Mehmet Akif Okur
akademisyen, yazar



2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde, “Hegemonya Yaklaşımları Çerçevesinde Bir Dış Politika aracı olarak İnsan Hakları” başlıklı çalışmasıyla yüksek lisansını, “Hegemonya ve İmparatorluk Tartışmaları Bağlamında Irak Savaşı’nın Politikası” başlıklı teziyle de 2008’de doktorasını tamamladı. 2010 yılında Uluslararası İlişkiler Doçenti ünvanını kazandı.

2009 yılında Erasmus Öğretim Üyesi Hareketliliği Programı Çerçevesinde İtalya’da University of Foggia’da (Universita’ Delgi Studi Di Foggia) lisans üstü düzeyde ders verdi.

2009 yılında Çin’in Şangay şehrindeki Fudan Üniversitesi’ne “Dünya Düzenindeki Değişimler ve Ortadoğu” konulu konferans vermek ve görüşmeler yapmak üzere davet edildi.

Ağustos-Aralık 2010’da Georgia State University, Middle East Institute’de misafir öğretim üyesi olarak Ortadoğu üzerine çalışmalar yaptı.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, Uluslararası İlişkilerde Temel Kavram ve Gelişmeler, Gazi Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Türkçe ve İngilizce dillerinde Uluslararası Politika ve Uluslararası İlişkiler Teorileri derslerini verdi.

Ortadoğu ve Orta Asya Çalışmaları, Amerikan Dış Politikası ve Uluslararası Politik Ekonomi Okur’un temel ilgi alanları arasında yer almaktadır.

Uluslararası bilimsel toplantılarda sunduğu tebliğlerin yanı sıra bilimsel dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

ESERLERİ:

Yeni Çağın Eşiğinden Avrasya’nın Kalbine Bakmak, Tarihten Günümüze Orta Asya’nın jeopolitiği Üzerine Düşünceler, Yesevi Üniversitesi Yayınları, 2011

Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk: Tarihsel Dünya Düzenleri ve Irak’ın İşgali, A kitap, Ankara, 2010

Bostanoğlu, Burcu ve Okur, Mehmet Akif, Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Kuram, Hegemonya, Medeniyetler ve Robert W. Cox, Gazi Kitabevi, Ankara, (2008)






YORUM

IŞİD: Bedeviler şehrin surlarını yıkarken…
Mehmet Akif Okur
Zaman 15 Haziran 2014

Medya ağları aracılığıyla akan haber/yorumlar, binlerce yıldır kim bilir kaç kez bedevileri surları aşarken görmüş şehirlilerin dehşetine benzer ürpertileri zaman tünelinden oturma odalarımıza taşıdı.

Musul’daki konsolosluk baskınıyla nefesini ensemizde hissettiğimiz çatışma atmosferi, önümüze ciddi bir sorular yumağı koymuş vaziyette. Şu an için dikkatimizi işin daha çok acil ve aktüel kısımları çekse de, sebepleri derinlerde yatan, bugünden yarına yok olmayacak meselelerin kapımıza yığıldığını hissediyoruz. Bu yüzden, olan-biteni daha iyi anlamlandırabilmek için objektifimizi uygun bir mesafeye ayarlamaya muhtacız.

İşe, El-Kaide’nin yaşadığı önemli dönüşüm sürecinin altını çizerek başlayabiliriz. Adını, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî varlığını arttırışına paralel biçimde 1990’larda Batı ve daha çok da Amerikan hedeflerine yönelik saldırılarla duyuran El-Kaide, bu evrede belirli bir toprak parçası üzerinde iktidar kurmaya niyetlenmedi. El-Kaide ile mücadelede ABD, birincil olarak kendi üzerinde hissettiği tehdidi bertaraf etmeye çalışırken mızrak ucu rolünü oynamakta, müttefiklerinden de mücadelesini desteklemelerini talep etmekteydi. Irak’tan çekilen ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığını küçültmesine paralel olarak El-Kaide bünyesinde yaşanan lider değişimleri yeni eğilimlere de kıvam kazandırmaya başladı. Irak, El-Kaidesi’nin kurucusu kabul edilen Zerkavi, Felluce’de Usame bin Ladin’in denemediği bir şey yaparak açıktan çatışmaya girmiş ve belirli bir coğrafya üzerinde egemenlik tesisine çalışmıştı. İşgal döneminde militan sayısı 15.000’e kadar çıkan Irak El-Kaidesi, radikal tutumları ve ABD’nin baskısı sebebiyle sünni Araplar arasında istediği etkinliğe ulaşamadı. 2008’e gelindiğinde SAHWA örgütlenmesi etrafında yaklaşık 100.000 sünni Arap milis, El-Kaide’nin karşısında konumlanmıştı. ABD’nin Irak’ı terk ettiği esnada El-Kaide’nin militan sayısının 800’e kadar indiği tahmin ediliyor.

