Şerif Aydemir
ESKADER Başkanı


yazar



Elazığ-Ağın nüfusuna kayıtlı olan Şerif Aydemir 1950 yılında Kemaliye’de doğdu. Lise öğrenimini Malatya’da tamamladı. Adalet Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdi.

Türk Edebiyatı, Yeni Asya, Sur, Sanatalemi.net, Bizim Külliye, Ağın Düşün ve Sanat Dergisi, Ağın Haber Gazetesi ve Harput Çırası’nda yazıları ve şiirleri yayımlandı.

Ruhuma Saplanan Şehir (hikâye, 2005), Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene (Deneme, hâtırat, 209), Mendilim Sende Kalsın (hikâye, 2010) yayımlandı.

İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Şerif Aydemir, ESKADER (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği)’in kurucuları arasında yer aldı. Ağın Haber gazetesinin başyazarlığını ve Yayın Danışmanlığı’nı yürüttü. 2011 yılında 40 yıl idarecilik yaptığı İstanbul Adliyesi’nden emekli oldu. 2011’den beri Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin müdürü olarak görev yapıyor.




HAKKINDA YAZILANLAR

Bizim Gogol
Mehmed Niyazi
3 Ekim 2011

Değişik dergilerdeki yazı ve şiirlerinden tanıdığımız Şerif Aydemir'in son günlerde "Mendilim Sende Kalsın" adındaki kitabı yayımlandı. "Ruhuma Saplanan Şehir" ve "Yazık Olmuş Yarsız Ömrü Geçene"nin yanlarına, uzun süre yaşayacağı aşikâr olan bir eser daha koydu.
Kitap, adını aldığı "Mendilim Sende Kalsın" ile "Sekiz Sütuna Bir Zarf", "Kırçıl Palto", "İki Saçak Güvercini", "Bizim Pencereler Yele Karşı" hikâyelerinden oluşuyor. Hikâyelerin sadece adlarına dikkat etmekle, derinliği olan bir edebiyat ürünüyle karşı karşıya olduğumuzu idrak ederiz.

"Sekiz Sütuna Bir Zarf" hikâyesi evrak kayıt servisinde çalışan dört kişiden birini anlatıyor. Tabii onu anlatırken diğerleri ve çalışma ortamları hakkında da bize fikir veriyor. Küçük, sefaletin kemirdiği masaların zor sığdığı odayı Aydemir şöyle tasvir ediyor: "Hani, belediye otobüslerinde kalabalıktan ayak bile değiştiremediğiniz olur, ayakta dikilen yolculardan kimileri planyaya vurulmamış vücutlarını bir yerlere sığdıramazlar, dirsekleri süngü gibi dolanır ortalıkta... İşte onun gibi masalarımız bir türlü sığmıyor odamıza."

Hükümet konaklarımız yakın zamana kadar, belki şimdi de pek çok il ve ilçede işlevini görmekten uzaktır. Yeri gelmişken belirtmiş olalım; oralar aslında hükümet değil, devlet konağıdır. Çünkü o mekânlarda hükümetin değil, devletin görmesi gereken hizmetler ifa ediliyor. Memurların çalıştığı odada paltolarını, kabanlarını asacak yer yok; kapının arkasındaki üç bacaklı taburenin üzerine koyuyorlar; kaşkolleri "Kızılay'dan dağıtılmışçasına" olduğu için birbirlerine benzediklerinden bazen karıştırıyorlar; "Ertesi gün herkes kendi kokusundan tanıyıp malını seçmek"le yanlışlık gideriliyor. Sıcak havalarda da dertleri eksilmiyor: "Yazın öyle bir sıkıntımız olmuyor ama bu defa da odacığımıza günışığı lütfeden tek kanatlı pencereyi açamıyoruz. Birimizin göğsünü yalayan incecik yel, öbürünün nazlı sırtını bıçak gibi deliyor."

