler ve Federal Union of European Nationalities (FUEN) gibi kurumlara yansıttı. Dernek, 2014’te FUEN’in üyesi oldu.


ESERLERİ:

1.Suni Tohumlama El Kitabı, 1984
2.Koyunlarda Döl Verimi, 1987 (R. Sönmez ile)
3.Zootekni Uygulamaları, 1990 (Dördüncü Baskı, R. Sönmez Ve Ç. Koçak ile)
4.Koyun Yetiştiriciliği, 1992 (R. Sönmez ile)
5.İleri Koyun Yetiştiriciliği, 1996 (R. Sönmez ile)
6.Keçi Yetiştiriciliği, 1997 (Y. Aşkın ile)
7.Üreme Biyolojisi, 2002 (Geliştirilmiş 3. Baskı)
8.Tarımsal Uygulamalar (Hayvansal Üretim Uygulamaları) 2003, (Ç. Koçak ile)
9.Koyun Yetiştiriciliği El Kitabı, 2003 (2. Baskı)
10.Süt Keçisi Yetiştiriciliği El Kitabı, 2003
11.İleri Koyun Yetiştiriciliği, 2006 (Geliştirilmiş 2. Baskı)




İLETİŞİM:
[email protected]




HAKKINDA YAZILANLAR

Mustafa Kaymakçı, koyun ve keçi yetiştiriciliği ile üreme konularında araştırmalar yapıyor. Araştırmaların üretime yansımasını ve işlevsel olmasını savunuyor. Bu bağlamda, Ege Üniversitesi’nce Batı Anadolu ve Trakya’da yeni koyun tiplerinin oluşturulması çalışmalarına önemli katkılarda bulundu. Hocası Reşit Sönmez’in 1989 yılında emekli olmasından sonra, anılan çalışmaları sürdürmeye çalıştı. Günümüzde ise, bu tiplerin elde edildiği kamu çiftliklerinin kiralanarak özelleştirilmesini hüzünle izliyor, bununla birlikte koyun-keçi yetiştirici birliklerinin kurulması geleceğe ait umutlarını artırıyor.





GÖRÜŞ

Kent emekçilerinin yanında çiftçilerde de açlık yaygınlaşıyor
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
8 Aralık 2013

Kent emekçilerinin yanında çiftçilerde de açlık yaygınlaşıyor. Açlığı yaratan sistem, üçüncü dünya ülkelerinde daha acımasız davranıyor. Sistemin egemenleri,IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi denetimlerindeki örgütler aracılığıyla, bu ülkelerin ürettikleri mal ve hizmetlerini en ucuz bir maliyetle kendilerine aktarıyor, bu yetmiyor topraklarına da el koyuyor. Üçüncü dünyanın egemen sınıfları da onlarla işbirliği içinde. İşin kötü yanı ise, zengin ülkelerin emekçi kesimlerinin de mazlum ülkelerden aktardığı kaynaklarından pay alıyor olması. Bu nedenden dolayı sisteme etkin tavır göstermiyorlar.

DÜNYADA 500 MİLYON ÇİFTÇİ AÇ

Geçtiğimiz 2010 yılında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Bağımsız Gıda Hakkı uzmanı De Schutter, dünyada 500 milyon çiftçinin açlık çektiğini, ayrıca aç olan insanların sayısının da bir milyara yaklaştığını açıkladı.
De Schutter açıklamasında şu konulara dikkati çekiyor;

•Dünyada her yıl 40 milyon hektar tarım toprağı, spekülasyonlar, çevre tahribatı, sanayileşme ve kentleşme gibi nedenlerle kayboluyor.

•Gıda şirketlerinin egemenliğindeki piyasalar, büyük ölçekli üretim yapan tarım işletmelerinden yana işliyor, bu durum ise kırsal gelişmeye, yoksullukla mücadeleye katkı yapan ve ekosistemi korumaya yardımcı olan küçük çiftçilerin zararına oluyor.

•Önümüzdeki ay ve yıllarda, gıda fiyatlarında, özellikle pirinç, buğday ve mısırda yüksek derecede artış olacak.

AÇLIK NEDEN YAYGINLAŞIYOR?

Bilindiği üzere,dünyada iki tarım sistemi var. Bir yanda, aile işgücünün egemen olduğu küçük çiftçilik, bir yanda ise endüstriyel tarıma yönelmiş dev tarım işletmeciliği. Dev tarım işletmeciliğinin devreye sokulması ve küçük çiftçiliğin tasfiyesi, işsizlik ve açlık yaratıyor. Namuslu bilimciler ise ,kapitalizmin yarattığı dev kapitalist işletmelerin doğası gereği, köylü sorununu çözemeyeceğini ve ortaya koyduğu tek perspektifin, gecekondulaşmış ve işsiz bir dünya olacağını belirtiyorlar.

