Neslişah Osmanoğlu
Osmanlı Hanedanı Mensubu


Hanım Sultan



4 Şubat 1921 tarihinde annesi Sabiha Sultan’ın Nişantaşı’ndaki konağında doğdu. Babası, son halife Abdülmecit’in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi; annesi ise son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dır.

Büyükbabalarından birisi padişah, diğer imparatorluk veliahtı olduğu için doğduğu zaman ünvanı ‘Devletlû İsmetlû Neslişah Sultan Aliyyetuş'şan Hazretleri" idi.

Doğumu, 121 pare top atışı ve padişahın onun adına bastırdığı altın sikke ile duyuruldu. Osmanlı Hanedan Defterine kaydedilen son kişi oldu. Hanzade Sultan ve Necla Sultan adlı iki kız kardeşi vardır. Osmanlı hanedan üyeleri yurt dışına sürgün edilene kadar Dolmabahçe Sarayı’nda yaşadı.

3 yaşında iken, 3 Mart 1924 günü kabul edilen 431 sayılı kanun gereğince sürgüne gönderilen arasında yer aldı. Ailesi sürgünün ilk yıllarını Fransa’nın Nice kentinde geçirdi. Nice’te lise öğrenimi gördü. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Fransa'da geçirdikten sonra ailesiyle birlikte Mısır’a gitti. Fransızca, İngilizce ve Almanca ve Arapça öğrendi.

1940 yılında Mısır’ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın oğlu Prens Muhammed Abdülmunim ile evlendi. Bu evlilikten Prens Abbas Hilmi ve Prenses İkbal adlı iki çocuğu doğdu. Mısır’daki 1952 darbesinden sonra eşi ‘kral naibi’ yapılınca Neslişah Sultan ‘kral naibi eşi’ (Mısır’ın First Lady’si) oldu.

Mısır Krallığı'nın lağvedilmesine kadar bu görevi sürdürdü. Mısır Arap Cumhuriyeti'nin ilanından sonra eşi ile birlikte Mısır hükümetine karşı uluslararası bir komploya karışmakla suçlandı. Aylar süren yargılamalardan sonra aklandılar ve Mısır’dan ayrılmalarına izin verildi.

İkinci kez sürgün yaşayan Neslişah Sultan, eşi ile beraber Fransa’ya yerleşti. 1963 yılına kadar Fransa’da yaşadı. 1952’de Türkiye’de Osmanlı hanedanı prensesleri için af çıkarıldı. Neslişah Sultan 1963’ten itibaren Türkiye’ye yerleşti. Yeniden Türk vatandaşlığına geçti ve ‘Osmanoğlu’ soyadını aldı. Eşi Prens Abdülmünim 1980 yılında hayatını kaybetti. Mısır hükümetinin izniyle Kahire’de defnedildi.

Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun 2009’daki ölümünden sonra Osmanoğulları ailesinin yaşlı üyesi sıfatını almıştı. 2 Nisan 2012 tarihinde İstanbul'da vefat etti.




SÖYLEŞİ

Bir prensesin gerçek hikâyesi!
Habertürk 23 Ekim 2011

Gazeteci Murat Bardakçı “Neslişah” adlı yeni kitabında “çok sevdiğim, hürmet ettiğim dostum, büyüğüm” dediği Osmanlı prensesi, Mısır’ın eski first lady’si Neslişah Sultan’ın hayatını anlatıyor.

Gazeteci Murat Bardakçı’nın Everest Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Neslişah” birkaç ömrü dolduracak kadar muazzam bir hayat hikâyesi anlatıyor. Son Padişah Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan ile son Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin ilk çocuğu Neslişah Sultan’ın görkemli hayatı, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun fırtınalı son günlerine tanık ediyor okuru, hem de Cumhuriyet’in kuruluşuna...

Kitabın en önemli özelliğiyse şu: Literatürümüzde, Osmanlı Hanedanı’nın bir mensubuyla konuşularak yazılmış biyografi şimdiye kadar yoktu. “Neslişah” bir ilk. Kitap, Neslişah Sultan’ın tek başınayken geçmişin hayalleriyle buluşup hasret giderdiği bir günle son buluyor. Bir ara pencereden bakıp göğe yükselen ince minareleri, zarif kubbeleri, görkemli sarayları, şehrin çok değişmiş ama zarafeti hâlâ hissedilen siluetini fark ediyor ve “Güzel olan ne varsa dedelerim yapmış” diyor. Murat Bardakçı’yla röportaja insanın içine oturan o cümleyle başlamak istiyorum...

