Ulubatlı  Hasan - (23.1.1453)
İstanbul'un Fethi'nde surlara çıkan ilk Türk askeri



1428 yılında Bursa'nın Ulubat köyünde doğdu. Fatih Sultan Mehmet'in kumandasında İstanbul kuşatmasına katıldı. Osmanlı ordusu Fatih Sultan Mehmed kumandasında 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbul'u kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son saldırı yapılıyordu. Yeniçeriler arasında iri yarı Ulubatlı Hasan adlı bir asker surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de surlara tırmandı. Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti. Ayağı taşa takılarak surlardan aşağı düştü. Yukarıdan atılan oklarla şehid edildi. Ancak yeniçeriler, açılan gediklerden içeri girerek şehri ele geçirdiler.




HAKKINDA YAZILANLAR

Ulubatlı Hasan

Ulubatlı Hasan, İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit askerdir. 1428 yılında Bursa'nın Ulubat köyünde doğdu. Fatih Sultan Mehmet'in kumandasında Ordu-yı Hümayun'a asker olarak İstanbul kuşatmasına katıldı. 1453 yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını dikerken şehit düştü. Fethin bayraklaşmış bir kahramanı olarak adı beş yüz yıldan beri gönüllerde yaşar. Ulubat'ta adına dikilmiş bir anıt vardır.

İstanbul tam 53 günden beri muhasara altındaydı. 23 yaşındaki genç padişah ve dâhi kumandan II. Mehmet Han, bu süre içinde gösterdiği akıl almaz askerlik mucizeleriyle Bizanslıları şaşkına çevirmişti. Koca Bizans İmparatorluğu çatırdıyordu. Son günlerini yaşıyordu. Artık belliydi bu.

28 Mayısı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter “gülbanklar” vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta hummalı bir faaliyet başlamıştı. Ulu Hâkan, hücum emrini vermişti. O akşamki tarihî nutku bütün askerin kulaklarında çınlıyordu:

– Ey benim paşalarım, ağalarım, beylerim! Bu şehr-i Konstantiniye cenginde silâh arkadaşlarım, yiğitlerim! Sizleri buraya, kararlaştırdığım umumî taarruzda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedakârlık ve cesaret istemek için topladım. Cihanda ün salmış bir şehri zaptedeceksiniz. Şehr-i Konstantiniye'de mahalle mahalle, bu şehri zapteden kahramanlar olarak adınız şan ve şerefle anılacaktır...

Asker, Peygamberimizin, şüheda için en büyük cennet makamını müjdelediği zafere ve bu zaferin uğrunda şehitlik şerbeti içmeye susamıştı.

Beyaz atının üzerindeki genç kumandan, kılıcını çekmiş, davudî sesiyle âdeta gürlüyordu:

– Evlâtlarım, yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün... Zafer sizindir ...

Asker, saflar halinde atılıyordu. 53 günden beri o mucize topların döve döve hamurlaştırdığı surların üzerine doğru yüklenen bir insan seli vardı. “Allah Allah” sesleri bir uğultu halinde semâyı kaplıyordu. On binlerce meşalenin sarı aydınlığı üstüne, henüz güneş doğmamıştı. Serdengeçtiler, surların, kalelerin üzerine yalın kılıç atılıyorlardı. Kalelerden, surlardan taş yağıyordu. Ok yağıyordu. Kızgın yağ ve alev alev yanan katran yağıyordu.

Sultan Mehmet Han, kahraman ordusuyla ve olanca ağırlığıyla yükleniyordu Bizans surlarının üzerine... Serdengeçtileri fedaîler, fedaîleri de başıbozuk askerler takip etmişti...

Tanyeri ağarırken sıra üçüncü safa gelmişti. Üçüncü hücum kolunu, ordunun en seçkin askerleri teşkil etmekteydi.

Bursa'nın Ulubat köyünden Hasan da vardı bu safın arasında. Ordunun bayraktarıydı. Bir elinde kılıcı, bir elinde sancağı şahlanmıştı... Ve kulaklarında Sultan Mehmet Han'ın bir akşam evvel irad ettiği büyük nutkun sözleri tane tane uğulduyordu:

– Surlar vakıa bir harabe haline gelmiştir amma, surlar üzerine atılacak yiğitler büyük bir tehlike ile karşılaşacaklardır. Maharetimiz ve cesaretimiz her şeyin üstündedir. Zafer rüzgârı bizden yana esecektir. Konstantiniye bizim olacaktır...