Diğer yandan üçüncü dünya ülkelerinde işbirlikçi hükümetler ve onları denetleyen yabancı yatırımcılar, çiftçilerin topraklarına zorla el koyuyorlar ve tek bir ürüne dayalı büyük işletmeler kuruyorlar.Zorla el koyma, Afrika’da yaygın. Aslında bu el koyma sömürgeleştirmenin bir aracı olan kullanılan Hıristiyanlaştırma ile başlatıldı. Kenya’nın Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta bunu şöyle ifade etmişti; ‘’Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.”

Kısaca,endüstriyel tarım, insanlığı doyurmaya ve istihdamı sağlamaya yetmiyor. Üçüncü dünya ülkelerinde gözlemlenen yoksullaşmayı ve büyük ölçüde dağılmakta olan köylü toplumlarının yaşadığı krizi, daha doğrusu trajik durumu endüstriyel tarım yaratıyor.

TÜRKİYE’DE DURUM NE?

Türkiye’de de durum iç açıcı değil. Tarımda çağdaşlaşmanın ve verimliliğin en iyi olduğu Ege Bölgesi’nde bile tarımsal üretim geriliyor, çiftçiler giderek yoksullaşıyor. İşte size birkaç tespit;
•Çiftçilerin büyük bir kesimini oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerin çoğu icralık durumda. •Borçlarını zamanında ödeyemeyen çiftçiler sırayla cezaevine girmeye başlamışlar. •Tarım toprakları dolaylı yollarla yabancılaşıyor, özellikle dev süt sığırcılığı işletmeleri yaygınlaşıyor. •Köylüler çay parası yerine yumurta veriyorlar. •Köylüler, hal tüccarlarının ve fabrikaların topraklı kölesi olmuş. •Köylüler, hastalarını doktora götüremiyorlar. •Ve iflas eden, para kazanamayan köylüler çiftçiliği bırakıyor, şehirlere kaçıyorlar.





ADRES: Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği
1813/4 SOK. NO: 2/6 D.2 ETHEM BEY APT. KARŞIYAKA - BOSTANLI/İZMİR
TELEFON: +90 (232) 362 06 44
E-POSTA: [email protected]




GÖRÜŞ

Rodos ve İstanköy Türkleri' nin Sorunları ve Çözüm Yolları
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı
[email protected]


Türkiye ve Yunanistan arasında önemli sorun alanları vardır. Dostluğun sağlam temellere oturtulmasının, öncelikle ilişkilerde sorun olan konuların çözümünden geçtiğini görmeliyiz. Bu sorunlar çözülmeden, kalıcı ve sürekli bir barışın kurulamayacağını herkesin bilmesinde yarar vardır. Ancak,sorunların çözümüne Yunanistan’da yaşayan Türkler açısından da bakmalıyız.

Bu bildiride,öncelikle Rodos ve İstanköy Türklüğü’nün sorunları irdelenmeye çalışılacak,daha sonrada kimi önermelerde bulunulacaktır.

RODOS VE İSTANKÖY TÜRKLÜĞÜ’NÜN BAŞLICA SORUNLARI

Adalarda Yaşayan Türkler ve Vatandaşlık
Rodos ve İstanköy Türkler’in çoğunluğunu ağırlıklı olarak 1573 yılında Rodos’un fetihinden sonra buraya yerleştirilen Karaman Beyliği Türkleri ile 1897’de Girit’ten göç eden Türkler oluşturmaktadır.
Rodos ve İstanköy Türkleri,1912’de İtalya’nın Yunanistan adalarını işgal etmesi ile cemaat olarak kabul edilmiştir.1947’de ise adalar Yunanistan’a verilmiştir. Geçen süreç içinde Türkler’in pek çoğu, kültürel kimliklerinin kabul görmemesi, şiddet ve nefret ortamını yaratılması, iş kurma ve gayrimenkul satın almalarına izin verilmemesi gibi nedenlerle Türkiye’ye göç etmiş bulunmaktadır.
1950’den sonra adadan ayrılan bu kişilere Rodos’a dönmeyeceklerine dair belge imzalatılmıştır. Adada kalan Türkler ise vatandaşlıktan çıkarılma korkusu ile uzun yıllar adadan ayrılamamıştır. Bu kişiler adadan ayrılmak istediklerinde önce yabancılar şubesine giderek Yunanistan’a tekrar giriş vizesi almak durumunda kalmışlardır. Bu durumdaki kişilere yalnızca 30 gün süre ile adadan ayrılmalarına izin verilmiş bulunmaktaydı. Ege adaları vatandaşları olarak tanımlanan Türkler ise beş yıl süreli olarak verilen pasaportları ile adadan ayrılabilmişler, ancak bu kişilerin pasaportlarının bitiş süresine kadar adaya dönmemeleri halinde başka bir ülkenin vatandaşlığına geçtiğine karar verilmiştir. Böylelikle vatandaşlıkları sona erdirilmiştir. Pasaportlarının uzatılması için müracaat eden Türkler’in ellerinden pasaportları alınmış,bu kişilere vatandaşlıklarını kaybettikleri bildirilmiştir. Bugün vatandaşlıktan çıkarılan kişilerin sayısının binlerce olduğu tahmin ediliyor. Buna ek olarak Rodoslu olan ve halen Yunan nüfus cüzdanına sahip olan kişilerin dahi, Rodos Belediyesi’nde bulunan kayıtlarının silindiği söylenerek bu kişilere yeni nüfus cüzdanı verilmemektedir.

Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı

Rodos’ta Türkçe eğitim veren son okullardan biri olan Süleymaniye Medresesi’nin adı, 1972 yılında Rodos 13. Şehir İlkokulu olarak değiştirilmiş ve o tarihten itibaren ise Türkçe eğitim tamamen yasaklanmıştır. Bugün Rodos’ta yaşayan Türkler devlet okullarına gidiyor, ancak din derslerinden muaf tutuluyorlar. Devlet okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün Türkçe’yi çok az derecede konuşabiliyorlar. Bu okullardan mezun olan çocukların adalarda mesleklerini yerine getirme konusunda da belirsizlik yaşanıyor. Bugüne dek Rodos’ta hiçbir resmi kuruluşta Türkler’e görev verilmemiş bulunmaktadır. Yalnızca Rodos Belediyesi’nde birkaç temizlik işçisi ile bir park işçisi çalışmaktadır.

Din ve İbadet

Rodos Türkleri, İslam Cemaati İdaresi tarafından temsil ediliyordu. Adaları,1912’den sonra işgal eden İtalya,yerel kararname ile, Rodos’ta bulunan müftülük makamını tanımıştır.Bu durum uzunca bir süre Yunan Hükümetleri’nce de sürdürülmüştür. Ancak 1990 yılında cemaat idare heyetinin süresinin dolmasının ardından yerine yeni kişiler atanmamıştır. Müftü Süleyman Kaşlıoğlu’na naiplik eden İhsan Kayserili’nin de 1990 yılında vefatının ardından müftülük makamı resmen kimseye verilmemiştir. Bu nedenle bugün dini anlamda ,adadaki Türk azınlığı temsil edilmemektedir.

Osmanlı Türkleri’nden Kalan Kültür Mirası
Osmanlı Türkleri’nden kalan kültür mirasımızın bakımı ve tamirlerine izin verilmemekte, tamirler göstermelik olmakta ve eserler zamanın tahribatına bırakılmaktadır.

Örneğin Rodos adasında ünlü Süleymaniye Medresesi yıkılmak istenmektedir. . Süleymaniye Medresesi, Türk çocuklarına ilk, orta ve lise eğitimi vermek üzere 1876 yılında inşa edilmiş tarihi bir binadır. Yunan hükümeti, Süleymaniye Medresesi’nin altında bulunan eski St. Jean Kilisesi’nin ortaya çıkartılmasını bahane ederek medresenin temelini kazmaya başlamış ve bu okulu kapatmıştır. Aslında bu medrese, Rodos Türkleri’nin kurmuş oldukları Evkaf Dairesi’ne aitti, ancak daha sonra medreseye yasal bir kılıf bulunarak Yunanistan Kültür Bakanlığı el koymuş bulunmaktadır.. Süleymaniye Medresesi’nin yıkımı,derneğimizin ulusal ve uluslar arası düzeyde yapmış olduğu girişimler sonucu bugün için durdurulmuştur.