O cümlede bir yanlışlık bulmaya çalıştım ama başaramadım... Bulamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti 80 küsur yıllık tarihinde tanıtımını hâlâ 16. yüzyıla ait eserlerle yapıyorsa, Neslişah Sultan son derece haklıdır. Her inkılâp, meşruiyetini kanıtlamak için kendinden önceki rejimi kötüler ama sonra geçmişi sahiplenir, çünkü devlette esas olan devamlılıktır. Fakat biz reddimiras yoluna gittik. Bir kesim, geçmişi kötüleyerek güç elde etmeye çalıştı. Çelişki şuradaydı: Reddettikleri geçmişin üzerine aynı değerde eserler koyamasalar da iş tanıtıma gelince eskinin üretiminden, yani kültürel hazinelerimizden medet umdular.

Neslişah Sultan basına sadece iki kez açıklama yaptı. Sultan Vahideddin’in mezarının İstanbul’a getirtilmesi söz konusu olduğunda ve Şehzade Osman Ertuğrul Efendi’nin 23 Eylül 2009’daki vefatından sonra... Onu, bu kitap aracılığıyla konuşmaya sevk eden şey neydi?

Belirli bir sebep yok.de en son göğe yapmış” hâlâ kesim, ve 23 yazmak istiyordum, o da “Yazma” diyordu. Öyle ısrar ettim ki, sonunda “Yazacaksan, bari ben hayattayken yap” dedi.

Size güvenmesinin sebebi ne? Ben hiçbir hanedan mensubuyla ilişkimde, gazeteciliğimi kullanmadım, herhalde ondandır. Bir günlük yazıya dostluk feda edilmez diye düşündüm.

Avrupa aristokrasisini az buçuk tanıyoruz. Oysa Osmanlı Hanedanı mensupları bizim için nenredeyse tamamen meçhul... Avrupa’dakilerin de kim olduklarını bilmiyoruz aslında. Popüler kültüre girdikleri, kitaplara, filmlere konu oldukları zaman tanıyoruz ancak. Bizdekilerin kabuklarından çıkmamalarına gelince, tamamen kendi tercihleridir. Bugün dergilerde fotoğraflarını gördüğünüz insanların çoğu gerçek sosyete değildir. Etrafta görünmeye, sahip olduklarını sergilemeye bayılan yeni zenginlerdir çoğu. Türkiye’nin gerçek sosyetesi, aristokrasisi basına çıkmaz.

Bizim aristokrasimizin bir tarifini yapar mısınız? Görgü, kültür ve şıklık bakımından Avrupa’dakilerle yarışacak seviyededirler. Fransızca konuşurlar. Hepsi zengin sayılmaz. Zenginlik ölçüsü değişti. Eskiden bir yazlığınız, bir kışlığınız varsa, evinizde aşçı, hizmetçi çalışıyorsa zengindiniz. Şimdi zenginlik milyon dolarlarla ölçülüyor. Bizim aristokrasimizin bu denli zengin olduğunu söyleyemeyiz ama hepsi çok görgülü ve zariftir.

Geçmişleriyle, dedeleriyle son yıllarda yakından ilgilenmemize ne diyorlar? Diziler, popüler tarih kitapları... Ne düşündüklerini bilemem, onlara sormalısınız.

Peki ya siz ne düşünüyorsunuz? Açık söyleyeyim, bu alakanın sorumlusu benim, ben başlattım her şeyi. Özellikle de Son Osmanlılar ve Şahbaba’yı yazarak... O zamana kadar sağ kesimden çıkan tek tük kitaplar vardı ama tarihimizi popüler hale getiren ben oldum.

Eskiden iki bakış açısı vardı: Osmanlı İmparatorluğu ya yüceltilir, ya yerin dibine sokulurdu. Siz bu anlamda tarih algımızı değiştirenlerdensiniz... Reddimiras yaparak geçmişimizi hasıraltı etmemizin yarattığı büyük bir boşluk vardı. O boşluğun dolması gerektiği anlaşıldı. Aristokrat dendiğinde, Monaco Prensesi Caroline geliyordu akla. Senin de prensesin var, niçin tanımıyorsun onu? Fakat şimdiki popülerliğin iyi olup olmadığı ayrı konu. Çok yanlış bir şey oldu, Türkiye, tarihini dizilerden öğrenmeye başladı. Böyle şey olmaz! İyi tarafı yok mu var. Eh, unutmaya çalıştığımız, yok saydığımız bir dönemi nihayet kabullendik.

