Şükrü Karaca
yazar, şair


DYP ve CHP Genel Başkan Danışmanı



1956 yılında Tokat'ın Reşadiye ilçesi Kabalı Köyü'nde doğdu. Tokat Öğretmen Okulu'nu bitirdi (1974). İlkokul öğretmenliği sırasında Hukuk Fakültesi'nde okudu. Avukatlık yaptı. DYP Eski Genel Başkanı Tansu Çiller ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun danışmanlığını yaptı.

Şiirleri Töre, Doğuş, Kültür ve Sanat, Erguvan, Dolunay ve Türk Yurdu gibi dergilerde yayınladı.

5 Ocak 2014 tarihinde Ankara'da vefat etti.

ESERLERİ:

Şiir:
Ânestü Nârâ
İstanbul 1993, Ötüken Neşriyat

Roman:
Dünyayı Dolduran Kiraz
Ankara 1990, Vadi Yayınları




HAKKINDA YAZILANLAR

Şükrü Karaca Hakkında

1991 yılında Diyanet Vakfı Dış İlişkiler uzmanı, Diyanet'in Hz. Muhammed'e sevgiyi anlatan dal olan na't yarışması ikincisi, Allah aşkını anlatan şiir dalı olan münacaat yarışması birincisi... Stratejist, şair, yazar, avukat. Kendisiyle pek anlaşamasa da 1994 yılında çalışmaya başladığı Çiller'e danışmanlık günleriyle hafızalara kazındı. DYP'de Mehmet Ağar, ANAP'ta Erkan Mumcu ile çalıştı. 1999'da DYP Ankara Milletvekili adayı oldu.

Başbakan Erdoğan'ın teknik kadrosunu yakından tanıyor, çoğuyla da eski dost, hatta ağabeyi konumunda... Bir yıldır Kılıçdaroğlu ile siyasi danışman olarak bire bir çalışıyor.

İlginizi çekerse Şükrü Karaca'nın kadim dostu merhum Elçibey'in zor günlerinde Nahçıvan'ı ziyaretinde okuduğu 'Yemen Türküsü'nü 'Elçibey Yemen Türküsü' yotube'ta izleyebilirsiniz.




HABER

Kılıçdaroğlu'nun A takımında 3 danışman
9 Ocak 2013

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun üç önemli danışmanı: Veli Özdemir, Rasim Bölücek, Şükrü Karaca...




HABER

Karaca: Mansur Yavaş Ankara'ya hayırlı olsun
15 Aralık 2013

Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı Şükrü karaca twitter hesabından CHP’nin Ankara adayı hakkında ilginç bir mesaj paylaştı.

Şükrü Karaca twitter’dan paylaştığı mesajında “Değerli dostum güzel halk adamı Mansur Yavaş Ankara'ya hayırlı olsun” dedi.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun en yakınındaki isimlerden biri olan Karaca’nın attığı bu mesaj, CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına Mansur Yavaş’ı aday göstereceği şeklinde yorumlandı.





ŞÜKRÜ KARACA'NIN ŞİİRİ

NAAT

Çöl bir gül mekânıydı, gül mevsimindeydi o gece
Açmıştı tek gülünü güllerin sultanı Âmine.


Koptu kırk yerinden rüyaları müşriklerin
Şaşırdı Ebu Bekir çoğalan sürülerine.

Âmine’nin kucağındaydı işte Efendisi
Bekliyordu bir süt denizi gibi Halîme.


Kapıları muştulardı güvercin;
“kalk ey Muttalip uyan!”
Hamza’nın kılıcı ayaklandı Hamza’dan önce.


Akıl bir şehre hiç böyle uğramamıştır
Sorular şehridir artık bir uçtan bir uca Mekke.


Ellerinde aşk sancağı yağdı melekler
Ve bir düğün evi gibi şenlikli Kâbe.

Doğdu işte, doğdu adı doğmadan konan
O’na dönsün sırt çeviren ateşe.

En soylu taylarına hazırlandı küheylânlar
Civanlar şehadet libasın biçtirdi bile.

Uyan ey Mekke uyan, sar Beytullah’ı
Bildiğin ne varsa unut ve bekle!

II

Cebrâil

Efil efil esen bir cennet rüzgârı
“İşte bu!” dedi.
“Bu sabî”
Ardından
Bulutları dağıtan bir uğultu
Melekler bir ağızdan
“İşte bu”, dediler birbirlerine,
“İşte doğdu!”


Ölüler bir daha hayıflandılar
Yeryüzünün bütün ölüleri.

Bir el usulca okşadı köleleri
Döküldü sırtlarından kabuklar
O günün garib sevinciyle
O günkü güneşin doğduğu yere
İşaret koydular
Kendilerince
Köleler, yetimler ve çocuklar.