Toplumda pek hesaba katılmayan insanları anlatıyor. Onların küçücük dünyalarındaki dev gibi sıkıntıları dile getiriyor. Bu bakımdan Gogol'u çağrıştırıyor; ama tipleri Anadolu'nun derin izlerini taşıyor. Benzetmeleri, üslubu, konuyu ele alış ve işleyiş şekli tamamen kendine özgü; bizi apayrı bir dünyaya götürüyor; oradaki insanlardan birisi olarak kendimizi hissettiriyor. Ciddiye alınmayan zavallıların büyük hülyalarına değinmeden geçemiyor; böylece hayatın özünü bize sunuyor; "Evreni üç gün bize bıraksalar; ne yıldız kayar, ne güneş tutulur, ne de afet yağar başımıza. Hele ki savaş diye bir kavram kalmaz yeryüzünde. Zaten şu enflasyonu kim azdırıyor, kişnesin diye önüne kim yem atıyor bize sorsunlar..." Çevremizde bu tipleri görmüyor muyuz? Çoğunluğumuz işimizi doğru dürüst yapıp yapmadığımıza bakmadan başbakanı, valiyi tenkit ederiz; onların yerinde olsak ülkenin sorunlarını nasıl kolayca çözümleyebileceğimizi anlatırız. Bu hastalığımız yeni değil; Ziya Paşa dünyaya nizam verenlerin hanelerinde bir türlü teseyyüp bulunduğunu söylemiyor mu? Şu cümleleri söz konusu durumumuzu ne çarpıcı bir şekilde önümüze seriyor; "Güler misin, ağlar mısın? Bizim servisin "Verimi düşük"müş. Geçenlerde müdür söylemiş. Dua etsin ki sendikaya bağlı değiliz; yoksa görürdü gününü. Serpil Hanım cevap vermekte gecikmedi, ne güzel söyledi; "Biz küçük işlerin adamı değiliz." Ufak memurların üstlerine kafa tuttuklarını söylemekle komplekslerini yenmek istediklerini şu cümlesi ne güzel karikatürize ediyor: "Gene dua etsin ki, nezleydim de, burnum şıp şıp akıyor diye lafa ben karışmadım."

"Kırçıl Palto" hikâyesinde insanın yorganına göre ayağını uzatmamasının nelere vardığını işliyor. Borçla bir palto satın alıyor; onu bir ceket, bir pantolon takip ediyor. Eşi, mademki kredisi var, iyice eskiyen sobanın yerine yenisini almasını istiyor. Borca alıştığı için ödemekten korkmuyor; sadece soba değil, iki de çekyat alıyor. Ondan sonra satın almalar çorap söküğü gibi devam ediyor. Uzun lafın kısası "Kırçıl Palto" ile bambaşka bir dünyaya giriyor. Okul Aile Birliği'ne başkan oluyor, sendika temsilcisi seçiliyor. Kalkamayacağı yüklerin altına giriyor. Her zorlandığı an gözünün önüne "Kırçıl Palto" geliyor. Günün birinde onu götürüp Kumkapı'da denize atmakla kurtulacağını sanıyor.

Bir kimseyi bir başkasına benzeterek anlatmaya kalkışmak doğru değildir. Şerif Aydemir'in hikâyelerini okurken Gogol'unkilerden az zevk almadığımız için "Bizim Gogol" diye söze başladık. Amacımız edebiyat dünyamızın değerli bir kalem kazandığından duyduğumuz kıvancı belirtmekti.




HAKKINDA YAZILANLAR

Yüreği, Hisleri ve Eseriyle Şerif Aydemir
Mehmet Nuri Yardım

Bir kitap hakkında yazı yazarken, muhtevasına dâir eleştiri veya tanıtım metni kaleme alırken yaşanan bazı merhaleler vardır. En azından benim için bu böyledir. Yazarını veya şairini tanıdığım, dostluk kurduğum bir kişinin kitabından bahsederken bazen kitabın içeriğinden ziyade müellifi gözümün önünde canlanır. Kitap beni yazarına alır götürür, onunla hemhâl eder. Karakteri, ruh yapısı, kültür birikimi ve diğer hususiyetleri bana kendisinden söz ettirir ister istemez. Bu elde olan bir şey değil. Eser ile şahsiyet arasında münasebet vardır şüphesiz. Ve sizin kaleminiz eserin etrafında dolanırken, yazarının hayali de çevrenizde dolaşır durur. Onu bir kenara itemezsiniz, o hayali bir tarafa atamazsınız. Mecbursunuz kitabın yazarından birkaç cümle ile de olsa bahsetmeye.