Rodos’ta bulunan camiler ise tadilat gerekçesi ile kapatılmış bulunmaktadır. Bugün yalnızca İbrahim Paşa Camii ibadete açıktır. Süleymaniye Camii’nin açılması için yapılan müracaata camiinin UNESCO tarafından tarihi eser olarak vasıflandırılması nedeni ile ibadete açılamayacağı cevabı verilmiştir. Daha sonra başlatılan restorasyon çalışmaları onlarca yıl sürdürülmüş, çalışmalarında ise Osmanlı Desenleri değiştirilmiştir.Geçtiğimiz günlerde onarım çalışmaları tamamlanan cami,ilk kez Kurban Bayramı’nda ibadete açılmıştır. Caminin müze olacağı bildirilmektedir.Benzer şekilde Ali Hilmi Paşa Camii, Kıbrıs Evi olarak kullanılmak üzere Rodos belediyesi tarafından restore edilmiştir. Murat Reis Külliyesi’nde bulunan müftü evi ise yıktırılarak yerine konservatuar binası yapılmıştır.

Özetle,adalarda Osmanlı Türkleri’nden kalan mimari eserler talan edilmiş,elde kalanlar ise göstermelik olarak korunmaya alınmaya çalısılmaktadır.

Vakıflar Sorunu

İtalyan Yönetimi’nce ,Evkafa(Vakıf) ait malların bir komisyon tarafından idare edilmesi kararlaştırılmıştı. 1947 yılında adaların Yunanistan’a geçmesinin ardından ise bu doğrultuda,517/1947 sayı ve tarihli bir yasa çıkartılmıştır. Bu yasada şöyle deniyordu: “Adalarda yürürlükte bulunan karar ve kararnameler, Yunan yasalarına aykırı olmamak koşulu ile gerekli kanunlar çıkarılıncaya kadar geçerlidir.” Ancak adalarda baskı ve yok etme siyaseti uygulanmaya başlamış ve ilk olarak cemaat ve vakıf yönetimini denetlemek için hükümet murahhasası atanmıştır.

1965 yılında Cemaat Başkanı Sadettin Nasuhoğlu’nun ölümünün ardından cemaat ve vakfa ait değerli eser ve taşınmazlar, satış ya da hibe yoluyla azınlığın elinden alınmıştır(Ek; Türk Vakıf Mallarından Yunanlılara Satılan ya da Hibe Edilen Kimi Mallar ).
1970 yılından ise Katalipsis olarak bilinen kanunda şöyle dendi: “On yıl içerisinde tapu dairesine bildirilmeyen taşınmaz mal ve mülkler hazineye intikal eder.” Bu hüküm gerekçe gösterilerek adalarda Türklere ait mallar gasp edilmiş ve Vakıflar sorunu çözülememiş bir sorun olarak bugüne dek gelmiştir.

Bugün, Rodos ve İstanköy’deki vakıflar yüzde 0,6 oranında emlak vergisine tabidir. Başka bir ifade ile Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türklere ait vakıflar gayrı menkullerinden ,ticari kuruluşlar ile aynı oranda emlak vergisi alınmaktadır. Bu da, uygulamanın ne kadar ayrımcı olduğunu gösteriyor. Diğer yandan Yunan hükümetleri, Evkaf Dairesi’ne sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Evkaf Dairesi güçsüzleştirilmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki bazen kendilerine verilen emanete ihanet eden kişileri Vakıf Yönetim kurullarına atama yaparak gerçekleştirmektedir.

Nefret ve Baskı Ortamı

Geçmişten günümüze değin Rodos ve İstanköy’de Türklere karşı nefret ve baskı ortamı sürdürülmüştür. Kıbrıs Hareketi sırasında birçok Türk’ün işkence gördüğü, bir Türk’ün de öldürüldüğü biliniyor. Bugün için nefret ve baskı ortamı azaltılmış gibi görünüyor.Bununla birlikte Rodos ve İstanköy’de baskı ortamı yerel basında yer alan haberler ile sürdürülüyor. Örneğin 2000 yılında kurulan tarihinde Rodos Müslümanları Kardeşlik ve Kültür Derneği Rodos Müslümanları Kültür Derneği için yerel gazeteler “Ankara’nın ajanı” yazdılar. Rodos ve İstanköy’de nefret temelli saldırılar da yaşanıyor. Kabapınar Kadın Cem Evi,İstanköy Belediyesi tarafından yıktırılarak yerine park yapıldı. İstanköy’de ise Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii ve Lonca Camii, sprey boya ile boyandı. Geçtiğimiz 23 Aralık 2010 tarihinde de Rodos Müslümanları Kardeşlik ve Kültür Derneği’ne kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce saldırı düzenlenmiştir.Gazeteler yansıyan bilgilere göre saldırganlar dernek kapısı önündeki paspasa benzinle ıslatılmış bez parçalarını yakarak atmışlar,alevlerin etkisi ile dernek camlarından kimileri kırılmıştır.