‘KOVULDUĞUMUZ GECE’’

155 hanedan mensubu birkaç gecede sahip oldukları her şeyi bırakıp gitmek zorunda kalmıştı. Hazırlıklı mıydılar, gafil mi avlandılar? Hanımlar bilmiyordu belki ama erkeklerin çoğu, sonun yaklaştığının farkındaydı. Tabii tedbir alacak durumda değillerdi, paraları yoktu. Oturdukları evler bile onlara ait değildi. Sarayların padişahın malı olduğu sanılır, aslında lojman gibidir saraylar.

Anlatılan şaşaalı hikâyeler doğru değil o halde... Sultan Vahideddin tahta çıktığında kızı Sabiha Sultan, elbiselerini ters yüz ediyor; para yok. Bazılarının tek tük mücevherleri var ama Kaşıkçı Elması gibi kıymetli şeyler değil. Kalan her şey devlete ait, tacın malı.

Neslişah Sultan “kovulduğumuz gece” diye anlatıyor... Tek servetleri, hükümetin verdiği 1000 İngiliz Pound’uydu. Ve o kadar dünyadan habersizlerdi ki avukatları çoğunu dolandırmıştı. Adam, 10 bin liralık evi 500’e sattığını söyleyip kalan parayı cebe indirmiş. Vahideddin’in tabutuna bile haciz konmuş, cesedi 1.5 ay bekletilmiş. Biz bunlar öğrenemedik, çünkü “Hanedan sizi sömürüyordu” demek, Cumhuriyet’in işine geliyordu. Halbuki hiçbir padişahın hazineden herhangi bir değerli şeyi almaya yetkisi yoktu. Merasimde takacağı mücevher için makbuz yazılırdı. Sürgündeyken ailelerini yaşatmak için ellerinden gelen tek şey, sahip oldukları üç beş parçayı satmaktı.

Bir Fransız, Neslişah’ın halası Seniha Sultan’ı dilenci zannedip sadaka niyetine para veriyor, o da acı bir tebessümle kabul ediyor. Sürünüyorlar parasızlıktan. Bir tanesi Amerikan askerî mezarlığının bekçiliğini yapıyor. Küçücük evlerde, iki odalı apartman dairelerinde yaşıyorlar. Gittim gördüm hepsini.

Oysa Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan, Tahran Sarayı’na gelin gidebilir veya Mustafa Kemal’le evlenebilirmiş. Yani tek bir karar anı, tüm tarihimizi, kaderimizi baştan aşağı değiştirebilirmiş. Atatürk iki kez evlenmek istemiş Sabiha Sultan’la, ikisinde de reddedilmiş. Evlenselerdi, ne olurdu? Yorum yapmak istemiyorum. Tarihe, ihtimaller üzerinden bakılamaz.

Ama şunu sorabilirim: Niçin evlenmek istemiş, âşık mıymış? Bilemeyiz. Belki Enver Paşa’yı örnek almak istemiştir. Enver Paşa bir sultanla evlendikten sonra yükselmişti çünkü. Hem Sabiha Sultan başkalarına benzemeyen, zeki ve entelektüel biriydi. Şair Yahya Kemal “Türkçe’yi en iyi konuşup yazan kadın” derdi.

Neslişah Sultan’ın kaderinde farklı zamanlar ve farklı ülkelerde iki kez sürgün edilmek var. “Prenses olmak bir meslektir” diyor. Bu meslek hangi becerileri gerektirir? Neslişah Sultan gerçek bir prenses. Ailesi, onun üzerinde özellikle durmuş, ona bir kişilik, bir kimlik kazandırmak için titizlikle çaba göstermiş. Prenseslik mesleğinin şartları ağır. Ona şöyle denmiş: “Sen bir Türk prensesisin. Sevincini ve kederini belli etmeyeceksin. Cebinde paran yokken bile ihtiyacı olanlara yardım etmenin yolunu bulacaksın, âlicenap olacaksın.” Neslişah Sultan ona uygun görülen bu kimliği muhafaza etmiş hep. Çocukluğunun ve gençliğinin ne zor geçtiğini okudunuz. Fransa’dayken tek elbisesinin eteği yamalıymış; yama tutmaz hale geldiğinde mektebe gidemediği olmuş. Fakat eğitimi mükemmel, altı lisanı ana dili gibi yazıp konuşuyor.