Elbette dostluklar çeşit çeşittir. Kimi dostlar vardır ki onlarla bayramdan bayrama görüşürsünüz. Bu size yeter. Senede iki defa karşılaşmanız, selâmlaşmanız ve ayaküstü muhabbet etmeniz kâfi gelebilir. Görüştüğünüzde bu tenha mülâkat vesilesiyle yarımağız şikâyet de edebilirsiniz. Ama o sözler orada kalır. Kimi dostluklar vardır iki üç ayda bir tazelenmelidir. Çünkü muhatabınızla aranızda ruh yakınlığı vardır. Mizaç karabeti, gönül akrabalığı bulunmaktadır. İki üç ayda bir görüşemezseniz özlersiniz birbirinizi. Harbiden ararsınız sonra. İştiyakınız artar, hasretiniz çoğalır. Kimi dostlar da vardır ki onlar sizin için ekmek gibidir, su gibidir. Haftada en az bir iki defa görüşmeniz gerekir. Bu lâzım değil elzemdir, yani lüzumludur. Konuşacaklarınız vardır, istişareleriniz gerekmektedir. Paylaşacağınız sadece masadaki çay, sofradaki ekmek çorba değil, zihninizdeki düşüncedir, hayalinizdeki projedir, yüreğinizdeki sevgidir. Ve siz bu dostları göremeyince etrafa bakınırsınız, gözleriniz bir sevgiliyi bekler gibi onu arar durur. İşte has dostlar, can dostlar, tam dostlar bunlardır. Bu dostluklardır hayatı anlamlı kılan, bu dostluklar ile dünya güzelleşir ve bu dostluklar sizi yüceltir, gönendirir, ufkunuzu genişletir, ideallerinizi kutlu hâle getirir, içinize ferahlık doldurur. Bu gücü alınca, bir nefer iken bir akıncı, bir er iken bir alperen olmak istersiniz. Yürümeyi bırakıp koşmaya yeltenirsiniz.

Dost deyince, dostluk deyince aklıma hep merhum Fethi Gemuhluoğlu gelir. Çünkü o her hâliyle bir “dost” imiş. Dünya gözüyle görmek nasip olmadı, ama yakın çevresinde bulunan bir çok kıymetli yazarla, münevverle tanışma, halleşme ve ondan bahseden sohbetleri dinleme fırsatına ve talihine eriştim. Fethi Gemuhluoğlu’nu en çok sevenlerden bir hakiki dost da, hikâyeci, yazar ve gönül adamı Şerif Aydemir’dir. İşte yukarıda bahsettiğim “dost” halkalarının sonuncularından ve sahicilerinden biridir Şerif ağabey. Daralmışsınız, siz ünlemeden imdadınıza yetişir. Bunalmışsınız, bir bakmışsınız ferah yüreğini sunmak üzere yanıbaşınızdadır. Zihniniz de, bedeniniz de, çehreniz de takatten düşmüştür. Hafakanlar geçirirsiniz, telefon çalar, ahizedeki sıcak sesi, “Ağabey veya üstat... diye başlar. Kafanızdaki bütün istifhamlar, yüreğinizdeki bütün daralmalar yok olup gitmiştir. Halbuki yaşça da, başça da, her mânâda sizden büyüktür. Ama o kendisinden çok küçük olana bile “ağabey” diyebilen bir mânâ adamıdır, bir nezaket timsâlidir. An olur takatinizin üstünde yükler bindirilmiştir üstünüze. Bir hız sembolü, bir heyecan unsuru, bir şevk âbidesi olarak gözünüzün önünde dikelir, gönlünüze taze bir şelâle gibi akıverir. Önce ruhu, sonra kendisi gelir, imdadınıza yetişiverir.

Şimdi kitabından bahsedeceğim bir yazar hakkında böyle konuştuktan sonra objektif bir değerlendirme yapabileceğimi mi sanıyorsunuz. Öyle bir şey düşünüyorsanız tahmininiz hata, zannınız yanlıştır. Ben de buna inanmam zaten. Ben sevdiklerime muhabbetimi söylerim umumiyetle, hoşlanmadığım kişilere ise duygularımı açmam, o hissi kendime saklarım. Onun için ey okuyucu! Sakın ola ki bu yazıda, objektif kriterler aramaya kalkışma, bulamazsın. İnanıyorum ki siz de Şerif ağabeyi tanısaydınız böyle bir yazıyı yazarken eliniz ayağınız titrer, heyecandan kaleminiz tutulur, kekeme olurdu. Amma neylersiniz ki, bu bir görevdir yapılması gereken, bir vecibedir hakkı verilmesi icap eden. Ben de böyle bir mesuliyet hissi içinde bu satırları karalıyorum. Cümle güzellikler yazarımızın ve eserinin, bütün hatalar ise bendenizindir. Bunu böyle bilesiniz.