Özet olarak şu söylenebilir;Rodos ve İstanköy’de Türklerin varlığı ,fetih öncesine,1483 yılına kadar uzanıyor. Ancak Yunanistan’a göre Türkler, yalnızca Müslüman Yunan vatandaşı olarak görülüyor. Türklere yönelik asimilasyon politikaları ne yazık ki devam ediyor. Bugün Türklerin dini, kültürel, ekonomik ve eğitim alanında yaşadığı sorunlar giderek çözümü zor bir boyut kazanmış durumdadır.

Sorunların çözümü için Yunanistan’a baskı yapmak gereklidir.Bunların bir kısmı adalarda yaşayan Türkler tarafından bile yapılabilir. Söz gelişi,İslam Cemaati ve Müftülük makamının iptal edildiğine dair her hangi bir kararname yoktur. Bu nedenle hukuki yolu kapanmamış olan bu iki makamın yeniden oluşturulması için harekete geçmek gerekli olmaktadır.Ancak bunun için öncelikle adalarda yaşayan Türkler’in eyleme geçmesi zorunludur.

Bu bağlamda bir genelleştirme yapılırsa Yunanistan’da yaşayan Türkler’in birçok sorunları vardır. Bunları kısaca şöyle özetlemek olasıdır;

• Yunan hükümetleri, Batı Trakya, Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkleri, Türk kimliğiyle kabul etmiyor. Etmediği için de bu kimliklerini öne çıkaranları değişik araçlar kullanarak cezalandırıyor, korkutuyor.
• Türkçe öğrenim hakları da ellerinden alınmıştır. AB yurttaşları olan Türkler ana dillerini öğrenemiyor.
• Osmanlı Türklerinden kalan kültür miraslarının korunması amacıyla kurulan vakıflar, Yunan hükümetlerince yozlaştırılmıştır. Eserlerin bakım ve onarımlarına izin verilmiyor. Onarımı yapılıyor diye gösterilenler ise aslında tam bir göz boyamadır.
• Türkler, doğrudan iş yeri açamıyorlar. Yakın zamanlara değin mutlaka Yunan ortak bularak iş yapmak zorunda kalmışlardır.
• Yunanistan’da yüksek öğrenim yapmış Türklere, yedek subay hakkı verilmiyor, belediyeler dışında kamu görevlisi olamıyorlar.
• Yunanistan’dan Türkiye’ye gelip de bir yıl süre ile dönemeyenler, Yunan vatandaşlığından siliniyor. Bu şekilde Yunanistan, Türklerin mallarına el koyuyor. Şimdiye değin doksan bin civarında Türk’ün ıskat edilmiş olduğu belirtilmektedir.

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ’NDE DOSTLUK NASIL GELİŞTİRİLEBİLİR?

Türkiye-Yunanistan arasında inişli çıkışlı bir dostluk söz konusudur. Yunanlılar,Türkler’e kardeşçesine bir yakınlık duyarken bir sonra düşmanca bir tavır içine girebiliyorlar.

Düşmanlığın Kökeni

Yunanlıların düşmanca tavırlarının kökeninde ,yüzlerce yıl Osmanlı egemenliğinde kalmaları vardır.Yunan çocuklarına aile ortamı ve ana okullarından başlayarak Türk düşmanlığı aşılanıyor. Yunan Ortodoks kilisesi düşmanlığı körüklüyor.Yunan tarihi ve ders kitapları, Türklüğe karşı kin ve garez içeren metinlerle doludur. Bu ortamda yetişen insanları, Yunan egemen güçleri kullanıyor. Yunanistan’daki bütün siyasal partilerin Türk düşmanlığı yapmalarının manevi tabanı buradan kaynaklanıyor. 9 Eylül 1922’de İzmir’de noktalanan ve adına Yunanlılar tarafından Küçük Asya Bozgunu denilen yenilgi de bunu beslemiştir. Öyle bir düşmanlık ki, Ege Denizi’ndeki adalarda birlikte yaşayan Türkler ile Yunanlılar arasında bile yaşanmış ve yaşanıyor. Bu konuda Adalı bir Türk’ün anlattığı olayı unutmak olası değil(*). Yıl 1921. Yer Rodos. Dimitri arkadaşı Abdurahman ile şakalaşırken aniden kulağını yakalar ve çekmeye başlar. Ardından nedenini açıklar: “ Bre Türko, Yunan orduları Polatlı önlerinde. Ankara yakında düşecek. Kemal’in (Atatürk) kulağına yapışacağız ve işini bitireceğiz. Sıra sonra size de gelecek. Haberin ola” der.