Bursa'nın Ulubat köyünden bayraktar Hasan da yaklaşmıştı surların üzerine. İri parmaklarıyla gönderini sımsıkı kavradığı şanlı bayrağı, elindeki o kutsal emaneti mutlaka surların üzerine dikmeyi aklına koymuştu Hasan. Hilâlli sancağın surların üzerinde dalgalandığı anda düşman için her şeyin bitmiş olacağına inanıyordu.

Bir fırsatını buldu Ulubatlı Hasan. Elindeki kılıcını savurarak sur harabeleri üzerine doğru atıldı. Birkaç yiğit de kendisini takip etmişlerdi. Hasan en önde idi. Bir yandan kılıcını sallıyor, bir yandan da hilâlli sancağı gözlerini diktiği burca doğru ulaştırmaya çalışıyordu.

Bu cehennem ateşinin ortasında, koç yiğitler yiğidi Hasan, Eğrikapı tarafındaki burcun üzerine çıkmayı başardı. Sancağı dikti o burcun üzerine. Fakat aynı anda mancınıkla atılan büyük bir taşın ağırlığı altında dizleri üstüne düşüverdi. Doğrulmaya çalıştı. Fakat aynı anda üstüne belki otuz, belki kırk ok birden yağdı. Oracıkta yere yığılıverdi.

Peçevî'nin ünlü tarihinde “Adem ejderhası” olarak vasıflandırdığı dev cüsseli yiğit Ulubatlı Hasan'ın diktiği sancak, o anda Bizans'ın tüm ümidini yitirivermişti. Türkün bayrağı ve yeniçerinin serpuşu artık surların üzerinde idi. Elli üç günlük direnişi kökünden tüketen an gelmişti. Öte yandan sancağın Bizans surları üzerinde dalgalandığını gören Türk askeri coşmuş ve bir ok gibi atılmıştı ileri.

Nihayet Hazret-i Peygamberimizin müjdelediği tarihî ve kutsal an gelip çatmıştı. 23 yaşındaki Sultan Mehmet Han secdeye gelerek Ulu Tanrıya şükretti. O andan itibaren genç hükümdar ve kumandan “Fâtih” unvanını da almış oluyordu...



HABER

Ulubatlı başrol'de
17 Şubat 2012

Merakla beklenen 'Fetih 1453' dün Türkiye genelinde saat 14.53'te gösterime girdi. 134 sinemada, 850 salonda seyredilen film, 17 milyon dolarlık bütçesiyle Türk sinemasının en pahalı yapımı oldu.Faruk Aksoy'un yönetmenliğini yaptığı 'Fetih 1453' daha çok savaş sahneleri ve görsel efektlerinin başarısıyla öne çıkıyor. Devrim Evin (Fatih Sultan Mehmet), İbrahim Çelikkol (Ulubatlı Hasan), Dilek Serbest ile Recep Aktuğ'un oynadığı film, Hollywood standartlarına ulaşan görselliği ile akıllarda kalıyor. Ancak 'Fetih 1453' bir asırlık Türk sineması için bir ilk değil. Daha önce 'İstanbul'un Fethi' adlı film, 1951'de çekilmişti.

Merakla beklenen 'Fetih 1453' dün Türkiye genelinde saat 14.53 seansında gösterime girdi. Bütçesi ve teknoloji kullanımı açısından bir 'ilk' olan 'Fetih 1453', bir asırlık Türk sineması için ise ilk değil. 'İstanbul'un Fethi' adlı film, tam 61 yıl önce, 1951'de çekilmişti. TSK ve Demokrat Parti hükümetince desteklenen Aydın Arakon'un yönettiği filmde Sami Ayanoğlu (Fatih Sultan Mehmet), Turan Seyfioğlu (Ulubatlı Hasan), Reşit Gürzap (Çandarlı Halil Paşa), Cahit Irgat (İmparator Konstantin) ve Sait Yaşmaklı (Molla Gürani) rol almıştı.