Âmine
Doğan güne karşı tuttu çocuğu
Dünya kabaran bir gül tomurcuğu
Çocuk ne yana baksa, Mikail orda kurar sofrasını
Meyveye duracak ağaçlar filizlenir
Ardarda güzelleşir Mekke’nin bebekleri
Mekke’nin bu nazardan emîn bebekleri
Çocuk ne yana baksa o yana bakar Azrail
Eskilerin toprağa dökülür gözleri
Eskiler bilinen eskiler değil
Cebrail, Âmine’den aldı çocuğu
Gözlerine baktı
İki deniz birbirine aktı ve buluştu
Cebrâil nerdeyse tutuşacaktı
“Muhammed!” dedi
“Muhammed, Muhammed, Muhammed’sin sen!”
Melekler tek ağız, tek beden
Sallallâhü Aleyhi Vesellem
Sallallâhü Aleyhi Vesellem!


III

Senin hiç gülün oldu mu Hıra Dağı
Pınarın suyun oldu mu
Kucağın hiç böyle nurlu muydu Hıra Dağı
Hiç böyle titredin mi derinden
Hiç üşüdün mü
Kalbin hiç böyle durdu mu?
Ey dağların bilgesi,
Olmazları unut,
Unut şimdi bütün bildiklerini.


Mekke uyuyor musun?
Başına devlet kondu, sen uyuyor musun?
Talihin başa döndü, sen uyuyor musun?
Tomurcuk güle döndü, Hıra bir misk ambarı
Üstüne açılırken kelâmın kapıları
Mekke uyuyor musun?


Hıra
Bezm-i Elest’ten hâtıra
Bir dost sofrası
Rüyaların söylediği visâl yeri burası
Akıllara sığmayan rüyaların
Üç yıldır Muhammed’i sınayan rüyaların.

IV

Hakikat eşiğinde beklenmiyor
Gel ey Dost!
Hasretinin Hıra bile çekemiyor
Seni ister istemeyi bilenler
Gel ki can bulsun tenler, gel ey Dost!
Sen isimsiz yârisin Muhammed’in
Hem dilisin cânısın Muhammed’in
Bir işaret vermeye gel
Yalnız adını öğretmeye gel ey Dost!


Ve Hıra
Titredi ayağınını altında Mustafa’sın
Dünya eşini görmedi o ânın
Ve İKRA!
Ve korku
Ve şüphe ve belâ
Muhammed durdu:
“Okuma bilmem!”
Bir vahiy rüzgârı sardı belinden
Sardı Cebrâil
Sevgiliye fısıldadı yeniden;

“OKU!”
Ve Muhammed okudu.
“Bism-i rabbikelleziy halak
Halakal’insânee min alak.”


Doğruldu örtüler altından
Ve söz tahdından okudu Nebî
Ve Hatice
Ve Zeyd
Ve Ali
Şâdman
Çıktılar Mekke’nin vahşî karanlığından
Çıktılar önlerinde şahlık cemâli.


Ve söz tahtından okudu Nebî
Dinledi Ebu Bekir
Dinledi şâhitler şâhidi
Dedi ki, kabûlüm
Resûl’üm, Efendi’m, Sevgili’m!
Gözüm aldatır beni sen aldatmazsın.


Sıddık oracıkta gösterdi hünerini.


V

Artık söz tahtından söylüyordu O
Yüzünü bu sözle yudu ay da güneş de.


Söz pehlivanlarının attan düşürdü bu söz
Zehirli meyveler yenir şimdi Kureyş’te.

Dürelim defterini dâr-ı dünyanın dendi
Hak yolun delileri girdiler bu sergüzeşte.

Yetiş ve tut ey Hamza kapısını Kâbe’nin
Kim senin bileğini bükecek bu güreşte.

Bu emanetler senin aç kapıları Rıdvan
Aşk en çetin usûllerle sınanıyor ateşte.

Boşa geçti bülbüler boşa geçti ömrünüz
Nebîler makamından okuyor Bilâl işte.

Dostun selâmı gelmiş şen olmuş dostun bağı
Melekler seyrangâhı bu gül ve bu güldeste.


VI

Aşk vardı
Ve Cebrail bile ağyardı
Çıktılar âlemin sır kapısından.


Mescid-ül Harâm
Mescid-i Aksâ
Gece Yürüyene iki konaktı.


Aşk vardı
Ve söze dökülse arzu
Âlemler ardarda tutuşacaktı.
Çıktılar âlemin sır kapısından
Bir melek
Ve melekler nebisi insan
Mârifet tâcını giydiren aşktı
Burak
Sevgiliden küçük bir ihsân.


Düşünceden bile hızlıydı Burak
Yine derin uykulardaydı Mekke
Derin uykularda devrilen bardak.


Bu gece güller incitilmesin
Bu gece yalnızca İsrâ’ya adak
Bu gece güller incitilmesin.


Yolcuyu melekler hazırlasınlar
Ne bir toz zerresi, ne çölden bir kum
Yolcuyu melekler hazırlasınlar.