Üç yaşında ayrılmasına rağmen Türkçesi kusursuz... Çünkü evde Türkçe dışında dil konuşmasına izin verilmiyor. “Kardeşimle aramızda Fransızca konuşacak olsak dayak yerdik” diye anlatıyor.

Sıklıkla vurguladığınız entelektüel kimliğinden söz eder misiniz? Hanedanda hayranlık uyandıracak kadar entelektüel iki kişi tanıdım. Biri Neslişah Sultan’dı, öteki ise evvelki sene vefat eden Osman Ertuğrul Efendi... Neslişah Sultan’dan daha şanslıydı, sürgün edilmenin ne ağır bir şey olduğunu bilmedi. I. Dünya Savaşı’nın en başında, yani İmparatorluk yıkılmadan önce babasıyla Viyana’ya yerleştiğinde 5 yaşındaydı.

Kitabınızda hem Neslişah Sultan’ın anlattıkları var, hem de diğer hanedan mensuplarının mektup ve hatıratları. Hepsi çok etkileyici. Özellikle kullanılan dilin güzelliği bakımından... Kaybettiklerimiz arasında sadece saraylar ve camileri değil, dili de sayabiliriz belki. Öyle mektup yazılmıyor artık. Buna “kultura” denir hanımefendi; şimdi pek bulunmaz. Sözünü ettiğiniz belgeler yazıldığında Türk Dil Kurumu Türkçe’ye musallat olmamıştı henüz. Gerçek Türkçe konuşuluyor, yazılıyordu. Fakat o dönemle bu dönemi karşılaştırmanın pek manası yok. Geçmişi bugünün koşullarıyla değerlendiremeyiz.

Okurken, Neslişah Sultan’ın küskün olmadığını hissediyoruz. Ama ailede küskün olanlar varmış. Mesela halası Dürrüşehvar Sultan’la ilgili bir olay çok etkileyici. İngiltere’de bir davette İnönü’yle karşılaşıyor. İsmet Paşa onun elini öpmek için eğiliyor. Dürrüşehvar ise boynundaki hanedan nişanını tutup Paşa’ya uzatıyor. Avrupa efsanelerinde vampirle karşılaşanların boyunlarındaki haçı göstererek kurtulmaları gibi... Kendinizi Dürrüşehvar Sultan’ın yerine koyun; 14 yaşındasınız, oyuncaklarınızla, bebeklerinizle oynuyorsunuz. Derken iki kişi gelip kovulduğunuzu, bir saat içinde evinizi terk etmek zorunda olduğunuzu söylüyor. Hem onun karakteri Neslişah’tan farklıdır. Sonuçta Neslişah Sultan, kırgın ve küskün olanlardan değil.

‘Hürrem’le aynı kandan geliyor’

İnsan anlattıklarından Neslişah Sultan’ın çıtkırıldım bir prenses olmadığını görebiliyor. Evliyken, Mısır Kralı Faruk’a kafa tutmuş. Cesareti prenses oluşundan mı geliyor? Kral Faruk gittiği her evde beğendiği şeyleri alıp götürme hakkı görüyor kendinde. Bir gün Neslişah’ın evinde de Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıcını görüp almaya kalkıyor. O da “Dedemin malı, vermem” diyor. Yanlış anlaşılmasın, kılıcı Abdülhamid, Mısır Hidivi’ne hediye etmiş. Şahsı adına değil, devlet adına. Ve kadere bakın ki Neslişah Sultan’ın Mısır’da gelin gittiği ailede duruyor. Cesaretine gelince; unutmayın ki Hürrem Sultan ile Kösem Sultan’ın torunu o. Onların kanından geliyor. Harem güçlü kadınların mekânıydı, dizilerde gördüklerinize aldanmayın! Oradaki kadınların bazıları, imparatorluğun devamını sağlayacak kadar önemli işler yapmışlardır.

Prenseslik meslektir

Neslişah Sultan şimdi ne yapıyor?

Spora çok meraklı. Çok iyi ata biner, çok iyi kayak yapar. Dur durak bilmez, düşer, bir yerlerini kırar, gene pes etmez; 80 küsur yaşında Ramses heykeline tırmanır. Sonra deli gibi okur, her dilde. Dünyayı takip eder. Geç yatar, geç kalkar. Geceleri okuyamıyor artık ama sabahlara kadar haber kanallarını seyrediyor. Şu sıralar Mısır’da olup bitenleri takip ediyor özellikle. Eski dostları da vardır. Sık sık onlarla buluşuyor. Kısacası, pek ortada görünmeden sürdürüyor hayatını.