Tüm bu süreç boyunca liderliği değişen, edindiği tecrübeler ışığında kendisini yenilemeye çalışan örgüt, “Irak İslam Devleti” adını aldı ve varlığını korudu. Irak’ta El-Kaide’nin ABD’ye karşı yürüttüğü faaliyetlerle ilgili olarak konumuz bakımından önemli bir noktaya daha işaret etmemiz gerekiyor. Suriye’nin özellikle bugün muhalefetin en kuvvetli olduğu kuzey bölgelerinden Irak’a savaşmak için gelenler, iki coğrafya arasında önemli bir ilişki sistemi kurdular. Suriye’de iç savaş çıktığında El-Kaide bu ağ üzerinden kendisini örgütledi. Irak İslam Devleti’nin lideri olan Ebubekir Bağdadi, Culani’yi El-Kaide’nin Suriye kolu olarak Nusra Cephesi’ni kurması için destekledi. Ancak, daha sonra bu iki örgüt arasında ciddi bir iktidar gerilimi yaşanmaya başladı. Bağdadi, iç savaş şartlarının devlet kurma hedefi bakımından elverişli bir zemin sağladığını gördü. Kendi örgütüne Suriye’de faaliyete geçme emrini verirken, Nusra Cephesi’nden de yeni adıyla Irak-Şam İslam Devleti’ne katılmasını istedi. Bu talebi hem Nusra, hem de merkez El-Kaide’nin liderliğini yapan Zevahiri reddetti. Yaşanan gerilim sırasında IŞİD, kâfir ilan ettiği El-Kaide ile bağlarını kopardı ve Nusra Cephesi ile savaşmaya başladı. IŞİD’in, merkez El-Kaide’nin gelir kaynaklarına, Zevahiri’yi devre dışı bırakarak erişmeyi başarması da aradaki ihtilafın önemli sebepleri arasında gösterilmektedir.

Dünya kamuoyunun kafa kesme videoları ile tanıdığı IŞİD, başta Rakka olmak üzere kontrol ettiği bölgelerde bir gün erişmeyi hedeflediği devlet otoritesi gibi davranabileceği uygun zemini buldu. Okullar, hastaneler vb. işleterek sivil nüfusun daha kolay benimseyeceği bir iktidara dönüşmeye çalışan terör örgütünün görünür başarısının ardında Suriye rejimi ile ilişkilerinin olduğuna dair sık sık dile getirilen iddialar var. Beşşar Esed’in iç savaş sırasında çıkardığı afla salıverdiği El-Kaidecilerden bazıları, bugün IŞİD’in önemli noktalarında yer alıyorlar. Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ne yönelik baskınla serbest kalan Kaide militanları da IŞİD’e katıldılar. IŞİD, ayrıca kontrol altında tuttuğu kuyulardan çıkan petrolü rejime satıyor. Rejimin, diğer muhalif gruplara kıyasla IŞİD’le daha az çatışmaya girdiği yönündeki iddiaları da unutmamalıyız. IŞİD, hem farklı muhalif gruplarla savaşıp Şam’ın düşmanlarını yıprattığı hem de Beşşar Esed’in Batı kamuoylarını hedefleyen korku stratejisinin belkemiğini oluşturduğu gerekçesiyle eleştiriliyor. Rejimin, “ben gidersem IŞİD gelir” tehdidi, Batı müdahalesine kapıları kapattığı gibi muhalefete vaat edilen silah yardımlarını vb. de engelledi.