Burada her iki ülkenin aydınlarına ve siyaset adamlarına önemli görevler düşmektedir. Ancak, Türkler hep ödün veren, görmezlikten gelen olmamalıdır. Kalıcı dostluğun karşılıklı olabileceğini Yunanlılara bildirmelidir.

Bu anımsatmaları, düşmanlığı körüklemek için değil, tam tersine kalıcı bir dostluğu oluşturmak amacıyla, gerçeklerin bilinmesi için yapıyoruz. Bu anlamda, bu bildiri, dostluğa bir çağrıdır, ancak saflığa değil. Aksi durumda, “Türk-Yunan Dostluğu söz de” kalabilir.

Dostluk İçin Ne Yapılmalı?

Kalıcı dostluğun oluşturulabilmesi için, öncelikle aradaki sorunların ortaya konulması ve bunların kamuoylarınca tartışılması zorunludur.

Sorunların çözümü için yıllardır Yunanistan ile istikşafi görüşmeler sürdürülüyor.Bunlar arasında Kıbrıs,Ege Hava Sahası,Karasuları,Kıta Sahası gibi temel konular var.Bu konuların çözümü için henüz ortak noktaların bulunmadığı biliniyor.Bu nedenle, kimi zamanlar ilişkiler birden bire gerilmektedir.Örneğin, Ege Denizi’nin Uluslar arası hava Sahası’nda Türk ve Yunan uçakları çarpışıyor. Türkiye, bu uçuşların NATO bilgisi kapsamında olduğunu bildiriyor. Buna karşın Yunanistan, ortada suçlu arıyor.

Bununla birlikte, yukarıda belirtilen temel konuların çözümleme süreci için görüşmeler sürdürülürken kimi konularında adımlar atılabilir ve karşılıklı çalışmalar yapılabilir. Bunların kimileri şunlar olabilir;

• Yunan kamu oyunda, Türkler için varolan yanlış ve tutarsız bilgiler ortadan kaldırılmalıdır.
Bunun için Yunan tarihi ve ders kitapları, nesnel olarak yeniden yazılmalıdır. Bu konuda, özellikle Yunan aydınları tavır göstermelidir..

• Yunanistan ve Türkiye arasında öğrenci değişimi yapılmalıdır.
Öğrenci değişimi, yakın sınır kentlerinden başlayarak geliştirilebilir. Öğrenci değişiminin başarısı için, tarafların dillerini öğrenmelerinde yarar vardır.

• Yerel yönetimler arasında bağlantılar kurulmalıdır.
Yerel yönetimler arasında bağlantılar kurulmalı ve var olanlar güçlendirilmelidir. Ancak, kardeş kentler ilan edilirken bile, düşmanlıkları körüklemekten kaçınmayan Yunanistan’a büyük görevler düşüyor. Bilindiği üzere, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Selanik’i kardeş şehir olarak kabul edeceği sırada, Selanik Belediyesi “Sözde Pontus Soykırımı Anıtı”nı dikiverdi. Bunun üzerine haklı olarak, kardeş şehir konusu askıya alınmıştır.

• İki ülke arasında turizm geliştirilmelidir.
Türk-Yunan halkları birbirlerini yeterince tanımıyor. Bu amaçla, turizmi geliştirmekte yarar vardır. Bu konudaki kısıtlar da yine Yunanistan’dan geliyor. Vize almada önemli güçlükler vardır. Özellikle, Yunanistan doğumlu olan ancak Türkiye’ye göç etmiş Türklerin, vize alması neredeyse olanaksızdır. Vize sorununun çözümlenmesi ile gidiş-gelişler hızlanabilir. Böylelikle Yunanlılar, Türkleri yakından tanıyabilir ve herhangi bir kötülüğün ya da saldırının gelemeyeceğini görebilirler.

• İki ülke arasında bilimsel işbirliği olanakları araştırılmalıdır.
Türkiye ve Yunanistan iki Akdeniz ülkesidir. Tarımdan sanayiye kadar her konuda ortak bilimsel çalışma yapılabilir. Ege’nin sularında ortak araştırmalar planlanabilir.

Özetle,Türk-Yunan dostluğunun sürekli ve kalıcı olma durumu, Yunan hükümetlerine bağlıdır. Ayakları sağlam yere basmayan dostluk söylemleri kimseyi yanıltmamalıdır. Bir temel gerçeğin Yunan hükümetlerince kabul edilmesiyle barış kalıcı olabilir. O da barışın karşılıklı menfaat ilişkileri üzerine kurulmasından geçmektedir.