Bilginin ardında ne bilgiler var
Zaman çökertilir olduğu yere
Menzil eşiğine varır yolcular
Her şeyin “ol!” emri aldığı yere.


Aşk vardı
Ve Cebrali bile ağyardı
Ve Rab maksadını hâsıl kıldı
Zâtını maksûda vâsıl kıldı
Aşk vardı
Aşıklar vardı
Gayrısı yoktu
Nûr vardı
Artık nûrun aynı yoktu
Apaçıktı işte sırr-ı İlâhi
Ve sırrın perdesi, kapısı yoktu.


VII

Ey kendi çölünde kör-topal giden
Bedir kervanına geç kalmışsın sen

Geçmez bu pazarda kelimelerin
Gün bile şavkını O’ndan alırken.

Gördüğün perdedir boşa döğünme
Ne anlarsın o sarhoşluk, o zevkten.

Kime seslenirsin “cânâ” diyerek
Çıkıp bir Uhud’a cândan geçmeden.

Kusvâ’nın dahi bir ikbâl tâcı var,
Hayaline sığmaz o sây, o semen.

Git yolunu süpür kirpiklerinle
Bir hoşnutluk devşir sahi köleysen.




Şiirde geçen bazı kelimeler

Müşrik: Bir Allah’ı inkâr eden, şirk koşan
Muştu: Müjde
Şirk: En büyük günah olan Allah’a bir ortak kabul etmek
Küheylân: Cins Arap atı
Civan: Genç
Libas: Elbise
Sabî: Günah, sevap yaşına ermemiş çoçuk
Bezm-i Elest: Ezelde ruhların Allah’la ahitleştiği meclis
Visâl: Kavuşma
İkra: Oku
Bism-i rabbikelleziy halak: Yaratan Rabbinin adıyla
Halakal’insane min alak: O (Allah), insanı alaktan yarattı
Şâdman: Şaduman. sevinçli, neşeli
Cemal: Güzellik, yüz güzelliği
Dâr: Ev
Sergüzeşt: Bir kimsenin başından geçen hâl ve olaylar
Seyrangâh: Seyran yeri, gezi
Ağyâr: Yabancılar, başkaları
Marifet: Bilme, ustalık
İhsan: İyilik
İsrâ: Gece Yolculuğu
Menzil: İnilen yer, ev
Maksûd: İstenilen şey
Vâsıl kılmak: Ulaşmak
Şavk: Işık
Kusvâ: Nihayet, uç, nokta
İkbâl: Baht açıklığı
Sây: Çalışma
Semen: Kıymet
Devşir: Topla




VEFAT-HABER

Kılıçdaroğlu'nun danışmanı Şükrü Karaca vefat etti
5 Ocak 2014

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun danışmanı Şükrü Karaca hayatını kaybetti.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun danışmanlarından Şükrü Karaca vefa etti. Gece kalp krizi geçirmesi nedeniyle Dikmen’de bulunan 29 Mayıs Hastanesi’ne kaldırılan Karaca tüm müdahalelere rağmen kurtarılmadı.

SABIR DİLİYORUM

CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı da Twitter’dan “Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu’nun siyasi danışmanı Şükrü Karaca’nın ani ölüm haberini aldım. Kendisine rahmet yakınlarına sabır diliyorum” diye yazdı.



HABER

Şükrü Karaca Gölbaşı'nda defnedildi
Hürriyet 6 Ocak 2014

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Danışmanı Şükrü Karaca, son yolculuğunda adeta iktidarla muhalefeti bir araya getirdi. Cenazesinde CHP yönetiminin yanı sıra Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, eski Bakan, MHP Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Meral Akşener, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, DP Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez dikkat çeken isimler arasında yer aldı.

Cenazede eski, yeni sağcı, solcu, ülkücü siyasetçiler, milletvekilleri, bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler hazır bulundu. Karaca’yı tanıyan herkesin sözleşmişçesine söylediği bir cümle vardı: “Çok temiz, çok iyi bir insandı.”

Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı ve Ak Parti Milletvekili Yalçın Akdoğan, Ak Parti Kayseri Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Sülayman Soylu, Ak Parti Milletvekili ve Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ilk göze çarpan isimler oldu. MHP Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Meral Akşener, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici de ülkücü camianın temsilcileri olarak dikkat çekti. DYP eski yöneticisi ve bakan, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez; Çiller’in özel kalem müdürü, danışmanı olan daha sonra Ak Parti’den milletvekili seçilip istifa eden Feyzi İşbaşaran da Şükrü Karaca’yı uğurlamaya gelen isimler arasındaydı.




HAKKINDA YAZILANLAR

Dünyayı Dolduran Hüzün: Şükrü Karaca
Mahmut Çetin
7 Ocak 2014

1.Mezar taşlarımız fetih nişanımızdır!

Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Ali Semerkandi, Ahi Şerafettin, Ahi Mesut, Akı Şemsettin… Ankara’da Ahilik’in izleri derin…

Akı yani Ahi… Evet Akşemsettin bir ahi… Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi, Fatih’in hocası Akşemsettin. Akşemsettin, Göynük’te medfun.