“Prenseslik bir meslektir” kendi sözü. Hâlâ bu konuda eskisi kadar titiz mi? Prenseslik değiştirilebilecek, vazgeçilebilecek bir özellik değildir. Protokole çok dikkat eder. Ona kimse “Hanımefendi” diye hitap etmez. Geleneklere uygun olarak “Sultan Efendi” demelisiniz. Erkek olsaydı “Efendi Hazretleri” denecekti.

Protokolün gereklerini bilmeyenlerle karşılaştığı da oluyordur... Olursa, üzerinde durmaz, unutur. Zaten yaşı ilerlediği için pek dışarı çıkmıyor artık. Nadiren çıktığınde da yakın dostlarına gidiyor. 90’ına basması şerefine Rahmi Koç’un verdiği davette İstanbul’un gerçek aristokrasisi vardı. Ağır protokol olan bir topluluktu. Tuhaf ve yapay konuşmalardan bahsetmiyorum, çünkü herkes gayet samimiydi, gırgır, şamata eksik değildi. Ama saygı çerçevesinde... Türkiye’de bugüne dek öyle bir doğum günü partisi kutlanmadı. İhtişamdan değil zarafetten bahsediyorum.

Kaç kişi kaldı hanedandan bugüne? Sultan ve şehzade olarak 30-40 kişi. 5 yaşında olan torunlar dahil. Ama aralarında Neslişah Sultan ayarında biri yok. Dedim ya, o çok başka, çok farklı. O bir prenses. Neslişah Sultan’ın çocukluğu.

Zabıt kâtibi Vehbi Koç

“Neslişah” kitabında yakın tarihimizin önemli simaları da yer alıyor. Ahmed Vehbi Efendi bunlardan biri. 23 yaşındaki bu genç adam, Büyük Millet Meclisi’nin iki zabıt katibinden biriymiş. Aslında bakkal olmasına rağmen, çağırıldığında Meclis görüşmelerini kaydediyormuş. 3 Mart 1924’te yapılan ve Hilafet’in kaldırıldığı gizli celsenin zabıtlarını tutan oymuş. Murat Bardakçı’nın anlattığına göre, o gece sağ eli saatlerce yazmaktan tutmaz olmuş. “Meclis’te zabıt kâtipliği eden delikanlı ile genç devlet yukarılara uzanan basamaklarda beraberce yükseldiler” diyor Bardakçı. “Cumhuriyet yerleşti, güçlü bir rejim hâlini aldı; zabıt kâtibi de o devletin önde gelen işadamlarından, modern Türk sanayiinin kurucusu oldu.” O delikanlıyı bugün biz Vehbi Koç adıyla tanıyor, hatırlıyoruz.

‘İngiliz Hasta’nın arkadaşı

Başrolünü Ralph Fiennes’in oynadığı 9 Oscarlı “The English Patient” (İngiliz Hasta), uçak kazasında yanan bir askerin ölmeden önce yaşadığı aşkları ve uğradığı ihanetleri hatırlamasını anlatıyordu. Doktorlarla hemşirelerin “İngiliz hasta” adını taktıkları yaralı gerçek bir şahsiyetti; Zsadany ve Törökszentmiklos Kontu olan Macar asilzadesi Laszlo Almasy... Bardakçı’ya göre filmde ölüm biçimi dahil tüm hikâyesi yanlış anlatılıyor, gerçekte olduğundan çok daha renksiz, macerasız gösteriliyordu. “Neslişah”ı okurken şunu da öğreniyoruz. Hollywood’un bu ödül rekortmeni filmine ilham veren Almasy, harp yıllarında gizli gizli Kahire’ye gidip geldikçe Neslişah Sultan’la tanışmış. Savaştan sonra ise çok samimi arkadaş olmuşlar. Birlikte operalara gider, davetlere katılırlarmış.