Barışın bu temel gerçek üzerinde kurulması için Yunan hükümetlerinin yapması gereken işler, Rodos ve İstanköy Türkleri açısından tekrarlanırsa özetle şunlar olmalıdır;
Birincisi, Rodos, İstanköy ve Onikiadalardaki kültürel eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetlerinin özen göstermesidir.
İkincisi, Rodos ve İstanköydeki soydaşlarımızın Türk kimlikleri kabul edilmeli ve kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini engelleyen baskılara son verilmelidir. Şimdiki durumda bu adalarda yaşayan Türkler salt müslüman kimlikleriyle kabul edilmektedirler.
Üçüncüsü, Rodos ve İstanköyde yaşayan Türk çocuklarına en azından ilköğretim düzeyinde Türkçe öğrenme hakkı, bir başka deyişle anadil eğitimi hakkı sağlanmalıdır.

Son söz yerine;Türk-Yunan dostluğu nasıl kalıcı olabilir sorusunun, birbiriyle bağlantılı birçok yanıtı var. Burada en önemli konu, Yunan halkının Türklere karşı beslediği duygular ve düşüncelerdir. Bunların, zaman içersinde düşmanlıktan dostluğa dönüşmesi gerekiyor. Bu bağlamda, düşmanlığı siyasetçilere bağlamak ve halklar arasında düşmanlıklar yoktur yaklaşımı, havada kalıyor. Yunan siyasetçileri, Yunan halkında var olan duygu ve düşünceleri kullanıyor. Ancak, Türkler ve Yunanlılar arasındaki kavgayı, emperyal güçler de olabildiğince besliyor.Bu da göz önüne alınması gereken önemli gerçeklerden birisidir.Her iki ülkenin karşılıklı olarak silahlanmasına sınır getirmesi bir zorunluluktur.Bunun için özellikle silah sanayicisi ülkelerle ilişkiler, bu bağlamda düzenlenmelidir.Yunanistan’ın içinde yaşadığımız günlerde yaşadığı ekonomik çöküşün nedenlerinden biri de silahlanmaya ayırdığı bütçeden ileri gelmektedir.Belki de yapılacak işlerden birisi, her iki ülke arasında bir Saldırmazlık Anlaşması’nın yapılmasıdır.





HABER

Rodos Derneği Başkanı Kaymakçı: Rodos için Çipras'tan umutlu olduğunu söyledi
Tansu Edip Gökbudak
Yeni Asır Gazetesi 1 Şubat 2015

Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Rodos ve diğer adalardaki Türk taşınmazları konusunda Aleksis Çipras önderliğinde iktidara gelen SYRİZA’dan umutlu olduğunu söyledi.

Rodos Adası’nın büyük bir kısmının İtalyan belgelerinde Türklere ait olduğunun anlaşılması büyük yankı uyandırdı. Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, “Gayrimenkul haklarımızın aranması için çok ciddi bir hukuk bürosunun kurulması lazım” dedi. Gerek bu taşınmazlar üzerindeki hakların gerekse Rodos, İstanköy, adalar ve Batı Trakya’daki Türklerin kültürel kimliğinin kabul edilmesini istediklerini belirten Prof. Dr. Kaymakçı, Yunanistan’da Aleksis Çipras’ın başkanlığında iktidara gelen radikal sol hükümetten (SYRİZA) umutlu olduğunu söyledi. Kaymakçı, “SYRZA hükümetinin bir önceki hükümetten farklı uygulamalar yapacağı konusunda izlenimler var” diye konuştu.

‘Gündeme taşıyamadık’

Kaymakçı, Rodos ve diğer adalardaki Türk taşınmazları konusunda İtalyan belgelerinin değil, Osmanlı arşivlerinin esas alınması gerektiğini söyledi. Kaymakçı, “Osmanlı’nın evkaf (vakıflar) nizamnamesine göre hiçbir mal satılıp devredilemez. Birleşmiş Milletler de bu hakkı kabul etmiş durumda. Ancak Yunanistan hükümeti bu vakıfları bürokratik işlemlerle boğdu. Biz bu sorunları uluslararası gündeme taşımak istediysek de başarılı olamadık” dedi.