Abdurrahim Karakoç, Bağlum’a Abdülhakim Arvasi’nin yanına defnedildi. Nevzat Kösoğlu’nun Gölbaşı’na gömüleceğini duyunca, Gölbaşı’nın tıpkı Bağlum gibi yeniden vatanlaştığını hissetmiştim. Şükrü Karaca da Gölbaşı’na defnedildi. Gölbaşı, Nevzat Kösoğlu ve Şükrü Karaca ile yeniden bir anlam kazanıyor.

Çok şükür ki, biz Vehhabi değiliz! Ölenlerimizin içinde kıyameti beklediği bir mekandır kabirler. Büyüklerimizin mezar taşlarının ayrı bir önemi var. Büyüklerimizin mezar taşları, bizim için ‘fetih nişanı’dır. Bu yüzden Enver Paşa’nın Tacikistan’dan ve Esat Coşan’nın Avusturalya’dan getirilmesine karşıydım.

Hacı Bayram-ı Veli ve Ahi Şerafeddin Altındağ’ın, Ulus’un, Şeyh Ali Semerkandi Kızılcahamam’ın ve Çamlıdere’nin, Ahi Mesut Etimesgut’un, Bağlıca’nın, Akşemsettin Göynük’ün fetih nişanları’dır. İstanbul’un fethine gelen Eyüp Sultan Eba Eyyüb El Ensari’nin de içinde olduğu İslam Ordusu, İstanbul’u fethe giderken Ankara’yı da fethedir. Ankara Kalesi’nin fethinde 400 sahabe şehidimiz var. Sahabe kabirleri, fetih nişanları’dır. Onların izinde olanlara selam olsun.

Şükrü Karaca’nın vefatı bana, ortak paydaları olan insanların ölümünü hatırlattı. Ahmet Arvasi, Muhsin Yazıcıoğlu, Ömer Lütfi Mete, Olcay Yazıcı ve Şenol Özbek… Hepsinin ölümünden sonra, “Daha son sözlerini söylememişti” diye bir kanaat oluşmuştu yüreğimde.

Zamanın bir ruhu var. O ruhun kendi seyrini tamamlaması gerekiyor. Sanki bu isimlerin bir acelesi vardı. Zaten zamanın dışında yaşıyorlardı. Zamanın ruhuna inat, zamanın ötesinden bize bir şeyler hatırlatıp alel acele gittiler, gidiyorlar bire birer…

Şükrü Karaca’yla 1980’den sonra Doğuş Edebiyat’ın Ankara’daki yazıhanesinde tanışmıştım. Doğuş Edebiyat; Alper Aksoy’un yönetiminde Ocak Yayınları tarafından neşrediliyordu. Mekanın müdavimleri şairler yazarlar… Abdurrahim Karakoç, Bahaeddin Karakoç, Bayram Bilge Tokel, Ali Akbaş, Nihat Genç…

Sonra ben İstanbul’a geldim. İstanbul’da da ortak mekanlarımız vardı. Birkaç defa İLESAM’ın Koca Sinan Paşa Medresesi’ndeki eski mekanında, Türk Ocağı’nda konuştuk. İLESAM’da konuştuğumuz zaman daha Hilmi Oflaz hayattaydı. Demek ki, 10 yılı geçmiş.

TGRT’de çalıştığım süreçte kardeşi Zeki Karaca yöneticimiz oldu. Zeki Karaca, Mustafa Odabaşı ve Fikri Uysal’la ‘Şükrü Abi’nin kulaklarını bol bol çınlatırdık. Şükrü Abi sohbetlerimizin motiflerinden biriydi.

2.Siyasetin derin adamı: Tansu Çiller’in danışmanı

Şükrü Karaca, Mümtazer Türköne ve Hüseyin Kocabıyık’la birlikte 1990’lı yıllarda Tansu Çiller’in danışmanı oldu. Tansu Çiller’in danışmanı olmak, tabiyatıyla Alparslan Türkeş irtibatının bir sonucuydu.

Alparslan Türkeş, TSK bünyesinde konuşlanan ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin kaotik anlayışına karşı devlet otoritesini sağlayacak çözümler arıyordu. ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’, PKK karşısında düzenli orduyu açık hedef haline getirmiş, Türkiye’nin bölünmesini emperyalizmin insafına bırakmıştı. Türkeş, Özel Harekat Dairesi’yle terörle mücadele edilmesi için Tansu Çiller’i ikna etti. Meral Akşener, Mehmet Ağar, Ünal Erkan ve Bekir Aksoy bu gerekçeyle Tansu Çiller’in etrafında bulundu.

Terörle mücadele eden Özel Harekat’ın silah ihtiyacı bile düzenli bütçeden karşılanmıyordu. Abdullah Çatlı, bu bütçeyi işadamlarından gönüllülük esasına göre tedarik ediyordu.