Suriye’deki gelişmeler ve rejimin özetlemeye çalıştığımız tutumuna ilave olarak yurt dışından muhalefet saflarında savaşmaya gelenlerin % 80 oranında IŞİD’e katıldıklarını bilmekte de yarar var. IŞİD’in bünyesinde Çin ve Kafkasya’dan Avrupa ve Amerika’ya uzanan geniş coğrafyadan gelmiş gönüllüler yer alıyor. Kimileri daha önce savaş deneyimine sahip, motivasyon düzeyi yüksek örgüt mensupları gayet nitelikli askeri techizata da sahipler. Örgüt silahlarını, yağmaladığı askeri depolardan ya da uluslararası silah kaçakçılığı ağları gibi kaynaklardan tedarik ediyor.

Dünya, Suriye’de güçlenen IŞİD’in doğduğu topraklardaki gelişmeleri ne kadar yakından izlediğini Irak seçimleri öncesinde Anbar vilayetinde gerçekleştirdiği saldırılarla fark etti. IŞİD, Felluce ve Ramadi gibi şehirlerde önemli başarılar elde etti. Üstelik örgüt, daha önceki deneyimlerinden ders çıkarmış gözüküyordu. Hakimiyeti altına aldığı bölgelerdeki diğer Sünni gruplarla çatışmadığı gibi, uzlaşma için gerekli tavırlar hususunda da kendi siciline göre hayli ileri sayılabilecek adımlar attı. Maliki yönetiminin Sünnileri sistemin dışına iten politikalarının ve Irak ordusundaki mezhep karakteri baskın yapısal dönüşümün de katkılarıyla 2007-2008’deki SAHWA-Kaide çatışmalarının kanlı hatıralarını bastırabildi. Çok tepki toplayan “uluslararası” çehresini değil de Iraklı yüzünü mümkün olduğunca ön plana alan IŞİD, sisteme yabancılaşan sünni güç odaklarıyla ittifak arayışlarında mesafe kat etti. Nitekim bunun semeresini de seçimlerin Irak’a istikrar getirmeyeceğinin anlaşılmasının ardından Musul’u hedef alarak başlattığı askeri harekat sırasında topladı. 30.000 askerin koruduğu Musul’u 800 militanın nasıl zaptedebildiğini hayretle soran dünya kamuoyu, kısa süre içerisinde eski Baasçıları, aşiretleri ve diğer silahlı grupları kapsayan bir koalisyonun IŞİD’i desteklediğini fark etti. Amerikalıların işgal yılları boyunca arayıp bir türlü yakalayamadıkları, Saddam Hüseyin’in ünlü yardımcısı ve komutanı İzzet İbrahim el-Duri’nin Musul muharebesinde IŞİD’i desteklediği haberleri, karşımızdaki manzaranın muhtemel boyutları hakkında fikir sahibi olmamızı kolaylaştırıyor.

Askeri harekata devam eden IŞİD, çözülen Irak ordusunun ardında bıraktığı boşluğu hızla doldurmaya çalışıyor. Bu esnada Irak’ın içindeki ve etrafındaki aktörler, baş döndürücü gelişmelerle değişen dengelerde kendileri için en avantajlı konumu elde etmek amacıyla hareketlenmeye başladılar. Örneğin, IŞİD’in önünden kaçan Irak ordusu sayesinde Barzani, uzun zamandır Bağdat yönetimiyle ihtilaflı bölgeler üzerinden yaşadığı sorunlara kendi lehine fiilî çözümler üretme imkanını buldu. Peşmerge birlikleri, Irak ordusunun boşalttığı Kerkük’e ve Tuzhurmatu’ya girdi. IŞİD’in Erbil’le çatışmak istemediğini beyan eden açıklamalarını da dikkate aldığımızda, Barzani’nin muhtemel bağımsızlık ilanı sırasında elde tutmak istediği coğrafyanın sınırlarını güvence altına alıp beklemeyi tercih edeceğini düşünmek mümkün. “Bağımsız Kürdistan”a giden yolun hızla temizlendiğini gören Erbil yönetimi, gücünü dağıtarak kendisini bu önemli hedeften uzaklaştıracak, Bağdat’a destek amacıyla IŞİD’le çatışmak gibi hamlelere ise kolay kolay yanaşmayacaktır.