HABER

Neslişah Sultan’la bir dönem kapandı
Pınar ÇITAK KOYGUN / DHA-Şermin TERZİ
3 Nisan 2012

Osmanlı İmparatorluğu’nda doğan son hanedan mensubu Neslişah Osmanoğlu 91 yaşında hayata veda etti. Ömrünün neredeyse yarısını sürgünde geçiren Neslişah Sultan’ın ölümüyle bir dönem sona erdi. OSMANLI Hanedan Defteri’ne kaydı yapılan son kişi olan, Osmanlı Ailesi’nin en yaşlı üyesi Neslişah Osmanoğlu (91) önceki gün İstanbul Ortaköy’deki evinde yaşamını yitirdi. Başsağlığı dilemek üzere evine gelen tarihçi Murat Bardakçı, Neslişah Sultan’ın imparatorluk döneminde doğmuş son hanedan mensubu olduğunu, onunla bir dönemin bittiğini söyledi. Bardakçı, “Bundan sonra Osmanlı Hanedanı değil, Osmanoğlu Ailesi’nden bahsedilir. Bu ölüm, bir imparatorluk devrinin kapanmasıdır” dedi.

‘Prenseslik zor meslek’

Neslişah Sultan, aynı zamanda son Mısır Kralı’nın da geliniydi. 1924’te İstanbul’dan sürgüne gönderildiğinde, henüz 3 yaşındaydı ve ülkesine dönmesi için 40 yıl beklemesi gerekti. Sürgün yıllarında, maddi ve manevi sıkıntıların ötesinde, çektiği en büyük acı vatansızlıktı. 1957’de yaptığı vatandaşlık başvurusuyla tekrar Türk uyruğuna geçti.

Ekim 2011’de Murat Bardakçı’nın, Neslişah Sultan’ın biyografisini yazdığı “Neslişah” kitabında, “Prenseslik zor meslek” diyerek yaşadığı sıkıntılara rağmen, prenses gibi davranmanın zorluğunu anlatmıştı. Türkiye’ye döndüğünden beri kendisiyle görüşen herkes, imparatorluğa son veren Atatürk’e kızgın olup olmadığı sorusunun cevabını merak ediyordu. Ama o, hep annesi Sabiha Sultan’ın da hatıralarında bahsettiği cümleyle karşılık veriyordu: “Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi. Bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır.”

Nişantaşı’nda doğdu Aşiyan’da yatacak

NESLİŞAH Sultan, 4 Şubat 1921’de annesi Sabiha Sultan’ın Nişantaşı’ndaki konağında dünyaya geldi. Babası, son halife Abdülmecit’in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi; annesi ise son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dır. 2’nci Abdülhamit’in 4’üncü kuşak torunu Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu, Neslişah Sultan’ın bugün Hamidiye Camisi’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Aşiyan Mezarlığı’nda annesi ve kızkardeşinin yanında toprağa verileceğini söyledi.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan taziye mesajı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Os-manlı Devleti’ni kurarak, bir cihan imparatorluğuna dönüştüren, temsil ettiği dönemle dünya tarihine damgasını vuran Osmanlı Hanedanı’nın en yaşlı üyesi Neslişah Osmanoğlu’nun vefatından derin bir üzüntü duydum. Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı dilerim.”

Başbakan Tayyip Erdoğan “Osmanoğulları ailesinin en yaşlı üyesi olan Neslişah Osmanoğlu’nun vefatını derin bir teessürle öğrendim. Merhume Neslişah Osmanoğlu’na Cenab-ı Hakk’tan rahmet, geride kalan aile üyelerine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı ve sabır niyaz ediyorum.”




HABER

Son yolculuk
3 Nisan 2012

Osmanlı ailesinin en yaşlı üyesi Neslişah Sultan, Yıldız Hamidiye Camisi'nde düzenlenen cenaze töreninin ardından son yolculuğuna uğurlandı.

Osmanlı Haneden defterine kaydı yapılan son kişi olarak bilinen ve son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin ve son halife Abdülmecit'in torunu olan Neslişah Osmanoğlu'nun cenazesi, öğle namazına doğru camiye getirildi.

''Neslişah Sultan''ın tabutu üzerine, Osmanlı geleneği olarak, Kabe örtüsü konuldu ve burada öğle ezanından önce Yasin-i Şerif okundu.

İkinci Abdülhamit tarafından 1885-1886 yıllarında yaptırılan Yıldız Hamidiye Camisi'ndeki törende, öğle namazının ardından ''Neslişah Sultan'' için cenaze namazı kılındı.

''Neslişah Sultan''ın naaşı, törene katılan kadınların da en arka sırada saf tuttuğu cenaze namazının ardından eller üzerinde cenaze aracına kadar tekbir getirilerek taşındı.