Susurluk Katliamı; ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin Türkeş’in rotasını çizdiği Terörle Mücadele Perspektifi’ne karşı bir operasyonuydu.

Şükrü Karaca’nın Ebulfeyz Elçibey’in sırdaşı olması, onunla ‘Burası Muş’tur’ Youtube resitali vermesi, Türkeş bağlantısının bir sonucuydu.

Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in avukatı olması, sadece hemşehrilik bağlantısından kaynaklanmıyordu.

Karaca’nın siyasi arayışları MHP çıkışlı olmak, Tansu Çiller danışmanlığı ve Kılıçdaroğlu danışmanlığı ile sınırlı değil. Erkan Mumcu döneminde ANAP danışmanlığı ve Ak Parti milletvekili aday adaylığı da bilinmesi gerekenler.

3.Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olarak Şükrü Karaca

1990’lı yıllar… Bizim gibiler Kuzey Irak’ın varlığını tahammül edemezken, Şükrü Karaca bizim tavrımıza sabırla ve tebessümle cevap veriyordu.

Televizyonda Şükrü Karaca’nın cenaze haberi verilirken, Dikmen’deki 29 Mayıs Hastanesi önünde şair Ali Akbaş’ı ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’u görüyorum.

Ali Akbaş, Haluk Koç, Şükrü Karaca ve Kemal Kılıçdaroğlu isimlerini yan yana düşünmeye çalışıyorum. Sonra yanlarına Mansur Yavaş ismini getiriyorum. Bu işte ters giden bir şeyler var.

Bir yanda Şükrü Karaca ile CHP’yi yanyana düşünmenin zorluğu.

Öbür yanda Sağ siyasetteki tıkanmaları düşünüyorum… Nazlı Ilıcak’ın 30 yıldır yazar-yorumcu, Abdülkadir Aksu’nun, Tunca Toskay’ın, Melih Gökçek’in 40 yıldır siyasetçi olduğu bir düzeni nasıl kabul edeceğiz?

İnsanların özel hayatını kasetlemek, pornoculuk değil mi?
Yolsuzluk’un çözümü ‘siyasetin finansmanı sorunu’nu çözümlemek iken iktidar ve muhalefet niçin susuyor?
‘Paralel Devlet’ tezgahlarına, bütün cemaatlerin insan iradesini yok eden teamüllerine nasıl tahammül edeceğiz?

Şükrü Karaca bu tıkanma sürecinde Kılıçdaroğlu danışmanlığı ile zıtların bileşimini deniyor.

Kılıçdaroğlu’nun Tuncelili hemşehrisi Ferhat Tunç; twitter mesajı atıyor: “Azerbaycan’lı Ebulfeyz Elçibey’in arkadaşı, Tansu Çiller’in akıl hocası ve ardından CHP’li Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığına uzanan bir hayat!”

TİKKO muhibbi, PKK’nın cephe işbirlikçisi, BDP üyesi Ferhat Tunç’un teşhisi doğru.

Şükrü Karaca, temayülleri sarsıyor. Zıtların bileşimi, diyalektik bir yöntem. Yani tekellüm. İmamı Gazali, Muhittin Arabi, İmamı Rabbani ve Said Nursi bu yöntemi kullanıyor.

Demokrasinin tıkandığı düzlemde komitacı tavrın devreye girmesi kaçınılmazdı. Şükrü Karaca’nın Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığını kabulü komitacı bir tavırdı. Mansur Yavaş’ın adaylığının tartışıldığı zeminde twit atmak, komitacı bir tavır. Bir twit bazen parti içi seçim oyunlarını bozar. CHP’de de öyle oldu. Bir twit, ortalığı karıştırdı.

Şükrü Karaca, demokrasinin önünü açmak için uğraşıyordu ama tabii ki komitacıydı.

“Mansur Yavaş, Ankara’ya hayırlı olsun!” Şükrü Karaca’nın tıkanan Sağ ve Sol mekanizmalara karşı son golüydü.

4.Sakarya Çay Ocağı’dan İstanbul Türk Ocağı’na bir sohbet geleneği

Sakaya Çay Ocağı, 1980’li yılların Ankarası’nın sosyal tarihinde önemli bir odak noktasıdır. Sakaya Çay Ocağı, savrulmuşların toplanma yeriydi. Dönem İslamcılık’ın gelişme dönemidir. Ülkücülük, 12 Eylül 1980’ün ağır travmasını yaşamaktadır. Fakat ilginçtir o süreçteki Ülkücülük, umulmayacak şekilde diridir.

