Nazan Bekiroğlu ( 1957)
akademisyen, yazar



1957 yılında Trabzon'da doğdu. İlk ve orta tahsilini aynı kentte yaptı. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1979). Dört yıl lise öğretmenliği yaptı. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü'ne öğretim görevlisi olarak girdi (1985). Orhan Okay yönetiminde sürdürdüğü 'Halide Edib Adıvar'ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili' konulu doktorasını tamamladı (1987). Aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 'Şair Nigâr Hanım' konulu çalışmasıyla doçent oldu (1995). 1998'den itibaren aynı fakültede açılan Türkçe Eğitimi Bölümü'nde öğretim üyesi oldu.

ESERLERİ:
Nun Masalları (Öykü; Dergah Yay. 1997)
Şair Nigar Hanım (İletişim Yay. 1998)
Halide Edib Adıvar (Şule Yay. 1999)
Nar Ağacı (Roman: Timaş Yay. 2012)




YORUM

Eski tarz eleştiri
Nazan Bekiroğlu
Zaman 19 Nisan 2015

George Steiner’ın Tolstoy mu Dostoyevski mi (çev. Sevda Çalışkan, İş Bankası Yay., İstanbul 2015) isimli eseri hakkında bir tanıtım yazısı yazacaktım aslında. Fakat iç kapakta kendisini “eski tarz eleştiri denemesi” olarak takdim eden eserin yöntemi de o kadar dikkate değer ki Steiner’ın bu yöntemi açıkladığı kısımlarda takılıp kaldım. Büyük ihtimalle başka bir yazıda kaleme alacağım Tolstoy mu Dostoyevski mi meselesine geçmeden önce bu yöntem üzerinde durmam gerek.

Bu kitabın “Eski tarz bir eleştiriyi tanımlama ve örnekleme ihtiyacı” ile doğduğunu ifade eden Steiner, önce eleştiri ihtiyacını açıklıyor: Eleştiri gereklidir çünkü büyük eserler bizi zenginleştirir, başkalaştırır. Eğer bir Cezanne tablosunu gerçekten kavramışsak farklı biri olmuşuzdur artık. Büyük sanat eserleri değiştiricidirler, içimizden bir fırtına gibi geçer, algı kapılarımızı açarlar. Eleştiri ise bu etkiyi kayda geçirmek ve başkalarına anlatmak ihtiyacından doğar.

Eleştirinin farklı yolları vardır, tek tip eleştiriden söz edilemez. Kabaca bir tasnifle hepsi iki tarz eleştirinin şemsiyesi altında toplanabilir: Biri eseri tarihsel şartlardan, yazarından bile kopararak onu bir organizmanın maddesine indirgerken mekanik bir eyleme dönüşen yeni eleştiri; diğeri eserde derin insani, felsefi hisler bulan eski tarz eleştiri.

Eski tarz eleştiriyi benimseyen Steiner’a göre çağdaş eleştiri kuramlarının “çoğu övmeye değil gömmeye” gelir. “Elbette sağlıklı bir dilin ve duyarlığın korunabilmesi için gömülmesi gereken çok fazla şey var. Birçok kitap bilincimizi zenginleştirmek ve yaşam kaynağı olmak yerine bizlere kolay okunabilirlik, kaba sabalık ve geçici bir avuntu gibi baştan çıkarıcı zevkler sunar.” Ama bu mesele kitap tanıtımının ve edebiyat tarihinin alanına girer. Edebiyat eleştirmeninin asıl görevi ise “iyiyi kötüden değil, iyiyi iyiden ayırmaktır”. Bunu eski tarz eleştiri yapabilir.

“Edebiyat eleştirisi bir sevgi borcundan doğmalıdır” cümlesi eski tarz eleştirinin mahiyetini açıklar. “Eski eleştiri hayranlıktan doğar”, öyleyse eser ve eleştirmen arasında kurulması gereken ilgi sanatkârane bir ilgi olmalıdır. Böyle bir yaklaşım “sanat eserine duyulan sevgiyle, eleştirmenin yaratıcı dehanın mucizelerine sahip olmadığını fark etmesiyle” başlar.

Lâkin iyinin ve güzelin sınırları öznellik içermek mecburiyetindedir. Bu yüzden doğası gereği sübjektif olan güzellik algısının yol açtığı “abartılı bir göreciliğin altında anarşi tohumları yatar.” Öyleyse apayrı çağlarda ve arka planlarda yazılmış İlyada ile Kayıp Cennet’i aynı sınıflamanın içine alabilmek için estetik adına her çağda geçerli olan şaşmaz doğruların belirlenmiş olması gerekir. En sübjektif olduğu anda bile eleştirinin, güzellik ilkelerini bağladığı bir soy kütüğü olmalıdır.

“Büyük sanatı zamanın ötesine taşıyan mucize”yi araştırırken Steiner bu soy kütüğünü epik ve trajik damarlar üzerinden okuyor ve “Homeros’u Çehov’a bağlayan büyük gelenekler, soy hatları” olduğundan bahsediyor. Zaten kitabın tamamında Tolstoy mu Dostoyevski mi sorusunun cevabını çeşitli başlıklar altında kıyas yoluyla göstermeye çalışırken Tolstoy’u epik-Homeros, Dostoyevski’yi trajik-Shakespeare damarı üzerinden yorumluyor.

Steiner’a göre eleştirmenin yapması gereken şey yargılamak, anatomik inceleme yapmak, eseri iç organlarına ayırmak, tarihsel ve kültürel bağlamından koparmak değil, onun güzelliğini fark etmek ve fark ettirmektir. “Bugün böyle bir yönelişe ciddi bir ihtiyaç var. Yalnızca kısa ve nefret dolu bayağı sözcükleri okuyabilen ama güzellik ve hakikat duygusu veren bir dilin anlamını kavrayamayan insanların cahilliği fışkırıyor her yanımızdan.”

Steiner’ın eski tarz eleştiriyi demode bulan anlayışa yönelik cümleleriyle bitirmekte yarar var: “Belki de sanatçıların yaşamlarını zorlaştırdıkları için eleştirmenler Kassandra’nın kaderini paylaşmak zorundadırlar. En net olarak gördükleri zamanda bile, haklı olduklarını kanıtlayamazlar ve onlara inanılmayabilir. Ama Kassandra haklıydı.”






www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)