Bu arada, cenaze törenine katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın da kısa bir süre ''Neslişah Sultan''ın tabutunu taşıdığı görüldü.

Neslişah Sultan'ın cenazesi daha sonra, toprağa verilmek üzere Aşiyan Mezarlığına doğru yola çıkarıldı.

Cenaze namazına katılan ve aile üyelerine taziyede bulunan Arınç, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, iç politikayla ilgili konuşmayacağını belirterek, ''Hanedan'ın son temsilcisi vefat etti. Sayın Başbakanımız adına, arkadaşlarımla birlikte taziyede bulunmak üzere geldim. Cenaze namazına katılacağız, Neslişah Sultan Hanımefendinin cenazesinde bulunmayı bir görev biliyoruz. Sayın Başbakanımızın selamlarını ve baş sağlığı dileklerini yakınlarına ileteceğim, bütün milletimizin başı sağ olsun'' dedi.

Törene katılan Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu da, Sultan 2. Abdülhamit'in 4. kuşak torunu olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

''Sürgünden sonra Türkiye'de doğan ilk şehzade benim. 1979 İstanbul Fatih doğumluyum. Halamızın son yolculuğu için buradayız. Babamız 1974'te af kanunu çıkınca gelmişti. Çok üzgünüz bir büyüğümüzü daha kaybettik. Sarayda doğan son haneden üyesiydi. Herkesin başı sağ olsun.''

'HANEDANLIK ÜYELİĞİ SONA ERDİ'

Tarihçi İlber Ortaylı da ''Neslişah Sultan''ın ölümüyle resmi hanedanlık üyeliğinin sona erdiğini ifade ederek, ''O statü bitti artık. Mısır'ın son nahidesiydi. Uzun bir ömür sürdü, buna rağmen kendisini çok özleyeceğiz. Son dakikaya kadar aydınlattı bizi'' dedi.

Camideki cenaze törenine ''Neslişah Sultan''ın Mısır'da yaşayan oğlu Abbas Hilmi, Kızı İkbak Saviç, torunu Davut Hilmi, yeğeni Fazile Bernar, kuzeni Osman Selahattin Osmanoğlu ile Kayıhan Osmanoğlu, Harun Osmanoğlu, Osman Mayatepek, Kenize Murad, Ömer Reda, Salih Reda, Ömer Eroğan ve Arzu Enver Eroğan da katıldı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu ile Fenerbahçe Kulübü Asbaşkanı İşadamı Ali Koç ile Nevzat Yalçındaş ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Cenaze törenine, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun da çelenk gönderdikleri görüldü.




HABER

Neslişah Sultan vefat etti
2 Nisan 2012

Sultan Vahdettin’in torunu Neslişah Osmanoğlu İstanbul'da hayatını kaybetti.

Son Sultan Vahideddin ile son Halife Abdülmecit efendinin torunu olan Neslişah Osmanoğlu, bu sabah istanbul'da vefat etti.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde dünyaya gelen son sultan olan Neslişah Osmanoğlu 91 yaşındaydı.

Mısır kral naipliği yapmış Prens Muhammed Abdülmunim’in eşi olan Neslişah Sultan, Ertuğrul Osman Osmanoğlu’nun 2009’daki ölümünden sonra Osmanoğulları ailesinin en yaşlı üyesi sıfatını almıştı.




HABER

"Neslişah Sultan, padişah türbesine gömülmek istemedi"
Habertürk 4 Nisan 2012


Murat Bardakçı, Fatih Altaylı'nın sunduğu Teke Tek'te Neslişah Sultan'ı anlattı.

Neslişah Sultan ve Osmanlı ailesi ile arasında dostluk ilişkisi olduğunu söyleyen Bardakçı, Osmanlılara karşı lise yıllarında merakının başladığını belirterek, "Osmanlılar kovuldu deniyordu. Ne oldu o insanlara diye merak ettim. Tavsiyelerle birçok kişiye ulaştım. Belgesi olmayan hiçbir şeyi yazmadım. Dedikodu yazmadım. Sonra hanedan üyeleriyle aramızda bir dostluk başladı. Bu ilişki dostluğa dönüştü" dedi

"NESLİŞAH SULTAN ÖLÜNCE HANEDAN SONA ERDİ" SÖZÜ BİZZAT KENDİSİNİN TESPİTİ

"Neslişah Sultan ölünce hanedan sona erdi" sözünün kendisine ait olmadığını söyleyen Bardakçı, bunun bizzat Neslişah Sultan tarafından dile getirilen bir tespit, bir bildiri olduğunu söyledi. Bardakçı, "Hanedan dediğiniz aile, devletin başındaki ailedir. İktidarda bulundukları dönemde dünyaya gelenler oldukça o aile hanedandır. En yaşlı mensubu ölünce ondan sonra yaşayanlar hanedan değil aile haline gelir. Bizzat Neslişah Sultan da bunu söylemiş, 2009'da Ertuğrul Osmanoğlu'nun ölümünden sonra hanedanda erkek evlat yani şehzade kalmadığını dile getirmişti" ifadelerini kullandı.