Tek bir avukatla olmaz

Rodos ve İstanköy’de oldukça fazla Türk egemenliği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kaymakçı, Türklerin elinde bulunan gayrimenkullerin 1947’de adaların Yunanistan’a devrinin ardından ellerinden çıktığını ifade etti. Prof. Dr. Kaymakçı, Türklerin haklarının aranması gerektiğini söyleyerek, “Gayrimenkul haklarımızın aranması için çok ciddi bir hukuk bürosunun kurulması lazım. Tek bir avukatla tek bir hukukçuyla Rodos ve İstanköy’ün hakları aranamaz” dedi. Yunanistan’daki adli sürecin çok uzun ve yorucu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kaymakçı, “Yunanistan’da iç hukuk tüketilebilirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yolu gözükebilir. AİHM’e gitmek için nitelikli, güçlü bir hukuk bürosunun kurulması gerekir” dedi.

Vatandaşlıkları silindi

Yunanistan’da ve Oniki adalarda kalan Türklerin kültürel kimliklerinin Yunanistan tarafından silinmek istendiğini belirten Prof. Dr. Kaymakçı, “Şu anda Rodos, İstanköy ve Oniki adalarda yaşayan 60 bin yakın Türk’ün vatandaşlığı silindi. 1972’ye kadar Yunanistan’da çocuklarımız Türk okullarında okuyordu. Türk okulları 1972’den beri kapalı olduğu için soydaşlarımız ana dillerinden uzaklaştırılıyor. Yunanistan, adalarda ve anakarada yaşayan Türkleri Türk olarak görmeyip Yunan Müslümanı olarak görüyor. Bu durumun bir an evvel düzeltilmesi lazım” diye konuştu.

‘Kültürel mirasımız çürüyor’

Prof. Dr. Kaymakçı, Yunanistan’ın en büyük zararı kültürel değerlere verdiğini vurguladı. Prof. Dr. Kaymakçı, “Rodos’ta müftülük vardı, kapattılar. Cami, çeşme ve imarathanelerin onarımına Yunan hükümeti izin vermediği için kültürel mirasımız her geçen gün çürüyor. Şu an Rodos’ta bulunan tek cami İbrahim Paşa Camii” diye konuştu.




HABER

Rodos'da namaz tek vakit!
sondevir
DERYA ÖZCAN – KUZEY HABER AJANSI
11 Temmuz 2015

Akdeniz ve Ege'nin incisi, Oniki Adaların en büyüğü Rodos 8 Temmuz 1522'de Kanûnî Sultan Süleyman tarafından fethedildi. Dört asır Osmanlı hakimiyetinde kalan Rodos Adası'nda bugün yaklaşık 3.000 Türk yaşıyor.

Kanuni Sultan Süleyman 8 Temmuz 1522'de Rodos'a ayak bastı ve Rodos Aralık ayında feth edildi. Fethin hemen akabinde ise adaya Türk nüfus yerleştirildi. Dört asır Osmanlı hakimiyetinde kalan Rodos adasında bugün yaklaşık 3.000 Türk yaşıyor.

Osmanlı döneminden bu yana adada yaşayan ve hatta Girit'ten gelerek buraya yerleşen Türkler ada kültürünün önemli bir parçası. Tüm oniki adalar gibi Rodos da 1912'de Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edildi ve 1922 Lozan Anlaşmasıyla geçici olarak İtalya'ya bırakıldı.

1923'teki Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi sırasında Türk toprağı sayıldığı için adadaki Türkler mübadele dışında tutuldu. Ada, 1947'de Yunan yönetimine teslim edildi. Bugün adada yaşayan yaklaşık 3 bin Türk, dillerini, dinlerini ve kültürlerini muhafaza ederken, birer Yunan vatandaşı olarak Hristiyan komşularıyla da uyum içinde yaşıyor.

YALNIZCA ÖĞLE NAMAZLARINDA AÇILIYOR
Rodos'u feth eden Kanuni Sultan Süleyman'ın imza attığı eserlerse bugün hala kendini gösteriyor. Rodos'taki İbrahim Paşa Camii 1541 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirildi. Bugünse sadece günde bir kez öğle namazları için ibadete açılıyor.

Kale içinde, Sofokleus Sokak'ta bulunan caminin orijinalinde iki şerefeli olan minaresi 1880'de tehlike arz ettiği için yıktırılmış ve 1927'de tek şerefeli olarak yaptırılmış. 1541'de Mısır'a giderken Rodos'a uğrayan Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı ile adada inşaa ettirilen camilerden biri İbrahim Paşa Cami diğeri ise Süleymaniye Cami.

Eski şehirde, saat meydanında bulunan Süleymaniye Cami, yalnızca bayram namazları için kapılarını Müslüman cemaate açıyor. Rodos Adası'nda Kanuni Sultan Süleyman ile başlayan türbe, mezarlık, şadırvan ve çeşmeler Osmanlı mimarisinin günümüzde izleri olarak dikkat çekiyor.






www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)