Suriye kolu üzerinden IŞİD’le savaşan PKK da iki ana hedefi gözeterek politikasını belirlemeye çalışıyor. Hem mevcut atmosferden Barzani ile arasını düzeltecek bir ittifak çıkarmak, hem de dünyaya elindeki silahı Batı’nın ve Doğu’nun düşmanlarına karşı kullanan makul bir gerilla örgütü olduğu mesajını vermek istiyor. PKK, tam da uluslararası terör listelerinden çıkmak üzere lobi faaliyeti yürüttüğü şu sıralarda böyle bir imajdan çok fazla istifade edebilir. Bu noktada, seküler karakterinin altını çizerek namlusunu doğrulttuğu düşman, küresel sistem nezdinde PKK’nın silahsızlanmasının “kayıp” olarak görülmesini sağlarsa, Türkiye’de işleyen sürecin de bundan ciddi biçimde etkilenebileceğini kaydetmemiz gerekiyor.

PYD/YPG unsurlarının Rabia sınır kapısına yaptıkları harekat, Suriye iç savaşının diğer aktörlerinin de Irak sahnesine çıkmak için heveskar olduklarını gösteren önemli bir işaret. İran ve desteklediği örgütlerden gelen açıklamaları dikkate aldığımızda manzaranın tamamlandığını fark edeceğiz. Sivilleri silahlandırma kararı alan Maliki yönetimi, İran’ın Suriye’de başarıyla hayata geçirdiği ittifak modeline kapıyı açmış gözüküyor. ABD’nin güçlü baskısıyla karşılaşılmazsa, Hizbullah’ın Irak versiyonu sayabileceğimiz yapıların ve İran Devrim Muhafızları unsurlarının süratle arzı endam edişlerine şahit olabiliriz. İranlı yetkililerin, IŞİD durdurulamaz, Necef ve Kerbela’ya doğru ilerlerse doğrudan bir müdahalede bulunabileceklerine dair beyanlarının altını da çizmemiz lazım. İşaret ettiğimiz muhtemel senaryolar karşısında ABD’nin hangi stratejiyi izleyeceği sorusuna verilecek cevap, özetlemeye çalıştığımız denklemi kuşkusuz derinden etkileyecek önem ve ağırlığa sahip. Ancak, Obama yönetiminden şu ana kadar gelen sinyaller, Beyaz Saray’ın Suriye’deki tutumunu değiştireceğine dair mesajlar taşımıyor. Diğer büyük oyuncu Rusya da, Irak’a Suriye’yi ele aldığı parametrelerle yaklaşacakmış gibi gözüküyor.

Kaos ve çatışma sarkacının Irak’tan Suriye’ye, Suri-ye’den tekrar Irak’a vurarak gerçekleştirdiği salınım, iki ülkedeki yangını birleştirebilecek hıza ulaştı. Kimsenin telaffuz etmek istemediği büyük yangının alevleriyle yüzleşirsek, son on-onbeş yıldır türlü spekülasyonlarla etrafta dolaştırılan yeni haritaların ciddi ciddi gündeme oturduğunu da görebiliriz. Suriye ve Irak’taki gelişmeler, parçalanma tehdidinin en üst düzeyde hissedileceği bir güzergâha doğru ilerliyor. Türkiye’nin, tüm enerjisini, içerideki kutuplaşma ve çekişmelere harcamakta ısrar ettiği müddetçe, Ortadoğu’da kabaran yeni jeopolitik dalganın kazananları safında yer alamayacağını söylemeye gerek bile yok…





HABER

AMERİKAN BELGELERİNDE 12 EYLÜL DARBESİ
14 Şubat 2015

Konuşmacı: Doç. Dr. Mehmet Âkif Okur (Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, Türk Ocakları Merkez Yönetim Kurulu Üyesi)

Tarih: 14 Şubat 2015 - Cumartesi

Saat: 14.00

Yer: Türk Ocakları Genel Merkezi Galip Erdem Salonu Balgat/Ankara







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)