Efendim Şerif Aydemir zor yazar, az yazar, hatta naz makamında yazar, ama yazdıkları kolay okunur, rahat okunur ve zevkle okunur. Daha önce hikâyelerini okumuştum. Çok sevmiştim onları. Sonra bu hikâyeler Ruhuma Saplanan Şehir adıyla basılacağı sırada bendenizden bir takdim yazısı istedi. Bir iki sayfa yazıverdim, yazarı ve eserini anlatabildim mi o yazıda, ne gezer? Ama yazmam gerekiyordu ve yazdım. O sönük satırlar, talihli eserin şanslı sayfaları arasına giriverdiler.

Şimdi de Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene bir bayram müjdesi gibi çıkageldi. Kapağında bir köy evi, önünde bir ana… Aslında bir ozanımızın şiirinden alınmış bir mısradır bu başlık. Ama eserin hem içini hem de özünü yansıtıyor. Evet “ömrü yârsız geçenler” elbette bu isimden de, bu resimden de, bu eserden de bir şey anlayabilemez. Kitap bir deneme mi, hayır! Bir hikâyeler demeti mi, değil. Peki hâtıralardan mı meydana geliyor, denilemez. Peki mektuplardan mı müteşekkil? O da değil. Şimdiki zamane edebî türlerden ‘anlatı’ mı? Hiç bile. Roman, günlük, seyahat... Hayır, hayır, hayır hiçbiri değil, ama bir yandan da hepsi. Peki hangi türde bu kitap diye sorarsanız şunu derim ki: Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene, belki de Şerif Aydemir’e has, örneği nadir bir türün, misali ender bir tarzın, az bulunan bir tavrın, eşi menendi olmayan bir şeklin biricik örneğidir.

Kitabı okurken bazen bir çığlık atılır sayfalar arasında. Yüreği kanamıştır yazarımızın, acısını sizinle paylaşır. Bazen bir nida sesi duyarsınız, bir çağlayan karşısında coşmuştur, huzurunu sizinle bölüşür. Bazen ‘ah’ edercesine ünler, bir Anadolu manzarası kalbini parçalamıştır. Akan gözyaşlarını silmeye koşarsınız. Yanına geldiğinizde mahzun yüzü mütebessim olur, çünkü hüznünü içine akıtmıştır, gözyaşlarını salıvermemiştir ve dostlarına gülen yüzüyle görünmek istemiştir.

236 sayfalık kitapta neler mi var? Baştan sona bizim dinmeyen iç ağrımız, iflah olmayan yürek sızımız vardır. Bazen şairlerle kolkola girer, Anadolu’nun berrak ırmaklarının kenarında dolanırsınız. Zaman olur, düşünce adamlarının peşine düşer, Munzur dağlarını tefekküre dalarsınız. Bir kolunuzla Şehriyar’la Heyder Baba’dasınız, bir elinizle Necip Fazıl’la Sakarya’dasınız. Gelinlerimizle yasta, analarımızla niyazdasınız. Yeryüzünü aklı, kalbi ve şuuru sağlam bir mihmandarla dolaşır durursunuz. Bu duraklar arasında Üsküp de var, Eğin de. Bu şehirler arasında Bağdat da bulunur, Bursa da... Kulağınıza aynı dünyanın farklı taddaki sesleri çalınır. Hoyratlarla dolar, türkülerle coşarsınız. Ninnilerle uyur, şarkılarla ağlarsınız. Ama dolaşıp durduğunuz bütün yerler, gezindiğiniz bütün yollar sizi bizim kâinatımıza çıkarır. Bütün yollar muhabbet dergâhında buluşur. Bütün gözyaşları hikmet denizinde birleşir.

Hani her derde deva ilâçlar vardır ya... Bu kitabı da öyle bir sihirli merhem kabul edin. Hüzün mü dolmuş içinize okuduğunuz ağıttır. Bir neşe mi kaplamış bütün benliğinizi, dinlediğiniz güzellemedir. Kahramanlık hisleri mi depreşmiştir sizde, coştuğunuz mehter marşları ve serhat türküleridir. Velhâsıl-ı kelâm her ne niyetle okumak isterseniz, kitap o derdinize uygun devâ, o acınıza lâyık hikmetli şifâlar sunuyor.