Ankara’da Sakaya Çay Ocağı, bildiğimiz sıradan bir çay ocağı. İstanbul’da İLESAM, Yazarlar Birliği ve Türk Ocağı, etkinlikleriyle değil ama ‘çay ocağı hizmetleri’yle kültür hayatımıza katkı sağladı. Bu ‘çay ocağı hizmetleri’nin işlevini küçümsemiyor, önemsiyorum. Bu mekanlarda Marmara’dan Küllük’ten gelen bir gelenek yeniden yaşama zemini buldu. Hilmi Oflaz, Mehmed Niyazi ve Yurdakul Dağoğlu’nun riyasetinde Turgut Özal transformasyonunun rehabilite edebildik.

Şükrü Karaca sohbet mekanlarıyla özdeş bir karakterdi. Ülkücü ve İslamcı geleneğin genç kadroları, Karaca’nın dostluk halkası içindeydi. Ülkücü ve İslamcı geleneğin kaygılarını, ütopyalarını, zaaflarını biliyordu çünkü bunların bir kısmını kendisi de yaşıyordu.

Şükrü Karaca’nın İstanbul’daki benzeri Osman Bostan’dır. İlginçtir, Osman Bostan da DYP Genel Başkanlığı döneminde Mehmet Ağar’ın danışmanıdır. Evet Osman Abi’yi görmem lazım, dinlemem lazım.

5.‘Ânestü Nârâ’: Bir ateşe yakınlaştım!

‘Ânestü Nârâ’, Şükrü Karaca’nın Ötüken’den çıkan şiir kitabının adı… Sosyolog Ahmet İnam’ın Ânestü nârâ yorumunu okuyorum: “Bir ateşe yakınlaştım. Hz. Musa’nın Tur dağında ilâhi ışığı ateş sandığında söylediği sözdür ânestü nârâ. Yanar ve ânestü nârâ dersiniz. Yanmanız bitmemiştir çünkü. Yandıkça ateşe yakınlaşırsınız. Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır. Ateşin üstünde durmaktır. Murâdına ermek, sürekli aramayı gerektirir. Murâdınıza erdikçe muradınıza eremezsiniz.”

Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır

“Dön diyorsun
Nasıl yüzyüze geliriz, yüzsüzler şahıyım ben
Hadd-i müntehadayım, bir kıyl ü kal içindeyim
Hiç bir yerde tarifim yok sanki muhal içindeyim
Büzüldükçe üzerime kurar çadırını korku
Söyle neyim
Yakup muyum
Yusuf muyum
Kuyu mu?” (Münacât)

6.Hatime: ülkesizlik korkusu

Biz Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan dedelerin son torunlarıyız. Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkasya’dan kopup vatana sığınmak nedir? Kim nerden bilecek? Bizden sonrakilere bu acıların bir şeyler ifade etmesi çok zor. İliklerimize kadar yaşadığımız korku, ‘ülkesizlik korkusu’dur. Ayağımızın altından toprağın kaymasına, değerlerimizin yok edilmesine itiraz etmeliyiz. Yeni çöküşün adı ‘epistemik çöküş.’ Bir nevi nihilizm ve şizofreni. Beral Madra’nın müthiş tanımıyla, “nihilist ve şizofren insan bir ülkesizlik (deterritorialisation) yaşamaktadır”(Gösteri Eylül 1993). Oysa vatanımız bizim canımızdır, sevgilimizdir. Evet Şükrü Karaca, ‘Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır.’

Kaba softanın Şükrü Karaca’nın vefatıyla, Kılıçdaroğlu danışmanlığı arasında kuracağı bağlantıyı kabul etmem mümkün değil. Karaca, CHP’ye bir değerler manzumesi götürüyor, kendilik bilgisini sunuyor. Dünyevi çıkar için, ihale için, ikbal için orada değil.

‘Zaman çökertilir olduğu yere.’ Her ölüm erken ölümdür. ‘Menzil eşiğine varır yolcular.’ Kaderin hükmü karşısında söyleyecek bir sözümüz olabilir mi? ‘Her şeyin ‘ol!’ emri aldığı yere’ gidilecektir elbette.

‘Ne bir toz zerresi, ne çölden bir kum/ Yolcuyu melekler hazırlasınlar’

Mekanın cennet olsun ‘Şükrü Abi’…





HABER

Şükrü Karaca için Anma Toplantısı
3 Ocak 2015

Şair Yazar Şükrü Karaca için vefatının 1. yıldönümünde Avrasya Yazarlar Birliği ve Ahmet Tahir Erdem tarafından organize edilen bir program düzenlendi. Törene ailesi, sevenleri ve yakınları katıldı.

3 Ocak 2015 tarihinde Ankara’da, Kurtuba Kitap&Kahve’nin etkinlik salonunda yapılan “Anma” için sosyal medyada yayınlanan davet metni şöyle:

”Şükrü Karaca Ağabeyimizi, ebediyete irtihalinin ilk sene-i devriyesinde rahmetle anmak için bir araya geliyoruz. Tüm sevenleri ve dostlarıyla beraber olabilmek dileğiyle.”

Anma etkinliğinde Lütfi Şahsuvaroğlu ve Bayram Bilge Tokel konuştu. Sıtkı Canay, Karaca için yazdığı şiiri okudu. Törende Karaca'nın Nat'ı sesledirildi.