DİNÎ REFERANSLARA VURGU

Çılgın Dersane filmlerinin yönetmeni ve Recep İvedik filmlerinin yapımcısı Faruk Aksoy imzalı 'Fetih 1453', öncelikle Fatih Sultan Mehmet'i ve Fetih'i anlatırken dinî referansları ön plana çıkarmasıyla dikkat çekiyor. Meşhur 'Konstantiniyye'nin fethi' hadis-i şerifiyle açılan film, Fatih'in doğumu ve fethin gerçekleşmesini de buna dayandırıyor. Her filmde yaptığımız gibi özet geçmek burada gerekli değil. Zira hepimiz biliyoruz ki, İstanbul fethediliyor! Herhalde kimse "Filmin sonunu niye söyledin?" demeyecektir. Zaten filmin olay örgüsünden ziyade, 'nasıl' çekildiği, hikâye anlatımında nelere dikkat edildiği, fetih gibi bir olayı anlatırken senaryonun hangi çatışma unsurlarından beslendiği merak ediliyordu. Ve tabii ki, görsel efektler ile teknoloji kullanımında filmin hangi kalitede olduğu...

'Fetih 1453', görsel ve teknolojik açıdan Hollywood standartlarını yakalayan bir yapım. Bu konuda filme iyi para yatırıldığını ve perdede bunun karşılığının alındığını görüyoruz. Meşhur 'şahi' topunun da yer aldığı savaş sahneleri görsel yönden çok başarılı. Bilgisayar efektleri birkaç yerde kendini belli etse de, genel olarak standartların üstünde. Filmin en önemli yanı, hikâyesini anlatırken dinî referanslara yaptığı vurgu. 'Fetih 1453', Fatih'in şahsına ve muhafazakâr kodlara hassasiyetli bir yaklaşım sergiliyor. Filmin 'aşk' yükünü Ulubatlı Hasan karakterine havale eden senaryo; Fatih Sultan Mehmet'i, "Ya ben İstanbul'u alırım ya İstanbul beni." sözünden hareketle 'gözü fetihten başka bir şey görmeyen' padişah olarak resmediyor. Aslında iyi gibi gözüken bu durum, Fatih'i olduğundan farklı, hatta biraz 'takıntılı' bir şekilde perdeye yansıtıyor. Öte yandan karakter yönüyle elle tutulur bir tek Fatih var. Vezirler, Gülbahar Hatun, İmparator Konstantin ve onun danışmanları dâhil diğerleri karakter değil, 'tip' olarak kalıyor. Filme son 10 dakika giren Akşemseddin tiplemesi ise bir karikatürden öte geçemiyor.

Ulubatlı Hasan ayrı bir bahsi hak ediyor. Fatih'e kılıç kullanmayı öğreten yakın arkadaşı olarak gördüğümüz Ulubatlı Hasan, filmin ilerleyen bölümlerinde birden 'Fatih'in Fedaisi Kara Murat' moduna dönüyor. 'Kahpe Bizans'ın güzel kızı' da top ustası Urban'ın kızı Era oluyor. Bizans demişken, İmparator ve danışmanları da senaryonun diyalog zaafından nasibini alıyor. Maalesef, tarihi filmlerde karakter oluşturma ve diyalog yazma konusunda hâlâ 'Kara Murat'ın çok da ilerisine gidemediğimiz tescil edilmiş oluyor 'Fetih 1453' ile. Filmin diyalogları ve kelime hazinesi tamamıyla günümüzün 'dizi dilinden' besleniyor.

Sözün özü; 'Fetih 1453' bütçe, görsellik ve teknoloji kullanımı açısından tarihî film türünde sinemamız için standartların çok üstünde bir yapım. Senaryo, karakter ve diyaloglar açısından ise hayli sıkıntılı. Öte yandan, Fatih Sultan Mehmet'e saygılı yaklaşımı, dinî referanslara yaptığı özel vurgu ve finalindeki evrensel mesajıyla takdiri hak ediyor. Nihayetinde sadece ismi ve 'tahminî' bütçesiyle bile kendi seyircisine ulaşacak bir yapım.







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)