Kitabı bir tiyatro eserine benzetirseniz belki de dünyanın en kalabalık oyuncu kadrosu doldurmuştur sahneyi. Batılı filozoflardan şark bilgelerine, yabancı şairlerden halk ozanlarına, ecnebi düşünürlerden İslâm âleminin âlimlerine bütün bir insanlığın birikimi önünüze gelir, elinize ve gönlünüze dolar. Kana kana bu feyizli çeşmeden içer, durursunuz. Bir türlü kanamazsınız, bir türlü doyamazsınız. Çünkü öz güzel olunca, söz güzel olunca ve temelde iç güzel olunca kelâm da kalem de bir kenarda durur, siz artık akl-ı selim sahibi bir münadinin sedalarına kulak vermeye başlarsınız. İşte bu kitabı okurken benim hissettiğim budur. Nurettin Topçu fikirleriyle aydınlatır bizi, Cemil Meriç sözleriyle hayatı renklendirir. Sezai Karakoç bir diriliş muştusu verir. Niyazi Yıldırım bir destan güzelliği katar sayfalara. Yavuz Bülent Bâkiler bir Anadolu sıcaklığı yayar dört bir yana. Zarifoğlu bir başka anlamı yüklenip gelir önünüze, Erdem Bayazıt bir farklı şerbet sunar. Rasim Özdenören ölümün ölümsüzlüğünü size gösterir, Ziya Osman tevekkülün mükemmeliyetini yakınlaştırır. Böylece kitap boyunca geniş bir zihnî yolculuğu tamamlıyorsunuz. Bu seyahatte sadece bütün güzelliğiyle Anadolu arz-ı endam etmiyor, bir tefekkür ummanına dalıyorsunuz.

Hâlbuki bu kitap için ne kadar da çok notlar almıştım, oysa ne kadar çok satırın ve şiirin altını çizmiştim. Gel gör ki, bütün o karalamalar, o derkenarlar, o haşiyeler ve o bitmek tükenmek bilmeyen notlar kitabın içinde kalıverdi. İyi de öyle oldu. Yoksa onlardan yola çıkarak bir yazı yazmaya kalkışsaydım aziz okuyucu, mübalağa etmiyorum en az kitap kadar bir risale çıkardı önünüze. Ve şu haklı sitemi de duyardım: “Yahu bir kitap tanıtım yazısı yazmışsın, ama bu yazının hacmi neredeyse kitabınkine yaklaşmış, el insan!” Doğrudur, bu yüzdendir kitaba bağlı olmadan bu yazıyı yazışım. Bu ilhamla bu müşevveş satırlar önünüze çıkıyor.

Ağın merkezli ama dünya yörüngeli bir kitapla karşı karşıya kaldım dostlar. Bir ayağı Ağın’da, Eğin’de, Arapkir’de, Harput’ta dikilmiş, öbür ayağıyla önce Türkiye’yi, ardından Türk ve İslâm dünyasını hemen peşinden dünyayı, bütün yeryüzünü dolaşan bir bilge yazıcı ile sarmaş dolaş olursanız yazacağınız yazı da böyle ölçülerden âzâde, kayıtlardan uzak ve oldukça serâzât olur. Bir nefeste okunası bir eserdir Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene. Hadi yumuşatarak söyleyeyim, bu sözün ilhamına ve ışığına sığınarak şu benzer sözü edeyim: “Talih Konmuş Şerif Aydemir Dostlarının Başına” veya “Bahtları Açılmış Bu Kitabın Okuyucuları!”

Kitap bir iyilikler buketi, bir sevda demeti... Hoşça kalın aziz okuyucular, sağlıcakla kalın. Ama ille de kitaplı kalın, kitapta kalın!