"TANTANALI BİR TÖREN DE, PADİŞAH TÜRBESİNE GÖMÜLMEK DE İSTEMEDİ"

Neslişah Sultan'ın, bir padişah türbesinde gömülme için izni olmasına rağmen bunu istemediğini, annesi ve kardeşlerinin yanına Aşiyan'a gömülmek istediğini söyleyen Bardakçı şöyle devam etti: "Babasına çok düşkündü. Çünkü babam padişah türbesinde yatmıyor demişti. Babası Şam'da Selimiye Camii'nde yatıyor. Cenaze töreninin Yıldız Hamidiye Camii'nde yapılmasının özel bir nedeni de yok. Tantanalı bir tören istemedi. Eve yakın, mezarlığa yakın bir yer istedi. Gösterişten kaçınmak için burayı istedi. Cenazenin çok kalabalık olmayacağını tahmin ediyorduk. Hanedan cenazeleri bazı kişiler tarafından şov haline getiriliyor."

"SİNİRLERİNİZİ BOZMA TALİMATI ALDIK"

Neslişah Sultan'ın 1957'de vatandaşlığa geçtiğini söyleyen Bardakçı, şu bilgileri verdi: "Vatandaşlık için Emniyet'e gitmek gerekiyor. Polis soruyor... Adın: Neslişah. Annenin adı: Sabiha. Babanın adı: Faruk. Onun babası: Vahdettin. Ne iş yapardı: Padişahtı... diye cevap vermiş. Polis sormuş: O adamlar Müslüman mıydı? Sultan bozulmuş. Bu neden soruyorsunuz diye sormuş. Polis memuru, (Kusura bakmayın, sizin sinirinizi bozma talimatı aldık) demiş."

"SEVGİLERİ YOKTU AMA SAYGILARI VARDI"

Neslişah Sultan'ın gençliğinin sefalet içinde geçtiğini, başka memleketlerde yaşamak zorunda kaldığını söylediğini aktaran Bardakçı, yine de Atatürk'e laf ettirmediğini söyledi. Bu durumu "Memleket sevgisi" ile açıklayan Bardakçı, "Bunu (Sevgileri yoktu ama saygıları vardı) diye de özetleyebiliriz" diye konuştu.

"HANEDAN ÜYELERİNİN MALLARINA EL KONULMADI"

Bardakçı, hanedan üyelerinin mallarına el konulmadığını hatırlatarak, kendilerine ait Nişantaşı'nda bir konak ve bazı evlerin olduğunu söyledi. Avrupa hanedanlarının ciddi servetleri olmasına rağmen Osmanlı hanedanının olmadığını söyleyen Bardakçı, sarayda ışıltılı bir hayatın var olduğunu da kaydetti.

"ATATÜRK SABİHA SULTAN'I İKİ KEZ İSTETMİŞ AMA REDDEDİLMİŞ"

Atatürk'ün Neslişah Sultan'ın annesi Sabiha Sultan'ı babası Vahdettin'den istettiğini söyleyen Bardakçı şunları söyledi: "Bu durum, hanedanın mal varlığına el konulmasıyla ilgili bakanlar kurulu kararında yazılı değil ama o konuyu bilen çevrelerde böyle bir kanaat oluşmuş... Aşk... Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin'in padişahlığı döneminde, Neslişah Sultan'ın annesi Sabiha Sultan'ı iki kez istetmiştir. Saraydan kız nasıl isteniyor? Dilekçe veriyorsun; 'ben şu Sultan'a talibim' diye... Bazı kaynaklarda ve Sabiha Sultan'ın yazılarında bu vardır... Ama Sabiha Sultan reddetmiş, kuzeniyle evlenmiştir. Denildiğine göre hanedanın hiçbir mal varlığına el konulmamış. Bir tek Sabiha Sultan'ın mal varlığına el konulmuştur."







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)