HAKKINDA YAZILANLAR

Soğuktu ve Ankara’ydı
Mahmut Çetin

1.Kelimeler ve insanlar

Mina Urgan’ın ‘Bir Dinozorun Anıları’ kitabını yıllar sonra yeniden okuyorum. ‘Dinozor’ kelimesini duyunca bizim kuşağın aklına genel olarak değişime direnen ihtiyarlar ve hususen Mina Urgan gelir.

Söz ağızdan çıkar. Ama kelimeler böyledir, insana yapışır kalır. Çaresi yok.

İnsanın kendisiyle anılan kelimesinin olması ilginç bir şey. ‘Üçgen’ kelimesini Atatürk, ‘olanak’ı Bülent Ecevit bulmuştu.

Mina Urgan; ‘minnet’ kelimesi yerine kullanılan ‘gönül borcu’ tamlamasını Akşit Göktürk’ün bulduğunu söyler. Ama biz Mina Urgan’ı hep ‘dinazor’ olarak hatırlayacağız.

2.‘Ânestü Nârâ’, ‘Bir ateşe yakınlaştım’

Geçen hafta periyodik Kur’an okumalarım sırasında tanıdık bir kelimeye rastladım: ‘Ânestü Nârâ’… ‘Ânestü Nârâ’ tamlamasını dilimize kazandıran şiir kitabına bu ismi vererek Şükrü Karaca oldu.

‘Ânestü Nârâ’, ‘Bir ateşe yakınlaştım’ demek.

‘Ânestü Nârâ’, Şükrü Karaca’nın şiir kitabının adı…

Sosyolog Ahmet İnam’ın ‘Ânestü Nârâ’yorumunu okuyorum: “Bir ateşe yakınlaştım. Hz. Musa’nın Tur dağında ilâhi ışığı ateş sandığında söylediği sözdür ânestü nârâ. Yanar ve ânestü nârâ dersiniz. Yanmanız bitmemiştir çünkü. Yandıkça ateşe yakınlaşırsınız. Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır. Ateşin üstünde durmaktır. Murâdına ermek, sürekli aramayı gerektirir. Murâdınıza erdikçe muradınıza eremezsiniz.”

Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır

“Dön diyorsun
Nasıl yüzyüze geliriz, yüzsüzler şahıyım ben
Hadd-i müntehadayım, bir kıyl ü kal içindeyim
Hiç bir yerde tarifim yok sanki muhal içindeyim
Büzüldükçe üzerime kurar çadırını korku
Söyle neyim
Yakup muyum
Yusuf muyum
Kuyu mu?” (Münacât)

İnsanın Kur’an ayetleriyle hatırlanması elbette güzel.

Neml Suresi’nde ‘Anestü Nara’ kelimesi gelince elbette Şükrü Karaca’yı hatırladım. Ertesi gün Şükrü Karaca’nın kardeşi Zeki Karaca aradı. Karaca için yapılacak Anma Gecesi’ni haber verdi.

3.Kurtuba’da Şükrü Karaca Anma Gecesi

Anma niyetiyle Ankara’nın sivil oturma mekanlarından Kurtuba’ya gittim. Anma Kurtuba’nın alt katında. Mekan kalabalıktı. Girişte boş bulduğum bir yere oturdum. Gözlerim Zeki Karaca’yı arıyor. Ne de olsa Ankara’nın acemisiyiz. Biraz sonra eski dostlardan Fikri Uysal geldi. Uysal benim ‘Kab bin Züheyr’ senaryomu filme çeken adamlardan. Uysal yanımda oturan genci tanıştırdı. “Bu genç Zeki Karaca’nın oğlu” dedi. Babasını ararken yanımda oğlunu buluyorum.

Doğuş Edebiyat’tan Ahmet Arslan’ı görüyorum… ‘Sağın Düşünme Zamanı’ kitabının yazarı. Sağ ve düşünme, Sağ ve sanat, bir araya zor gelen kelimeler. Bizimkiler beton’u ve vasat adamı çok sever. Sağ aydın ise devlet memurudur. Kalemiyle geçinemeyen devletten beslenen adamdır. Özgürlük olmayınca ortaya kültür ve sanat adına bu kadar verim çıkıyor.

Türk Yurdu dergisinde Yücel Hacaloğlu Ağabey’le Sağ’ın durumunu konuşuyoruz. Söz dönüp dolaşım Sağ kuruluşların işlevsiz yapısına ortaya çıkıyor. Yücel Abi’nin sözlerinden dava adamlığının, cumartesi günleri, boş vakitlerde yapılacak bir iş olmadığını anlıyorum.

Anma gecesinde Dr.Hayati Bice’yle karşılaşıyoruz. Hayati Abi’yi görünce Hoca Ahmet Yesevi ve tasavvuf damarını hatırlarım. Bice, “Ankara memur şehridir. Hafta için bir şey olmaz. Hafta sonu bir hareket görülür” diyor.