(Ağın Haber Yayınları, Litros Yolu 1. Matbaacılar Sitesi No: 19 Topkapı / İstanbul 0 212 4933500)




ESER-AYRINTI

Çiçekten Harman Olmaz
Şerif Aydemir
Mart - 2013
ISBN 978-975-437-939-6
12x19,5
111 Sayfa

Tarık’ın gözleri yükseklerden akan bir nehrin burgacına düşmüştü sanki, bir türlü kurtulamıyor, baktıkça bakası geliyordu Gönül’e. Çünkü Gönül tam bu esnada o pürüzsüz ve ışıltılı yüzünü eğiyor eğiyor, götürüp iştahla söylediği türkünün nağmelerine yaslıyordu bir çiçek demeti gibi. Bakışlarına ne kadar çok masumiyet yüklemeyi biliyordu bu kadın? Altın parıltılı saçlarını beyaz teninin üstüne yıkıyor, sonra başını gerilere atıyor, hafif bir boyun hareketiyle saçlarını dalgalandırıyor, iki yana dağıtıyor, uçmaya hazırlanan beyaz bir güvercin gibi müziğin ritmine göre kollarını çırpıyordu:

Çiçekten harman olmaz
Yâr derde derman olmaz
Darılmış güle bülbül
Gelip dalına konmaz
Loyloy diloy loy, loy loy diloy loy

Böyle türkü mü söylenirdi? Bir ses bu kadar mı berrak dökülürdü ince bir ağızdan? Tarık’ın taşkın duyguları başıboş sular gibi uzana uzana akıp gidiyordu.

Türkünün arasında bağlamanın telleri bayatî makamına geçince, Gönül yavaş yavaş sahneden indi, bir garson yetişip eteğini tutmaya çalıştı ama o kayıtsız bir tavırla bir kaç adımda Tarık’ın başına dikildi. Çok keskin, çıldırtan bir koku bulutu da onunla birlikte gelip yerleşti masaya.






HABER

ESKADER’de Başkan Şerif Aydemir
Osman Esgice
5 Haziran 2014

Kültür sanat dünyasında önemli faaliyetleri öne çıkan ESKADER, yeni yöneticilerini belirledi. 31 Mayıs Cumartesi günkü Olağan Genel Kurul’un ardından seçilen yeni yönetim, ESKADER’in Başkanlığına hikâyeci yazar Şerif Aydemir’i getirdi.

Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) 31 Mayıs Cumartesi günü yapılan Genel Kurulu’nda seçilen Yönetim Kurulu Üyeleri, ilk toplantısını Cağaloğul’ndaki dernek merkezinde gerçekleştirdi ve görev dağılımı yaptı. Şerif Aydemir, Fatma Ersem Yargıcı, Elif Sönmezışık, Ahmet Yüter, Serdar Üstündağ, İlyas Dirin, Cengizhan Orakçı, Muhsin Duran, Elif Tokkal ve Bekir Tuncer’in katıldığı ilk yönetim toplantısında yapılan oylamayla Şerif Aydemir Başkanlığa, Fatma Ersem Yargıcı Başkan Yardımcılığına, Elif Sönmezışık Genel Sekreterliğe, İlyas Dirin ise Muhasipliğe seçildi. ESKADER’in kurucu üyelerinden olan Şerif Aydemir, yetki dağılımı konusunda da Yönetim Kurulu’nu bilgilendirdi. Üyeler, önümüzdeki dönem içerisinde yapılabilecekler üzerine fikir alış verişinde bulunarak, yeni yönetimle birlikte gelen yeni dönemin dernek adına hayırlı ve faydalı olması temennisinde bulundular.

Başkanlığa seçilen Şerif Aydemir ESKADER’in bir gönül yolculuğu olduğunun altını çizerek “Bu yolculukta yapılan her işin kültür hayatımıza bir katkı sunmasının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyoruz. Gönülden yapılan her faaliyet, yürütülen her çalışma, eninde sonunda ulaşması gereken hedefi buluyor. Yeter ki, bu esastan ayrılmayalım. Yeni yönetimle birlikte birçok yeni ve güzel işe imza atacağımıza inanıyorum.” dedi. Derneğin Kurucu Üyelerinden olan ve 2008 yılından bu yana Başkanlığını sürdüren araştırmacı yazar Mehmet Nuri Yardım da toplantıda bir önceki döneme ait bilgiler verdi, tavsiyelerde bulundu, her zaman dernek çalışmalarına destek vereceğini söyledi. Toplantının sonunda Ahmet Yüter ESKADER’in yeni dönemi için dua ederek, Mehmet Nuri Yardım’a özel kaleme aldığı manzum duayı okudu ve kendisine hediye etti. Toplantı, yeni dönemle ilgili projelerin konuşulmasıyla sona erdi.






www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)