4.Sıtkı Caney’in Şükrü Karaca şiiri

Şükrü Karaca Anma Gecesi’nde Sıtkı Caney, Şükrü Karaca’nın ardından yazdığı şiirini okuyor.

Görüntüler sinevizyonda akıyor. Şükrü Karaca Yemen Türküsü’nü söylerken Ebulfez Elçibey gözyaşlarını siliyor.

Türkü dostu Şükrü Karaca’yla şiirde geçin ‘heyheylenmek’ kelimesi birbiriyle örtüşüyor.

Sıtkı Caney’in şiiri şöyle:

Ah Canım Ağabeyim Şükrü Karaca

Sade kahven gibi şimdi gönlümün sade acısı, hey, hey
Sen ne güzel heyheylenirdin bu dünyaya güzel ağabey
Ne güzel götürürdün bizi bir türküyle ta Yemen’e
Sendeydi yiğit yanı, çocuk yanı hepimizin
Biz bize ağlardık kime ne
Öyle coşkulu, öyle yürekten, öyle hazin

Şimdi her gün, “Dünyayı Dolduran Kiraz” gibi bir roman, hey, hey
Şimdi karakışta saklı duran bir yaz gibi dağlar duman hey, hey
Ayrılık mı ölüm mü bizi böyle vuran, hangisi daha yaman, hey, hey
Söyleyememem artık o türküyü sen olmadan, can bulmadan, ağabey

Sen olmadan nasıl okunur şimdi “Anestü Nara”
Sen olmadan nasıl yaslanır yürek hangi çınara
Konuşsak kelimeler paslanır
Sussak bir derin yara

Şimdi ne “Sarı Yıldız” türküsü ne “Akşam Olur Karanlığa Kalırsın”
Ne demli çayından son bir yudum
Ne sigarandan son bir nefes alırsın
Ne de riyasız bir gülüşle dalarsın çok uzaklara
Şimdi sen olmadan nasıl katarız her şeyi
Uçsuz bucaksız bir efkâra
Yine harçlıksız kaldık
Yine yüzümüz kara

O kötü adamlar hayatı bağlamışken haraca
Hayta çocuklarıydık biz öğrettiğin iyiliklerin
Ah Canım Ağabeyim Şükrü Karaca
Bu yara kapanmaz, bu yara öyle derin

Sade kahven gibi şimdi gönlümün sade acısı, hey, hey
Sen ne güzel heyheylenirdin bu dünyaya güzel ağabey
Ne güzel götürürdün bizi bir türküyle ta Yemen’e
Sendeydi yiğit yanı, çocuk yanı hepimizin
Biz bize ağlardık kime ne
Öyle coşkulu, öyle yürekten, öyle hazin

5.Lütfi Şahsuvaroğlu’nun siyaset yorumları

TRT Müzik kanalında ‘Bozkırın Nefesleri’ programını yapan Bayram Bilge Tokel, uzun konuşmasında Şükrü Karaca’yı anlatıyor.

Lütfi Şahsuvaroğlu, Şükrü Karaca’yı anlatanlardan biriydi.

Şahsuvaroğlu, Şükrü Karaca’nın Mansur Yavaş’ı CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Adaylığı’na taşıdığını söyledi.

Şahsuvaroğlu, mevcut siyasi yapıları eleştirdi: “Siyasette liderler bile figürdür. Siyasette esaslı değişiklikler yapmak mümkün olmuyor. Bütün siyasi partilerin mutfağı bizim arkadaşlarla doludur. Şükrü Karaca da bu mutfakta yer alan insanlardan biriydi. Hepimiz değişik siyasi yapılar içinde yer alıyorduk. Akşamları Harput Kıraathanesi’nde bir araya geliyorduk. Bir gün bir araya gelip kendi siyasetimizi niçin oluşturamıyoruz diye konuşurduk.”

6.Hatime: Mü’mine cennet yaraşır

Şahsuvaroğlu’nun “Şükrü Karaca’yı, Ömer Lütfi Mete’yi özlüyorum” cümlesi anlamlıydı.

Evet özlemek… Ölmek, sevdiklerimizden ayrılmak demek. Yoksa gideceğimiz ahiret yurdu asıl mekanımız. Mü’minin asıl vatanı cennet.

‘Gül’ şiirimin bir mısraı ‘Dünya sürgünde gülistandır’ der. Asıl gülistanımız cennet. Cehennem azabından korkarım ama mü’min karakterime yakışan elbette cennettir. Ben cenneti seviyorum.


Şükrü Karaca’yı, Ömer Lütfi Mete’yi, Muhsin Yazıcıoğlu’nu, Ebulfez Elçibey’i, Şenol Özbek’i, Abdullah Çatlı’yı cehennemden ırak düşünüyorum. Yüce Allah mekanlarını cennet eylesin. (Amin)







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)